14 Mart 2009 Cumartesi

Zillet

İçinde Yaratıcı’nın Nefesi’ni taşıdığının farkında olan bir insan için tüm yaşam macerasında katlanamayacağı, içine sindiremeyeceği, kendisine hiçbir şekilde yakıştıramayacağı belki tek şey zillettir.
Zillet; aşağılanma, horlanma, itilip kakılma, adam yerine konulmama, alaya alınma gibi, insan fıtratıyla (yaradılışıyla) hiçbir şekilde bağdaşmayacak, kahredici bir esarettir… İnsanın kendi egosuna esareti…
İnsanın kendi egosuna esareti, çünkü zillet ne Yaratıcı tarafından, ne de doğa tarafından uygulanan bir müessesedir; bu sefil uygulama ne yazık ki sadece insan tarafından sahneye konulmakta ve öznesi de çoğu kere yine insan olmaktadır. (Bunun istisnası, Yaratıcı’nın bazı insanları “bir başka oluşumda” zillet altında inleteceği gerçeğidir; ama bu başka bir çalışmada incelenmesi gereken özel bir durumdur. Şu anda üzerinde çalıştığımız konu, insanın kendinden kaynaklanan bu esarete prangalanmaması için bir uyarı görevini de üstlenmektedir.)
Hayvanların veya yaradılışın bir başka unsurunun zillete tâbi tutulması elbette büyük günahlardan biridir; ama ya insan, ya insan sevgili insan kardeşlerim, ya insan?!.
Bizim Göksel Başvuru Kaynağımız Kuran, “insan”ı anlatırken özel birtakım uyarı levhaları, özel birtakım kodlar ve şifreler kullanarak bu yaratığın ne denli önemli olduğunun altını çizmektedir: İçine üflenen Tanrısal Nefes; meleklerin insanın yaradılışına karşı sızlanmaları üzerine tüm melekler âlemine verilen o sert tonlamalı cevap; yaradılış esnasında kullanılan “iki elimle” ifadesinde kendini bulan o “özel ihtimam”; “Ben kendime bir halife atayacağım!” ifadesindeki insanın içini ürperten o muhteşem “Ben” zamiri; Yaratıcı’nın sadece kendine özgülediği o tüyler ürpertici “halife” tanımlaması; meleklerin insanın yaratılışı karşısında toptan secde etmeleri, diz çökmeleri; ve nihayet, diz çökmeyi reddeden İblis’in Tanrısal Hiyerarşi’den dışlanması… (Sâd, 71-76; Bakara, 30.)
Tüm bu ilahi bağışlar tek bir gayeye yöneliktir sevgili insan kardeşlerim, tek bir gayeye; farkındalığa!..
Farkındalık!..
Yaratıcı, insanın “farkında” olmasını istemektedir!.. Bunu özellikle istemektedir, çünkü farkındalığın bilinçlerde oluşturacağı bir parça “o” olmak anlamındaki bu harikulâde bağış sadece insana yapılmıştır; sadece insana… Göklerdeki hiyerarşiyi bir düşünün: Melekler suç işleme yeteneğinden mahrum kılınmışlardır, insanın yaradılışı esnasında secde etmeyi reddeden İblis Allah katından kovulmuş ve sonsuza dek lânetlenmiştir; Kuran’ı ilk kez insanlara tebliğ edilirken duyan cinler, Hz.Süleyman’ın emrinde bir işçi gibi çalıştırılmışlardır; Cebrail, Hz.Muhammed’e Allah’ın Mesajı’nı iletmekle görevlendirilmiştir…
Tüm bu hiyerarşi içinde -içine üflenen Nefes dolayısıyla- bir parça “O” olan, sadece insandır; ve Yaratıcı insanın bunun farkında olmasını istemektedir. Bunu istemektedir; çünkü Arz’a sınav amacıyla gönderdiği bu özel yaratığından bunun sonuçlarına katlanmasını talep etmektedir. İnsan özel bir yaratık türüdür ve bu özel oluş, bu yaratığa çok ciddi görevler-sorumluluklar yüklemektedir.
Zillete uğrayan insan Yaratıcı’sını öfkelendirmektedir; çünkü bir parça da olsa “O” oluş keyfiyeti, bu zilletten ”O”na da pay yansımasına neden olmaktadır. Bundan daha ürpertici bir günah, bundan daha sefil bir sürçme düşünülebilir mi?!.
Çalışmamızın buraya kadar olan bölümünde, “zillete” uğrayan insanın değil, tam tersine “zillet uygulayan insan”ın suçlu olduğu izlenimi uyanmaktadır; oysa bu çalışmanın ana konusu, “zillet uygulayan” değil, amacı bu olsa da olmasa da, bunu istese de istemese de, uğradığı zillette başkaldırmamakla “insanlığa”, insanlığın tümüne zillet uygulayandır.
Sevgili insan kardeşlerim; en büyük zillet, zillete başkaldırmamaktır!..
Ezilen, horlanan, aşağılanan, itilip kakılan bir insan, bu aşağılanışa başkaldırmak zorundadır; bunu yapmıyorsa, -amacı bu olsa da olmasa da- tüm insanlığa, tüm varoluşa, tüm yaradılışa karşı bir zillet uygulayışı içinde bulunuyor demektir!..
İslâm’ın Tebliğcisi’ni terörist biçiminde karikatürize eden sözde sanatçı muhtemelen Şeytan’ın oyununa gelmiştir, aldatılmıştır, kandırılmıştır; ama buna tepkisiz kalan, buna başkaldırmayan bir Müslüman bizatihi şeytanla işbirliği içinde demektir!..
Bunlardan hangisi daha ağır bir suçtur?!. (Buna başkaldırmak ille de yakarak-yıkarak sağa sola saldırmak anlamına gelmez; bu şanlı başkaldırının ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi birçok yolu-yöntemi olabilir.)
Zillet ve buna başkaldırı sadece İslam’a yönelik saldırılara münhasır bir şey değildir; bu uğursuz oluşumla hayatın her alanında karşılaşmak mümkündür.
Sözgelimi, bir zamanlar “halk cephesinde” yer alırken, özellikle Özal’dan sonra hidayete eren ve halen Brüksel’de, ağababalarının kucağında otururken Türk Milleti’ne, Türk Ordusu’na, Türk Bayrağı’na ve Türkiye Cumhuriyeti’ne sataşan cibilliyetsiz neo-liberal; onurumuzla oynayan, bizi aşağılamaya çalışan, Türk milletine durmaksızın kin kusan çıkarcı bedbaht, mümkündür ki İblis’in esiri olmuştur, ülkesine bu nedenle ihanet etmektedir; ama buna tepkisiz kalanlar, birtakım çıkarları uğruna veya kahrolası bir cesaretsizlik veya adamsendecilikle buna tepki koymaktan kaçınanlar tüm insanlık alemine karşı zillet suçu işlemektedirler!.. (Kaleminden irin damlayan bu kokuşmuş cibilliyetsiz, bu uşak ruhlu sürüngen, kendi öz kızından “şıllık” diye söz edecek kadar “özgürlük sevdalısı”dır. “Büyük Gazete”nin(!) arşivine girenler, beşuş çehresinden tiksinti yakamozları sıçrayan bu uğursuzun, kendi öz kızı için kullanmaktan çekinmediği bu “şıllık” yakıştırmasını, kendi “köşe”sinde görebilirler.)
Bunun hesabının sorulmayacağı düşünülebilir mi?!.
Sevgili insan kardeşlerim; amerikan emperyalizmini veya Avrupa Birliği emperyalizmini lanetlemek, tüm suçu bu insanlık düşmanlarının üzerine atmak ne kadar kolaydır!.. Peki, lütfen vicdanınızla hesaplaşır mısınız; bu, bu zillete başkaldırmamanın bir gerekçesi olabilir mi, olmalı mı?!.
Irak halkı, amerikan emperyalizmine yeteri kadar direnememenin zilleti içinde debelenip durmuyor mu?!. Tek kurşun bile atmadan adeta buharlaşan sözde “cumhuriyet muhafızları” Allah indinde en az amerikalı teröristler kadar suçlu değil mi?!. (Bu fakir “amerika”yı böyle küçük “a” ile yazmaktadır; itirazı olan var mı?!.)
Yönetim biçimlerine katılırız katılmayız; Vietnam Ulusu’nun amerikan terörizmine karşı şanlı direnişi tüm insanlık vicdanında hak ettiği onurlu konuma kolay mı yükseldi?!.
Uzaklara gitmeye hiç gerek yok; Çanakkale destanını yazanlar, top mermilerinin, bombaların, şarapnallerin üzerine yiğitçe gitmeseler, onurları için canlarını vermekten kaçınsalardı, Türk Milleti insanlık aleminde bu onurlu duruşunu koruyabilir miydi?!. Tüm dünya tarihinde “Türk İstiklâl Savaşı” kadar onurlu bir savaş daha var mıdır?!.
Horlanmak sevgili insan kardeşlerim, horlanmak… Horlanmak, “farkında olmayan” bir yaratık için bir lükstür ve hiçbir insanın, özellikle hiçbir Türk’ün böyle bir lükse sahip olmaya hakkı yoktur; Türk Milleti için böyle onursuzca, böyle sefilce, bu denli aşağılık bir lüks bugüne kadar hiç olmamıştır, bundan sonra da hiç olmayacaktır!.. (Bir gün cesedimi görecek olanlar gözlerimin neden açık olduğunu merak edecek olurlarsa şunu bilsinler ki, o güne dek şu kahrolası “çuval hadisesi”nin öcü henüz alınmamış demektir; gözlerim kapalıysa beni gönül rahatlığı içinde toprağa teslim edebilirler.)
Her zamanki gibi, önce uyarayım ki, birileri, “Bizi kimse uyarmadı ama!” deme hakkına sahip olmasın: Arabasının arka camına “Baby on the board” yazanlar; o güzelim “paşa” sözcüğünü “pasha” diye karalamaya/kirletmeye cüret edebilenler; ele geçirdikleri ekranlarda “high tec/off the record/no comment/” adında programlar yapabilenler; şaşırdıklarında “Oh my God!” şeklinde sefillenenler ve benzerleri hiç kuşkusuz Türk Dili’ne ihanet etmemektedirler; ama lütfen kendinize gelin sevgili insan kardeşlerim, lütfen kendinize gelin; aslında şerefli Türk Dili’ne esas ihanet edenler, tüm bu saydıklarıma tepki vermeyerek “huzurlarını kaçırmaktan korkanlar”, yani bizleriz!.. (Tüm suç, bizi “adamsendeciliğe” iten egolarımızda; rahatımızın kaçmasından korkuyoruz, tembellik ediyoruz, risk muhasebesinde yanılıyoruz ve ne yazık ki teslim oluyoruz!..)
Zillet bize uygulanmıyor; bu ahlâksızlığa, bu aldanışa, bu zavallılığa tepki vermeyerek genelde insanlık alemine, özelde ise Türk alemine zillet uygulayanlar esas biziz!..
Hepimize yuh olsun, hepimize yazıklar olsun; ülkemizde, İstanbul’da, kendi topraklarımızda oynanan Galatasaray-Ankaragücü futbol maçı seyircisiz oynandığı için daha çok dikkatinizi çekmiştir: İstisnasız tüm basın mensuplarının üzerinde boktan bir giysi vardı ve bu boktan giysilerin üzerinde kocaman harflerle “Press” yazıyordu!.. Takım kaptanlarının kollarındaki bantlarda, artık Türkçe’ye girmiş, millileşmiş, içimize sindirilmiş “kaptan” sözcüğü değil, kahrolası/namert/şerefsiz “captain” sözcüğü bulunuyordu!..
Hepimize yuh olsun, hepimize yazıklar olsun!..
Bir Allah’ın kulu çıkıp da “Burası müstemleke memleketi mi ulan!” diye haykırmadı, haykıramadı!.. (Takım kaptanlarını, futbol takımlarının yöneticilerini, Futbol Federasyonunu ve bu uşak ruhlu uygulamayı protesto etmeyen tüm basın mensuplarını Türk halkına ve Allah’a şikayet ediyorum…Ayrıca, bu uşak ruhlu uygulama karşısında elimden ancak bu kadarı geldiği için Türk Halkı’ndan ve Allah’tan özür diliyorum.)
Allahaşkınıza elinizi vicdanınıza koyun ve öyle karar verin: Burada zillet uygulayan kim; bu duyarsız, bu gaflet içindeki, bu işbirlikçi futbol adamları veya medya mı; yoksa hiçbir şeyin farkına varmamak için adeta özel bir gayret gösteren sinmiş, sindirilmiş, uyutulmuş, adeta efsunlanmış bizler mi?!.
Memur maaşlarına zam yapıldığında veya KDV oranları aşağı çekildiğinde İMF (adamı sinir etmeyin; burada “ay em ef” değil “i me fe” yazıyor!) celalleniyor; Türklüğe hakaret eden kiralık kalemli deyyus mahkemeye verildiğinde AB komiserleri mahkemelerimizi basıyor; İran’ın resmi bayramını kutlasak, abd teröristi aba altından sopa göstermeyi çoktan bıraktı, resmen tehdit ediyor; inanabiliyor musunuz, Belçika mahkemeleri “Türkler soykırım yapmamıştır.” diyen Türkleri dahi hapisle cezalandırabiliyor; ve tüylerinizi diken diken edecek son bir örnek: Kuzey Kıbrıs’ta görevli Türk Ordusu’nun komutanı korgeneral, bayrak krizi esnasında geberen sefil nedeniyle yurtdışına dahi çıkamıyor, çünkü bu şerefli Türk paşası İnterpol tarafından, katil olduğu gerekçesiyle kırmızı bültenle aranıyor!..
Aynı kahredici soru tekrar karşımıza çıkıyor: Esas zilleti uygulayan kim; bu emperyalist güçler mi, yoksa bunların bu zulmüne sessiz kalmayı “seçen” bizler mi?!.
Kıbrıs’ta görevli şerefli Türk korgeneralinin “Biz de misillemede bulunalım; örneğin eşdeğer bir komutan, Yunanlı bir korgeneral hakkında tutuklama müzekkeresi çıkaralım!” şeklindeki önerisi, Türk(!) makamlarınca “kayda değer” dahi bulunmuyor!..
Sevgili insan kardeşlerim, basın ve yayın kuruluşlarında bize İslam’ı anlatan anlı şanlı ilahiyatçılar, saç-sakal-bıyık’tan, günlük ibadetlerimizden ve orucun faydalarından sıkça söz ediyorlar; ama Kuran’ın mucizevi beyanları olan Bakara 219, Nahl 71, Nisa 75 ve benzeri ayetlerden tek sözcük dahi çıkmıyor ağızlarından…
Neden?..
Bu saydığım ayetler ve benzerleri, Allah’ın “Rezzak” ismi çerçevesinde, tüm nimet ve imkânların insanlar arasında eşit ölçüde dağıtılması gerektiğini, insanların sadece ailelerini geçindirecek kadar servete sahip olmaları, kalanını diğer insanlara “infak” etmeleri gerektiğini (dağıtmaları) söylüyor ve “Yoksa siz Allah’ın nimetini bilerek inkâr mı ediyorsunuz” diye çıkıştıktan (Nahl 71) sonra, özellikle Nisa 75’de billurlaştırıldığı gibi, “Size ne oluyor da!” diye tehdit edip “zalime karşı neden mücadele etmediğimizi” soruyor!..
İlahiyatçıların bu tavrı, özellikle müslümanlara karşı işlenmiş bir zillettir, ama esas zillet, bu zulme karşı sessiz kalan ve konumlarını yitirme endişesi nedeniyle Allah’ın sözlerinin gizlenmesine/üstünün örtülmesine izin veren bilinçli kitledir!.. (Kuran’ı ezbere bilen on binlerce kişinin bu ayetleri bilmediği düşünülebilir mi?!.)
Allah’ın sözlerinin üzerini örten (bu bir Kuran tabiridir) ilahiyatçılar, İblis’in kulaklarına fısıldadığı efsunlayıcı sözler nedeniyle egolarını tatmin peşinde koşmaktadırlar; ama buna karşı sessiz kalan tüm ilahiyatçılar, hatta ilahiyatçı olmalarına dahi gerek bulunmayan tüm Kuran bağlıları tepkilerini ortaya koymadıkları için şeytanlı işbirliği içindedirler!..
Evet, bu ağır bir ithamdır; ne var ki, bir o kadar da doğru bir ithamdır; yoksa özelde Türk halkının, genelde tüm insanlığın yarısından çoğu açlık sınırında yaşar, zillet altında inler miydi?!. Bu kadar insan neden aç ve sefil; hâşâ Allah “Rezzak” sıfatından vaz mı geçti?!. (Bir an kafanızı bu çalışmadan kaldırın lütfen ve derin derin düşünün: Allah’ın sözlerini gizlemeye, saklamaya, üzerini örtmeye kimin hakkı olabilir; hangi sözde haklı gerekçe böyle bir ihanete kılıf olabilir?!. Allah ne diyorsa o doğru değil midir, Müslüman kardeşlerim; Allah’ın insanlık için öngördüğü düzeni değiştirmek kimin haddine!.. Allah’ın en sevgili kulu, O’nun mübarek Elçi’si “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir!” demiyor mu?!. Sevgili Elçi’nin en yakın arkadaşı Ebu Zer El Gıfari, düzenin koruyucusu Muaviye ile ve Arap oligarşisiyle boşuna mı kavga edip duruyordu; altını ve gümüşü depolayıp halka dağıtmıyorlar diye?!. )
Sevgili insan kardeşlerim, biri çıkıp da “Geliniz…” diye konuşmaya, yazıp çizmeye başlıyorsa, bilin ki sizi kandırmaya, sömürmeye, oyalamaya çalışıyordur!.. Hayır, “gelmeye-gitmeye” hiç gerek yok; mücadele alanı, savaş alanı, İslami deyişle “cihat alanı” bizatihi hayatın kendisidir ve bu kutsal mücadele için herhangi bir yerlere gidip gelmek zorunlu değildir; herkes bulunduğu yerde, makamda, mevkide, alanda, hatta bunların hiçbirinde mevcut değilse, kendi kendine mücadele etmek ve onurunu korumak, zillete başkaldırmak durumundadır.
Ele geçirdiği kamusal hazinelerden biri olan radyoda, sabahları “enjoy the morning” adı altında program düzenleyen uşak ruhlu züppeye telefon açıp, faks çekip, mesaj gönderip tepki koymak bu kadar zor mudur?!. Kurduğu cümlelerin arasına amerikanca sözcükleri özenle serpiştiren uğursuz serseriye bu yaptığının ne kadar aşağılık bir hareket olduğunu münasip bir dille söylemek bu kadar zor mudur; bunun için bir yerle gitmeye gerek var mıdır?!. Hayatı boyunca ağzından -zekat dışında- paylaşım meselesi hiç çıkmayan ilahiyatçıya “Hoca ayıp değil mi; infak”ı neden anlatmıyorsun hiç?!.” diye çıkışmak bu kadar zor mudur?!.
KDV indiriminde kabadayılık gösterisi yapan İMF’ye (kimse ukalalık yapmaya kalkmasın; bu fakir bu konuda az da olsa mürekkep yalamıştır), mahkemelerimizi basmaya kalkan AB komiserlerine, komşularımızı inim inim inletmeyi adeta görev belleyen ve ülkemiz üzerinde sürekli tehdit unsurları oluşturmaya özen gösteren abd teröristlerine “Höst ulan!” diye çıkışmak bu kadar zor mudur; bunun için bir yerlere gitme zorunluluğu var mıdır?!. (Kimseye, herhangi bir yere gitmemesini, herhangi bir yere üye olmamasını öğütlüyor değilim; söylemeye çalıştığım şey, herhangi bir kurum ya da kuruluşa üye olmadan da mücadele edilebileceğidir. Üzerimizdeki şu ölü toprağını ne zaman silkeleyeceğiz sevgili dostlarım; Vatan toprakları abd postalları altında kirletildikten sonra mı?!.)
Sevgili insan kardeşlerim; Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti, sevgili vatanımız, Aziz Devletimiz ve mazlum vatandaşlarımız son yıllarda zillet altında yaşamakta, horlanmakta, itilip kakılmakta, aşağılanmaktadır. Ne var ki, idrak etmemiz gereken şey, bu aşağılanmayı bizzat davet ettiğimizdir. Evet, mevcut durum çok acıdır; ama esas suçun bizde olduğu gerçeği de su katılmamış bir gerçektir!..
Sevgili dostlarım; daha önceki çalışmalarımızda da gördüğümüz gibi, -bu fakirin naçizane tespitlerine göre- yaklaşık 25 milyar yıllık özel bir serüvende, 4.6 milyar yıl yaşındaki bir gezegenin üzerinde, hayal dahi edilemeyecek boyutlarda yepyeni bir oluşumda görev alabilme adına sınav için ömür sürüyoruz; ve esas dikkat edilmesi gereken nokta, bu ömrün yukarıda verdiğim zamanlarla kıyaslandığında ne kadar kısa olduğu gerçeği… Arz üzerinde, neredeyse “bir an” sayılabilecek kadar kısa bir süreç içinde geçip/göçüp gidiyoruz. Zillet altında yaşamamızın nedeni, Kuran’ın her zaman olumsuz anlamda kullandığı “dünya” nimetlerine karşı zaafımız; yığıp biriktirme, ezip horlama, tükettikçe tüketme hırsımız… Allah rahmet eylesin, Vehbi Koç da öldü, Sabancı da; ve bu satırların yazarı fakir de ölecek… Olmaz tabii de, bu saygın sanayicilerin mezarlarını ziyaret edenler bir gün bu fakirin de mezarına gelirlerse şunu düşünsünler: Üçümüz de toprağın bir buçuk metre altındayız ve üçümüz de çıplağız… Yanımızda herhangi bir şey götürmeye hakkımız yok… Dolarlar, altınlar, mücevherler, tapular, mâlikhaneler… hepsi, hepsi burada kalmış…
Götürebildiğimiz tek şey onurumuz, gururumuz ve insanlık bilincimiz… Bu rasgele bir tespit değil; sağımızda ve solumuzda sürekli olarak not tutan, her anımızı Levhi Mahfuz’a kayıtlayan görevliler mallarımızı mülklerimizi değil, şerefimizi, namusumuzu, insanlaşma çabalarımızı kayıt altına alıyorlar; bunu bizi Yaratan Güç söylüyor…(Kaf 17-18)
Ve… Ve sevgili insan kardeşlerim; şeref, namus ve insanlaşma çabalarımızın başında zillete başkaldırı geliyor!..
İnsanlaşmak isteyen her yaratık o veya bu biçimde zillete başkaldırmak, içinde barındırdığı o Tanrısal Nefes’e layık olmak zorunda…
Genelde “insan”lık ve pısırıklık, özelde Türklük ve pısırıklık…
Hiç yakışıyor mu?!.
Hiç yakışıyor mu?!.
Hey uşak ruhlu züppe, hey uğursuz serseri, kendine gel; burası Türkiye!.. Orada “el pi ci” yazmıyor, “le pe ge” yazıyor!..(LPG)
Bakın; hiç de zor değilmiş; değil mi!..

Bu çalışmamıza konu meseleyi kendi vicdanlarımızda sınayabilmek için bir hayli veciz bir örnek olan ev ödevimiz şudur:
“Belki adalet kurallarının adil uygulanmasına rağmen, kendi kusuru olmaksızın asgari insani yaşama sınırının altına düşenlere, istisnai olarak toplum adına yardım edilmesini de gerektirir.”
Tırnak içinde verdiğim bu paragraf bir profesöre aittir. Bu profesör “fulbright bursiyeri” olarak -ne demekse- amerika’da eğitim görmüştür; dolayısıyla anlattığı sistemi gerçekten iyi bilmektedir.
Peki; bu fulbright bursiyeri profesör hangi sistemi anlatmaktadır?
İşte bu çalışma çerçevesindeki ev ödevimiz budur; bu değerli hoca hangi sistemi, hangi ekonomik sistemi anlatmaktadır?
Sevgili dostlarım bu konuyu düşünürlerken şu hususlara özellikle dikkat etmelidirler:
“Adalet kuralları adil uygulanıyor; ama buna rağmen insanlar asgari yaşama sınırının altına düşüyorlar”
Bu nasıl insanlık dışı bir sistemdir ki, adalet kuralları adil işlese dahi insanlar açlıktan kıvranacak duruma düşüyorlar? (Dolayısıyla zillet altında inliyorlar!..)
“İnsanlar kendi kusurları olmaksızın asgari yaşama sınırının altına düşüyorlar”
Bu ne aşağılık bir sistemdir ki, insanlar hiçbir kusur işlemedikleri halde yine de açlıktan kıvranacak duruma düşüyorlar? (Dolayısıyla zillet altında inliyorlar!..)
“Bu duruma düşen insanlara toplum adına yapılacak yardım bir istisnai yardımdır; yani bu yardım istisnai olarak uygulanır ve ondan sonra herkes kendi başının çaresine bakar.”
Bu ne insanlık dışı bir sistemdir ki, adalet kuralları iyi işlediği halde, insanlar hiçbir kusur işlemedikleri halde zillet altına yuvarlanıyorlar ve bu ne alçak bir toplumdur ki, bu toplum bu insanlara istisnai olarak yardım yapıyor; bu yardımı kalıcı bir biçime getirmiyor. Örneğin bir kez ekmek veriyor ve sonra “ne halin varsa gör!” deyip sefalete terk ediyor!..
“Adalet kuralları iyi işlediği halde insanlar zillete yuvarlanmaktan kurtulamıyorlar”…
Bu ne aşağılık bir “adalet” telakkisidir sevgili insan dostlarım; bu ne aşağılık bir adalet tanımıdır ki, kuralları iyi işlese bile insanlar zillete sürükleniyor!.. Böyle alçakça bir adalet olabilir mi?!. İslam’ın en temel kurallarından biri olan -bu fakire göre İslam’ın temel kurallarından birincisi olan- adalet, bu denli aşağılık, bu denli insanlık dışı, bu denli kahrolası bir hüviyete bürünebilir?!.
Böyle bir namertliğe “adalet” adı verilebilir mi?!.
İşte ev ödevimiz budur: Bu alçakça saptamaları yapan ve bu iğrençliğe ahlâki bir kılıf hazırlamak için ta filozof Kant’a kadar giderek “bilinçaltı kurgulama” yolu ile akıl karıştırmaya çalışan bu kahrolası ekonomik sistemin adı nedir? (Profesöre sözüm yok; o sadece bu sistemi anlatıyor; “inandığı manevi değerleri tebliğ etmeye” çalışıyor.)
Sevgili insan kardeşlerim; bu çalışmayı okuyana kadar belki de “bilmemenin verdiği lükse sahiptiniz”, ama şu andan itibaren bu lüksünüzü elinizden almış bulunuyorum. Bundan böyle -tabii ev ödevinizi yapmaya niyetli iseniz- artık “Ama ben bilmiyordum ki!” deme hakkınızı kaybediyorsunuz; dolayısıyla bu iğrençliğe en kısa zamanda tepki vermezseniz “zillet uygulayana karşı koymayarak insanlık adına zillet işliyor” konumunda olacaksınız!..
Lütfen dikkat ediniz: Allah’ın halifesi zor durumda; üstelik adalet kuralları iyi işliyor ve Allah’ın halifesinin hiçbir suçu yok, ama buna rağmen Allah’ın halifesi “asgari yaşama seviyesinin altına düşüyor”…
Allah’ın hiddetinden gökler çatırdayacak durumda (bu bir Kuran tabiridir); ama bu kahrolası zulme karşı insanlar hiçbir şey yapmadan öylece bakıp duruyor, başkaldırmaya cüret edemiyorlar!..
Böyle şey olur mu!..
Sevgili insan kardeşlerim; bir gün size “Tüm bunlar olurken sen ne yapıyordun bakayım!?.” diye bir hayli sert bir tonlamayla sorulacak; gelmesi kaçınılmaz olan o gün için (bu da bir Kuran tabiridir) bence tez elden Nisa Suresi’nin 75. ayetini okumalısınız…
Lütfen unutmayın; en büyük zillet, zillete başkaldırmamaktır.
Belki de sırf bu nedenle Arz’da bulunuyoruzdur, belki de sırf bu nedenle “deneniyoruz”dur; kimbilir!..
Milliyetçi kardeşlerimden özel ricam, bu amerikan bursiyerinin tarif ettiği ekonomik sistemi incelerken, ülkemizde bu ekonomik sistemin kurbanı olarak “zillet altında inlemeye mahkûm edilen” insanların Türk olduklarını akıllarından çıkarmamaları… (Kendi topraklarımızda, kendi yurdumuzda, hastalanan bir Türk’ten tedavi görmesi için para talep edilmesi sizi ne zaman çıldırtacak sevgili milliyetçi kardeşlerim; dağda-bayırda gözünü-kulağını, kolunu-bacağını bırakan yiğit gazilerimiz açlığa terk ediliyor, bu sizi ne zaman çıldırtacak?!. Kıçıkırık itler, uğursuzlar, “şıllıklar” ayda elli bin Lira kazanırken (televizyonlara bakınız), yiğit gazilerimize 500-600 Lira maaş bağlanıyor; buna ne zaman isyan edeceksiniz?!. Zillete uğrayan bu biçare yiğitlerin hakkını/hukukunu kim koruyacak?!.)
Bakın, bu amerikan bursiyerinin mezhep başkanı Hz.Hayek -bildiğiniz gibi, ilahları abd, peygamberleri HZ.Adam Smith’tir; bu sadece mezhep başkanı-, devletten nasıl söz ediyor:
“İktisadi alandaki en uygun siyaset, asgari ölçüdeki (minimal) devlettir.”
“Devlet küçülsün!” diye salya sümük böğürüp duranlar, bu mezhep başkanının öğretileri dahilinde görev ifa ediyorlar; bu konuda seçeneksizler, çünkü kutsal öğretileri bunu zorunlu kılıyor. Bu nedenle, bu yaratıklara çok da fazla kızmak gelmiyor insanın içinden; biz nasıl “merhametli” olmak zorundaysak (çünkü Allah’ın en temel iki ismi olan Rahman ve Rahim “hep merhametli”, “çok merhametli” anlamındadır; Kuran bu iki isim-sıfatla başlamaktadır) bunlar da o ölçüde merhametsiz olmak zorundalar, çünkü bunu dinleri/dogmaları emrediyor!..
Bir Türk, bu denli alçakça bir “adalet” ve “devlet” anlayışına sahip olabilir mi?!.
Bir Türk milliyetçisinin temel görevi bu namert ekonomik sistemi kahretmek değil midir?.. Türk Devleti’nin düşmanlarının istisnasız tümü bu ekonomik sistem adına hareket etmiyorlar mı?!. Emperyalistlerin tümü bu sistemle yönetilmiyor mu?!.
İşte sırf bu nedenle dahi; şeriatçı, sağcı, solcu, komünist, faşist, bilmemneist diye ayrılma/bölünme/parçalanma lüksüne sahip değiliz!..
Düşman tek yumruk olmuş sevgili insan kardeşlerim, düşman tek yumruk olmuş; biz neden bu kabil yapay ayrımlara giderek kendimizi zayıflatıyoruz ki?!.
Ey büyük ruh, ey büyük Komutan; ruhun şâd olsun: “Söz konusu olan vatan savunması ise gerisi ayrıntıdır!.. (Mustafa Kemal Atatürk.)
Size “Geliniz …” diye başlayan ve laf salatasından ibaret olan kuru bir söylev çekmek peşinde değilim: Kimsenin bir yere gelmesi-gitmesi gerekmiyor. Herkes; “insan” olmanın bilincindeki, “Türk” olmanın sorumluluğundaki herkes, tek başına bir siyasi parti gibi davranmak zorunda.
Zillet, zillete başkaldırmayanlarla beslenmektedir; Bayrak, insanlık ve Türk Devleti adına herkesi siperlere davet ediyorum…
Başta egolarımız olmak üzere abd, AB ve içimizdeki vatan ve insanlık hainleri ile savaşmak üzere…
Herkes siperlere!..

Allah’a emanet olun.
01/04/2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder