27 Mart 2011 Pazar

Şaka Gibi

Türk İş araştırmış: Mart 2011’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 870 lira, yoksulluk sınırı ise 2.800 lira. Asgari ücret alan bir babanın çocukları geceleri aç olarak giriyorlar yatağa demek ki; ve bu açlık yıl boyu devam ediyor. Hem kendisi, hem de eşi çalışan ve evine giren para 2.000 lira olan ortalama bir adamın çocukları ise, annesi ve babası çalışmasına rağmen yoksul; ve bu yoksulluk yıl boyu sürüp gidiyor böyle. Şaka gibi gerçekten… Geçen gün bu sütunlarda uzun uzun hesaplamıştım: Kişi başına düşen milli gelirden bu iki ailenin payı, her bir aile için aylık 5.000 lira oysa. Al milli gelirden payını, hem açlığı yen, hem yoksulluğu! Ailelerden biri sürekli aç, diğeri sürekli yoksul; çünkü milli gelirden paylarına düşen kısım, kelimenin tam anlamıyla gasp ediliyor! Gasp eden kim? Egemen güçler, hakim sınıflar, büyük burjuvazi, müstekbirler, kenz edenler, bahçe sahipleri, firavunlar… Meşrebinize göre seçin tanımlamanızı… Esas şaka gibi olanı, bu aç ve yoksul ailelerin oylarını, onları sekiz yıldır ezen, burjuvazinin has partisi olan AKP’ye vermeleri. xxx xxx xxx abd denen haydut emperyalist mi ciğerim? İtirazı olan var mı? O halde anlaştık: abd denen haydut empeyalist! CHP solcu bir parti mi? Öyle söylüyor. Peki, sol, emperyalizme karşı mıdır? Abuk bir soru; aksi mümkün olabilir mi? Şaka başlıyor: “Avrupa Birliği, NATO ile birlikte Avro Atlantik camiasının temel direkleridir. Türkiye bu camianın vefalı bir üyesi olagelmiştir ve kararlılıkla öyle kalmalıdır. Türkiye ile amerika arasındaki ilişki çok önemli. Bu ilişkiler istikrarlı ve üretici olduğu zaman bunun Ortadoğu’da ve diğer bölgelerdeki barış ve güvenlik üzerinde de yapıcı etkileri olur.” Bunları söyleyen kim peki? Kemal Kılıçdaroğlu!.. Sol(!) bir partinin Genel Başkanı! Şaka gibi, değil mi! (Bu sözlerin beni en çok yaralayan kısmı, “vefalı bir üye” tanımlaması oldu; bir sol(!) partinin Genel Başkanının, seri katile duyduğu sempatiye bakın. Literatürde bu olguya, “Stockholm sendromu” deniyor. “Rehinenin, kendisini rehin alan kişiye duygusal alamda bağlanması” diye özetlenebilecek psikolojik ve hastalıklı bir durum yani.) xxx xxx xxx Batı, emperyalist mi ciğerim? İtirazı olan yok sanırım; abd ve Batı emperyalist… Peki, İslam, emperyalizme karşı mı? Abuk bir soru; hiç kuşkusuz öyle, şükürler olsun ki öyle! Tamam. abd denen seri katil ve Batı, halkı Müslüman olan Libya’da şu anda bir katliam uyguluyor mu peki? “Katliam”ı tanımlamak lazım tabii de, şu anda o ülkenin altını üstüne getirdiği de bir gerçek; seri katilden ve soykırımcılardan başka ne beklenebilirdi ki! Şaka başlıyor: amerikalı yetkili, “Türkiye’nin, Libya lideri Muammer Kaddafi’ye bağlı güçlerin havadan bombalanmasına güçlü itirazları vardı. Bu itirazları nasıl aştınız?” biçimindeki soruya, “Türkiye ya da başka bir müttefikten herhangi bir itiraz gelmedi.” şeklinde cevap vermiş! İngiliz Sunday Times gazetesi, Türkiye’nin Libya’ya saldırılar başlamadan önce saldırı konusunda bilgilendirildiğini yazıyor. Gazete, Fransa’nın Kaddafi güçlerine karşı daha fazla hava saldırısı düzenlenmesini istediğini ve Türkiye’nin buna anlayış göstererek, Londra’da yapılacak konferansa davet edildiğini vurguluyor. Bu kahrolası konferansa bu nedenle davet edilmişiz! Türkiye adına bu emperyalist saldırıya katkı sunan kim peki? Müslüman(!) AKP! Oysa, Başbakan, gözümüzün içine bakarak bunun tam tersini söylüyordu bize! Şaka gibi, değil mi! xxx xxx xxx Kahrolası seri katil, Türkiye üzerinde sürekli olarak dolaplar çeviriyor mu? Bunu tartışmıştık; evet tabii. Milliyetçi biri, kendi vatanı üzerinde durmaksızın dolaplar çeviren bir seri katile karşı tavır almaz mı? Abuk bir soru; almaz olur mu! Peki, Meclis’te görüşülen Libya tezkeresine olumlu oy veren kim? Devlet Bahçeli… En milliyetçi(!) partinin Genel Başkanı yani! Şaka gibi, değil mi! xxx xxx xxx Dünyada emperyalizme karşı en şanlı kurtuluş savaşını veren ülke kim? Türkiye tabii! amerikalısı, İngilizi, İtalyanı, Fransızı… Bunları kim defetti bu kutsal topraklardan? Bütün milletin de katkısıyla Türk ordusu tabii… Şaka başlıyor: Yazılanlar doğruysa, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, amerikalılara hitaben kaleme aldığı yazısında, Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olmasını tavsiye etmiş! “Ne ilgisi var!” diye hiddetlendiğinizi duyar gibiyim; “bizde kimin Genelkurmay Başkanı olacağına ne zamandan beri seri katiller karar veriyor ciğerim?!.” Şaka gibi, değil mi! xxx xxx xxx Bir çalışmamı eleştiren Ahmet Metin adlı dost, “Aslında sizi anlıyorum; ‘kime gidek’ durumu.” diye bitiriyor yazısını. Dost haklı! Tam bir “kime gidek” durumu… xxx xxx xxx İyi de, bu çalışma, aç ve yoksul ailelerle başlamıştı; tüm bunların bu ailelerle ne ilgisi var ciğerim? Gerçekten… Tüm bunların, o aç ve yoksul ailelerle ne ilgisi olabilir ki!.. Şaka gibi, değil mi! Cahillik işte! Hoşgörün…

9 Mart 2011 Çarşamba

“Kırkta Birciler”e Cevap

“Biz zekâtımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz.” Öyle mi?!. Biri karışıyor ama!.. O “Biri”nin kim olduğunu hep birlikte araştıralım mı? xxx xxx xxx Bir Müslüman namaz kılmıyorsa ne olur? Bunu bilemeyiz, bunu ancak Allah bilir; çünkü bu mesele Yaratıcı ile kul arasındadır. Allah o kulu ister affeder, ister affetmez; ama Yaratıcı’nın en önemli isim-sıfatlarından ikisinin, belki de ilk ikisinin “Rahman’ ve “Rahim” olduğunu, yani “Hep Merhametli” ve “Çok Merhametli” olduğunu gözönüne alırsak, büyük ihtimalle affedeceğini umabiliriz. Peki, bir Müslüman, “Ben namaza inanmıyorum kardeşim!” derse ne olur? Cevabı çok açık: Dinden çıkmakla kalmaz, bir de şirk koşmuş olur! Allah onu affetmez! Allah’ın bu kişiyi affetmeyeceğini nasıl bu kadar net söyleyebiliyoruz peki?!. O söylüyor da ondan bu kadar rahat konuşabiliyoruz! “Açıkçası Allah, ortak koşanları bağışlamaz. Bundan başkası için ise, layık gördüğünü bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, dönüşü olmayan bir sapıklığa girmiş demektir.” (Kuran/Nisa Suresi, 116. ayet/yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/R.İhsan Eliaçık/İnşa Yayınları, 2007) Mesele insanı müşrik edecek kadar önemli; bu nedenle bir örnek daha verelim de kimsenin kuşkusu kalmasın: “Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir.” (Kuran/Nisa Suresi, 116. ayet/Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali-Türkçe Çeviri/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) Mesele açık mı?!. Kuran’a inananlar için açıktan da öte! Allah’ın affetmeyeceğini açıkça bildirdiği tek günah şirk, yani ortak koşmak. “Ben namaza inanmıyorum!” diyen kişi kendisini Allah’ın yerine koyduğundan şirk koşuyor, ona ortaklık taslıyor demektir; ve bu nedenle hiç kuşku duyulmayacak biçimde açıktır ki Cehennemi boylayacaktır! xxx xxx xxx Ne ilgisi var? Bu örneği neden verdik? “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyen zavallıyla bu örneğin ne ilgisi var? xxx xxx xxx Soru şu: Kuran’ın, yukarıdaki zavallıların söylediğinin aksini söylediğini kuşkuya hiç yer bırakmayacak kadar açık biçimde kanıtlayabilirsek, bu durumda yukarıdaki sözü söyleyenler ya cahildirler -ki inşallah böyledirler-, ya da şirk koşmaktadırlar; değil mi? Soruyu iyice anlatabildik mi? Yukarıdaki sözü seyleyenler bunu cahilliklerinden mi yapmaktadırlar, yoksa şirk mi koşmaktadırlar? Bu sorunun cevabında yapılacak bir hata insanı dinden çıkarmakla kalmaz, üstelik şirk tehlikesini de içerir; bu nedenle kılı kırk yarmalı, bu konuda azami titizliği göstermeliyiz. Peki, rehberimiz ne olmalı? Kuran tabii! Hani, “Bundan sonra bizim yaşamımıza kimse karışamaz” diyorlardı ya, bakalım, bu zavallılara kim karışıyormuş! xxx xxx xxx Şimdi, işin ustasından biraz yardım alalım: “Zekatın, … Kur’an lisanında, ‘kazandığı maldan başkasına Allah rızası için karşılıksız vererek kendini arındırma, temizleme’ manasında kullanıldığını görüyoruz. Bu anlamda zekat İslam’ın en önemli farzlarından biridir. Hatta öyle ki, bugün için neredeyse hepten kapitalizmin tasallutu altına girdiğimiz çağımızda namaz, oruç, hac ondan sonra gelir dense yeridir. Artık zekatı, ‘zenginin malının kırkta birini, üzerinden bir yıl geçtikten sonra ve borçlar düşüldükten sonra vermesinden’ ziyade, kökanlamına dönerek, ‘elinde olanı başkasıyla paylaşma’ olarak anlamak icap eder. Çünkü Kur’an, ‘mülkün Allah’a ait olduğunu’ ve bizim ‘emanetçi’ olduğumuzu söylemektedir. … Bunun sistemini ve fıkhını yeniden inşa etmek lazımdır. Bu da ‘istif’ değil, “infak’ mantığı ile, yani ‘biriktirme/yığma’ değil, ‘paylaşma/dağıtma’ anlayışı ile mümkündür ki zekatın asıl manası da budur. … Aslında bugün devlet tarafından alınan ‘vergi’ ile başkasına ‘vermek’ demek olan zekat bir zamanlar bir ve aynı şeydi. Hz.Peygamber (s.a.v.) zamanında bir tarafta devletin topladığı vergi, diğer tarafta da dini ibadet olarak ayrıca verilen zekat diye bir şey yoktu. Bu ikisi aynı şeydi. Fakat Peygamber zamanında hayatın dinamik temposu içinde oluşarak gelişen bir ‘mali paylaşım sistemi’ olan zekat, Peygamberin getirdikleri hayattan çekildikçe, Müslümanlar onun vefatından sonra giderek tarihi ve hayat akışının gerisinde kalmaya başladıkça nostaljik bir ibadete dönüştü. Artık bir devletlerin aldığı vergi var, bir de dini bayramlarda seyranlarda hatırlanan zekat. Hz.Peygamberin Medine’de kurduğu gibi, hayatın dinamik temposu ile birlikte yürüyen gerçek bir ‘adalet devleti’ olsa aslında bu ikisi aynı şeydir…” (R.İhsan Eliaçık/yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/İnşa Yayınları, 2007/Cilt 2, sayfa 219-220) xxx xxx xxx “Bunlar Kuran’dan alıntı değil ki babam, bunlar insan sözü!.. Ayrıca Eliaçık’ın ne mal olduğunu bilmiyor muyuz sanki!” Peki! Tamam! Kuran’a geçelim o zaman!.. xxx xxx xxx Kuran’a geçmeden önce, bu zihniyetin “ne mal olduğunu” da bir görelim isterseniz: “DİKKAT: Bir kimse çıkıp da, (Zekâtı altın olarak vermek, eski zemânda imiş. Şimdi, altın kullanılmıyor. Her yerde kâğıd para kullanılıyor. Şimdi, zekâtı altın olarak vermek lâzım demek, müslimânlara güçlük çıkarmakdır. Allahü teâlâ, güçlük çıkarmayınız! Kolaylık gösterini buyuruyor. Kâğıd para kullanmak, umûm-i belvâ olmuşdur. Âlimler, umûm-i belvâ olan şeylere izin vermişdir. Bunun için, bugün zekât, kâğıd para ile niçin verilmesinmiş?) derse, bu söz doğru değildir, hem yanlışdır, hem de islâm âlimlerine iftiradır. Çünki: … Zekâtı altın olarak vermek, çok kolaydır. Hiç de güç değildir. Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm da yoktur. Zekâtını fakîrlere kâğıd para olarak dağıtmakda ısrâr eden bir zengin, (Eşbah) ve (Redd-ül-muhtâr) kitâblarının sâhiblerinin ‘rahmetullahi teâlâ aleyhimâ’, fakîrdeki alacağını, ona zekât olarak bırakmak isteyen bir zengin için bildirdikleri gibi yapar: Dağıtmak istediği nisâbdan az kâğıd paranın değerinde altını zevcesinden veyâ başkasından ödünç alır. Sâlih bir fakîre (Birkaç tanıdığıma ve sana zekât vereceğim. Dinimiz zekâtın altın olarak verilmesini emr ediyor. Altınları kâğıd paraya çevirmekde size kolaylık olmak için senin zekâtını almak ve dilediği kimseye hediyye etmek üzere şunu vekîl yapmanı istiyorum. Böylece benim islamiyyete uymamı sağlamış olacaksın. Bunun için de, ayrıca sevâb kazanacaksın!) der. Zenginin güvendiği bir kimse vekîl yapılır. Altınları fakîr yanında olmayarak, bu vekîle zekât niyyeti ile verir. Fakîrin bu vekîli, altınları teslim alıp birkaç dakika sonra bu altınları zengine hediyye eder. Zengin de kâğıd paralarını o fâkire ve başka fakîrlere, Kur’an-ı kerim kurslarına ve dîne hizmet eden, cihad yapan müslimanlara dağıtır. … Altınları ödünç aldığı kimseye geri verir. Daha çok zekât vermesi îcâb ediyorsa, bu işi tekrâr eder.” Altın hırsı böyle bir şey olsa gerek! Ne diyor hazret: “Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm yoktur!” Zaman içinde dini nasıl oyun haline getirdiklerini görüyor musunuz!.. xxx xxx xxx “Kur’an zekatın ne miktarından ne nisabından (hangi ölçüde varlık sahibi olunduğunda verileceğinden) ne de zekat konusu mallardan söz etmez. Bunlar içtihadidir. Günümüz uygulaması, Hz.Peygamber’in ve sahabelerinin içtihat ve uygulamalarını, elbette birçok tartışma içeren bir biçimde, esas almış bulunuyor. Kur’an, bu önemli emrin, miktar, çap ve çerçevevsinin, zaman ve şartların icabına göre, her devirde yeniden düzenlenmesini esas almış bulunuyor.” (Kur’an’ın Temel Kavramları/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) “Peh! Bunlar insan sözü babam, ayrıca Öztürk’ün de ne mal olduğunu biliyoruz biz!” Tamam… Peki… xxx xxx xxx “ … (Yine) sana hangi şey’i nafaka vereceklerini sorarlar. De ki, ‘ihtiyacınızdan artanı (verin)’” (Kur’an-ı Hakîm Ve Meâli Kerîm/Hasan Basri Çantay/Neşiri Mürşid Çantay, Birinci Cild, 1992) “… Ve sana ne vereceklerini de soruyorlar, de ki: “Artanı’. Dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz diye Allah size ilkelerini böyle açıklıyor.” (Kur’an Türkçe Çeviri/Hüseyin Atay/Yurt Bilimsel Araştırmalar Ve Yayıncılık, 1998) “Yine sana, ‘Ne bağışlamak gerekir?’ diye soruyorlar. De ki: ‘Artanı’ Allah size göstergelerini işte böyle açıklıyor. Belki derinlemesine düşünürsünüz.” (Aziz Kur’an/Muhammed Hamidullah/Çeviri Ve Açıklama/Beyan Yayınları, 2000) “… Yine sana neyi paylaşacaklarını soruyorlar. Onlara söyle: İhtiyaç fazlası olan her şeyi.” (yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/R.İhsan Eliaçık/İnşa Yayınları, 2007) “… Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar, De ki: ‘Helâl kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.’” (Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali-Türkçe Çeviri/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) Kuran’ın en muhteşem ayetlerinden biriydi bu; Bakara 219’du… Bakara, 219… İlminden asla şüphe duyulmayacak beş ilahiyatçı, Bakara 219’u böyle meallendiriyor işte! Artan, ihtiyaç fazlası olan her şeyi dağıtacaksınız! “Olur mu babam; o zaman herkes eşit olur!” değil mi? xxx xxx xxx İtiraz aynen bu: “O zaman herkes eşit olurdu; Kuran’da böyle bir şey yok!” Var ciğerim, var: “Bakın Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz.’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Eliaçık, aynı meal.) “Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Öztürk, aynı meal.) Çok net biçimde ifade ediyorum: Kuran’daki herhangi bir ayeti inkâr eden, yok sayan biri şirk koşuyor demektir! Yukarıda verdiğim namaz örneğini hatırlayın! Aynen öyle! “Allah beni affetsin ama ben uygulayamıyorum.” diyenin başımın üstünde yeri var; ama “Kuran’da eşitlik yok, ihtiyacımızdan artan her şeyi paylaşmak zorunda değiliz, ben bunu kabul etmiyorum; zekatımı verdim işte, kimse benim yaşamıma karışamaz!” diyen kişi ya cahildir -ki inşallah böyledir- ya da Allah’a şirk koşuyordur! Tekrar ediyorum: Kuran’daki herhangi bir ayeti inkâr etmek şirk koşmaktır! “Allah böyle söylemiş olabilir, ama ben de böyle söylüyorum!” diyen biri, kendini Allah’a eş koşuyor demektir; bunun adı şirktir! xxx xxx xxx Şimdi can alıcı soruya geldik: Madem ihtiyacımızdan artan her şeyi yoksullarla/ihtiyaç sahipleriyle paylaşacağız, o halde Kuran’da sözü edilen zekata ne gerek vardı? “İnfak” farz olduğuna göre, zekata, 1/40’a neden ihtiyaç duyuldu da Allah bunu Kitabına koydu? (Kitap’ta 1/40 yok) Tüm itirazları birden cevaplamak için daha net soralım: Zekat neden var? İşte Kuran bu nedenle “çağlarüstü” bir Kitap! xxx xxx xxx Bir yoksul düşünün… Yiyecek ekmeği bile yok… Pazara çıkıyorsunuz ve o yoksula et, süt, yumurta, ekmek; aklınıza ne geldiyse alıyorsunuz. Ne kadar güzel bir şey. Allah razı olsun. Peki, ya adamın romatizma ilacına ihiyacı varsa ve siz bunu bilmiyorsanız! Adamın ağrısı var arkadaş; senin getirdiğin yemeği yiyecek durumda değil, ağrı çekiyor ve tedavi olması gerekiyor… Zekat işte bu nedenle var! “Zekât lügat deyimiyle temizlik, bereket, çoğalma, güzel övgü manalarını taşır. Din deyiminde ise; bir malın belli bir mikdarını, belli bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım müslümanlara Yüce Allah’ın rızası için tamamen temlik etmek (mülkiyetine geçirmek)tir.” (Ömer Nasuhi Bilmen/Huzur Yayınevi) İşte zekat bu nedenle var! Sen adama o günün şartlarında mübadele aracı olarak kullanabileceği bir şey (bugün para mesela) vereceksin (onun mülkiyetine geçireceksin); o da gidip asli ihtiyacını karşılayacak; örneğimizdeki romatizmalı adam gidip tedavi olacak, ilaç alacak… xxx xxx xxx Elinde ihtiyaç fazlası malın mülkün var, ama diyelim ki oturduğun mahallede cami yok. Ben bu ihtiyaç fazlası ile cami yaptıracağım, bu da bir ihtiyaç diyemezsin! İhtiyaç fazlası malın zekatını bir ihtiyaç sahibinin mülkiyetine geçirirsin, artan kısım ile cami yaptırırsın… İnfak etmek, fıtratı itibariyle insanın en önemli ihtiyaçlarından biridir ve bir Müslümanın yapabileceği en onurlu, en namuslu, en mukaddes harekettir. İnfakın içine cami yaptırmak da girer, çeşme yaptırmak da; yol yaptırmak da girer, Kızılay’a bağışlamak da; ama önce 1/40’ını ihtiyaç sahibi birinin mülkiyetine geçirdikten sonra! (O kişi için yol, çeşme, cami acil ihtiyaç olmayabilir; belki adamın çocuğu sakattır ve ona tekerlekli sandalye alacaktır.) xxx xxx xxx Mekke ve Medine’nin nüfusu o günlerde 50.000 kişi civarındaydı; ülkemiz bugün 80.000.000 milyon kişi; her şey daha da karmaşıklaştı. Ne diyor Eliaçık: “Bunun sistemini ve fıkhını yeniden inşa etmek lazımdır.” Zamanımızda İslami bir devlet düşünün: Milli servetin (yok öyle yağma; “milli gelirin” değil, “milli servetin”) 1/40’ını kişilerin mülkiyetine geçiriyor, kalanı da o ülkenin imarına, vatandaşlarının ihtiyaçlarına ayırıyor… Okullar, hastaneler, aşevleri, kadın sığınma evleri, yetimhaneler, işyeri kurmak isteyenlere faizsiz krediler… (İnsan heyecanlanmaktan kendini alamıyor; bu fakir ve onun gibi düşünenleri mülkiyet düşmanı gibi görenlere en iyi cevabı yine Kuran veriyor!) xxx xxx xxx Bu çalışma ile, “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyenlerin bu cehalet lükslerini ellerinden alıyorum; artık böyle bir lükse sahip değiller, çünkü işin aslını öğrenmiş bulunuyorlar. Zekat vermekle iş bitmiyor (zekat veren kişilerden Allah razı olsun, bu ibadetlerini kabul etsin inşallah; bu başka bir şey); ihtiyaç fazlası her şeyi paylaşmak da Allah’ın emirlerinden biri! Bakara 219’u, Nahl 71’i, Haşr 7’yi ve daha önceki çalışmalarımda sözünü ettiğim yüzlerce ayeti inkâr eden, hükümlerini yok sayan, bu farzları kabul etmeyen kişi Allah’a şirk koşuyor demektir ve yukarıda da gördüğünüz gibi asla affedilmeyecektir! Önemli olduğu için tekrar etmekte fayda var: Zekat veren kişi Yaratıcı’nın sevgili kullarından biridir. Bu kişi, “Evet, Kuran’da ihiyaç fazlası her şeyi paylaşma emri var, ama ben bunu yapamıyorum, Allah beni affetsin.” diyorsa başımın üzerinde yeri var; ama bu kişi “Ben zekatımı, sadakamı verdim kardeşim, bundan sonra kimse benim yaşamıma karışamaz, Bakara 219’u kabul etmiyorum, Nahl 71 beni ilgilendirmez, Kuran’da eşitlik yok!” gibi sözler söylüyorsa, bilsin ki Allah’a ortak koşuyor demektir! xxx xxx xxx Yukarıda, “Kuran çağlarüstü bir Kitaptır” demiştim ya… Gerçekten öyle! İnanılacak gibi değil, ama “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyenler Kuran’da yer aldıklarının farkında bile değiller… Bakın nasıl yer alıyorlar: “Dediler ki: ‘Ey Şuayb! Namazın mı emrediyor sana, atalarımızın tapar olduğunu terk etmemizi yahut mallarımızda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi?!.” (Hud, 87) Tabii!.. Müşriklerin mallarında diledikleri gibi davranmaktan vazgeçmelerini Hz.Şuayb’e namazı emrediyordu! Ne zannetmiştiniz!..

7 Mart 2011 Pazartesi

Kuran Akıl Ve Birkaç Soru

“Rabbim, dileseydin, onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” Hz.Musa, Kuran’da böyle yakınıyor. (Araf, 155) Bakın, düşünmekle/akletmekle ilgili sözler, bir başka surede nasıl tekrar edilerek beyinlere çakılıyor: “Andolsun ki biz Kuran’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık; fakat düşünen mi var!” (Kamer, 17, 22, 32, 40) Kamer 51 çok daha düşündürücü: “Yemin olsun ki, biz sizin benzerlerinizi hep yok ettik; fakat düşünen mi var!” Çıkışmalara bakın: “Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz!” (Araf, 169) “Aklınızı hiç işletmiyor musunuz!” (Yasin, 62) “Hâlâ akıllarını işletmiyorlar mı!” (Yasin, 68) Düşünmek ve bundan sonuçlar çıkarmak her Müslümanın öncelikli görevi; bakın Kuran ne diyor: “Bir Kitaptır bu, sana indirildi; onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için bir öğüt ve düşündürme olarak.” (Araf, 2) “Kutsal/bereketli bir Kitap bu, sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsinler temiz özlüler.” (Sâd, 29) Tekrar etmekte fayda var: Aklını kullanmak, düşünmek ve bundan sonuçlar çıkarmak bir Müslümanın öncelikli, belki de en önemli görevi. xxx xxx xxx İşte size düşünmek/aklını işletmek/beynini çalıştırmakla ilgili bazı göstergeler: Vakıa, 62; Kasas, 43; Kasas, 46; Kasas, 51; Kasas, 60; İsra, 41; Yunus, 3; Yunus, 16; Yunus, 24; Hud, 24; Hud, 51; Yusuf, 2; Yusuf, 109; Hud, 111; Enam, 32; Enam, 47; Enam, 50; Saffat, 13; Saffat, 138; Saffat, 155; Sebe, 46; Zümer, 9; Zümer, 18, Zümer, 21; Zümer, 27; Zümer, 42; Zümer, 32; Mümin, 54; Mümin, 58… Daha elliden fazla ayet yazılabilir, ama çalışma uzayacak… xxx xxx xxx Şimdi çok özel bir dikkat rica edeceğim; bakın yaratılış sebebimiz neymiş: “O, O’dur ki; sizi önce topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan yarattı. Sonra sizi bebek olarak annelerinizin karnından çıkarıyor, sonra güçlü çağınıza ulaşasınız ve nihayet ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor. İçinizden bir kısmı daha önce vefat ettiriliyor. Tüm bunlar, belirlenen bir süreye ulaşasınız ve aklınızı işletesiniz diyedir. (Y.N.Öztürk/Mümin, 67; R.İ.Eliaçık, “Bütün bunlar aklınızı kullanasınız diyedir.” diye bitiriyor.) Tüm bunlar nedenmiş? Aklımızı işletelim/kullanalım diye!.. xxx xxx xxx Peki, aklımızı işletmezsek/kullanmazsak ne olur? Cevabı yine Kuran veriyor: “Allah, pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır.” (Yunus, 100) xxx xxx xxx Tekrar edelim mi: “Allah, pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır.” xxx xxx xxx Kuran’da -sanırım- genellikle gözden kaçan bir husus var; bakın ne diyor: “Kendi ellerinizle yapıp getirdiklerinizin karşılığıdır bu; yoksa Allah kullarına asla zulmetmez. Bunların sonu, Firavun hanedanı ve onlardan öncekiler gibi olacak. Onlar da Allah’ın ayetlerine kâfirlik etmişlerdi de Allah onları günahları ile birlikte kıskıvrak yakalamıştı. Allah güçlüdür, karşılığı çok çetindir; bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu böyledir, çünkü bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez. Allah her şeyi işitiyor, her şeyi biliyor; bundan hiç şüpheniz olmasın.” (Enfal, 51, 52, 53) Neymiş: Bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez! xxx xxx xxx Sorulara gelelim mi… xxx xxx xxx Geçen gün bir hesap yaptık. Ne demiştik: Milli gelir 10.000 dolar X 1.5 = 15.000 TL : 12 = 1.250 X 4 = 5.000 TL. Milli gelirimiz 4 kişilik bir aile için ayda 5.000 lira. Bu parayla geçinilebilir mi? Gayet tabii! Peki, ülkemizde neden milyonlarca kişi resmen aç, 30 milyon kişi açlık sınırında, bir o kadar insan da kıt kanaat geçinebiliyor? Çünkü AKP, kapitalizmi uygulayan bir sistem partisi de ondan. (Anladık ciğerim, daha öncekiler de kapitalistti; biz şu anı tartışıyoruz, son sekiz yılda gelinen noktayı tartışıyoruz.) “Bu para nereye gidiyor?” yanlış bir soru! Doğru soru şu: Bu para neden gidiyor? Tekrar edelim mi: Bu para neden o dört kişilik aileye gitmiyor da başka yere gidiyor? Neden? xxx xxx xxx Yukarıda ne demiştik: Biz aklımızı kullanıp da kendimizi değiştirmedikçe, Allah bize yardım etmeyecek! Çok net! Ayda 5.000 lira yerine iki ton kalitesiz kömür, üç beş paket makarna, iki kilo bulgurla iktifa ettiğimizde; yani bu sadakalarla yetinmek yerine aklımızı kullanıp eşitlik talep etmediğimizde, milli gelirden payımıza düşen parayı bize vermeyenlerden hesap sormadığımızda Allah ne yapıyor? Yani bir başka deyişle, biz aklımızı kullanıp kendimizi değiştirmedikçe Allah ne yapıyor? Pisliği üzerimize bırakıyor! Akıl neyi gerektiriyor peki? Bu ülkede 80 milyon kişi mi yaşıyor ciğerim, bu seksen milyon kişi “kardeş” mi, hepimiz kardeş miyiz yani; o halde?!. O halde?!. Hepimiz kardeşsek, bu milli geliri neden eşit biçimde bölüşmüyoruz?!. İki ayrı soru ile meseleyi netleştirelim: 1) Milli geliri neden “fert başına” diye açıklıyorsunuz? 2) Bu “milli” geliri, bu “millet”i oluşturan “fertler/kardeşler” neden eşit biçimde paylaşmıyor?!. Ya hepimiz kardeş falan değiliz, bizi fena biçimde kandırıyorlar; ya da bu milli gelir “milli” falan değil; hele “fert başına” hiç değil! Sen beni askere giderken, vergi toplerken, seçimde oy isterken “fert” olarak göreceksin; ama sıra bölüşmeye geldiğinde yan çizeceksin! Akıl, “yok öyle!” demeli, demek zorunda! Yoksa? E, yoksa, Yunus 100 tabii!.. xxx xxx xxx Akıl ne diyor? O da insan, sen de insansın; o da çalışıyor, sen de çalışıyorsun; o da bu milletin bir ferdi, sen de bu milletin bir ferdisin; o da Müslüman, sen de Müslümansın. (Kaldı ki, Müslüman olman şart da değil, insan olman yeterli; çünkü Allah rızık verirken ayırım gözetmiyor.) E?.. Neden bölüşmüyoruz? Ama daha önemlisi var: Kendimizi bu minvalde neden değiştirmiyoruz (Enfal, 51-53); aklımızı neden kullanmıyoruz (yüze yakın ayet)?.. xxx xxx xxx Şimdi yine çok özel bir dikkat rica edeceğim: Kabahat kimde? Tekrar edelim mi: Kabahat kimde? Yukarıda size aktardığım Kuran verileri ışığında karar vereceksek, kabahatin büyüğü bu milli geliri bölüştürmeyenlerde değil, bunu talep etmeyenlerde! Yani aklını kullanmayanlarda! Yani kendini değiştirmeyenlerde! xxx xxx xxx “Eşitlik” talep eden çalışmalarımı bu gözle okuyun bir de. Siz eşitlik talep etmezseniz Allah size neden yardım etsin ki! Çok net biçimde ifade etmek gerekirse… Siz eşitlik talep etmezseniz böyle aç kalırsınız, güya fert başına olan milli gelir de başka “fertlere” gider! Gidiyor zaten! Son sekiz yılda zenginleşen “fertlere” bakarsanız, nereye gittiğini daha açık görebilirsiniz. xxx xxx xxx Ortada bir zulüm var mı arkadaş? Var. Peki size kim zulmediyor? Bu soruya Kuran ışığında cevap bulmalısınız: “Kendi ellerinizle yapıp getirdiklerinizin karşılığıdır bu; yoksa Allah kullarına asla zulmetmez.” (Enfal, 51) Tam bu anda iki soruyu tekrar etmeliyiz: Ortada bir zulüm var mı arkadaş?!. Peki size kim zulmediyor?!. (Fark ettiniz; bu kez ünlem işareti de var!) xxx xxx xxx Hadi bazı İslam ilahiyatçıları gibi, bazı hocaefendiler gibi, bazı hocaefendi hazretleri gibi, bazı yazarlar gibi, sizi biraz avutayım; tabir yerinde ise, gazınızı alayım biraz: Bu millet çok uzun zamandır zulüm altında inliyor, ama bu zulmedenler bunun karşılığını bir gün çok kötü biçimde ödeyecekler; bu nedenle, bu dünyada bu zulme sabretmemiz gerekir… Allah kimi fertleri gaspettikleri fert başına düşen 10.000 dolarlarla imtihan ediyor, kimini de açlıkla/yoksullukla; bu nedenle, bu dünyada bu zulme sabretmemiz gerekir… Çocuklarınız gece aç yatıyor olabilir, çocuklarınız pirzolanın veya muzun tadını bilmiyor olabilir, çocuklarınız sert kış koşullarında çile çekiyor olabilir, çocuklarınız okula yırtık ayakkabı ile gidiyor olabilir; ama siz bu zulme sabretmelisiniz, çünkü Allah sizi böyle imtihan ediyor! xxx xxx xxx Son ve özel bir dikkat ricası daha: Avundunuz mu? Sizi avutabildim mi? Yukarıdaki ayetler ışığında cevap verin. O yere göğe sığdıramadığınız kimi ilahiyatçılar/hocaefendiler/hazretler gibi, bu zulme sabretmenizi önererek sizi avutabildim mi? Avundunuz mu?..

4 Mart 2011 Cuma

Gazeteci Gördüm

Herifçioğlu elini kolunu sallaya sallaya yürüyordu, iyi mi!

Üsküdar’dan Bağlarbaşı’na çıkıyorum, bir ara trafik tıkandı; bir de baktım ki orada öylece yürüyor. Sağda gördüğüm ilk yere park edip yetiştim herife.

“Ne o hemşerim, babanın caddesinde mi yürüyorsun böyle?!.”

“Yo, caddede değil, kaldırımda yürüyorum.”

Aklı sıra kafa buluyor, iyi mi! Herif hem suçlu, hem güçlü!

“Polis görecek veya biri ihbar edecek diye çekinmiyor musun?”

Anlamaz pozlarda… Karşısında enayi var zannediyor, belli.

“Neden çekinecekmişim ki!”

Şeytan iki tane giydir suratına diyor, ama bu yaşta yakışmayacak diye kendimi frenliyorum.

Üzerinde uzunca bir palto, gözünde gözlük, kafasında da siyah bir bere; güya kamuflaj yapmış…

“Sen ne utanmaz adamsın birader?!. Bir de kalkmış dikleniyorsun!”

Hâlâ anlamaz tavırlarda, ama yiğitliği de elden bırakmaya niyetli değil güya:

“Ne diyorsunuz kardeşim, neden bahsediyorsunuz?!.”

Bak bak; onu tanığımın farkında, ama hâlâ pes etmeye niyetli gibi görünmüyor!

“Sen gazeteci değil misin, ciğerim?!.”

Sanırım bu kez oltayı doğru yere attık. Bir anda beti benzi soldu. Aslında lafı hiç uzatmadan bodoslama dalacaksın böylesine ama insanın vicdanı elvermiyor birader. Çoluk çocuğu mu var, kirada mı oturuyor, evin geçimini o mu sağlıyor… Dedim ya; vicdan işte, insanın yakasını bırakmıyor meret!

“N’olmuş?!. Gazeteci olmak suç mu?!. Aklınızdan zorunuz mu var sizin kardeşim?!.”

Ulan herif resmen çıkışıyor, iyi mi! Biz onun için neler düşünüyoruz, o bize nasıl davranıyor! Böylesine hiç acımayacaksın arkadaş! Arayacaksın üstünü, bulacaksın ses kasetlerini, fotokopileri, henüz yayınlanmamış kitabının müsveddelerini, doğruca götüreceksin!

De…

Vicdan bırakmıyor ki!

“Utanmıyor musun birader, böyle çoluk çocuğun içinde elini kolunu sallaya sallaya yürümeye!”

“Bana bakın kardeşim! Ya ne istediğinizi açıkça söyleyin, ya da çekilin önümden! Deli misiniz nesiniz!”

Bu arada bizim tartışmamıza şahit olan birkaç kişi geliyor yanımıza:

“Ne oluyor beyim, kimmiş bu?”

“Gazeteci ciğerim! Elini kolunu sallaya sallaya öylece yürüyor, iyi mi!”

Yanımdaki gençten biri, “Doğru mu söylüyor, hemşerim?!.” diye soruyor hiddetle. “Gerçekten gazeteci misin?!.”

“Bunun gibi iki tanesini sallandıracaksın Taksim’de; bak bir daha ortaya çıkıyorlar mı!” diye kin kusuyor, yaşlıca olanı. “Ulan herife bak be! Gündüz vakti öylece dolaşıyor ortalıkta! Utanması sıkılması da kalmamış bunların kardeşim!”

Gazeteci bakıyor ki papuç pahalı, tartışmayı bırakıp hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlıyor.

“Yakalayalım mı bunu?!.”

“Bırak Allah’ından bulsun babalık!” diye karşılık veriyor genç olanı. “Bırakalım çeksin gitsin, belasını başka yerde bulsun! Şimdi bunu yakala götür, sonra ifade ver, şahitlik yap… Bu kadar işin gücün arasında bir de bununla mı uğraşacağız. Bence bırakalım gitsin! Zaten pek tehlikeli birine de benzemiyor baksana.”

“İyi de, yazı yazıyor birader!” diye çıkışıyor yaşlıca olanı. “Şimdi bir şey yapmazsak bu herif yarın da yazar arkadaş! Ondan sonra uğraş babam uğraş! Neden bırakacakmışız ki!”

Biz kaldırımdaki mini toplantıya devam ederken bir de bakıyoruz ki herif tüymüş, iyi mi! Ulan kaşla göz arasında herif sırra kadem basmış be!

“Dert etmeyin!” diye bizi teskin ediyor yaşlıca olanı, biraz kırgın bir sesle. “Olan oldu artık! Ama herifin tipini iyice belledim ben arkadaş. Bu herif bir daha buralarda dolaşsın, yakalamazsam ne olayım.”

Ne yalan söyleyeyim; kendimi vatandaşlık görevini yapmamış biri gibi hissediyorum. Herifin kaçıp kurtulmasına göz göre göre izin verdik birader!

Vicdan işte ciğerim.

İnsanın yakasını bırakmıyor…

Ama iyice bir korkuttuğumuzu düşünüyorum.

Bence uzunca bir süre ortalıkta görünmez artık.

Ulan memlekete bak be!

Gazeteci, İstanbul’un göbeğinde elini koluna sallaya sallaya dolaşıyor!

Ne günlere kaldık!

Vay canına be!..

3 Mart 2011 Perşembe

En Yoksul 100 Kişi

Forbes Dergisi Türkiye’nin en zengin 100 kişisini açıklamış.

Bu 100 kişinin toplam serveti 104 milyar dolar.

Allah bereket versin!

Geçen yıl bu tutar 87 milyar dolarmış.

Artış % 20

xxx xxx xxx

En zengin 100 kişiyi bulmak hiç de zor olmasa gerek.

En yoksul 100 kişiyi bulsanıza ciğerim!

Bulamazsınız!

Bulabilseniz bile, liste yapmaya zamanınız yetmez; çünkü bu garibanlar her gün birer ikişer ölüyorlar…

Açlık, hastalıklar, cinnetler, intiharlar…

Liste yapmak pratik olarak mümkün değil!

xxx xxx xxx

Ne ironik bir durum değil mi?

Müslüman aidiyetini sık sık vurgulamaktan kendini alamayan AKP döneminde dolar milyarderi sayısı hızla artarken, yoksul kesimin yoksulluğu bundan da hızlı artıyor.

Oysa tam tersi olmalı; çünkü Kuran böyle söylüyor.

Garebete bak!

Kimileri aksırıncaya tıksırıncaya kadar yerken, kimileri listeye bile dahil edilemiyor!

Milli gelir 10.000 dolara yükseldi diye övünüyor muktedirler; bu 10.000 doların nereye gittiği böylece belli oluyor işte!

Allah nazardan ve benimki gibi kem gözlerden saklasın.

xxx xxx xxx

Geçenlerde bir dost, “Sizinle ayrı Kuran’ı mı okuyoruz!” diye sitem etmişti; benim Kuran’da hep yoksulların çığlıklarını duyduğumu ileri sürerek sitem ediyordu bana.

O dostu bilmiyorum; ama muktedirlerle aynı Kuran’ı okumadığımız açık!

xxx xxx xxx

Bir an için kendinizi bu 100 kişinin yerine koyun…

Tuhaf bir duygu olmalı, değil mi?

İnsan kendisini tanrı gibi hisseder birader!

Örneğe bakın: Tümü havuzlu villalardan oluşan bir siteye gidiyorsunuz ve elinizle havada bir daire çizip, “Şunların hepsini alıyorum!” diyorsunuz!

Peh be!

xxx xxx xxx

Geçen gün gazete yazmıştı:

18 milyon dolara cep telefonu varmış.

Yanlış mı okudum diye tekrar baktığımda tüylerim diken diken oldu.

Eski parayla 27 Trilyon liraya telefon; üzeri zümrütlerle falan kaplıymış!

Burjuvalar için değil tabii; küçük burjuvalar veya sonradan görmeler için.

Burjuvalar bu tip saçma gösterilere kalkışmayacak kadar akıllılar çünkü.

xxx xxx xxx

Bazı dostlar büyük burjuvalara fazla yüklenmemek gerektiğini, çünkü bunların yatırım yaparak istihdam sağladığını anlatıyorlardı.

Kısmen katılıyorum.

Kısmen tabii; çünkü AKP’li son sekiz yılda bir tane bile büyük yatırım, tek bir fabrika bile yapılmadı; işsizlik anormal boyutlarda.

Peki dolar milyarderi sayısı nasıl oluyor da bu denli artabiliyor?

Nereden kazanıyorlar bu parayı?

xxx xxx xxx

Daha ilginci var:

Özelleştirmelerden elde edilen gelirlere rağmen, son sekiz yılda kamunun borcu tüm Cumhuriyet döneminde yapılandan fazla; inanmak her ne kadar zor da olsa, böyle bu.

Türkiye ürkütücü boyutlarda borçlanırken, dolar milyarderi sayımız da bu ürkütücülükte artıyor.

Bu, garip değil mi!

Değil tabii!

Buna “vahşi kapitalizm” deniyor; küresel sermaye böyle öngörüyor ve uyguluyor işte.

xxx xxx xxx

İşte size bir ironi daha:

Müslüman bir ülkede herkes yoksulların durumunu konuşacağına, herkes günlerdir bu en zengin 100 kişiyi konuşuyor.

Konuşurlar!

Kuran ve akıl sustuğu zaman, konuşma sırası bu ikisinin karşıtına geçer çünkü!

Bir ülkede zenginler konuşuluyorsa, o ülkede Kuran susmuş demektir!

xxx xxx xxx

Kapitalizme karşı olduğunuzda, onun yerine ikame edeceğiniz bir şey olmalı, dediğim için dostlar gücendiler bana.

İslam neyine yetmiyor, dediler.

Ben de, AKP Müslüman değil mi, diye sormuştum.

Sorumu tekrar ediyorum.

xxx xxx xxx

Bu, Kuran’ı hangi paradigmayla okuduğunuza bağlı bir şey.

Kuran’ı, aynen onun emrettiği gibi, yoksulların gözünden mi okuyorsunuz; yoksa, onun şiddetle reddettiği gibi, muktedirlerin -“cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun- gözünden mi!

Ülkemizde otuz milyon kişi açlık sınırında yaşarken, dolar milyarderi sayımız giderek artıyor; bunu aklın bir köşesinde tutarak düşünmek gerek.

Ülkenin en zengin 100 kişisi özenle seçilip listelenirken, ülkenin en yoksul 100 kişisini neden kimse merak etmiyor?!.

Neden etsinler ciğerim!

Sayılmayacak kadar çok çünkü bunlar; dergi bunların listesini yapmaya kalksa, matematiğin bile şaşırmasından dolayı o dergiyi on bin sayfa falan çıkarmak gerekebilir! (Çelişki aramayın; birbirine tıpatıp eşit yüzbinlerce yoksulu düşünün; 78. sırada yüz bin kişi mesela…)

xxx xxx xxx

Hadi size bir soru:

Allah bu 100 kişiyi zenginlikle imtihan ederken, bu 30.000.000 kişiyi neden yoksullukla imtihan ediyor?

Allah’ın gücüne gitmesin ama, bu “imtihan” bana hiç de adil gelmedi arkadaş!

Ya bunların Tanrısı gerçekten gaddar, ya da bu “zenginlikle-yoksullukla imtihan” meselesinde bizi fena kandırıyorlar!

xxx xxx xxx

Kuran ne zaman konuşmaya başlamış demektir biliyor musunuz?

Türkiye’nin en zengin 100 kişisi değil, en yoksul 100 kişisi belirlenebildiği zaman!

Gerisi kapitalizme alenen veya zımnen ilanı aşk etmekten öteye geçmez!

Yemezler arkadaş!

xxx xxx xxx

Sahi…

104.000.000.000 X 1/40 = 2.600.000.000 X 1.5 = 3.900.000.000 TL

3.900.000.000 : 30.000.000 = 130 TL.

Bu servetin zekatını vermeye kalktığınızda gariban başına 130 lira düşüyor!

130 lira hangi garibanın derdine çare olacak ki!

Kuran sizce bunu mu istiyor gerçekten?!.

(Milli geliri sahibine teslim etseniz, dört kişilik bir ailenin aylık geliri 5.000 lira ediyor; oysa milli gelirin zekatı dört kişilik aynı aile için sadece 125 lira.)

Birileri bizi fena halde kandırıyor, söylemedi demeyin!

“İnfak”ı, bir “lütuf” olarak görüyorlar/gösteriyorlar çünkü; hem de her gün Fatiha okumalarına, her gün “Bizi doğruluk ve dürüstlük yolunda yürüt” diye dua etmelerine rağmen!

“Doğruluk ve dürüstlük yolunda yürümek”, Türkiye’nin en yoksul 100 kişisini tespit edebilmekle olur.

Fatiha’yı kuru kuruya okumakla değil!

Kelime-i Tevhit’ten Hz.Muhammed’in adını çıkarmayı şart koşan ve böylece “Dinler Arası Diyalog” kurulacağını iddia eden BOP’çu küresel sermaye ve işbirlikçileri, son sekiz yıldır Fatiha’yı böyle kuru kuruya okumamızı dayatıyor bize!

Alın o 130 lirayı başınıza çalın!..

1 Mart 2011 Salı

Haydi Oradan!

İnsanoğlu ne ilginç…

İnsanın gözünün içine bakarak nasıl da rol yapabiliyor…

Üç gündür timsah gözyaşları dökenlerle aynı coğrafyayı paylaşmak…

Ne kötü…

xxx xxx xxx

“Türkiye’nin milli hiçbir şeyi kalmadı! Emperyalistlerle işbirliği içinde, AB ve IMF eliyle ülkeyi adım adım bölüyorlar.”

xxx xxx xxx

Bugün onu uğurluyoruz.

En ön saflarda yine bunlar var.

İnsan tiksinmekten kendini alamıyor!

xxx xxx xxx

“Türkiye tamamen bölünmek parçalanmak isteniyor. Türk Ordusu BOP çerçevesinde tasfiye edilip, yerine ABD’nin istediği lejyoner birlikler oluşturulmkak isteniyor. AKP yandaşı bir profesörün çıkıp, ‘Ordu tasfiye edilsin, yeni bir ordu kurulsun’ yazısı da bu minvalde değerlendirilmelidir. Türkiye’nin zemini kayıyor; bunları gördüğüm için bu yaşta Genel Başkan oldum.”

xxx xxx xxx

Amerika yandaşı basın üç gündür methiyeler düzmekle meşgul!

Leopar tanklarına mühendislik hüneriyle yaptığı önemli katkıları ballandıra ballandıra anlatmaktan kendini alamıyor; ama bu tankları neden Türkiye’nin üretmediği-üretemediği konusunda tık yok!

xxx xxx xxx

“Irak’ta ölen tek bir çocuğun vebalini, yedi sülaleniz alnını secdeden kaldırmasa da ödeyemeyecektir!”

xxx xxx xxx

Bugün kimler katılacak cenaze namazına?

Irak’a asker gönderemediğimiz için hâlâ yakınıp duranlar.

İnsan ne söyleyeceğini bilemiyor!

xxx xxx xxx

“Biz kaynaşmış bir milletiz, tek bir milletiz. Türkiye adım adım yok edilmeye çalışılıyor. Bunlar emperyalizmin taşeronudurlar.”

xxx xxx xxx

Bugün yolları kapatıyorlar.

Şanına yakışır bir cenaze töreni yapmak için.

Bütün medya orada…

xxx xxx xxx

Ne diyorlardı:

“Erbakan devletçiydi, Batı karşıtıydı. AB’ye ‘Hristiyan Kulübü” diyordu. Demokrasi pek umurunda değildi, küresel sermaye düşmanıydı. Piyasa ekonomisi yerine ‘adil düzen’ diye ne olduğu belirsiz modeller üretmeye çalışıyordu. Türkiye’nin yüzünü Batı’ya değil Doğu’ya çevirmeye çalışıyordu.”

xxx xxx xxx

Bugün hepsi orada olacak!

xxx xxx xxx

Daha ileri gidenler de vardı:

“Tekrar etmekten bıkmayacağım: Ergenekon denilen ‘şey’ kriminal olarak bir terör örgütüdür; tamam ama Ergenekon, Türkiye için bundan çok daha öte bir durumdur. Bu, tarihsel bir bloktur. Bu tarihsel bloğun sol ve sağ tarafı olduğu gibi Ergenekon Tarihsel Bloku (ETB), laik-dindar olarak da derinleştirilmiştir. Erbakan siyasi bir figür olarak ETB içinde, ETB’nin dindar tarafını temsil eder.”

xxx xxx xxx

Hoca’nın, sağ elinin tersiyle o bildik hareketi yaparken, “Haydi oradan!” dediğini duyar gibiyim.

“Haydi oradan! Haydi oradan!”

xxx xxx xxx

Bugün hepsi orada olacak…

Bütün bunları yazıp çizenler!

Sonra gazeteci kılığındaki CIA ajanlarıyla yemeğe gidecekler!

Emperyalizm karşıtı bir “dindar”dan kurtulmayı kutlamak için!

İnsan tiksinmekten kendini alamıyor…

xxx xxx xxx

Hoca’ya Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Ve son sözü ona bırakıyorum:

“Haydi oradan!.. Haydi oradan!..”

26 Şubat 2011 Cumartesi

Yavru Foklar Ve Hırçın Kedici Kadın

Baştan aşağı plastik giysiler ve kafalarında yine plastik bir başlık.

Yıkandığında kan lekesi kolay çıksın diye; çünkü kan iki-üç metreye fışkırıyor!

Beyaz zemin tamamen kızıla boyanmış!

Henüz meme emme çağındaki küçük foklar, derisi veya kürkü zarar görmesin diye başlarına sopalarla vurularak öldürülüyor; sopanın ucunda sivri bir kanca var, hâlâ canlı fok yavrularının parçalanmış başına gözüne bu kanca sokularak çekiliyor biçareler.

İnanmak… inanmak gerçekten mümkün değil; birçok yavru, derileri yüzülürken hâlâ canlı, hâlâ can çekişiyor, hâlâ nefes alıyor…

Kürk giymeye, “marka” giymeye meraklı insan kılığındaki yaratıklar daha çok para harcasın, daha mutlu olsun, kahrolası egolarını daha çok tatmin etsinler, sağa sola hava atsınlar, zenginliklerini, “seçkinliklerini” daha kolay sergilesinler diye özellikle yavrular katlediliyor; derileri ve kürkleri daha güzel, daha sağlıklı çünkü!

Kürk, çanta, ayakkabı, afrodizyak ve makyaj malzemesi…

Bu sevimli yavruların ve anneleriyle babalarının dövülerek, linç edilerek kadledilmelerinin nedeni bu!

Ateşli silah kullanılmıyor, çünkü kürkleri ve derileri zarar görüyor; bu nedenle, başlarına ucu sivri kancalı sopalarla vurularak yavaş yavaş linç ediliyorlar!

Kanada’da oluyor bunlar.

Batı medeniyetinin gözbebeği Kanada’da…

Ve Batı’nın bu akıl almaz vicdansızlığı, tüm dünyadaki kürk ve “marka” peşinde koşan kahrolası burjuvazinin gösteriş merakının işbirliğinde kazınıyor Levhi Mahfuz’a…

İblis, ağzı kulaklarında, ellerini ovuşturmakla meşgul.

Vicdan çaresiz, vicdan mahzun, vicdan kendi gözyaşında boğulmuş…

xxx xxx xxx

Oturduğum tahta bankta, elimdeki gazeteyi yana doğru fırlatıp kahır içinde sigara paketimi çıkardığımda gördüm kadını.

Elli-elli beş yaşlarında olmalıydı. Orta boylu, zayıfça biriydi. Mütevazı bahçesini çeviren duvarın önünde, elindeki uzunca bir sopayla kedileri kovalıyordu. Foklara ilişkin gazete haberini henüz okuduğumdan mıdır nedir, sinir içinde ayağa fırlayıp o yöne doğru yürürken buldum kendimi.

“Neden kovalıyorsunuz o kedileri?!. Ne yaptılar size hanımefendi?!.”

“Size ne kardeşim, siz ne karışıyorsunuz?!.”

Sesimdeki sert ifadeden etkilenmiş olmalıydı; o da bana çıkışıyordu.

Kadının arkasındaki zayıf kediyi o anda gördüm. Küçük bir tasın içindeki yemeği yemekle meşguldü. Hasta olmalıydı; ağzından burnundan salyalar akıyordu. Kadına çıkışmakla hata ettiğimi o anda sezmiştim. Benim anlamadığım bir şeyler dönüyor olmalıydı.

“Af… afedersiniz…” diye kekeledim. Mimiklerim yumuşamış, vücut dilim değişmiş olmalıydı, kadın da bunu anlamış, sakinleşmişti.

“Bu hasta.” diye cevap verdi, dalgınca. “Mamasına antibiyotik koydum, diğer kedileri de ben besliyorum. Bu, ilaçlı mamayı yedikten sonra kabı değiştirip, diğerlerini de besleyeceğim.”

Hâlâ elimde tuttuğum paketten bir sigara çıkarıp dudaklarıma götürürken, “Neden bu kadar hırçınsınız?” diye sordum. Dostça davrandığımdan emin olmuş, o da tehditkâr vücut dilini değiştirmişti.

“Kimi vicdansızlarla itişip kakışmaktan yorgun düştüm kardeşim!” diye sızlandı. “”Beş-altı kediye dahi tahammülleri yok. Vicdansızlarla mücadele etmekten yorgun düştüm; kusuruma bakmayın.”

“Bu… bu hasta kediyi neden bir veterinere götürmüyorsunuz?”

“Bunlar sokak kedisi…” diye içini çekti kadın. “Daha öncekini yakalamaya çalıştım, öyle bir ısırdı ki, başparmağımın kemiği çatladı. Vahşi bunlar; e kendilerini korumak zorundalar tabii… Ben de artık onların suyuna gidiyorum. Veterinere danıştım, hiç fark ettirmeden böyle antibiyotikle falan iyileştiriyorum onları. Birisi bir şeyler yapmalı…”

xxx xxx xxx

Kadından ayrılıp biraz önce oturduğum tahta banka döndüğümde, zayıf kedi ilaçlı mamasını bitirmiş, oradan ayrılmıştı. Kadın gerçekten de biraz önce kovaladığı kedileri besliyordu şimdi. Yorgun görünüyordu, ama sanırım mutluydu da.

“Sersem karı! Onlara harcayacağın parayı bir fakire ver de bir halta yarasın bari!”

Konuşan, yanımdaki bankta oturan, kırklı yaşlarda bir adamdı. Çirkin, bet suratlı herifin biriydi; veya bana öyle gelmişti, bilmiyorum.

“Allah’ın rahmetini sen mi bölüştürüyorsun moruk!” diye çıkıştım. “Kiminde böyle tecelli eder, kiminde öyle…”

Mimiklerinden açıkça belli oluyordu; söylediklerimden hiçbir şey anlamamıştı öküz. Sözlerimden bir şey anlamamıştı, ama saldırgan vücut dilimden etkilenmiş olmalıydı; ben sözlerimi bitirir bitirmez yerinden kalkarak otobüs durağına doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı.

“Sinirlenme çocuk! Bunlar böyledir!”

Kafamı arkaya çevirdiğimde gördüm onu. Seksen-doksan yaşlarında olmalıydı. Orta boylu, zayıfça biriydi. Yüz yıllık çınara yaslanmış, tevekkül dolu, masmavi gözlerle süzüyordu beni. Sol elindeki ekmeği küçük parçalara bölüp kuşlara atıyordu. Kulaklarıma inanamıyordum; bana “çocuk” diye hitap ediyordu.

“Bana mı dedin, baba?”

Ağır adımlarla gelip yanıma oturduğunda, “Şu meretten bir tane de bana ver, bakayım.” diye sigaramı işaret etti, elindeki ekmek parçasını bankın üzerine bırakırken. Sigarasını yaktığımda derin bir nefes çekip bir süre yukarı doğru üflediği dumanı takip etti o muhteşem gözleriyle.

“Bu dümbeleği uzun zamandır tanırım çocuk… Kimseye beş paralık hayrı dokunmayan hödüğün tekidir; böyle cart curt konuşmaktan, onu bunu eleştirmekten başka bir halta yaramaz! Bugüne kadar bir fakire sadaka verdiğini bile görmedim ineğin! Sen neden böyle sinirlisin, onu de bakalım.”

İçime çektiğim nefesi sesli biçimde bıraktıktan sonra, biraz önce gazetede okuduğum yavru fokları ve yine biraz önce kedici kadınla aramızda geçenleri anlattım yaşlı adama. Hiçbir şey söylemeden, uzunca bir süre derin derin içini çekmekle yetindi.

Bankın üzerindeki ekmek parçasını alıp ayağa kalktığında, o muhteşem Karadenizli gözleriyle derin derin baktı gözlerimin içine.

“Zalim neden bu kadar güçlü, biliyor musun?” diye mırıldandı.

“Zalim güçlü, çocuk; çünkü merhametli insanların büyük çoğunluğu zulme kayıtsız kalıyor! Şu deminki serseriye bakma sen; bana inan, insanların neredeyse tamamına yakını merhametlidir çocuk! Tek noksanları, çeşitli nedenlerle zulme kayıtsız kalmaları.”

Ağacın arkasında kendini bekleyen kuşlara doğru yürürken, “İmtihan dünyası…” diye mırıldandığını duyar gibi oldum ihtiyarın.

Kendi kendine, “İmtihan dünyası, çocuk…” diye mırıldanıyordu.

“İmtihan dünyası…”

23 Şubat 2011 Çarşamba

Seni Sahtekâr Seni

Cemiyetin En Değerli Ve Sevimli Uzvunun Taşeronu


“Sen Arapça biliyor musun?!.”

Hayır. Kısmet olmadı…

“Peki, hiç dini eğitim aldın bakalım?!.”

Hayır. Başka alanlarda birkaç kitap okumuşluğumuz var.

“Hadis külliyatını biliyor musun peki?!.”

Birkaç hadis duymuşluğumuz var; külliyatın çok geniş olduğu söyleniyor, hepsini tek tek okuma fırsatımız olmadı.

(Bu arada; soruların sonundaki ünlem işaretlerine dikkatinizi çekerim; sıradan bir soru değil bu, herifçioğlu resmen fırçalıyor!)

“Namaz kılıp oruç tutuyor musun bakalım?!.”

Ne o, sıra şimdi sizde mi; fişleme sırası size mi geldi?!.

xxx xxx xxx

“Sen tekrar roman yazmaya dön!”

Neden?

“Anlamadığın konularda ahkâm kesip ümmetin aklını karıştırıyorsun çünkü; fakir fukara, yoksul, garip gureba… N’oluyor öyle!”

İyi de, insanlar gerçekten aç, evlerine ekmek götüremiyorlar, ızdırap çekiyorlar, mazlumların çığlıkları arşı inletiyor; onların derdini kim dile getirecek?

“Uzatma! Biz onlara gereken dini bilgileri veriyoruz; ille de bir şeyler yapmak geliyorsa içinden, ümmete bizim kitaplarımızı, yayınlarımızı, televizyon programlarımızı tavsiye et, gerisini bize bırak”

Başüstüne!

xxx xxx xxx

“Allah, sonsuz hikmetler sahibi bir Hâkimdir. Her şeyi yerli yerince yapmıştır. Eğer herkes zengin olsaydı bütün bu söylenen güzel işler nasıl biterdi? Aynı Zamanda Zenginlerin Dünya İşlerini Kim Görürdü?” (İmadü’l İslam/İslamın Temel Kitabı/Büyük İslam İlmihali/Mehmet Rahmi/Sağlam Yayın-Pazarlama, 1990)

“Zenginlerin dünya işlerini kim görürdü?”

“Sonra zekât, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebebdir. Yoksulları ve acizleri, kendi varlığından faydalandıran Bir Zengin, Cemiyetin En Değerli Ve Sevimli Uzvu (Organı) Sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların Övgülerini, Sevgi Ve Dualarını kazanır. Mal Varlığından Hain Ve Hırslı Gözlerin Saldırısından Güven İçinde Bulunur.” (Büyük İslam İlmihali/Ömer Nasuhi Bilmen/Huzur Yayınevi)

“Zengin, cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu sayılır!”

“Mal varlığından hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur!”

Vallahi doğru söylüyorlar, ben tekrar roman yazmaya döneyim; çünkü bu ilmihaller, benim gibi Arapça bile bilmeyen cahil takımını reddedilemez biçimde mahkûm ediyor!

Ne diyor ilmihaller:

1) Sen fakirsin be hey ayaktakımı; sen dünyaya zenginlerin işlerini görmeye geldin!

2) Cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu zengindir.

3) Kırkta bir veren zengin, malvarlığından hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur.

Aksini söyleyen varsa, o cahil bu tip işleri bırakmalı, roman yazmaya dönmelidir.

Başüstüne!

xxx xxx xxx

Gelelim sahtekârlara…

Kimi profesör, kimi doçent, kimi -ne demekse- araştırmacı yazar, kimi Hz.Mehdi, kimi hocaefendi, kimi hocaefendi hazretleri…

Bunlar Arapça bilen, Kuran’ı ezbere okuyabilen, hadisleri yalamış yutmuş, İslam’ın tüm hükümlerini enikonu bilen ilahiyatçılar. (Evet, doğru düşünüyorsunuz; onları kıskanmıyorsam namerdim!)

Bilmedikleri tek şey, yoksulların hakları hukukları…

Aslında bal gibi de biliyorlar da, “cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu” gücenecek diye endişe ediyorlar; çünkü “dünyaya onların işini yapmak için geldiklerine” inanıyorlar!

Yoksulların çığlıkları onlar için önemli değil; önemli olan, Cennette onlara sunulacak 4.000 bakire ile 8.000 dul!..

Çocuklarına ekmek götüremeyen adamın gözyaşları onlar için fasarya; gözyaşı dökülecekse, bunların uydurdukları saçma sapan hikâyeler için dökülmeli!..

Açlıktan -düpedüz açlıktan- ölen bebekler onlar için “kader”; onların gündemindeki konu, kadın dekolte giyindiği zaman ona tecavüz mü edilir, yoksa tacizle mi yetinilir!

Türkiye’de milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşıyor, milyonlarca kişinin onurları ayaklar altına alınmış, milyonlarca kişi çığlık çığlığa ortalarda koşuşuyor; ama onların gündemindeki konu kabir azabı!..

Altı bin küsur ayet onlara kafi gelmiyor, Kuran’ın karşısına iki milyon hadisle çıkıyorlar; ama üzerinde asla tartışma konusu yapılamayacak en sahih hadis olan “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir!” hadisi bunlar için bir şey ifade etmiyor; çünkü yukarıda da değindiğim gibi “cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun bu hadisten gocunacağını biliyorlar!..

xxx xxx xxx

Türkiye’nin dış borcu beş yüz milyar dolara çıkmış, cari açık korkunç boyutlarda, seksen yılda oluşturulan tüm kamu iktisadi teşekkülleri özelleştirme adı altında, genellikle gâvurlara peşkeş çekilmiş; işsizlik korkunç boyutlarda, yoksullar perişan, tüm muhalifler cezaevinde, sağlık sistemi neredeyse tamamen özelleştirilip kamu hastaneleri çilehaneye dönüştürülmüş…

Bu konularda hiç mi söyleyecek bir sözün yok be hey sahtekâr!?.

Aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyip öküz gibi semirenlere bu denli kul köle olmak senin gibi ilahiyatçı sıfatlı birine yakışıyor mu?!.

Bizi hep Allah’la korkuttun bugüne kadar; peki, senin hiç Allah’tan korkun yok mu be adam!..

xxx xxx xxx

Sana neden bu denli yüklendiğimi merak ediyorsundur, değil mi?

Gerçeği kim örtebilir?

Bir düşün bakalım; gerçeği kim örtebilir?

Onu bilen, değil mi?

Şimdi aç Kuran’ı, Bakara 90. ayeti oku, veya ezberinde ise -ki mutlaka öyledir-, bu ayet üzerinde düşün biraz!

(Benim gibi, Arapça bilmeyen cahiller için, Bakara 90. ayet: “Gerçeği örtenler için rezil edici bir azap vardır.”)

Ezbere bildiğin yüzlerce ayete bu denli ihanet etmekten zerre kadar utanmıyor; hakim sınıflara yaranacağım diye, Allah’ın sözlerinin üzerini bile bile örtmekten zerre kadar korkmuyorsun!

Kuran’a göre, “rezil edici bir azap” seni bekliyor, ama görebildiğim kadarıyla bu senin umurunda bile değil; senin tek derdin, ne yaparım da “cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun hışmını üzerime çekmem!

Bence ciddi ölçülerde risk alıyorsun, ama bunu bir türlü görmek istemiyor, gösterenleri de “Arapça bile bilmiyor!” diye aşağılamaya çalışıyorsun!

Hadi seni biraz huzursuz kılayım anadın mı!

Bugünlerde yeni bir roman yazmayı falan düşünmüyorum hemşerim; iki elim yakanda, sakın unutma! Her fırsatta Kuran okumaya devam edip seni “aslandan korkmuş yaban eşeği”ne çevirmezsem ne olayım! (Müddesir, 50-51)

Gerçi gayb Allah’ın tekelinde (Yunus, 20), ama bu ayet seni bağlamıyor tabii; şu Mehdi ne zaman gelecek bir zahmet onu anlat da çocukları geceleri aç yatan adam hem duygulanıp ağlasın, hem de bilgilensin biraz…

“Cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun taşeronu seni!..

(Sözlük “taşeron” için, “büyük bir işin bir bölümünü yapmayı asıl müteahhidinden alan kişi” diyor; bu “büyük iş”te senin payına düşen ne, “afyon satıcılığı” mı?!.)

Hadi, “zenginlerin dünya işlerini görmek için yaratılanlar”a, İslam’a göre kertenkele öldürmenin hükümlerini anlat biraz da “meşgul olsunlar”; sen ne demek istediğimi anlamışsındır!

Seni kırtosbağası seni!..

Yuh sana be!.. (Enbiya, 67)

18 Şubat 2011 Cuma

Komünist Ulan Bunlar!

Ey Müslüman!

Sen İslam’ı benim kadar bilemezsin; sen kimsin, nereden bileceksin ki!

Bu nedenle, aşağıdaki tavsiyelerimi sakın unutma ve mutlaka uygula!

Öncelikle bilmen gereken şey, Allah’ın nimetlerini kullarının üzerinde görmek istemesidir… Tüm bu nimetler boşuna yaratılmadı!

Bazı Müslümanların TOKİ ve benzeri kuruluşlardan hem estetik açıdan iğrenç, hem de metrekare bazında yetersiz birtakım evler almaya yeltendiklerini görüyor ve din kardeşlerimin bu tavrını şiddetle eleştiriyorum. (Gecekonduda veya fakir mahallelerdeki derme çatma, ilk depremde yıkılması kaçınılmaz olan çürük çarık evlerde oturanları saymıyorum bile!)

Bu, Allah’ın nimetlerini kullarının üzerinde görmek istemesi açısından son derece hatalı bir davranıştır. Yapılması gereken şey, muslukları altın olan üç-beş katlı villalardan ikişer üçer almak ve içini ithal mobilyalarla döşemektir! Bu villaların etrafını en az üç metre yükseklikteki duvarlarla çevirmeli ve duvarların üzerine cam kırıkları yerleştirmekle yetinmemeli, dikenli tellerle de desteklemelisin. Hz.Peygembere indirilen henüz ikinci Surede ne diyor Kuran (Kalem, 24): “Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin!”

Bu ayet boşuna mı indi!

Bu yoksullar, sana yukarıda tarifini verdiğim evlerden ikişer-üçer satınalmadan yanına asla yaklaşmamalı; gözü kalır, nazar değer, malın mülkün bereketi kaçar!

Bazı Müslümanların düğün törenlerini mütevazı salonlarda, hatta bazılarının evlerinin bahçesinde yaptığını görüyor ve bundan utanıyorum! Olur mu ey Müslüman! Bak, biz öyle mi yapıyoruz muhterem! Çocuklarını evlendirdiğinde en az beş yıldızlı bir otelin salonunu üç günlüğüne kiralayacak ve düğününü orada yapacaksın! Biz bu üç gün üç gece düğünleri boşuna mı yapıyoruz; bir bildiğimiz olsa gerek, size örnek olmaya çalışıyoruz! Adamı hasta etmeyin kardeşim! Allah müminin zenginini sever, bun bilmiyor musun! Ne diyor Kuran: “Hesapsız bir mal verdim ona. Göz doyurucu oğullar verdim. Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.” (Müddesir, 12-14) Bu ayetler boşuna mı indi?!. (Gerçi bunu izleyen üç ayet, “Tüm bunlardan sonra hırsla daha da artırmamı istiyor. Hayır, iş sandığı gibi değil. O bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi. Ben onu dik bir yokuşa süreceğim.” diyor, ama bu ayetler bizi bağlamaz; çünkü biz böyle bir hırs içinde değiliz. Üç yüz-beş yüz milyon dolardan fazlasını istiyorsak namerdiz!)

Marka giyeceksin! Elbisen, ayakkabın, elindeki çanta, paramağındaki yüzük, özellikle eşinin parmaklarındaki yüzükler… Hepsi marka olacak! Ne diyor bizim muhterem: “Geçenlerde beş yıldızlı bir oteldeki mescite girdim, bir de ne göreyim; kapının önündeki ayakkabıların tümü marka! Devrim işte budur diye haykırmaktan kendimi alamadım!”

Bu muhterem yalan mı söylüyor yani; bu devrim değil de nedir! N’oluyor öyle bir lokma bir hırka! Allah nimetlerini senin üzerinde görmek istiyor kardeşim; bunu elli kere söylemek zorunda bırakmayın adamı!

(Ha unutmadan; o beş yıldızlı otelin havuzunu ikiye ayırmak şart. Kadınlarla erkekler birarada havuza girmemeli, bu önemli! Yurtdışına çıktığımızda mı? Karıştırma kardeşim; adamı hasta etme!)

Tesettür defilelerine katılmadığını görüyorum ve canım sıkılıyor… O günlerin geride kaldığını, eski muktedirler ne yapıyorlarsa artık bizim de yapmamız gerektiğini göremiyorsun; çünkü yukarıda sözünü ettiğim gibi, İslam’ı benim kadar bilmiyorsun! Evet, bir zamanlar kapitalizmin kadını bir meta olarak kullandığını söylüyorduk, tamam; ama o günler artık geride kaldı hemşerim! Aynı şeyleri söyletip durmayın bana! Dün onlar yapıyordu, bugün sıra bizde anadın mı! Aksini söyleyen alçak komünistlere taviz verme! Ne diyor Kuran: “Onların söylediklerine sabret. Ve güzelce ayrıl onlardan.” (Müzzemmil, 10)

Bak sana Kuran’dan ayetler okuyoruz burada! (Karıştırma öyle o ayetin öncesini sonrasını (siyak-sibak karinesi) hemşerim; ne diyorsak o!

Bu çok önemlidir, dikkatli dinle!

Her fırsatta, hatta fırsat yaratarak kapitalizmin ne kadar iğrenç bir sistem olduğunu tekrarlayıp dur! Bunu her fırsatta yap. Biz de kapitalizme karşıyız diye sürekli konuş. Biz gerçekten kapitalizme karşıyız çünkü, aynen sosyalizme karşı olduğumuz gibi… “Peki neyi öneriyorsun?” diye sorduklarında “İslam bize yeter!” diye sertçe cevap ver; çünkü İslam bize gerçekten yeter… İlle de somut bir şey söylemen için diretenleri İslam’a hakaret etmekle suçla, Peygamberimize suç isnat etmekle suçla; Kuran’da “sosyalizm” diye bir kelime geçiyor mu?!. Bu konuda asla taviz verme! “Allah bizi zenginlikle imtihan ediyor!” de; bunun her zaman işe yarayacağını aklından çıkarma! Ne diyor Kuran: “Allah’ın sana verdiklerinden ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 77) Sana, “Zulme sapanlar ise içine gömüldükleri servet şımarıklığının ardına düşüp suçlular haline geldiler.” (Hûd, 116) ayetini okuyacaklar çıkacaktır. Onlara bu ayetin başını hatırlatarak, söz konusu örnekle bizden önceki nesillerin kastedildiğini, bu ayetin bizi bağlamayacağını söyle! “Peki bu ayet Kuran’a neden girmiş?” diye soran olursa, onu Kitap’a hakaret etmekle suçla; “Allah’ın Kitabına hangi ayetin girip girmeyeceğine sen mi karar vereceksin!” diye üste çık. Bunu yaparken için rahat olsun; çünkü bu ayet gerçekten bizi kastetmiyor, buna gönülden iman et!

Milli gelir 10.000 dolar seviyesine yükseldi elhamdülillah! Bunu tüm halka bölüştürdüğünde bu para kimin işine yarar; üç beş ayda yer bitirirler bunu. Bu nedenle, o fakir fukara takımını aç susuz bırakacaksın, sefil edeceksin, perişan edeceksin ki bir an önce geberip gitsinler; böylece kalan para da bizim gibilerin kasasında birikip sermaye birikimi sağlansın! (İntihar edenler, madenlerde ölenler, kaçak atölyelerde tüp gaz patlamasından gidenler, tersanelerde iş kazalarında telef olanlar, açlıktan vefat edenler için “Kader işte, Allah böyle takdir etmiş.” deyip geçeceksin; meseleyi uzatmanın ne alemi var! Arkalarından bir Mevlüt okutur, biraz ağlıyormuş gibi yaparsın olur biter; hatta ağlarsan daha da makbul olur, zorla biraz kendini kardeşim!

(Yemin ederek söylüyorum; geçenlerde, İslami kanaların birinde bir tarih profesörü, Çanakkale savunmasında şehit düşenler için “telef oldular” tanımını kullandı, kendi kulaklarımla duyup gözlerimle şahit oldum.)

Ne diyor Kuran: “”Allah’ın dilediği takdirde yedirip doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız.” İşte size apaçık bir ayet!(Yâsin, 47) Fakir fukara takımı tabii olacak; Kuran yalan mı söylüyor yani! (Gerçi bu cümlelerden önce, “Onlara, ‘Allah’ın size lütfettiği rızıklardan dağıtın’ dendiğinde, nankörlüğe sapanlar iman edenlere şöyle derler:’ diye bir giriş var; ama yukarıda da bir vesileyle söylediğim gibi, bu ayet de bize inmedi aslında, eski nesilleri anlatıyor sadece!)

Eşitlikten söz eden komünistlere asla taviz vermeyeceksin! Adı üstünde komünist ulan bunlar! Bak kimimiz uzunuz kimimiz kısa, kimimiz şişmanız kimimiz zayıf; Allah bizi eşit yaratmamış, bu sana bir şey ifade etmiyor mu! Bunların Kuran’dan okudukları ayetlere asla itibar etmeyeceksin! O ayetler bize inmedi. Mesela ikidebir ısıtıp ısıtıp önümüze çıkardıkları şu eşitlikten söz eden Nahl 71. ayet Necran Hristiyanlarına indi; bundan bize ne! Kuran’da yer alıyor bu ayet tabii ki, çünkü bir gün bir Hristiyan eskaza Kuran okursa görsün diye; başka ne için olabilir ki! Aynı şekilde, Bakara 219. ayet de öyle! O ayette “ihtiyaçtan artan her şeyi verin” gibi meallere asla itibar etme; o ayet “affedin” diyor! Bir fakir gördün mü yanına gideceksin, elini omuzuna koyup son derece mağrur ve verici bir edayla “Seni affettim din kardeşim!” dedikten sonra yürüyüp gideceksin, hepsi bu! (Bu söylediğime inanmıyorsan Suudi Arabistan Krallığının yaptırdığı Türkçe meali oku gör; sen Kraldan daha mı iyi biliyorsun İslam’ı!)

Bir makama geldiğinde yapacağın ilk iş, o mekanı boydan boya değiştirmek olmalı. Trilyonlarca lira harcamalı, oturacağın yeri krallara layık bir hale getirmelisin ki nefsin tatmin olsun; bu tatminden sonra çok daha yararlı işler yapabileceğini unutma. İnsanın fıtratında hep daha iyi şeyleri isteme, hep daha güzele yönelme vardır; fıtratına uy, egonu tatmin et. Mesela başka bir Müslüman kardeşinden 39.000 liraya aylıkla ev kirala; hem sen tatmin ol, hem de bir mümin kardeşini tatmin etmiş ol; unutma veren el alan elden üstündür, ver gitsin, nasıl olsa babanın parasını değil, devletin parasını harcıyorsun!

Hadi, benim vaktimi daha fazla alma, daha kazanılacak milyonlarca dolar beni bekliyor! Bu söylediklerimin aksini söyleyen biri çıkarsa “Komünist ulan bunlar!” demeyi ihmal etme; etrafındaki diğer müminlerin bu sözleri duyması için sesini yükselt ki sözlerin etkili olsun. Hatta mümkünse bunlardan bazılarını hapise tık, evlerinde arama yaptığında el bombası bul, mühimmat haritası bul, suikast krokileri bul; ne bileyim, bul bir şeyler işte, yaratıcı ol biraz!

Unutma; Allah nimetini kullarının üzerinde görmek istiyor!

İşe marka giyerek başlayacaksın, gerisi çorap söküğü gibi gelecek.

Unutmadan; kapitalizme takla attırmak için candan gönüllü din adamlarına şiddetle ihtiyacın var! Bul böylelerini, bulamıyorsan da bir an önce yetiştir. Peygamberimizin şerefli ama yoksul bir biçimde öldüğü bir istisna, adı üstünde, o Peygamber; sen zengin sahabelerden örnekler ver, binlerce köleye sahip kimi İslam büyüklerini araya sokuşturmayı unutma. Aksini söyleyenleri de Peygamber efendimize hakaret etmekle, komünistklikle, sosyalistlikle suçla; bu her zaman işe yarayan bir yöntemdir, bunu sakın unutma!

Bu arada; senin önüne sık sık şu namaz kılanlardan söz eden Maun Suresini getirecekler. Ne diyor o sure:

1- Bak şu dini yalanlayana!
2- İşte bak, öksüzü hor görüyor.
3- Yoksulun halinden hiç anlamıyor.
4- O namaz kılanların vay haline!
5- O kuru kuruya yatıp kalkanların vay haline!
6- Çünkü gösteriş yapıyorlar.
7- En küçük yardımı bile geri çeviriyorlar.

Bu sözlerin bizle ne ilgisi var; biz dini yalanlıyor muyuz yani! Cahiliye dönemindeki müşrik Araplara inmiş bir sure; bundan bize ne!

Tüketimi teşvik et, kendin de durmaksızın tüket! Sistem tüketim üzerine işliyor, bunu unutma! Allah bu nimetleri boşuna vermedi bize; tüketelim diye verdi. Ne bulursan tüket, tüketimi teşvik etmek için elinden ne geliyorsa yap! Ama özellikle lüks ve marka ürünleri tüketmeye özen göster; sıra bizde, bunu asla unutma, sıra bizde hemşerim!

Beş yıldızlı otellerde yatıp kalkıyormuşuz da, milyon dolarlık evlere sahip oluyormuşuz da, yok etrafını çitlerle çeviriyormuşuz da!

Size ne kardeşim bunlardan!

Terbiyesiz herifler!

Konünist ulan bunlar!..


Not: Bir televizyon kanalında, Müslüman bir işadamı ile Müslüman bir politikacının tartışmasından esinlenilmiştir.

15 Şubat 2011 Salı

Kuran ve Sosyalizm çalışmalarıma cevap

“Kuran ve Sosyalizm” adlı iki çalışmam geniş kesimlerden bir hayli eleştiri aldı. Çeşitli internet siteleri bu çalışmaları yayınladı ve okurlar birbirinden çok değişik yorumlarla bu çalışmalara katkı sundular.

Yukarıda sözünü ettiğim eleştirilere yeni bir çalışma ile cevap vermek kaçınılmaz oldu; çünkü açıkça beli oluyor ki bu eleştirileri yapan dostlar birtakım konularda bu fakir ile aynı şeyleri düşünmüyor.

Öncelikle belirtilmesi gereken şey, çalışmalarda sözü edilen şeylerin “mutlak doğru” olarak dayatılmamasıdır. Kuran, her Müslümanın olduğu kadar benim de Kitabımdır ve bu Kitap’taki ayetleri içimden geldiği gibi yorumlamak benim de hakkımdır. Çok çeşitli kesimlerden yöneltilen eleştiriler, ilk iki çalışmada birtakım yönlerin eksik bırakıldığı gerçeğini gözler önüne sermektedir; bu çalışma ile o eksiklikler mümkün olduğu kadar giderilmeye çalışılacaktır.

(Arapça bilmeyen birinin Kuran’ı yorumlaması yadırganmamalıdır; bu eleştiriden hareket ettiğimizde, Grekçe bilmeyen birinin İncil hakkında, İbranice ve Aramice bilmeyen birinin de Tevrat hakkında konuşmaması gerekirdi. Çevirmenlerden ve mealcilerden Allah razı olsun.)

Konunun ayrıntılı biçimde ortaya kornulabilmesi açısından, bu çalışmadaki tarzın, eleştiri-cevap biçiminde düzenlenmesi uygun görülmüştür. Eleştirilerin bu yazıda cevaplanacak olanları birebir (aynen) verilmektedir.

Eleştiri: Hiçbir sosyalistin ahireti kabul ettiğini görmedim. Sosyalistler imtihan gibi bir olguyu kabul etmezler.

Cevap: Benim çalışmalarımı takip ederseniz görürsünüz dostum. Ben “imtihan”ı konu alan onlarca çalışma yaptığımı hatırlıyorum.

Eleştiri: Kapitalizmin de sosyalizmin de karşıtı İslamdır.

Cevap: Aslında, bu eleştiride “İslamdır” sözcüğü yerine “Kuran’dır” sözcüğü gelmeliydi, çünkü ben İslam’ı değil, Kuran’ı kaynak olarak alıyorum. “İslam Kuran’dan farklı bir şey mi?” diye sorulacak olursa, cevabım ne yazık ki “evet” olacaktır. Bugün uygulanan İslam Kuran’ın İslamı değildir; esasen tartışmalar da bundan kaynaklanmaktadır.

Eleştiriye net bir cevap olması açasından şunun da söylenmesi gerekir: Hiç kapitalizmin de, sosyalizmin de karşıtı İslam olur mu sevgili dostum?!. İlk ikisi sadece birer ekonomik sistem, İslam ise bunlarla birlikte bağrında sorulabilecek tüm soruları cevaplayan muhteşem bir dindir. Daha önce de belirttiğim gibi, bu çalışmalarda; botanikten felsefeye, jeolojiden hukuka, psikolojiden astronomiye kadar tüm bilimleri kapsayan bu muhteşem yaşantının sadece ekonomik yönü tartışılmaktadır. İslam’ın içinde sosyalizm vardır, ama sosyalizmin içinde İslam’ın sadece ekonomik boyutu yer alır.

Eleştiri: Mutlak eşitlik diye bir şey olamaz.

Cevap: İnsanın bulunduğu bir yerde “mutlak” hiçbir şey olamaz; dolayısıyla “mutlak eşitlik” gibi bir şey de kuşkusuz olamaz. “Eşitlik”ten kastedilen şey, rızık ve imkânlarda eşitliktir; kaldı ki, bu dar çerçevede dahi mutlak eşitlik söz konusu edilemez.

“Mutlak eşitlik diye bir şey olamaz” eleştirinizi Kuran’a yöneltebilir misiniz?

Ne diyor Fussulet 10:

“Yerin üstüne sarsılmaz dağlar yerleştirdi, orada sayısız nimetler verdi. Geçim vasıtalarını onları arayanlar arasında eşit şekilde paylaştırdı ve bütün bunları dört aşamada yarattı.”

Bu harikulâde ayet ortada dururken, “mutlak eşitlik yok” diye ortaya çıkılabilir mi; Yaratıcı bunu bilmiyor mu ki ayeti böyle düzenlemiş?

Nahl 71 ne diyor:

“Bakın, Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!”

Bu müthiş ayet ortada dururken, “mutlak eşitlik olamaz” diye ortaya çıkılabilir mi?!.

İlk iki çalışmada “mutlak eşitlik”ten söz ettiğimi gördünüz mü? Sosyalizmin “mutlak eşitlik”ten söz ettiğini kim söylemiş! Hastaya, çocuğa, engelliye, yaşlıya, acize, bilimciye ve benzerlerine doğaldır ki farklı davranılacaktır. Kuran’daki bu muazzam emri, “mutlak eşitlik yoktur” diyerek görmezden gelmek doğru mudur?!. Nasıl bitiyor Nahl 71: “Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!”

Eleştiri: Peygambere sosyalizmi isnat etmek büyük günahtır.

Cevap: Bu, “sosyalizm”den ne anladığımızla ilgili bir husus olsa gerek. Marx’ın diyalektik materyalizminden hareket ettiğinizde karşınıza başka bir sosyalizm çıkar, Kuran ayetlerinden hareket ettiğinizde başka… Sosyalizmin Türkçe karşılığı “toplumculuk”tur, Osmanlıca karşılığı ise iştirâkiyye… Allah’ın o muazzez Elçisi toplumcu değil miydi yani?!. Haşr 7’yi tebliğ eden o eşsiz ruhun toplumcu olmadığını kim söyleyebilir, kaldı ki ona eşitlikçi dendiğinde günaha girmek! Olur mu böyle şey! (Haşr, 7: Allah’ın, kentler halkından resulüne zahmetsizce aktardığı mal ve nimetler şunlar içindir: Allah, Peygamber, Peygamberin akrabası, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar. Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. Resil size ne verdiyse onu alın; sizi neden yasakladıysa ona son verin ve Allah’tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.)

Eleştiri: Hz.İsa “İnsan sadece ekmekle yaşamaz” der.

Cevap: Buna ne şüphe!.. İnsan gayet tabii sadece ekmekle yaşamaz. (Bu sözün tamamı şöyledir: “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı’nın ağzından çıkan her sözle yaşar.” İncil/Matta, 3/4)

Yeri gelmişken, Hz.İsa’dan ben de bir alıntı yapayım:

“İsa, ‘Bana neden iyilik hakkında soru soruyorsun?’ dedi. ‘İyi olan yalnız biri var. Yaşama kavuşmak istiyorsan, O’nun buyruklarını yerine getir.’ ‘Hangi buyruklar?’ diye sordu adam. İsa şu karşılığı verdi: ‘Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyceksin, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin ve komşunu kendin gibi seveceksin’ Genç adam, ‘Bunların hepsini yerine getirdim’ dedi. ‘Daha ne eksiğim var?’ İsa ona, ‘Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel beni izle’ dedi. Genç adam bu sözleri işitince üzüntü içinde oradan uzaklaştı. Çünkü çok malı vardı.” (İncil, Matta, 19/19-22)

Ne diyor Hz.İsa:

Git malını sat, parasını yoksullara ver, onlarla eşitlen öyle gel!

Genç adam neden üzüntülü?

Çünkü malı mülkü çok, ama yoksullarla eşit hale gelmekten korktuğu için Peygamberle birlikte gidemiyor.

Sonuç olarak, eleştiriye bütün kalbimle katılıyorum; tabii ki sadece ekmekle yaşanmaz, maneviyat olmadıktan sonra aksırıncaya tıksırıncaya kadar yemek kime ne kazandırır ki! (Milyarlarca yıllık inanılmaz bir serüvende 60-70 yıllık, kısacak, bir anlık bir yaşama sahibiz ve kefenin de cebi yok üstelik!)

Eleştiri: Marx doğru tespitler yapmış olabilir, ama bu onun Müslüman olduğunu göstermez.

Cevap: Aynen katılıyorum. Adam Smith de Müslüman değildi, serbest pazar ekonomisinin yırtıklarını yamamaya çalışan Keynes de…

Eleştiri: Kuran bir bütündür ve bütün hayatı kapsar, onda sadece ekmek ile ilgili ayetler yoktur. Kuran’ı bir bütün olarak ele almak icap eder.

Cevap: Bu eleştiriyi haksız bulduğumu söyleyeceğim. Bu eleştiriye konu olan çalışmalarda ben Kuran’ın sadece ekonomi politikasını irdeliyorum; hiç kuşkusuz Kuran bir bütündür ve tüm hayatı kapsar. Böyle bir çalışmada “Saat yaklaştı, Ay yarıldı.” (Kamer, 1) ayetini anlatsaydım içerik açısından ilgisiz olmaz mıydı?

Eleştiri: Kuran bir nevi meşruiyet aracı olarak görünüyor.

Cevap: Aynen öyle, çünkü Kuran ayetlerini örnek olarak veriyorum ve bundan gurur duyuyorum; aksini söyleyen de Kuran’dan ayetler okumalı. Yukarıda size kuran’dan üç ayet okudum (Fussulet, 10; Nahl, 71; Haşr, 7); bana bunlar kadar net ayetler okuyabilirseniz ve Bakara 278-279’un benim anladığımdan farklı olduğunu kanıtlayabilirseniz söz veriyorum kapitalizmi kabul edeceğim. (Bu iki ayet ribayı -içinde faizi de barındıran haksız ve makul olmayan servet- bırakmayanların Allah’a ve Elçisine savaş açmış olacağını anlatıyor.)

Eleştiri: Tek yol var! İslam ve insan olmak…

Cevap: Buna kimin itirazı olabilir ki! Peki; “İslam ve insan olmak” için Kuran okumak ve o ne diyorsa onu yapmak gerekmez mi? Sizin de katkınızla, şu anda onu yapmaya çalışmıyor muyuz zaten…

Eleştiri: Sosyalist söylemde bence ahiret vurgusu da yapılmalı.

Cevap: Bu eleştiriye katılıyorum. Yakın zamanda “Kübra Bebek” ve daha onlarca çalışmamda bunu yaptım zaten. Ancak, benim çalışmalarım zaten Müslüman olanlar için olduğundan bu vurguya her zaman başvurmuyorum; okur dostların bu önkabulde olduğunu varsayıyorum. Yine de bu eleştiriden yararlanacağıma söz veriyorum.

Eleştiri: Özel mülkiyet yoksa yerine ne koyuyorsunuz?

Cevap: Bu sorunuzun cevabını bundan tam on yıl önce verdim dostum:

“Feodalizmi reddediyorum ve topraksız köylünün topraklandırılmasını talep ediyorum. Bunu yaparken kastettiğim şeyin bir reform değil, düpedüz bir devrim olması gerektiğini özellikle eklemekten de geri kalmıyorum. Toprak ağalarının topraklarının topraksız köylülere ‘bedelsiz’ dağıtılmasını ve toprakların köylüler adına tapuya bağlanmasını talep ediyorum. Bunu yaparken, zengin ya da orta halli köylülerin mallarına veya mülklerine zerre kadar da olsa dokunmayacağıma söz veriyorum.

Herkesin başını sokabileceği, insanca yaşayabileceği, tapusu kendine ait bir konutu olması gerektiğini haykırıyorum; ve bu konutun olduğu yere her türlü altyapıyı devlet eliyle ve bedava götüreceğime söz veriyorum.

Dış ticaretin, büyük sanayinin, banka ve sigorta sektörünün kamulaştırılması gerektiğini ileri sürüyorum; ama bunu yaparken, insanların ticaret yapmasını, kişisel girişimlerde bulunmasını, ortaklıklar kurmasını emgellemeyi düşünmüyorum.

Özel mülkiyeti kesinlikle reddetmiyorum; insanların mülkiyetlerinde bulunan namuslu servetlere kesinlikle karşı olmadığımın bilinmesini istiyorum.

Faizi, paranın para kazanmasını, borsayı, servetin bir tahakküm aracı haline gelişini şiddetle reddediyorum.” (Benzerleriyle Değiştirilenlerin Hikâyesi/Beyan Yayınları/ 2001)

Eleştiri: İslamla ilgili yaklaşımlarınızı neden malla sınırlandırıyorsunuz? Siz Kuran’ı okuduğunuzda orada sadece insanoğlunun bu dünyadaki tek sorunu olarak malı mı görüyorsunuz? Ar, namus, iffet, haya nerede? Söyler misiniz, bir insandan iffet, haya ve namusu çekip aldığınızda geriye ne kalır? Sizin okuduğunuz Kuran bunlar hakkında bir şey demiyor mu? Yoksa siz benim bilmediğim başka bir Kuran mı okuyorsunuz? Bu konularda sizi ciddi bir zaaf içinde görüyorum.

Cevap: İkimiz aynı Kuran’ı okuyoruz dostum! Tek farkımız, yangın çıkan bir evde çoluk çocuğu kurtarmak varken -sanırım- sizin eşyalar için kaygılanıyor oluşunuz! (Bir diğer ihtimal de, benim ekonomik meseleleri abartıyor oluşumdur.) Size aynen katılıyorum; bir insandan iffeti, arı ve hayayı söküp aldığınızda ortada kalan şey sadece gelişmiş bir hayvandan başka bir şey değildir. Bu konuda son sözüm, Özal zamanında, yani küçük amerika olmak için ülkemin gemi azıya aldığı o liberalleşme yıllarında Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı bir tespittir: Özelleştirmelerin ve kuralsız serbest piyasanın uygulanmaya başlamasıyla birlikte, Türkiye’deki vesikalı hayat kadını sayısı % 500 artmış! Neden dersiniz?..

Eleştiri: … Çünkü insanın insanı ezmemesi, sömürmemesi ve zulmetmemesi için insan vicdanını denetleyecek en güçlü motivasyon Kuran’dır. Marksist sosyalizmin en temel açması bu idi. O bir yandan proletarya diktatörlüğü adına insanlık tarihinde benzeri ancak faşizmde görülen bir vahşet ve vicdansızlıkla gerek parti içi mücadelede kendi evlatlarını yemiş, gerekse ateist karakteri ile yönettiği toplumların milli varlıklarını, bağımsızlıklarını, din, tarih ve kültür medeniyetlerini inkâr etmiş ve bu yolla da faşizmden daha fazla kan dökmüştür.

Cevap: İleri sürülenlere tam olarak katılmasam bile, söyleyeceğim şey onların başaramadığı olacaktır; aynen zamanımızdaki Müslümanların İslam’ı başaramadıkları gibi… Bana İslam’ın Kuran’da anlatılan biçimiyle yönetildiği tek bir devlet gösterebilir misiniz? Müslümanların İslamı becerememesinin günahı Kuran’a yüklenebilir mi?!. Bırakın diğer ülkeleri, kendi ülkemizde milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşıyor, milyonlarca kişi işsiz, milyonlarca kişi perişan… Kuran’ın vazettiği din bu mudur?!. Geçenlerde bir özelleştirme ihalesinde 8 milyar dolar sürüldü ortaya; bu parayla Türkiye’nin tüm sağlık sorunları bir anda çözülebilir; bu kalleşlik değilse nedir?!. Marksist sosyalizmin ateist karakterinden bana ne; ben size Kuran’ı anlatmaya çılışıyorum sevgili dostum… Benim önerdiğim sosyalizmin ateizmle ne ilgisi var; sosyalizm ille de ateist olacak diye bir kural mı var? (Kaba bir örnek ama olsun: Halkın büyük çoğunluğu ortodoks olan Moldova’da son genel seçimleri Komünist Parti kazandı, oy oranı % 50.5’ti; bu insanların tümü ateist miydi sizce? Egoma yenik düşme pahasına da olsa, abd haydudunun komşumuz Irak’ta son iki-üç yılda 1 milyondan fazla insan öldürdüğünü söylemeden geçemeyeceğim. Japonya’yı, Kamboçya’yı, Afganistan’ı ve diğerlerini saymıyorum bile!)

Eleştiri: Bence, yazıdaki tespitler muazzam. Fakat sosyalizm ve komünizmin Müslümanların zihninde nasıl yer ettiğini biliyoruz. Bu durumu göz önünde bulundurursak, konunun açıklanması ne kadar detaylı bir şekilde anlatılırsa anlatılsın, anlatılanların içinde bu kelimeler geçtiği takdirde Müslüman zihindeki o algı ortaya çıkıp olumsuz reaksiyona dönüşecektir ne yazık ki. Bu yazıdan yola çıkarak son sözüm şudur: Eşitlik; barış için, huzur için, Müslümanca yaşayabilmek için pek tabii zaruridir.

Cevap: Bu eleştirinin altına imzamı atıyor ve sevgili dostuma teşekkür ediyorum.

Eleştiri: Sosyoekonomik benzerlik dışında hiçbir beşeri yapılanma, uygulama ya da siyasi rejim Kuran’la eş tutulamaz.

Cevap: Aynen katılıyorum… Bırakın hiçbir beşeri yapılanmayı, hiçbir şey Kuran’la eş tutulamaz. Ne var ki, Kuran’ın insanları ekonomik olarak eşitleştirmeci bir sistem emrettiği de akıldan uzak tutulamaz.

Sonuç:

Kuran, rızık ve nimetlerde eşitliği emretmektedir.

(Bu “emir”lere “tavsiye” diyenler yani bu çalışmada konu etmediğim kişiler bunu ya iyiniyetlerinden yapıyorlar, ya da kapitalizme takla attırma peşindeler. Allah izin verirse bir gün onlara da bir cevap yazarız inşallah.)

Yukarıda eleştirilerini verdiğim ve benim gibi düşünmeyen tüm dostlarımı bu konuda (eşitlik) bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.

“Sosyalizm” sözcüğünün bu dostlarımı ittiğinin farkındayım; ama ne yaparsınız ki, daha önce de vurguladığım gibi eşyaya (şeylere) bir isim vermek zorundayız.

Sosyalizm, Kuran’a rağmen bir sistem olmak zorunda değil.

Bu mesele, Kuran’ı nasıl uygulayacağınızla ilgili bir mesele. Geçenlerde bir İslam ülkesinde zina yaptığı iddia edilen iki kişi taşlanarak öldürüldü; Kuran’da recm cezası var mı?!. 13 Şubat 2010’da, yerel televizyonların birinde, bir adam Mehdi olduğunu ve arkasında namaz kıldırmak üzere Hz.İsa’yı beklediğini anlatarak sponsor arıyordu.

Hadi dostlarım; açların, yoksulların feryatlarının arşı inlettiği bugünlerde Kuran’ı bir kez daha okuyalım…

Yoksulların bu çığlıklarını orada göreceksiniz, eminim…

Hadi bu çalışmayı Kasas 5 ile bitirelim:

“Ve biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara nimet ve bağış sunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim.”

10 Şubat 2011 Perşembe

İnsan Olmak

Mikroorganizmalar…

Lahana, turp, akasya ağacı…

Karıncayiyen, çakal, maymun…

Bunların tümü canlı.

En tepede bulanan ise insan.

Mükemmel bir beyin, konuşarak ve yazarak iletişim kurabilme yeteneği, bir çift mükemmel el ve ateşi kullanabilip uygarlık kurma becerisi…

Tüm bunların karşılığı olarak “vicdan” denen o “iç ses” ile kısıtlanış(!) ve “basiret” denen o “görüş” ile sınanış.

xxx xxx xxx

“Ne manyaklar var, değil mi abi!..”

Elli-altmış yaşlarında olmalıydı. Takım elbisesinin üzerine dizlerinin hemen altında biten bir palto giymişti. Patlayan borulardan sızıp küçük bir gölcük oluşturan çamurlu suyun üzerine eğilmiş, elindeki küçük dal parçasıyla suda çırpınan küçük böcekleri ve sinekleri kurtarmaya çalışırken, yanımdaki otopark görevlisiyle onu izlediğimizden habersizdi. Paltosunu kucağına kadar sıyırmıştı, ama ayakkabılarını ve pantolonunun paçasını çamurlanmaktan kurtaramamıştı.

“Ne manyaklar var, değil mi abi!..”

Otopark görevlisine bakıp belli belirsiz tebessüm etmekle yetinmiştim; çünkü ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

xxx xxx xxx

Merhamet…

“Şefkat gösterme, acıma, birini esirgeme”, sözlük böyle tarif ediyor; acıyarak ve esirgeyerek sevme yani…

Sanırım önşart bu; çünkü içine üflenen “Nefes” bunu zorunlu kılıyor; zira o “Nefes” de bundan müteşekkil.

Önce merhamet…

Bildiğimiz kadarıyla, milyonlarca canlı türü içinde bunu ziyadesiyle başarabilme potansiyeline sahip tek tür.

“Vicdan” ve ondan kaynaklanan “merhamet” yoksa, “insan” da yok…

xxx xxx xxx

“Senin kafan karışık, sen rotanı kaybetmişsin!..”

xxx xxx xxx

Bana bunları düşündürten şey, bir dostun yukarıdaki ithamı oldu.

“Senin kafan karışık, sen rotanı kaybetmişsin!..”

Sanırım haklı bu dost…

Kafam karışık ve rotamı kaybetmişim gerçekten…

Ama bir ihtimal daha var:

Ya bu kafa karışıklığı iyi bir şeyse; ya rotayı kaybetmek, aslında zalimlerle aynı istikamete gitmemekle eş anlamlıysa…

xxx xxx xxx

Rota ne?

Paylaşmaya yanaşmayan insanoğlunun Arz’ı durdurulamaz bir biçimde felakete sürüklemesi…

Kıyımlar, yıkımlar, katliamlar, mahvedilen çevre, tükenen-kirlenen doğal kaynaklar, çölleşen ormanlık alanlar…

Bir tarafta, muazzam boyutlarda olduğu için har vurulup harman savrulan değerler; diğer tarafta, yokluk içinde inim inim inleyen milyonlar…

Geçenlerde gazeteler yazdı:

İki Arap şeyhi, üreticilere iki adet saat siparişi vermiş; her biri 16 milyon Yuro… Tek bir saat 16 milyon Yuro.

Ama üç yüz milyonluk Arap dünyasının hali ortada işte. Tunus’ta kendini yakan üniversite mezunu bir işsizin tetiklediği olaylar ortada… İnsanlar ellerinde ekmeklerle gösteri yapıyorlar.

Geçen gün açlıktan ölen Kübra bebek gözlerini gözlerime dikmiş, acınası aczimden dolayı tahakküm eden bakışlarla süzüyor beni!

Ülkemi “dönüştüren” abd emperyalizminin ellerini ovuştururken çıkardığı ses kulaklarımda yankılanıyor!

Kafam karmakarışık…

xxx xxx xxx

İçindeki “o Nefes”i söküp attığınızda insan vicdansız bir hayvana dönüşüyor ve kaçınılmaz bir biçimde o malum rotaya yöneliyor; nedir o rota?

İnsanın insana kulluğa mahkûmiyeti ve yozlaşmışlık içinde mahvoluş!

Reddediyorum!

Bu kadar net!

Reddediyorum!

xxx xxx xxx

“Senin kafan karışmış, sen rotanı kaybetmişsin!”

Haklısın ciğerim.

Şükürler olsun ki haklısın…

Lahana, turp, karıncayiyen ve maymun…

Ve ayakkabıları ile pantolonunun paçası çamurlanan adam.

Haklısın ciğerim.

Şükürler olsun ki haklısın…

Kuran ve Sosyalizm

“’Müslümanım’ yetmiyor mu da ille de ‘sosyalistim’ diye vurguluyorsun?!.”

Kuran’la tanıştıktan sonra aldığım eleştirilerin başında bu geliyor.

Yazdığım kitaplara, makalelere, dostlarımla sohbetlerime damgasını vuran hep bu eleştiri.

“Müslümanım yetmiyor mu?!.”

(Sorunun sonundaki ünlem işaretine dikkatinizi çekerim; çünkü sadece bir soru değil bu, sitemi de bağrında taşıyor.)

Çok net cevap vereceğim:

Yetmiyor…

Neden biliyor musunuz?

Çünkü AKP’li dostlarım da “Müslümanız” diyorlar-ki hiç kuşkusuz öyleler-, Suudi Arabistan Kralı da “Müslümanım” diyor, CHP’li dostlarım da “Müslümanız” diyorlar -ki hiç kuşkusuz onlar da Müslüman-; bunu böyle uzatmak mümkün…

Hepimiz Müslümanız; ama söz konusu olan şey Kuran’ın ekonomi politiği olduğunda hepimiz farklı şeyler anlıyoruz. (Ben kimseden daha iyi Müslüman olduğumu falan iddia etmiyorum, böyle saçma bir şey nasıl iddia edilebilir ki; benim iddiam, Kuran’ın ekonomi politiğinin sosyalizmi öngördüğü. Neden “sosyalizm” peki; çünkü lisan yoluyla anlaşabilmek için eşyaya bir isim koymak zorundasınız da ondan.)

(Kuran’da tüm bilimlerden pasajlar mevcut; tıp, sosyoloji, psikoloji, astronomi, felsefe, kimya, hukuk… “Ben hukukçuyum” veya “Ben tıp doktoruyum” diyen adama, “Müslümanım yetmiyor mu?” diye soruyor musunuz?)

xxx xxx xxx

Sosyalistlerin veya komünistlerin içinde ateistler yok mu?

Var!

Peki, kapitalistlerin içinde şirk koşanlar yok mu?

Tonlarca…

Kuran’ı doğru anlıyorsam, ateizm ile şirk karşılaştırıldığında ortaya çıkan şey, şirkin çok daha büyük bir günah olduğu.

Şu bildirime bakar mısınız:

“Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, onun dışında kalanı dilediği kişi için affeder.” (Nisa, 48)

Allah’ın bu sözlerinden, Yaratıcı öyle uygun görürse ateizmin affedilebileceğini anlıyoruz; ama aynı şeyi şirk için söylemek mümkün değil, çünkü bildirim üzerinde tartışılmaya gerek kalmayacak kadar açık:

“Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez.”

İlle de bir şey yapmak geliyorsa içinden, insan ateist olduğunu düşündüğü sosyalist dostlarına Kuran’ı anlatır; gerisi bu tebliğe muhatap olanla Allah arasındadır.

(“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!” Yunus, 99)

xxx xxx xxx

Şu anda bu çalışmanın can alıcı noktasındayız:

Müslüman kardeşlerimin bana göre ortak hatası sosyalizmi Marx’ın babasının malı sanmaları!..

Marx yaşamış en büyük dehalardan biri; buna kuşku yok.

İyi de, Ebuzer marksist miydi?

İlk defa duyacağınız bir üslupla soracağım; Kuran marksist mi?!.

Daha ileri gideceğim:

Hiç ilgisi yok, ama varsayalım ki sosyalizm Marx’ın babasının malı; ne olmuş?!.

Edison Müslüman değildi, Graham Bell de; bu böyle diye ampulü ve telefonu kullanmayacak mıyız yani!

Ama temel meseleyi bir kez daha hatırlamak gerek:

Marx daha anasının rahmine düşmeden yüzlerce yıl önce İslam tefekküründe -bugünkü dille- sosyalizm denebilecek hareket çoktan derinleşmişti bile.

xxx xxx xxx

Konu öyle derin ki, bu kısa çalışmada küçük küçük hatırlatmalarla idare etmekten başka çare yok.

“O halde, Allah Kuran’da neden açık açık “sosyalizmi kurun” diye emretmedi?”

Emretti ciğerim, emretti…

Bakın ilk bakışta çok ilgisiz gibi gelebilecek iki ayet:

“Küfre sapanlar sakın öne geçtiklerini düşünmesinler. Onlar bizi aciz bırakamazlar. Onlara karşı, gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın. Ordugâhlarda atlar besleyin. …” (Enfal, 59-60)

Bu ayetin hükmü geçti mi peki?

Hayır tabii!

Bu ayetin hükmü tüm geçerliliği ile sürüyor, ama bugünkü dille okuduğunuzda amerikan emperyalizmi ile mücadelede ordugâhlarda uçaklar, tanklar, füzeler bulundurmak anlamına geliyor

Aynen bunun gibi, henüz bildiğimiz anlamda devletlerin bile bulunmadığı, kapitalizmin esamesinin okunmadığı, bilinen anlamıyla serbest pazar ekonomisinin bulunmadığı günlerde inen Kuran ayetleri bugünkü dille okunduğunda ortaya çıkan şey, ekonomik olarak emredilen şeyin sosyalizm olduğudur.

Küçük bir fikir vermesi açısından naklettiğim bu çok kaba örneğe rağmen, ilk sözlerimde tüm kararlılığımla ısrar edeceğim:

Kuran, sosyalizmi emretmektedir!

xxx xxx xxx

Tam yeri…

Sosyalizm nedir?

Diyalektik materyalizmi, proleterya diktatörlüğünü, işçi mi yapar köylü mü meselesini, tek tek ülkelerde mi yoksa tüm dünyada birden mi tartışmasını, Lenin mi Mao mu konjonktürel ayrıntısını, üretim araçları tamamen devletin tekelinde mi olacak yoksa istihdam yaratması şartıyla birtakım girişimcilere de imkân tanınacak mı gibi “teferruat”ı bir kenara bırakalım; bunlar uzun meseleler.

Bunlar “teferruat”…

Yer dar, zaman kısa…

“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar”…

Sosyalizm/komünizm bu işte.

Gerisi “teferruat”…

Servet belirli ellerde mi toplanacak, tabana mı yayılacak; soru bu işte!

Müslüman kardeşlerim hemen hüküm vermesinler, çünkü tam şu anda Allah devreye girecek; bakın ne diyor:

“… Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. …” (Haşr, 7)

Soru neydi; servet, kapitalizmin öngördüğü biçimde belirli ellerde mi toplanacak, yoksa sosyalizmin öngördüğü biçimde tabana mı yayılacak?

Yukarıdaki Allah sözlerini (Haşr, 7) bir kez daha okuyun şimdi:

“… Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. …”



xxx xxx xxx

“Bağımsız dostum” sosyalizmi kastederek, “Buna Kuran’da hangi ayeti delil gösterebilmek mümkündür?” diye soruyor.

“Akıl” için en az yüz tane ayet; “İhtiyaçtan artan/sahip olunanlar” için Bakara 219, Haşr 7, Hud 87, Adiyat 8… Hangisi sayacağını şaşırıyor insan. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Benim naçiz tespitlerime göre, malın kötülenmesi, servet tutkusunun aşağılanması, infak, zekât, sadaka vb. en az 244 ayette geçiyor. (Arapça bilmiyorum; bu tespiti meallerden yapıyorum.)

Çok kısa geçiyorum.

Sosyalizmin en belirgin talebi olan “eşitlik” meselesi Kuran’da o denli açık ki, üzerinde tartışma dahi yapılamaz!

Sosyalistleri nasıl eleştiriyor bazı kardeşlerim; “eşitlik de neymiş, Allah isteseydi hepimizi eşit yaratamaz mıydı?”

“Eşitlik”in sosyalizmin en belirgin talebi olduğundan kimsenin kuşkusu olmamalı; aksi taktirde bu tartışma bir yere varamaz zaten.

Eşitlik!..

“Eşitlik” isteyenleri komünist olmakla suçlayanlar -bu ne biçim suçlamaysa- Nahl 71. ayeti duyduklarında zangır zangır titriyorlar.

Bakın Allah ne diyor:

“Bakın, Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden üstün kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?”

Allah, sözlerini nasıl bitiriyor; Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?

Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!

Kim bunlar?

“Eşit oluruz, eşit hale geliriz” endişesiyle rızıklarını/mallarını/servetlerini bölüşmeye yanaşmayan zenginler!

Allah’ın daha açık nasıl söylemesini istiyoruz ki!

Bir soru da benden:

Allah isteseydi bizi günde beş kere namaz kılacak biçimde programlayamaz mıydı; bunu neden bizim özgür irademize bıraktı?

Aynı şey!

Deneme ciğerim, deneme!..

xxx xxx xxx

Şimdi birtakım sahtekârların maskelerini indirmenin zamanı!

Bugüne kadar hep sosyalizmi tartıştık durduk; peki be sevgili kardeşlerim kapitalizm denen zulüm düzenini neden hiç tartışmıyoruz?!.

Bakın Üstad ne diyor:

“Bu hususta İslamla liberalizm arasında ortaya çıkabilecek belki en ciddi gerilim faizin meşruluğu sorunuyla ilgilidir. Piyasa ekonomisinin, üretim faktörlerinden birinin karşılığı olan faizi esas itibariyle meşru bir kazanç olarak gördüğü malumdur.” (Mustafa Erdoğan/Liberal Toplum-Liberal Siyaset/Siyasal Kitabevi, 1998)

Alıntı yaptığımız Üstad bir tespiti seriyor ortaya; ne diyor?

Kapitalizm fazi “meşru bir kazanç” olarak görür…

Bundan açık bir tespit olabilir mi?

Kapitalizme göre “faiz” piyasanın üretim faktörlerinden biridir ve “meşru bir kazanç”tır!

Şimdi sıkıdurun:

278- Ey iman edenler! Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Eğer gerçekten iman etmişlerdenseniz faizi terk edin.

279- Eğer terk etmezseniz, bilin ki, Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açmış olursunuz. …

İşte size Bakara Suresi’nden iki ayet art arda…

Faizi bırakmazsanız, bilin ki, Allah’a ve Elçisi’ne savaş açmış olursunuz!

Hoca ne diyordu?

Kapitalizme göre faiz meşru bir kazançtır.

Allah ne diyor peki?

Kapitalizmin meşru olarak gördüğü faizi terk etmezseniz Bana ve Elçi’me savaş açmış olursunuz!

(Bu ayette “harb” yani “savaş” sözcüğü özellikle kullanılıyor; bildiğiniz “harp” yani!)

Karar sizindir…

Allah’a ve Elçisi’ne harp açmak ister misiniz?

xxx xxx xxx

Hadi madde madde ve çok kısaca üzerinden geçelim:

1) Kapitalizm, “insan”a rağmendir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

2) Kapitalizm “akıl”a rağmendir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

3) Kapitalizm, “ihtiyaçtan artanı” dağıtmamakta, hatta dağıtılmasını engellemektedir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

4) Kapitalizm “eşitlik”e karşıdır; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

5) Kapitalizm “zalime karşı mücadele” etmemektedir, çünkü bizzat kendisi zalimdir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

6) Kapitalizm, “gönül gözü/kalp gözü” ile görememekte, hatta görebilecek olanları da engellemektedir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

7) Kapitalizm “Tek İlah Allah”ı riyakâr biçimde reddetmekte, Allah’a ortak koşmakta, adeta yeni bir din icat ederek Kuran ile savaşmaktadır; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

xxx xxx xxx

Çalışma uzadı; -bu konuya sonra dönem dönem devam etmek üzere- artık bitirelim mi?

xxx xxx xxx

Arkadaş!

Kapitalizmi, sosyalizmi, komünizmi, faşizmi, her ne isim veriliyorsa tüm sistemleri bir kenara bırakın gözünüzü seveyim!

Açlıktan ölen bebeklerin bulunduğu bir ülkede, on yedi tane lüks arabası olanlar, milyar dolarları olanlar, haksız kazanç şımarıkları, sonradan görmeler, servetleriyle böbürlenenler, fakire fukaraya merhamet gösteriyormuş gibi yapanlar kanıma dokunuyor.

Yeni dostum “Bağımsız”; dün öğlene doğru benim yaşlarımda bir adam, mahcup bir beden diliyle caddedeki çöp tenekelerini karıştırıyordu; bir dostumun cenazesine gidiyordum ve aynı saatlerde “başka bir dostum” rızık bulmak umuduyla çöp tenekelerini karıştırıyordu! (Derse bakın: Bir tarafta ölüm gibi bir gerçek, diğer tarafta rızık bulmak umuduyla çöp tenekelerini karıştıran benim yaşlarımda bir adam!)

Türkiye gibi cennet bir ülkede 30 milyon kişi açlık sınırında yaşıyor, 10 milyon kişi zaten aç!

Allah’ın bu kadar cömert davrandığı bir ülkede 8 milyon işsiz olur mu kardeşim!

Kanıma dokunuyor!

Kanıma dokunuyor!

Ne diyor Enam 104:

“Bakın, Rabbinizden size birçok deliller geldi. Artık kim vicdanının sesine kulak verirse kendi lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir.”

Bu vicdansızlık kanıma dokunuyor!

Kapitalizmin “vicdan” gibi bir kaygısı yok!

Mesele bundan ibarettir!..