19 Ekim 2010 Salı

Rüya I

Bir gün bitecek.

Uyanacağım.

Güzel tarafları yok değil; ama büyük kısmı, çok büyük kısmı, hep kabûs gibi.

Adaletsizlik, eşitsizlik, ikiyüzlülük, yalan dolan, cahillik, merhametsizlik…

Kibir… Salakça, sersemce, dangalakça…

Aptallık.

Özellikle aptallık…

xxx xxx xxx

Rivayet muhtelif…

“Rüyanı kendin oluşturuyorsun, bunu yaratan sensin!”, meselâ; “Bunu yaşamak zorunda değilsin!”

Bu daha da kötü!

Bilinç, yalanlardan oluşturulmuş sahte bir rüya yaratacaksa ve tüm bu olumsuzlukları görmezden gelerek kahpe bir bencillik sergileyecekse…

Ne kötü!

xxx xxx xxx

Bunca kahrın bir hikmeti olmalı.

“Tekâmül”ün bir gereği, meselâ; “deneme”nin, “imtihan”ın.

O zaman amenna…

xxx xxx xxx

İçine Tanrı’nın Nefesi üflenmiş yaratık, adaletsizlikten, kibirden, vahşetten, merhametsizlikten, aptalıktan, bencillikten ibaret olamaz!

Bir giz, bir sır, bir “gayb” olmalı.

Birden fazla rüya mesela.

Henüz fark edemediğim, ama aslında aynı “an”da görüp durduğum birden fazla, belki sonsuz bir rüyalar silsilesi.

Biri öyle, biri böyle, diğeri şöyle…

Ve toplamında sınırsız bir tekâmül…

xxx xxx xxx

Bir gün uyanacağım.

Bunu ummuyorum.

“Biliyorum” çünkü!

xxx xxx xxx

Yine de…

Kâbuslarla bezeli bu rüyaya “muhalefet şerhi” koymaktan kendimi alamıyorum.

Bunca kahır şart mı, mesela…

“Özgür irade” olmalı bu!

Belki de “insanca aptallığın” bir tezahürü.

Veya “henüz” yetersizliğin.

Bilmiyorum…

Tek bildiğim, bu rüyanın yorduğu, tükettiği…

xxx xxx xxx

Uyanmak istiyorum…

Aslında en ilginci de bu herhalde.

Uyanacağımı biliyorum…

Herkesin uyanacağını da.

Tabii, “herkes” diye bir şey “gerçekten” varsa…

xxx xxx xxx

Gerçek?

Ne zor bir soru.

Ne kadar zor…

15 Ekim 2010 Cuma

Sodom’a İnen Melekleri Anlamak İstiyorum

Bu çalışma bir suç unsuru oluşturur mu bilmiyorum.

Gazeteci değilim.

“Basın yayın ilkeleri” veya her ne deniyorsa, bu konudan anlamam.


xxx xxx xxx

7 Ekim 2010.

İzmir, Bornova.

Merhametli büfecinin, işyerinin önünde bir karton kutu içinde bakımını üstlendiği küçük kedi uyuyor. Hava soğuk olmalı veya etraf tehlikeli, bilmiyorum; mukavva kutuya sığınmış, büfeci karnını doyurmuş olmalı, uyuyor çünkü.

Beş genç adam geliyor.

Tipik lumpen burjuva görünümlü beş erkek.

Mukavva kutuyu devirip küçük kediyi uyandırıyorlar.

Bu Sodomlulara şaşkın şaşkın bakıyor, Allah’ın bu nadide yaratığı.

O şaşkınlık içinde, belki de büfeci gibilerdir, diye düşünüyor olsa gerek; yemek mi verecekler, ne!

Sonra gözü iriyarı olanın tasmasından tuttuğu köpeğe takılıyor.

Canavar gibi bir şey.

Yanılıyor tabii.

Köpek saldırmak istemeyince, o beş kişiden iriyarı olanı kediye müthiş bir tekme atıyor. (O kadar hızlı vuruyor ki, dengesini kaybedip kendi de yere düşüyor.)

Muhtemelen çenesi kırılan kedi, o iriyarı olanı dehşet dolu gözlerle süzerken, o Sodomlu bir tekme daha atıyor, korknuç bir tekme (O 80 kilo, kedi 3 kilo).

Kedi tam anlamıyla sersemlemiş durumda, kaçmayı dahi beceremiyor.

İriyarı olanı, kedinin başına ve karnına basıyor bu kez.

Basıyor, tabanıyla vuruyor, vuruyor, vuruyor…

Kedi kan revan içinde.

Ölüyor…

Sığındığı mukavva kutu içinde karnı tok olarak biraz önce uyumakta olan masum kedi, iki-üç dakika içinde linç edilerek öldürülüyor…


xxx xxx xxx

Şu anda kendimi, Hz.İbrahim’le görüştükten sonra Hz.Lut’u ziyarete giden “semavi elçiler” gibi hissediyorum. Onlar üç kişiydiler, ben tek başımayım. Onlar “elçi” oldukları için merhametliydiler ve pazarlık etmeyi kabul etmişlerdi; Sodom’da kaç “iyi insan” olduğuna dair pazarlık ediyorlardı. Yeteri kadar iyi insan varsa, Allah’tan aldıkları inisiyatif doğrultusunda tavır koyacaklar, belki de görevi iptal edeceklerdi.

Ben sıradan bir adamım; pazarlığa açık değilim!

xxx xxx xxx

Sıkıştığımda ben de herkes gibi dua ederim.

Yine sıkıştım.

Yine dua ediyorum.

xxx xxx xxx

Fatiha’yı okurken ne diyoruz:

“Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Dosdoğru yola ilet bizi. Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin, karanlık ve şaşkınlığa saplanmamışların yoluna…”

Bu kez sadece 5. ayet üzerinde ısrar ediyorum.

“Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.”

Diğer ayetleri okumuyorum bu kez.

Günaha girmeye razıyım!

Sadece 5. ayeti tekrarlayıp duruyorum.

Yardıma ihtiyacım var çünkü…

xxx xxx xxx

“Yanız senden yardım dileriz” sözünü özellikle vurguluyorum.

Allah’ın yardımına ihtiyacım var çünkü.

O beş kişiyi istiyorum.

Özellikle o iriyarı olanı.

Şu anda derin bir tevekkül içindeyim.

Sadece dua ediyorum ve ağlıyorum.

xxx xxx xxx

Nasıl olur, ne zaman olur, ne şekilde olur, burada mı olur, “orada” mı olur, bilmiyorum; sadece tevekkül içinde dua ediyor ve ağlıyorum.

O beş kişiyi istiyorum.

Özellikle o iriyarı olanı…

xxx xxx xxx

Günaha girmeye razıyım!

3. ayet nasıldı:

“Rahman’dır, Rahim’dir O.”

Buna güveniyorum.

xxx xxx xxx

Pazarlığa kapalıyım.

O beş kişiyi istiyorum.

Özellikle o iriyarı olanı…

xxx xxx xxx

Sodom’un üzerine kükürt yağmıştı biliyorsunuz!

O iki elçi o gün neler hissetmişti…

Bunu merak ediyorum; o iki elçi o gün neler hissetmişti…

xxx xxx xxx

Bunu anlamak için…

Gözlerinin içine bakmak istiyorum.

Özellikle o iriyarı olanın…

13 Ekim 2010 Çarşamba

KURAN’I ANLAMAK

Kuran’ı en iyi kim anlatabilir?

Önemli bir konu.

Ama cevapsız kalmaya mahkûm gibi.

Oysa değil!

xxx xxx xxx

Yaşam, Kuran’ı anlamak için insanlara sayısız fırsatlar sunar.

Servete ve güce tapan muktedirlerin kahrolası hırsları nedeniyle, çoluk çocuğunuzu dünya nimetlerinden yeteri kadar yararlandıramadığınızı mı düşünüyorsunuz?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

Servete ve güce tapan muktedirlerin kahrolası hırsları nedeniyle merhametin insanlık sahnesinden kovulduğunu, vicdanlardan silinip atıldığını, yürürlükten kaldırıldığını hissediyor; ama bunu düzeltmek için ne yapmak gerektiğini mi bilemiyorsunuz?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

Servete ve güce tapan kahrolası muktedirlerin o kahrolası hırsları nedeniyle, insanların sınıflara, kastlara, kategorilere ayrıldığını ve bu yolla emeklerinin, alınterlerinin, tüm hayatlarının çalındığını hissediyor; ama bunu düzeltmek için ne yapmak gerektiğini mi bilemiyorsunuz?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

Servete ve güce tapan kahrolası kodomanların o kahrolası hırslarını uygulamaya koymak için kiraladıkları/satın aldıkları/ruhlarına ipotek koydukları kimi insanların -içlerinde siz olmasanız dahi- kimi insanları ezdiğini, sömürdüğünü, aşağıladığını, insan yerine bile koymadığını hissediyor, buna isyan ediyor; ama bu eşitsizliği gidermek, bu isyanınızı sonuca dönüştürmek, bu kahrolası kodomanlara ve onların kahrolası uşaklarına dur demek için ne yapmak gerektiğini mi bilemiyorsunuz?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

Dinle minle hiç ilginiz olmadığı halde, sırf insan olduğunuz için bu ahlâksızlığa karşı bir şeyler yapmak istiyor; ama ne yapmak gerektiğini mi bilemiyorsunuz?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

Komünist, faşist, ateist, kapitalist, bilmemneist, Müslüman, Hristiyan, Musevi… Hiç önemi yok! Mazlumun çektiklerini görüp de zalime karşı, “Nedir ulan bu haksızlık, bu adaletsizlik, bu terbiyesizlik!” diye bağırıp çağırmak istiyor; ama bunu hangi yolla yapacağınızı mı bilemiyorsunuz?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

Kadın veya erkek, ne değişir ki; “insan” mısınız?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

Arasıra gökyüzüne, tabiata, hayvanlara, bitkilere bakıp da Yaratıcı’nın gerçekten ne kadar büyük olduğunu düşünüyor; mistik bir ürpertiyle tüm bunları yaratan Güç’ü aklınızdan geçiriyor; ama O’na nasıl daha çok yaklaşabileceğinizi mi bilemiyorsunuz?

O halde, siz Kuran’ı anlamaya en yatkın adaylardansınız!

xxx xxx xxx

Tamam da, yukarıdaki soru hâlâ cevaplanmış değil:

Kuran’ı en iyi kim anlatabilir?

xxx xxx xxx

Acizane tespitim, Kuran’ı en iyi Kuran’ın anlatabileceğidir.

Kuran’ı en iyi anlatabilecek şey, Kuran’ın kendisidir…

xxx xxx xxx

Kuran’ı anlamak için Arapça bilmek şart mıdır?

Asla!

Keşke bilinse, çok daha iyi olur tabii; ama asla şart değildir.

Kapitalizmi, Adam Smith’i anlamak için İngilizce, Gaelce veya İskoçça mı öğreniyoruz!

xxx xxx xxx

Yaşar Nuri öztürk.

R.İhsan Eliaçık.

Muhammed Esed.

Muhammed Hamidullah.

İşte size dört farklı bilgin, dört farklı karakter, dört farklı bakış açısı…

Hepsinin meali Türkçe.

xxx xxx xxx

Ne diyor Kuran:

“Onu toplamak ve okumak bize düşer. O halde biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır.” (Kıyamet 17-19)

“Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır.”

xxx xxx xxx

Arapça öğrenmek herkes için kolay değil, bu bir uzmanlık alanı; üstelik bugünkü Arapçayı bilmek de yetmiyor; kelimelerin, isimlerin, kavramların Kuran’ın indiği tarihlerdeki anlamlarını, “bazen” ayetlerin iniş nedenini bilmek gerekiyor.

Allah razı olsun; bilginler Türkçe’ye çevirmişler işte.

Türkçe okuma yazma biliyor musunuz; tamamdır bu iş…

xxx xxx xxx

Tefsir okumak fena mı yani!

Fena olur mu! Bu işin meraklısı bunu yapıyor zaten, yetmiyor, yetmiş tane de kitap okuyor; ama şart değil. (Zaman yok; kahrolası muktedirlerin kahrolası güç ve servet hırsları nedeniyle o kadar çok çalışıyoruz ki, hiçbir şeye zaman kalmıyor. Bir de buna kapitalizmin “zaman harcatmadaki ustalığı”nı ekleyin: Alış veriş, yozlaşmış siyaset, televizyon, sinema, futbol, cep telefonu, internet… (Bakın bana kızdınız hemen; ben bile kendime kızdım.)

Ahmet efendi bunu demiş, Hüseyin efendi şunu eklemiş, Nizamettin efendi şöyle söylemiş…

Zaten bir şeyi karmaşıklaştırmak uzmanların işi değil mi!

Onlar kendi aralarında tartışsınlar. (Bu iyi bir şeydir.)

Boşverin.

Kuran söylesin size…

Çok açık söyleyecek.

Anlayacaksınız, emin olun…

xxx xxx xxx

“E, bazı ayetler anlaşılamıyor…”

Zamanı gelmemiştir, merak etmeyin; anlaşılması gerektiğinde anlaşılır.

Ne diyor:

“Bir Kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra ayrıntılaştırılıp açıklanmış.” (Hûd, 1)

Ayrıntılaştırılıp açıklanmış…

Bunu kendisi söylüyor!

xxx xxx xxx

“Bakın, Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Nahl/Balarası, 71)

“Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!”

Ben çok kolay anladım.

Ya siz?

xxx xxx xxx

Okuyun; bana hak vereceksiniz dostlarım.

Şu hazrete, bu mazrete mahkûm değiliz.

Allah bize kafidir, emin olun.

Bunu da kendisi söylüyor çünkü… (Zümer, 36)

xxx xxx xxx

Son bir uyarı:

İsyankâr olursunuz!

Muktedir kuktedir dinlemez, bütün zalimleri karşınıza alırsınız!

Sonra kızarlar size.

Benden söylemesi…

xxx xxx xxx

“Merhamet” sevgili dostlarım, “merhamet”…

Bu Kitap böyle başlıyor işte!

Tüm dünya dillerinde bundan daha kutsal bir kelime var mı?

Merhamet…

Bu Kitap böyle başlıyor işte…

Fakir fukaranın, ezilmişin, yoksulun, boynu büküğün, isyankârın, vicdan ve merhamet sahibi herkesin Kitabı…

Hadi benim kuşağıma, bizim kültürümüze hitap eden sözlerle bitirelim bu çalışmayı:

Diğer tüm muhteşem “göstergelerin/ayetlerin” yanısıra…

“Delikanlılığın, yiğitliğin, erkekliğin/kadınlığın” kanununu yazan Kitap!

Kabadayılığın!..

Biz bu Kitaba boşuna mı aşık olduk be!..

7 Ekim 2010 Perşembe

Çığlık

Geceler boyu süren o yürek burkan çığlığı Siyahbeyaz atıyor sanıyordunuz, değil mi!

Konforunuzu bozacak endişesiyle annesinden koparıp o çalıların arasına atıp kurtulduğunuz o bir avuçluk Siyahbeyaz.

Daha doğrudürüst bir ismi bile yoktu; şimdilik, “Siyahbeyaz”dı sadece.

O “çığlık” ondan geliyor zannediyor, beş para etmez sözde vicdanınızı sürekli olarak didikleyip durduğu için kızıyordunuz ona.

Bir gün anlayacağınızı umarak size güvenmeyi seçmiştim ben de.

Yuh olsun bana!

Siz, gecekondusu yıkılırken, çolukçocuk ortada kalacağını bildiği için zabıtalara umutsuzca saldırırken aynen Siyahbeyaz gibi çırpınan o kadının ve çocuklarının çığlığının da onlardan çıktığını sanıyordunuz.

Oysa “herkes güzel bir evde yaşamayı hak ediyordu!” bu ükede; değil mi!

TOKİ’den arsayı kapan işadamınız bu palavraları sıkarken, öyle hayran hayran dinliyor, takdir ediyordunuz onu…

“Herkes”ti, değil mi!

Bugün uzatmayacağım!

O çığlığı atan ne Siyahbeyaz’dı, ne de gecekondusu yıkılan o kadının sokaklarda aç sabahlayan çocukları ve benzerleri!

O çığlığı “Kuran” atıyordu!

Levhi Mahfuz’dan geliyordu o çığlık!

Yuh olsun bana ki, kapitalist merhametsizlerden çoktan vazgeçmeme rağmen, namazlarınıza bakarak bu çığlığı duyacağınızı umut etmekten, size güvenmeye devam etmekten vazgeçmedim!

Gecekondusu yıkılan o anne ve çocukları şu anda nerede bilmiyorum, ama bir avuçluk o Siyahbeyaz, o kalleş kaldırımın kenarında, o kalleş araba tarafından parçalanmış biçimde, kan içinde yatıyor!

Size hep güvenmiştim!

Bir gün bu “çığlığı” duyacak; “emanet”e sahip çıkmak gerektiğini hatırlayacak, mal ve servetlerin Allah’ın kulları arasında adeletli dağıtılması gerektiğini kavrayacaktınız!

Oysa siz, servet arzusuyla kaskatı kesilmiş olan muktedirlerin ve Müslüman taklidi yapan cahiliye devri müşriklerinin yanında saf tutmayı seçtiniz!

Bugün size ne Kuran’dan ayet var, ne komünist hatırlatmalar!

Bugün size sadece “yuh olsun bana!” var!

Bugün size sadece nefret var!

Adalet ve eşitliğın sağlanması konusunda bunca yıl bir arpa boyu yol alamadığım için, elimden sünepe bir biçimde ağlamaktan başka bir şey gelmediği için kendime duyduğum nefret…

Yuh olsun bana!

İstanbul’a 13.000 kişilik cami yapıyorsunuz, ha!

Üç beş kuruş daha harcayıp, duvarlarını ve pencerelerini ses geçirmez yapın!

“Çığlık” hiç giremesin içeri.

6 Ekim 2010 Çarşamba

“Hayvanlar Günü” Ağırıma Gidiyor

Havyanları koruma amaçlı dernekler, Hollanda’nın Lahey şehrinde 1931’de toplanarak 4 Ekim’i “Hayvanları Koruma Günü” ilan etmişler.

Ağırıma gidiyor…

“Gâvur” diye nitelediğimiz merhamet sahibi insanların gösterdiği bu duyarlılığı onlara mı bırakmalıydık!

Deve, sivrisinek, katır, buzağı, inek, yılan, çekirge, eşek, balina, domuz, at, kurt, sinek, bıldırcın, koyun, kurbağa, örümcek, karga, kelebek, fil, maymun, aslan, bit/kene, köpek, keçi, karınca, arı, kuş…

Kuran’da geçen hayvanlar bunlar.

İsimleri Surelere verilenler bile var:

İnek (Bakara Buresi), arı/balarası (Nahl Suresi), örümcek (Ankebut Suresi), karınca (Neml Suresi), fil (Fil Suresi)…

Yazmaktan özel bir zevk aldığım için, yazmaktan gurur duyduğum için sık sık yazıyorum:

Kuran, “Hep merhametli, çok merhametli Allah’ın Adıyla” diye başlıyor (Bismillahirrahmanirrahim).

(Beyan Yayınları/Aziz Kur’an/Çeviri Ve Açıklama/Muhammed Hamidullah/2000/Türkçe’ye çevirenler: Yrd.Doç.Dr. Abdülaziz Hatip-Mahmut Kanık.)

R.İhsan Eliaçık, “Besmele”yi, “Sevgi Ve Merhameti Sonsuz Allah’ın Adıyla” diye meallendiriyor.

Yaşar Nuri Öztürk, “Rahman Ve Rahîm Allah’ın Adıyla” diye…

“Rahîm”; “çok şefkatli, merhametli, saygılı” anlamlarını ihtiva ediyor.

“Rahmân” ise; “çok seven, sevgi ile dopdolu” anlamında. (Eliaçık)

Hepsinin temelinde “merhamet” var.

Merhamet…


xxx xxx xxx

Yaşamım boyunca zulme karşı olmayı düstur edindim; bazen başardım bunu, çoğu kere başarısız oldum.

Şöyle bir düşünüyorum da, genellikle hüsranla biten bu mücadelelerimde, hınçla savaştığım şeylerin başında hep hükümetler ve hayvan düşmanları olmuş.

Ne acı!

Emperyalizmi bir kenera bırakacak olursak, yaşamımın tamamına yakınında hükümetlerle ve hayvan düşmanlarıyla kapışmışım.

İşin acı tarafı, hüzünlendirici tarafı, hükümetlerin de hayvan düşmanlarının da tamamına yakınının Müslüman olduğunu söyleyen kişilerden oluşması!

Yaşamım, insanlara ve hayvanlara merhamet edilmesi meselesinde Müslümanlarla didişerek geçmiş.

Ne acı…

Kitabı, “Hep Merhametli, Çok Merhametli Allah’ın Adıyla” diye başlayan Müslüman, inanılacak gibi değil ama, bu Kitap’ta şu mealde bir ayet olduğundan dahi habersiz:

“Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir kuş istisna olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir. Biz bu Kitap’ta herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. Onlar sonunda Rableri önünde haşredilirler.” (En’am, 38)

(“Ümmet”, “Rableri”, “haşredilmek” gibi İslami literatürde özel öneme sahip kavramların, hayvanlardan söz edilen bu ayet içinde aynı anda kulanılması ne kadar manidar.)

Kıssayı bilirsiniz: Allah’ın Elçisi, namaz vakti geldiğinde, üzerinde uyumakta olan kedi rahatsız olmasın diye hırkasını kesmiş. Bir keresinde de, bir oğlak düşüp bacağını incittiğinde kendisi acı çekmiş gibi feryat etmiş…

Bu Elçi’nin ümmetinin bir de bugün içinde bulunduğu duruma bakın!

Kurban Bayramı yaklaşıyor…

Vahşet günleri de…

O günlerde buna sahip olunsaydı, zerre kadar kuşku duymuyorum ki Peygamberimiz kurban edilecek hayvanların ilaçla veya şokla uyutulduktan sonra kesilmesini tavsiye ederdi.

Bu sözlere kimi Müslüman taklitçilerinden itirazların geleceğini bilmiyor değilim; kendilerine tavsiyem, Hac Suresi’nin 37. ayetini okumaları:

“Onların etleri de kanları da Allah’a ulaşmaz; fakat sizin takvanız O’na ulaşır. …”

(Kurban kesilirken hayvanlara acı çektirilmemesi hususunda birçok hadis var; uyuşturma veya şoka itaraz edecek olanlar bu hadisleri okuyup ilham alabilirler.)

Bundan birkaç yıl önce, Allah’ın belası bir Bakan törene geç geldiği için, kurbanlık dana üç buçuk saat boyunca bir vince ayaklarından asılı biçimde, başaşağı bekletilmişti.

İnancımın belirtisi olarak söylemek zorundayım ki, Müslüman bir ülkede, “Hayvanları Koruma Günü” diye bir günün kutlanması gerçekten ağırıma gidiyor.

“Müslüman bir ülke” derken hata yaptığımın farkındayım aslında; insanlara bile böylesine eziyet edildiği bir ülke için “Müslüman bir ülke” derken hata yaptığımın farkındayım aslında; dereye su içmek için inen küçücük ayı yavrusunun yörenin köylülerince üç saat süren bir işkenceyle öldürülmesini anlattığım çalışmamda da aynı hatayı yapmış olduğumun farkındayım aslında…

Ama insan umut etmekten kendini alamıyor işte.

Kuran neden “Hep merhametli, çok merhametli Allah’ın Adıyla” diye başlıyor?

Allah, Kuran’ı böyle başlatarak bize hangi mesajı veriyor?

Hemen her şeylerinden nefret ettiğim Batı ülkelerinde “Hayvan Polisi” diye bir müeassese var.

Bir “bize” bakın, bir de “onlara”…

Kuran’ı doğru anlıyorsam, Müslüman olabilmenin önşartı “merhametli olmak”…

Biz mi Müslümanız, “gâvurlar” mı; anlamak o kadar zor ki artık…

Tüm yaşamları boyunca bir kez olsun bir hayvanın başını okşamadan bu dünyadan göçen insanlar; tüm yaşamları boyunca bir kediye/bir köpeğe bir tas su vermeden bu dünyadan göçen insanlar; tüm yaşamları boyunca hayvan/canlı sevgisinden zerre kadar nasiplenmeden bu dünyadan göçen insanlar neler kaçırdıklarının farkında bile değiller.

Hayvanlara eziyet edenlere gelince; onlar için bela okumaya gerek bile yok, başlarına nasıl bir bela aldıklarını “o gün” tam olarak anlayacaklar zaten.

Bugün “Hayvanları Koruma Günü”…

Bu günü kurumlaştıranlardan Allah razı olsun.

Ama aynı zamanda…

Bugün tüm insanlık alemi için utanç günü…

1 Ekim 2010 Cuma

Bu Anne İdam Edilmeli

Önce bir anı…

Sanırım İkinci Körfez Savaşıydı veya Irak’ın işgaline henüz başlandığı günler…

amerika Irak’ı bombalamış, her yer ceset ve yaralı dolu.

Küçük bir çocuk, Iraklı, altı-yedi yaşlarında.

Bacakları ve bir kolu, kahpe amerikan bombalarıyla kopmuş.

Onbinlercesi hayatları kararmış öylece ağlayıp/kahrolup dururken, bu çocuğu amerika’ya götürmüşlerdi.

Amerikan malı protez bacakları ve protez koluyla televizyona çıkarmışlardı.

Çocuk gülümsüyordu.

Televizyonu izleyenler ağlıyorlardı; amerikan hükümeti ne kadar da merhametliydi…

xxx xxx xxx

Bursa’da bir kadın.

Anne.

Fabrika işçisi.

Tolga, Hatice ve Selvi.

Çocukları… Büyüğü on iki yaşında, ikizler altı…

Anne, 1.500 liralık kredi kartı borcunu ödeyemediği için hapiste.

Büyük çocuğu ağlarken gördüm; kelimelerle ifade edilemeyecek ölçüde korkunç bir travma yaşıyordu. İkiz kardeşlerine sarılmış, hıçkırarak konuşmaya çabalarken, annesinin bu büyük suçundan habersiz, öylece çırpınıp duruyordu.

Bu çocuk, bu travmayı tüm yaşamı boyunca asla unutmayacak; buna inanabilirsiniz, çünkü tecrübe konuşuyor…

Ya yavruları tek başlarına ortada kalan hapisteki o anne?!.

Düşünebiliyor musunuz; sizi içeri atmışlar ve üç küçük çocuğunuz sahipsiz bir şekilde öylece kalakalmış ortada!

Ne yerler, ne içerler, nasıl uyurlar?!.

Vay canına be!

xxx xxx xxx

Mammon var; kadının suçu ağırdı ama!

Çocuklarını yetimhaneye veya bakımhaneye vermemek için bir fabrikada deli gibi çalışırken işlemişti bu büyük suçu. Çocuklarına yemek almak için kullanmıştı borcunu ödeyemediği kredi kartını.

Fuhuş?

Vatana ihanet?

Cinayet?

Organ ticareti?

Hayır!

Daha büyüktü suçu!

Kredi kartı borcunu öde-ye-memişti!

Tanrımıza ihanet etmişti!

Mammon’a…

Zenginlik Tanrısı’na, Servet Tanrısı’na…

Kapitalizmin Ulu Tanrısı’na

Sistemimizi ayakta tutan Yüce Tanrı’ya!

xxx xxx xxx

Tanrı zenginlerimizden bin kere razı olsun!

AKP’li bir Başkan, annenin borcunu ödeyerek hapisten kurtarmış onu…

Kadın Ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı da bu anneye maaş bağlanması için talimat vermiş…

Tanrı zenginlerimizden bin kere razı olsun!

xxx xxx xxx


Tahliyesi esnasında gördüm o anneyi; amerika’ya götürülen o protez bacaklı Iraklı çocuk gibi gülümsüyordu…

Nasıl duygulu bir andı…

Tanrı zenginlerimizden razı olsun…

xxx xxx xxx

“Büyük İslam İlmihali”ndeki o iki paragraf nasıldı:

“Allah, sonsuz hikmetler sahibi bir Hakîmdir. Her şeyi yerli yerince yapmıştır. Eğer herkes zengin olsaydı bütün bu söylenen güzel işler nasıl biterdi? Aynı zamanda zenginlerin dünya işlerini kim görürdü? …

… Yoksulları ve acizleri kendi varlığından faydalandıran bir zengin, cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu (organı) sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığından hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur. Artık böyle birbiri için hayır düşünen, yardımsever olup duacı bulunan bir cemiyet içinde güzel bir yaşantı meydana gelmiş olmaz mı?”

xxx xxx xxx

Ne güzel sözler, ne değerli tespitler, ne asil duygular…

İnsan, ağlamamak için kendini zor tutuyor…

Mammon’a şükürler olsun; anne hapisten çıktı, “cemiyet içinde ne güzel bir yaşantımız” var artık…


xxx xxx xxx


Başta Mammon olmak üzere tüm Tanrılar, o Iraklı çocuğu tedavi eden lütuf ve merhamet sahibi abd’den, bu annenin borcunu ödeyerek onu hapisten çıkaran lütuf ve merhamet sahibi AKP’den ve bu anneye maaş bağlatan lütuf ve merhamet sahibi Devlet Bakanımızdan razı olsun.

Başta Mammon olmak üzere tüm Tanrılar, bu tip konulara duyarlı olan başta CHP, MHP ve Saadet Partisi olmak üzere lütuf ve merhamet sahibi tüm partilerimizden razı olsun.

Başta Mammon olmak üzere tüm Tanrılar, kredi kartı borcu nedeniyle sisteme ihanet etmiş olan bu üç çocuklu anneye merhamet etsinler, onu bağışlasınlar.

Başta Mammon olmak üzere tüm Tanrılar, böyle lütuf sahibi ve merhametli zenginleri ve “cemiyet içindeki bu güzel yaşantımızı” bize bahşedenleri başımızdan eksik etmesinler.

Başta Mammon olmak üzere tüm Tanrılar, “Başta Mammon olmak üzere tüm Tanrılarınızın Allah bin türlü belasını versin!” diye çığlık atan bu fakiri bağışlasınlar, ona merhamet etsinler…


xxx xxx xxx

1.500 lira…

Bu “lütuf ve merhamet sahibi” zenginler, dostlarıyla bir gece yemek yediklerinde harcıyorlar bu parayı.

Mammon var; aynı para için üç çocuklu bir anneyi hapishaneye atan kapitalist sistemle uzaktan yakından ilgileri yok bunların! Serbest piyasa ekonomisi adı altında zulmü sistemleştiren iktidar partisinin ve bu zulme ortak olmak için yanıp tutuşan muhalefet partilerinin, yavruları için çırpınan bu annenin hapishaneye girmesinde hiç günahları yok!

Bu zalim sistemi uzaylılar kurdu, fakir fukarayı sülük gibi emebilmek için bu sistemi onlar sürdürüyorlar çünkü…

On iki yaşındaki o çocuğa 1.500 lira gibi komik bir para için tüm yaşamı boyunca unutamayacağı o travmayı yaşatanlar da bu uzaylılar aslında…

xxx xxx xxx

Ulan Mammon!

Puştsun muştsun ama ne kurnaz Tanrısın be!

Zulmederken bile sempati toplamayı becerebiliyorsun, iyi mi!

xxx xxx xxx


Tezgâha bakar mısınız!

xxx xxx xxx

Hadi klavye başına…

Ne kadar kaba olduğuma dair yorumlar yazın bana!

Bir taraftan da o on iki yaşındaki çocuğu düşünün…

Annesini savunmaya çalışırken sürekli hıçkırdığı için ne dediği anlaşılamayan o küçücük çocuğu…

Ve kendinizi bir an için onun yerine koyun…

xxx xxx xxx

Ey Yüce Tanrı!

Ey Mammon!

Bu çocuğa böylesine zulmettiğin için…

……….

(Bu satırı lütfen siz doldurun, ama içinizden yapın bunu; kızıyorlar sonra…)