1 Temmuz 2009 Çarşamba

Komşusu Açken Tok Yatan Bizden Değildir

Tüm yaşamım, “Tek Tanrılı Dinler” denen disiplinlerin üzerinde ısrarla durduğu ve en sonunda Allah’ın Elçisi tarafından bu veciz biçimiyle ifade edilen olguyu uygulayabilmek/uygulatabilmek uğrunda geçip gitti: Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir!

İlk “ondalık” kavramı Tevrat’ta geçiyordu, sonra Hz.İsa, Göklerin Egemenliği’ne girebilmek için her şeyi yapan ama tatmin olmayan adama tüm malını mülkünü fakirlere dağıtmasını önermişti; nihayet Kuran indiğinde öyle kesin hükümler getirdi ki, ilk günlerde inananlar bu konuda yorum yapacak cesareti bile bulamıyorlardı. Hz.Muhammed’in en yakın arkadaşlarından Ebu Zer El Gıfari, Elçi’nin Allah’a yürümesinden sonra dönemin valisi Muaviye ile durmadan kavga edip duruyordu, altını ve gümüşü depoluyorsun, halka dağıtmıyorsun diye…

Allah’ın Elçisi’nin genç denilebilecek bir yaşta vefat etmesinden sonra insanın o kahrolası egosu derhal devreye girmiş; bencillik, hırs, zulmetme, fakirin fukaranın halinden anlamama belası tüm insanlığı yeniden pençesine almıştı.

Musevilerin ve Hristiyanların bu ilkeleri çoktan unuttuklarını biliyorduk, ama Müslümanların böyle bir şey yapacakları hiç aklımıza gelmiyordu.

Sorun Museviliğin, Hristiyanlığın veye Müslümanlığın nasıl algılandığı değildi aslında; biz saflık derecesindeki iyi niyetliler uzun süre tam da bunu anlamadık işte! Mesele dinler ve o dinlerin vazettiği sosyal ve ekonomik hükümler değildi. Kuran defalarca ve defalarca uyarmasına rağmen bunu anlayamamıştık; sorun genelde dinler, özelde ise Müslümanlık sorunu değildi!

Sorun, dinsizlik sorunuydu!..

Sorun, belki daha doğru bir deyişle “uydurulmuş bir din” sorunuydu!..

İndirilmiş din insanoğlunun bu kahrolası egosuna gem vuruyordu; o halde yeni bir din uydurulmalı ve ezilmek istenen büyük kitle bu uydurulmuş dinin hükümleriyle uyutulmalı, ezilmeli, varı yoğu elinden alınmalıydı.

Bunu, son zamanlarda Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş “Harun gibi geldiler, Karun gibi oldular!” şeklinde dile getirmişti; ama ne yazık ki bu gerçek, politikacılar muhalefetteyken akıllarına geliyordu.

Bizim de içinde yer aldığım Evren 16.000.000.000 yaşında. Bunu, ortalama 70 yıl süren insan ömrüyle kıyasladığınızda ortaya ilginç bir hesaplama çıkıyor. Yaşam süremiz, Evren’in 0.00000000006’i mesabasinde. Bunun nasıl okunacağını matematikçiler hesaplayadursunlar, biz şu gerçeği bilelim yeter: Daha ne kadar süreceğini bilmediğimiz şu Kâinat’ta bir an parlayıp sönen, göze bile görünmeyen, değersiz, küçük, anlık bir ışımadan ibaretiz!

Bir anlık küçük bir ışıma; hepsi bu!

Ama bu anlık ışımayı merhamet ve iyilikle değerlendirmek dururken birbirimizi sömürmek, malını mülkünü elinden almak, sağlığıyla oynamak peşinde ahlâksızca heba etmekten kendimizi alamıyoruz!

Sorunu görmezsek, göremezsek, bu anlık ışıma aynen bugün olduğu gibi yokluk ve ezilmişlik içinde sönüp gidecek.

Sorun, bir din sorunu değil; sorun, bir dinsizlik sorunudur!

Uydurulmuş din, indirilmiş dini yeryüzünden silmiş, yok edip bir kenara fırlatmış atmış, unutturmuş, hafızalardan koparıp atmıştır.

Sorun budur!..

Bunu bilen biri olarak hiç abartısız söyleyebilirim ki, Kuran, Das Capital’den daha sosyalist bir disiplindir! Marx, servetlerin ve nimetlerin bölüştürülmesi hususunda Kuran’ın yanına bile yaklaşamaz!

Konunun cahilleri, salakları ve Allahsız/kitapsız namussuzlarıyla diyaloga girecek değilim; Kuran’da tüm hatlarıyla ve kesin biçimde belirlenen zekat ve infak müessesesi tüm meseleyi çok açık biçimde ortaya koymuş, bu konuyu bir kez daha tartışılmayacak biçimde kurumsallaştırmıştır.

Ama artık bu hükümler uygulamadan kaldırılmış, yerine serbest piyasa ekonomisi ikame edilmiştir!

Yeni dinin tebliğcisi tabiidir ki Hz.Muhammed olamazdı; o halde yeni bir peygamber bulunmalı, din ona izafe edilmeliydi ve nitekim bulundu da!

Yeni peygamber Adam Smith’tir ve onun zulmü artık insanların gözüne şiddetli biçimde batmaya başladığında devreye geçici bir süre olarak Keynes sokulmaktadır.

Merhametsiz ve akıl dışı bir “rekabet” tabii ki indirilmiş dinle uyuşmayacaktı, nitekim uyuşmadı da; bu durumda yapılması gereken şey “Ilımlı İslam” adı altında yeni bir din uydurmak, Kuran’da fakirin fukaranın hakkını savunan ayetleri bertaraf etmek ve kitleleri alabildiğine sömürmek için yeni birtakım uygulamalar yaratmaktı; ve bu yapıldı da!

Cahiller, salaklar, aptallar ve uydurulmuş dinin peşinden marazi bir hırsla akın akın koşmakta hiçbir beis görmeyen dangalaklara ne söylerseniz söyleyin sonuç alamazsınız; çünkü uydurulmuş dinin yaratıcıları ve onların yardakçılığını yapmakta hiçbir utanç duymayan sözde liberal aydınlar tarafından beyinleri dumura uğratılan, zihinlerinin ırzına geçilen bu kitleyi bu saatten sonra kurtarmak ne yazık ki mümkün değildir.

Uydurulmuş din uygulayıcıları zengin olacak, ezici çoğunluk sefalet içinde kalacaktır; bu matematik bir kesinliktir, çünkü Kuran aynen böyle uyarmaktadır!

“Benzerleriyle değiştirilenleri Hikayesi”nde yaklaşık 600 ayetle konuyu ispatlamıştım, ama Amerikan yanlılarının iktidara gelmesinden sonra kitabın baskısı da durduruldu, okunup yorumlanması da!

“Ey Muhammed! Müslümanlara söyle, servetlerinin kendilerine ve ailelerine yeterli olanından fazlasını dağıtsınlar!” amir hükmünü unutturmak için böylesi gerekiyordu çünkü! (Bakara, 219)

“Ey Muhammed! Bunlar nimetleri ve servetleri aralarında bölüşüp neden hepsi eşit hale gelmiyor; bunlar benim nimetimi mi inkâr ediyorlar yoksa!”yı unutturmak için böylesi gerekiyordu çünkü! (Nahl, 71)

İndirilmiş din, onlara göre komünistlik yapıyordu, ortadan silinmeli, geçersiz kılınmalı, unutturulmalıydı; nitekim uydurulmuş din vasıtasıyla tüm bu söylenenler bir bir yapıldı ve koskoca bir Müslüman(!) kitle yarım metrelik bir bez parçasının peşinde sürüklene sürüklene bu hale getirildi işte!

Hz.Muhammed, “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir!” derken kendi kişisel görüşünü mü dikte ettiriyordu insanlara!?. Veda Hacı’nda 100.000 kişiye hitap ederken “Size Kuran’ı emanet bıraktım!” derken neyi kastediyordu; yıllardır ülkemizin tüm enerjisini tüketen şu bidat türban meselesinden mi söz ediyordu, yoksa fakir fukaranın hakkını savunan Kuran hükümlerinden mi?!.

Başbakan üçüncü uçağı alırken, eski Genel Kurmay Başkanı’nın altına 1 trilyonluk araba çekilirken, bir zamanlar benim gibi sıradan bir muhasebeci olan eski Maliye Bakanı yüzlerce milyon dolarla ifade edilen yatırımlara kalkışırken, Başbakanın askerlik çağındaki çocuğu gemi sahibi olurken, içlerinde islam konusunda doktora da yapmış olan kimi zalimler Deniz Feneri adı altında toplanan yardım paralarıyla mültimilyoner olurken ve tam da bu aşamada ülkemizdeki işsizlik 11.000.000 kişiyi bulmuşken gözleri paradan, makamden, mevkiden, alçakça birtakım çıkarlardan başka bir şey görmeyen kahrolası sözde liberaller ne yapıyorlardı?!. (Tanıdığım kadarıyla liberal Cüneyt Ülsever’i bu kahrolası alçak liberallerden ayırmak gerek; bunu belki başka bir çalışmada irdeleriz.)

Cevap bu çalışmanın yukarıdaki satırlarında gizli aslında!

Müslümanlar müslüman değilken, uydurulmuş kahrolası alçak dini indirilmiş dinin yerine ikame ederlerken, liberaller de aynısını yapıyor, Adam Smith’in bile telaffuz etmediği sahte bir piyasa düzenini, alçam/namussuz/şerefsiz bir serbest rekabet düzenini sahte müslümanlarla birlikte bu toplumun beynine kazımaya çalışıyor, bu yolla dünyalık ediniyorlardı! (Kendinize şu soruyu sorun: Bu alçakların içinde geçim sıkıntısı çeken, asgari ücretle çalışan, gecekonduda oturan, hastalandığında adam gibi ilgi görmeyen bir tane namussuza rastlayabilir misiniz?!.)

Bununla da yetinmiyorlardı ve bunların içinde ruhunu İblis’e kiralamış bir alçak, Atatürk’ün heykelleri bu ülkede var oldukça ülkenin kurtuluşa ermeyeceğini iddia edip bu yolla astronomik kazançlara imza atıyordu. Çünkü emperyalizm bunu istiyordu. Ilımlı İslam adı altında uydurulmuş bir din ve uydurdulmuş, hiçbir ülkede uygulanmamış sahte bir liberalizm!..

Bunlara mani olarak Kuran’ı ve Mustafa Kemal’i görüyorlardı ve bu ikisi ortadan silinmediği sürece emellerine ulaşamayacaklarını çok iyi biliyorlardı!

Tekrar ediyorum; bu mesele anlaşılmadan hiçbir konuda bir adımlık bir ilerleme dahi sağlanamaz!

Bugün “İslam” adına ortaya sürülen kalpazanlıklar kesinlikle Kuran’a ait değildir; tümü uydurulmuş, kitlelerin beyinlerinin ırzına geçilerek bambaşka, yepyeni bir din yaratılmıştır!

Serbest piyasa ekonomisi adı altında tüm kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, ona buna peşkeş çekilmesi, içlerinin boşaltılması bunun en bariz göstergelerindendir.
Göz boyamak, riya sergilemek için yapılan sahte umreler bunun göstergesidir!

Harun gibi yola çıkanların Karun gibi olmaları bunun göstergesidir! (Fakirken birden bire zenginleşmeleri kastediliyor.)

Kredi kartı mağdurlarının bankaların ayakları altında ezilmesine sözde birtakım kalleşçe uygulamalarla göz boyamaktan başka hiçbir işe yaramayan uygulamalar bunun göstergesidir.

Sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve fakir fukara üç-beş dakikalık bir muayene ile yetinirken uydurulmuş din tebliğcilerinin tanrılarının onlara “Cleveland” diye uyarıda bulunması bunun en açık göstergesidir. Her gün pıtrak gibi biten özel hastanelerde beş yıldızlı otel muamelesi çekilen uydurulmuş din mensuplarınının gördüğü yakın igi bunun göstergelerinden biridir.

“İnfak” kavramının artık tamamen unutturulması, uydurulmuş dinde bu kavramın yer almasının serbest piyasa ekonomisi ile çelişiyor olması bunun en açık göstergelerinden biridir.

Üniversite sınavına girecek öğrencilerin kahrolası bilmem kim babaya giderek dua etmeleri bunun göstergesidir! (Bu, Kuran’ın üzerinde en çok durduğu “şirk belası”nın en açık göstergesidir; dininden koparılmış, uydurulmuş dinle beyinleri sulandırılmış gençler ve o gençlerin akılsız ebeveynleri bunun dahi farkında değillerdir! Artık iş öyle bir hale gelmiştir ki, uydurulmuş din mensuplarından sonra hayatında alnı secdeye değmemiş insanlar bile artık bu uydurulmuş dinden medet umar hale gelmişlerdir.)

Kuran “Sakın fırkalara ayrılmayın!” diye sık sık uyarırken mezheplere bölündükleri yetmiyormuş gibi, bir de cemaatlere bölünerek rakiplerinden(!) nefret eden insanların ölüye talkın vermeleri bunun göstergesidir! (Bu da çok karmaşık bir konudur, bir başka çalışmada belki açarız; ama ölmüş birinin mezarı başında dikilen cahil din adamının “Senin mezhebin şudur, mezhep başkanını ismi şudur.” şeklinde güya ölüye kopya vermesi kadar aptalca bir şey ne yazık ki artık din haline getirilmiştir! Bu, uydurulmuş dinin en bariz göstergelerinden biridir!)

Ramazan ayı boyunca mezarlığa bağlanan hoparlörler aracılığıyla ölülere Kuran okunmaktadır; bu salakça uygulama uydurulmuş dinin en kesin göstergelerinden biridir!

Ramazan ayında sırf gösterişi ve oy avcılığı için kurulan iftar çadırları uydurulmuş dinin en temel göstergelerinden biridir; fakir fukaraya yılın 365 günü yardım etmesi gerekenlerin bunu insanların doğal olarak duygulandıkları Ramazan ayına münhasır kılmaları ve bu çadırlarda uyguladıkları binbir türlü şaklabanlıklar uydurulmuş dinin göstergelerindendir.

Allah’ın Elçisi’nin o dillere destan tevazuu gitmiş, yerini kahrolası bir gösteriş merakı almıştır; bir zamanlar sadece ailesinin nafakası peşinde koşan en az benim kadar fakir sözde müslümanlar gitmiş, yerine her şeyleriyle gösteriş yapan, har vurup harman savuran, yokluk içindeki kitleyle bırakın ilgilenmeyi, tam tersine onlarla adeta alay eden türediler her alanı ele geçirmişlerdir. Bunlar artık “mazlum” sınıfından gururla ve haşmetle sıyrılmış, gösteriş yapan “zalim” sınıfına geçmelerini altlarındaki yüzbinlerce lirayla ifade edilen ciplerle milletin gözüne sokar duruma gelmişlerdir.

Ülkemizde medya tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumdadır; bir tarafta inanmış gibi yapanlar vardır, diğer tarafta daha da inanmış gibi yapanlar! Riya içinde yüzmekte olan bu alçakça hesaplaşmalar uydurulmuş dinin en temel göstergelerinden biridir.

Ama bunun sorumlusu sadece bu alçakça hesaplar peşinde koşan sahte müslümanlar ve alçakça hesaplar içinde debelenip duran çakma liberaller değildir. Kuran “Bizi koyun sürüsü gibi güdün demeyin, bize adam muamelesi yapın diye talep edin!” şeklinde uyarmasına rağmen hâlâ akılları başlarına gelmeyen cahil kitle de bu zulme ortaklık etmektedir, çünkü Kuran’ı Arapça okumayı hâlâ bir marifet saymakta, bununla övünmektedirler. Bu, uydurulmuş dinin en temel göstergelerinden biridir! Kuran okumanın iki şartı vardır; “taşlanmış ve kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” anlamındaki “eüzibillahimineşşeytanirracim” diye başlamak ve dura dura/düşüne düşüne okumak! Arapça Kuran okuduğuzda neyi durup düşüneceksiniz, bir şey anlamıyorsunuz ki! İşte bu, uydurulmuş dinin en temel göstergelerinden biridir! Arapça okuyarak fakirlik-fukaralıkla ilgili 600 ayeti, zekatı, infakı, zalime karşı çıkmayı, aklınızı kullanmak zorunda oluşunuzu nasıl anlayacaksınız?!. (Arapça bilenler müstesna tabii.)

Liberaller ve uydurulmuş din takipçileri Suriye sınırlarımızın “mayın temizleme dümeni”yle İsrail’e peşkeş çekilmesini canla başla savunabilmektedirler; bu ihanet karşısında ne yapılabilir ki!

Bu arada komünistler her zamanki tutumlarında ısrar etmekte, her gün yeni fraksiyonlara bölündükleri yetmiyormuş gibi, her gün yeni parti kurma çalışmaları yapmaktadırlar. Geçenlerde ziyaretime gelen daha bıyığı terlememiş bir genç erkek ve henüz evlenme çağına girmemiş genç bir kızdan oluşan ikili, bana sosyalizm dersi verdikten sonra, yeni kuracakları bir konünist partiye davet etmekten bile çekinmemişlerdir! Güvendikleri şey paradoks gibi gelecek ama uydurulmuş dinden başkası değildir! Kitlelerin bu kahrolası uydurulmuş dinle nasıl perişan edildiklerini görmekte ve bundan belki temiz emelleri için çıkar sağlamaya çalışmaktadırlar.

Ama sonuç değişmemektedir!

Uydurulmuş din ve vatanlarına ve insanlarına ihanet etmekte zerre kadar duraksamayan liberallerin ülkemizi getirdiği nokta işte budur! (Bu arada amaç gerçekleşmiş, kendileri zengin olmuşlardır tabii! Uydurulmuş din mensupları ve vatan haini liberaller el ele, kol kola yeni servetlere doğru emin adımlarla ilerlemektedirler.)

Aklı başında hiçbir müslümanın kabul etmek bir yana nefretini gjzleyemeyeceği uydurulmuş din/liberaller saflaşması ülkemizi bir kangren gibi sarmış, yokluk içindeki mazlum halkı on beş günden beri siktiriboktan bir kâğıt parçası ile uğraşır duruma getirmiştir!

Amaç çok açık olarak bellidir; bu tip uydurulmuş meseleler konuşulmalı, yokluk ve sefalet içinde inleyen halkın dertleri gündemde yer bulmamalıdır!

Kurtuluş İslam’da ve sosyalizmdedir!

Yoksa Yunus 100 tüm haşmetiyle işlevini yerine getirecek; pislik, aklını kullanmayanların üzerine bırakılacaktır; nitekim bugüne kadar bırakılmıştır da!

Geçen gün zengin sınıfa mensup bir kadın 50.000 TL verip kendine birkaç günlüğüne deniz kenarında bir çadır kiralamış ve emrine iki garson tahsis ettirmiş!.. Gösteriş peşinde koşan ve fakir fukaranın çileleriyle ilgilenmek gibi bir dertleri olmadığını adeta haykıran kapitalistlerin ve liberallerin durumu işte budur!

Uydurulmuş din mensupları da hızla daha da zenginleşmeye devam etmektedirler; işte sahte müslümanların durumu da budur!

Bu arada 11 milyon işsiz, bir o kadar asgari ücretli, çiftçi, köylü, esnaf, küçük devlet memuru kendine şu soruyu sormalıdır; temel mesele budur!

Biz gerçekten salak mıyız?!.

Temel mesele bu sorunun sorulmasıdır!

Biz gerçekten salak mıyız?!.

Eğer sorunun cevabı “evet” ise yapılabilecek hiçbir şey yoktur; Zerrin Bakoğlu ne kadar veryansın etse de, etmese de!..

İstanbul müthiş bir deprem tehdidi altındayken yüzlerce milyon liraya Formula 1 pistleri veya her ne boksa işte o yapılmakta; bu mazlum milletin parası gösteriş uğruna (işin içinde başka hesaplar var tabii) heba edilmektedir.

İslam bu coğrafyadan sökülüp atılmış, yerine ne idüğü belirsiz uydurulmuş bir din ikame edilmiştir! (Aslında ne idüğü tam anlamıyla belirlidir tabii de görmek isteyenler için böyledir bu!)

Allah bir gün bunun hesabını soracaktır!

Zalime de, aptala da!..

Komşusu aç yatarken tok yatanlar bir gün bunun hesabını vereceklerdir!

Ama şu küçücük, bir anlık “ışıma” esnasında bunu anlayacak vakit bulumamaktadırlar!

Atamız Adem’den önceki insan ırkları da bu zamanı bulamamıştı!

“Merhamet”in kalplerden sökülüp atıldığı her yerde “zulüm” kaçınılmazdır!

Bütün mesele budur.