27 Mart 2011 Pazar

Şaka Gibi

Türk İş araştırmış: Mart 2011’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 870 lira, yoksulluk sınırı ise 2.800 lira. Asgari ücret alan bir babanın çocukları geceleri aç olarak giriyorlar yatağa demek ki; ve bu açlık yıl boyu devam ediyor. Hem kendisi, hem de eşi çalışan ve evine giren para 2.000 lira olan ortalama bir adamın çocukları ise, annesi ve babası çalışmasına rağmen yoksul; ve bu yoksulluk yıl boyu sürüp gidiyor böyle. Şaka gibi gerçekten… Geçen gün bu sütunlarda uzun uzun hesaplamıştım: Kişi başına düşen milli gelirden bu iki ailenin payı, her bir aile için aylık 5.000 lira oysa. Al milli gelirden payını, hem açlığı yen, hem yoksulluğu! Ailelerden biri sürekli aç, diğeri sürekli yoksul; çünkü milli gelirden paylarına düşen kısım, kelimenin tam anlamıyla gasp ediliyor! Gasp eden kim? Egemen güçler, hakim sınıflar, büyük burjuvazi, müstekbirler, kenz edenler, bahçe sahipleri, firavunlar… Meşrebinize göre seçin tanımlamanızı… Esas şaka gibi olanı, bu aç ve yoksul ailelerin oylarını, onları sekiz yıldır ezen, burjuvazinin has partisi olan AKP’ye vermeleri. xxx xxx xxx abd denen haydut emperyalist mi ciğerim? İtirazı olan var mı? O halde anlaştık: abd denen haydut empeyalist! CHP solcu bir parti mi? Öyle söylüyor. Peki, sol, emperyalizme karşı mıdır? Abuk bir soru; aksi mümkün olabilir mi? Şaka başlıyor: “Avrupa Birliği, NATO ile birlikte Avro Atlantik camiasının temel direkleridir. Türkiye bu camianın vefalı bir üyesi olagelmiştir ve kararlılıkla öyle kalmalıdır. Türkiye ile amerika arasındaki ilişki çok önemli. Bu ilişkiler istikrarlı ve üretici olduğu zaman bunun Ortadoğu’da ve diğer bölgelerdeki barış ve güvenlik üzerinde de yapıcı etkileri olur.” Bunları söyleyen kim peki? Kemal Kılıçdaroğlu!.. Sol(!) bir partinin Genel Başkanı! Şaka gibi, değil mi! (Bu sözlerin beni en çok yaralayan kısmı, “vefalı bir üye” tanımlaması oldu; bir sol(!) partinin Genel Başkanının, seri katile duyduğu sempatiye bakın. Literatürde bu olguya, “Stockholm sendromu” deniyor. “Rehinenin, kendisini rehin alan kişiye duygusal alamda bağlanması” diye özetlenebilecek psikolojik ve hastalıklı bir durum yani.) xxx xxx xxx Batı, emperyalist mi ciğerim? İtirazı olan yok sanırım; abd ve Batı emperyalist… Peki, İslam, emperyalizme karşı mı? Abuk bir soru; hiç kuşkusuz öyle, şükürler olsun ki öyle! Tamam. abd denen seri katil ve Batı, halkı Müslüman olan Libya’da şu anda bir katliam uyguluyor mu peki? “Katliam”ı tanımlamak lazım tabii de, şu anda o ülkenin altını üstüne getirdiği de bir gerçek; seri katilden ve soykırımcılardan başka ne beklenebilirdi ki! Şaka başlıyor: amerikalı yetkili, “Türkiye’nin, Libya lideri Muammer Kaddafi’ye bağlı güçlerin havadan bombalanmasına güçlü itirazları vardı. Bu itirazları nasıl aştınız?” biçimindeki soruya, “Türkiye ya da başka bir müttefikten herhangi bir itiraz gelmedi.” şeklinde cevap vermiş! İngiliz Sunday Times gazetesi, Türkiye’nin Libya’ya saldırılar başlamadan önce saldırı konusunda bilgilendirildiğini yazıyor. Gazete, Fransa’nın Kaddafi güçlerine karşı daha fazla hava saldırısı düzenlenmesini istediğini ve Türkiye’nin buna anlayış göstererek, Londra’da yapılacak konferansa davet edildiğini vurguluyor. Bu kahrolası konferansa bu nedenle davet edilmişiz! Türkiye adına bu emperyalist saldırıya katkı sunan kim peki? Müslüman(!) AKP! Oysa, Başbakan, gözümüzün içine bakarak bunun tam tersini söylüyordu bize! Şaka gibi, değil mi! xxx xxx xxx Kahrolası seri katil, Türkiye üzerinde sürekli olarak dolaplar çeviriyor mu? Bunu tartışmıştık; evet tabii. Milliyetçi biri, kendi vatanı üzerinde durmaksızın dolaplar çeviren bir seri katile karşı tavır almaz mı? Abuk bir soru; almaz olur mu! Peki, Meclis’te görüşülen Libya tezkeresine olumlu oy veren kim? Devlet Bahçeli… En milliyetçi(!) partinin Genel Başkanı yani! Şaka gibi, değil mi! xxx xxx xxx Dünyada emperyalizme karşı en şanlı kurtuluş savaşını veren ülke kim? Türkiye tabii! amerikalısı, İngilizi, İtalyanı, Fransızı… Bunları kim defetti bu kutsal topraklardan? Bütün milletin de katkısıyla Türk ordusu tabii… Şaka başlıyor: Yazılanlar doğruysa, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, amerikalılara hitaben kaleme aldığı yazısında, Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olmasını tavsiye etmiş! “Ne ilgisi var!” diye hiddetlendiğinizi duyar gibiyim; “bizde kimin Genelkurmay Başkanı olacağına ne zamandan beri seri katiller karar veriyor ciğerim?!.” Şaka gibi, değil mi! xxx xxx xxx Bir çalışmamı eleştiren Ahmet Metin adlı dost, “Aslında sizi anlıyorum; ‘kime gidek’ durumu.” diye bitiriyor yazısını. Dost haklı! Tam bir “kime gidek” durumu… xxx xxx xxx İyi de, bu çalışma, aç ve yoksul ailelerle başlamıştı; tüm bunların bu ailelerle ne ilgisi var ciğerim? Gerçekten… Tüm bunların, o aç ve yoksul ailelerle ne ilgisi olabilir ki!.. Şaka gibi, değil mi! Cahillik işte! Hoşgörün…

9 Mart 2011 Çarşamba

“Kırkta Birciler”e Cevap

“Biz zekâtımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz.” Öyle mi?!. Biri karışıyor ama!.. O “Biri”nin kim olduğunu hep birlikte araştıralım mı? xxx xxx xxx Bir Müslüman namaz kılmıyorsa ne olur? Bunu bilemeyiz, bunu ancak Allah bilir; çünkü bu mesele Yaratıcı ile kul arasındadır. Allah o kulu ister affeder, ister affetmez; ama Yaratıcı’nın en önemli isim-sıfatlarından ikisinin, belki de ilk ikisinin “Rahman’ ve “Rahim” olduğunu, yani “Hep Merhametli” ve “Çok Merhametli” olduğunu gözönüne alırsak, büyük ihtimalle affedeceğini umabiliriz. Peki, bir Müslüman, “Ben namaza inanmıyorum kardeşim!” derse ne olur? Cevabı çok açık: Dinden çıkmakla kalmaz, bir de şirk koşmuş olur! Allah onu affetmez! Allah’ın bu kişiyi affetmeyeceğini nasıl bu kadar net söyleyebiliyoruz peki?!. O söylüyor da ondan bu kadar rahat konuşabiliyoruz! “Açıkçası Allah, ortak koşanları bağışlamaz. Bundan başkası için ise, layık gördüğünü bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, dönüşü olmayan bir sapıklığa girmiş demektir.” (Kuran/Nisa Suresi, 116. ayet/yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/R.İhsan Eliaçık/İnşa Yayınları, 2007) Mesele insanı müşrik edecek kadar önemli; bu nedenle bir örnek daha verelim de kimsenin kuşkusu kalmasın: “Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir.” (Kuran/Nisa Suresi, 116. ayet/Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali-Türkçe Çeviri/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) Mesele açık mı?!. Kuran’a inananlar için açıktan da öte! Allah’ın affetmeyeceğini açıkça bildirdiği tek günah şirk, yani ortak koşmak. “Ben namaza inanmıyorum!” diyen kişi kendisini Allah’ın yerine koyduğundan şirk koşuyor, ona ortaklık taslıyor demektir; ve bu nedenle hiç kuşku duyulmayacak biçimde açıktır ki Cehennemi boylayacaktır! xxx xxx xxx Ne ilgisi var? Bu örneği neden verdik? “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyen zavallıyla bu örneğin ne ilgisi var? xxx xxx xxx Soru şu: Kuran’ın, yukarıdaki zavallıların söylediğinin aksini söylediğini kuşkuya hiç yer bırakmayacak kadar açık biçimde kanıtlayabilirsek, bu durumda yukarıdaki sözü söyleyenler ya cahildirler -ki inşallah böyledirler-, ya da şirk koşmaktadırlar; değil mi? Soruyu iyice anlatabildik mi? Yukarıdaki sözü seyleyenler bunu cahilliklerinden mi yapmaktadırlar, yoksa şirk mi koşmaktadırlar? Bu sorunun cevabında yapılacak bir hata insanı dinden çıkarmakla kalmaz, üstelik şirk tehlikesini de içerir; bu nedenle kılı kırk yarmalı, bu konuda azami titizliği göstermeliyiz. Peki, rehberimiz ne olmalı? Kuran tabii! Hani, “Bundan sonra bizim yaşamımıza kimse karışamaz” diyorlardı ya, bakalım, bu zavallılara kim karışıyormuş! xxx xxx xxx Şimdi, işin ustasından biraz yardım alalım: “Zekatın, … Kur’an lisanında, ‘kazandığı maldan başkasına Allah rızası için karşılıksız vererek kendini arındırma, temizleme’ manasında kullanıldığını görüyoruz. Bu anlamda zekat İslam’ın en önemli farzlarından biridir. Hatta öyle ki, bugün için neredeyse hepten kapitalizmin tasallutu altına girdiğimiz çağımızda namaz, oruç, hac ondan sonra gelir dense yeridir. Artık zekatı, ‘zenginin malının kırkta birini, üzerinden bir yıl geçtikten sonra ve borçlar düşüldükten sonra vermesinden’ ziyade, kökanlamına dönerek, ‘elinde olanı başkasıyla paylaşma’ olarak anlamak icap eder. Çünkü Kur’an, ‘mülkün Allah’a ait olduğunu’ ve bizim ‘emanetçi’ olduğumuzu söylemektedir. … Bunun sistemini ve fıkhını yeniden inşa etmek lazımdır. Bu da ‘istif’ değil, “infak’ mantığı ile, yani ‘biriktirme/yığma’ değil, ‘paylaşma/dağıtma’ anlayışı ile mümkündür ki zekatın asıl manası da budur. … Aslında bugün devlet tarafından alınan ‘vergi’ ile başkasına ‘vermek’ demek olan zekat bir zamanlar bir ve aynı şeydi. Hz.Peygamber (s.a.v.) zamanında bir tarafta devletin topladığı vergi, diğer tarafta da dini ibadet olarak ayrıca verilen zekat diye bir şey yoktu. Bu ikisi aynı şeydi. Fakat Peygamber zamanında hayatın dinamik temposu içinde oluşarak gelişen bir ‘mali paylaşım sistemi’ olan zekat, Peygamberin getirdikleri hayattan çekildikçe, Müslümanlar onun vefatından sonra giderek tarihi ve hayat akışının gerisinde kalmaya başladıkça nostaljik bir ibadete dönüştü. Artık bir devletlerin aldığı vergi var, bir de dini bayramlarda seyranlarda hatırlanan zekat. Hz.Peygamberin Medine’de kurduğu gibi, hayatın dinamik temposu ile birlikte yürüyen gerçek bir ‘adalet devleti’ olsa aslında bu ikisi aynı şeydir…” (R.İhsan Eliaçık/yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/İnşa Yayınları, 2007/Cilt 2, sayfa 219-220) xxx xxx xxx “Bunlar Kuran’dan alıntı değil ki babam, bunlar insan sözü!.. Ayrıca Eliaçık’ın ne mal olduğunu bilmiyor muyuz sanki!” Peki! Tamam! Kuran’a geçelim o zaman!.. xxx xxx xxx Kuran’a geçmeden önce, bu zihniyetin “ne mal olduğunu” da bir görelim isterseniz: “DİKKAT: Bir kimse çıkıp da, (Zekâtı altın olarak vermek, eski zemânda imiş. Şimdi, altın kullanılmıyor. Her yerde kâğıd para kullanılıyor. Şimdi, zekâtı altın olarak vermek lâzım demek, müslimânlara güçlük çıkarmakdır. Allahü teâlâ, güçlük çıkarmayınız! Kolaylık gösterini buyuruyor. Kâğıd para kullanmak, umûm-i belvâ olmuşdur. Âlimler, umûm-i belvâ olan şeylere izin vermişdir. Bunun için, bugün zekât, kâğıd para ile niçin verilmesinmiş?) derse, bu söz doğru değildir, hem yanlışdır, hem de islâm âlimlerine iftiradır. Çünki: … Zekâtı altın olarak vermek, çok kolaydır. Hiç de güç değildir. Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm da yoktur. Zekâtını fakîrlere kâğıd para olarak dağıtmakda ısrâr eden bir zengin, (Eşbah) ve (Redd-ül-muhtâr) kitâblarının sâhiblerinin ‘rahmetullahi teâlâ aleyhimâ’, fakîrdeki alacağını, ona zekât olarak bırakmak isteyen bir zengin için bildirdikleri gibi yapar: Dağıtmak istediği nisâbdan az kâğıd paranın değerinde altını zevcesinden veyâ başkasından ödünç alır. Sâlih bir fakîre (Birkaç tanıdığıma ve sana zekât vereceğim. Dinimiz zekâtın altın olarak verilmesini emr ediyor. Altınları kâğıd paraya çevirmekde size kolaylık olmak için senin zekâtını almak ve dilediği kimseye hediyye etmek üzere şunu vekîl yapmanı istiyorum. Böylece benim islamiyyete uymamı sağlamış olacaksın. Bunun için de, ayrıca sevâb kazanacaksın!) der. Zenginin güvendiği bir kimse vekîl yapılır. Altınları fakîr yanında olmayarak, bu vekîle zekât niyyeti ile verir. Fakîrin bu vekîli, altınları teslim alıp birkaç dakika sonra bu altınları zengine hediyye eder. Zengin de kâğıd paralarını o fâkire ve başka fakîrlere, Kur’an-ı kerim kurslarına ve dîne hizmet eden, cihad yapan müslimanlara dağıtır. … Altınları ödünç aldığı kimseye geri verir. Daha çok zekât vermesi îcâb ediyorsa, bu işi tekrâr eder.” Altın hırsı böyle bir şey olsa gerek! Ne diyor hazret: “Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm yoktur!” Zaman içinde dini nasıl oyun haline getirdiklerini görüyor musunuz!.. xxx xxx xxx “Kur’an zekatın ne miktarından ne nisabından (hangi ölçüde varlık sahibi olunduğunda verileceğinden) ne de zekat konusu mallardan söz etmez. Bunlar içtihadidir. Günümüz uygulaması, Hz.Peygamber’in ve sahabelerinin içtihat ve uygulamalarını, elbette birçok tartışma içeren bir biçimde, esas almış bulunuyor. Kur’an, bu önemli emrin, miktar, çap ve çerçevevsinin, zaman ve şartların icabına göre, her devirde yeniden düzenlenmesini esas almış bulunuyor.” (Kur’an’ın Temel Kavramları/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) “Peh! Bunlar insan sözü babam, ayrıca Öztürk’ün de ne mal olduğunu biliyoruz biz!” Tamam… Peki… xxx xxx xxx “ … (Yine) sana hangi şey’i nafaka vereceklerini sorarlar. De ki, ‘ihtiyacınızdan artanı (verin)’” (Kur’an-ı Hakîm Ve Meâli Kerîm/Hasan Basri Çantay/Neşiri Mürşid Çantay, Birinci Cild, 1992) “… Ve sana ne vereceklerini de soruyorlar, de ki: “Artanı’. Dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz diye Allah size ilkelerini böyle açıklıyor.” (Kur’an Türkçe Çeviri/Hüseyin Atay/Yurt Bilimsel Araştırmalar Ve Yayıncılık, 1998) “Yine sana, ‘Ne bağışlamak gerekir?’ diye soruyorlar. De ki: ‘Artanı’ Allah size göstergelerini işte böyle açıklıyor. Belki derinlemesine düşünürsünüz.” (Aziz Kur’an/Muhammed Hamidullah/Çeviri Ve Açıklama/Beyan Yayınları, 2000) “… Yine sana neyi paylaşacaklarını soruyorlar. Onlara söyle: İhtiyaç fazlası olan her şeyi.” (yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/R.İhsan Eliaçık/İnşa Yayınları, 2007) “… Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar, De ki: ‘Helâl kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.’” (Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali-Türkçe Çeviri/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) Kuran’ın en muhteşem ayetlerinden biriydi bu; Bakara 219’du… Bakara, 219… İlminden asla şüphe duyulmayacak beş ilahiyatçı, Bakara 219’u böyle meallendiriyor işte! Artan, ihtiyaç fazlası olan her şeyi dağıtacaksınız! “Olur mu babam; o zaman herkes eşit olur!” değil mi? xxx xxx xxx İtiraz aynen bu: “O zaman herkes eşit olurdu; Kuran’da böyle bir şey yok!” Var ciğerim, var: “Bakın Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz.’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Eliaçık, aynı meal.) “Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Öztürk, aynı meal.) Çok net biçimde ifade ediyorum: Kuran’daki herhangi bir ayeti inkâr eden, yok sayan biri şirk koşuyor demektir! Yukarıda verdiğim namaz örneğini hatırlayın! Aynen öyle! “Allah beni affetsin ama ben uygulayamıyorum.” diyenin başımın üstünde yeri var; ama “Kuran’da eşitlik yok, ihtiyacımızdan artan her şeyi paylaşmak zorunda değiliz, ben bunu kabul etmiyorum; zekatımı verdim işte, kimse benim yaşamıma karışamaz!” diyen kişi ya cahildir -ki inşallah böyledir- ya da Allah’a şirk koşuyordur! Tekrar ediyorum: Kuran’daki herhangi bir ayeti inkâr etmek şirk koşmaktır! “Allah böyle söylemiş olabilir, ama ben de böyle söylüyorum!” diyen biri, kendini Allah’a eş koşuyor demektir; bunun adı şirktir! xxx xxx xxx Şimdi can alıcı soruya geldik: Madem ihtiyacımızdan artan her şeyi yoksullarla/ihtiyaç sahipleriyle paylaşacağız, o halde Kuran’da sözü edilen zekata ne gerek vardı? “İnfak” farz olduğuna göre, zekata, 1/40’a neden ihtiyaç duyuldu da Allah bunu Kitabına koydu? (Kitap’ta 1/40 yok) Tüm itirazları birden cevaplamak için daha net soralım: Zekat neden var? İşte Kuran bu nedenle “çağlarüstü” bir Kitap! xxx xxx xxx Bir yoksul düşünün… Yiyecek ekmeği bile yok… Pazara çıkıyorsunuz ve o yoksula et, süt, yumurta, ekmek; aklınıza ne geldiyse alıyorsunuz. Ne kadar güzel bir şey. Allah razı olsun. Peki, ya adamın romatizma ilacına ihiyacı varsa ve siz bunu bilmiyorsanız! Adamın ağrısı var arkadaş; senin getirdiğin yemeği yiyecek durumda değil, ağrı çekiyor ve tedavi olması gerekiyor… Zekat işte bu nedenle var! “Zekât lügat deyimiyle temizlik, bereket, çoğalma, güzel övgü manalarını taşır. Din deyiminde ise; bir malın belli bir mikdarını, belli bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım müslümanlara Yüce Allah’ın rızası için tamamen temlik etmek (mülkiyetine geçirmek)tir.” (Ömer Nasuhi Bilmen/Huzur Yayınevi) İşte zekat bu nedenle var! Sen adama o günün şartlarında mübadele aracı olarak kullanabileceği bir şey (bugün para mesela) vereceksin (onun mülkiyetine geçireceksin); o da gidip asli ihtiyacını karşılayacak; örneğimizdeki romatizmalı adam gidip tedavi olacak, ilaç alacak… xxx xxx xxx Elinde ihtiyaç fazlası malın mülkün var, ama diyelim ki oturduğun mahallede cami yok. Ben bu ihtiyaç fazlası ile cami yaptıracağım, bu da bir ihtiyaç diyemezsin! İhtiyaç fazlası malın zekatını bir ihtiyaç sahibinin mülkiyetine geçirirsin, artan kısım ile cami yaptırırsın… İnfak etmek, fıtratı itibariyle insanın en önemli ihtiyaçlarından biridir ve bir Müslümanın yapabileceği en onurlu, en namuslu, en mukaddes harekettir. İnfakın içine cami yaptırmak da girer, çeşme yaptırmak da; yol yaptırmak da girer, Kızılay’a bağışlamak da; ama önce 1/40’ını ihtiyaç sahibi birinin mülkiyetine geçirdikten sonra! (O kişi için yol, çeşme, cami acil ihtiyaç olmayabilir; belki adamın çocuğu sakattır ve ona tekerlekli sandalye alacaktır.) xxx xxx xxx Mekke ve Medine’nin nüfusu o günlerde 50.000 kişi civarındaydı; ülkemiz bugün 80.000.000 milyon kişi; her şey daha da karmaşıklaştı. Ne diyor Eliaçık: “Bunun sistemini ve fıkhını yeniden inşa etmek lazımdır.” Zamanımızda İslami bir devlet düşünün: Milli servetin (yok öyle yağma; “milli gelirin” değil, “milli servetin”) 1/40’ını kişilerin mülkiyetine geçiriyor, kalanı da o ülkenin imarına, vatandaşlarının ihtiyaçlarına ayırıyor… Okullar, hastaneler, aşevleri, kadın sığınma evleri, yetimhaneler, işyeri kurmak isteyenlere faizsiz krediler… (İnsan heyecanlanmaktan kendini alamıyor; bu fakir ve onun gibi düşünenleri mülkiyet düşmanı gibi görenlere en iyi cevabı yine Kuran veriyor!) xxx xxx xxx Bu çalışma ile, “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyenlerin bu cehalet lükslerini ellerinden alıyorum; artık böyle bir lükse sahip değiller, çünkü işin aslını öğrenmiş bulunuyorlar. Zekat vermekle iş bitmiyor (zekat veren kişilerden Allah razı olsun, bu ibadetlerini kabul etsin inşallah; bu başka bir şey); ihtiyaç fazlası her şeyi paylaşmak da Allah’ın emirlerinden biri! Bakara 219’u, Nahl 71’i, Haşr 7’yi ve daha önceki çalışmalarımda sözünü ettiğim yüzlerce ayeti inkâr eden, hükümlerini yok sayan, bu farzları kabul etmeyen kişi Allah’a şirk koşuyor demektir ve yukarıda da gördüğünüz gibi asla affedilmeyecektir! Önemli olduğu için tekrar etmekte fayda var: Zekat veren kişi Yaratıcı’nın sevgili kullarından biridir. Bu kişi, “Evet, Kuran’da ihiyaç fazlası her şeyi paylaşma emri var, ama ben bunu yapamıyorum, Allah beni affetsin.” diyorsa başımın üzerinde yeri var; ama bu kişi “Ben zekatımı, sadakamı verdim kardeşim, bundan sonra kimse benim yaşamıma karışamaz, Bakara 219’u kabul etmiyorum, Nahl 71 beni ilgilendirmez, Kuran’da eşitlik yok!” gibi sözler söylüyorsa, bilsin ki Allah’a ortak koşuyor demektir! xxx xxx xxx Yukarıda, “Kuran çağlarüstü bir Kitaptır” demiştim ya… Gerçekten öyle! İnanılacak gibi değil, ama “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyenler Kuran’da yer aldıklarının farkında bile değiller… Bakın nasıl yer alıyorlar: “Dediler ki: ‘Ey Şuayb! Namazın mı emrediyor sana, atalarımızın tapar olduğunu terk etmemizi yahut mallarımızda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi?!.” (Hud, 87) Tabii!.. Müşriklerin mallarında diledikleri gibi davranmaktan vazgeçmelerini Hz.Şuayb’e namazı emrediyordu! Ne zannetmiştiniz!..

7 Mart 2011 Pazartesi

Kuran Akıl Ve Birkaç Soru

“Rabbim, dileseydin, onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” Hz.Musa, Kuran’da böyle yakınıyor. (Araf, 155) Bakın, düşünmekle/akletmekle ilgili sözler, bir başka surede nasıl tekrar edilerek beyinlere çakılıyor: “Andolsun ki biz Kuran’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık; fakat düşünen mi var!” (Kamer, 17, 22, 32, 40) Kamer 51 çok daha düşündürücü: “Yemin olsun ki, biz sizin benzerlerinizi hep yok ettik; fakat düşünen mi var!” Çıkışmalara bakın: “Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz!” (Araf, 169) “Aklınızı hiç işletmiyor musunuz!” (Yasin, 62) “Hâlâ akıllarını işletmiyorlar mı!” (Yasin, 68) Düşünmek ve bundan sonuçlar çıkarmak her Müslümanın öncelikli görevi; bakın Kuran ne diyor: “Bir Kitaptır bu, sana indirildi; onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için bir öğüt ve düşündürme olarak.” (Araf, 2) “Kutsal/bereketli bir Kitap bu, sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsinler temiz özlüler.” (Sâd, 29) Tekrar etmekte fayda var: Aklını kullanmak, düşünmek ve bundan sonuçlar çıkarmak bir Müslümanın öncelikli, belki de en önemli görevi. xxx xxx xxx İşte size düşünmek/aklını işletmek/beynini çalıştırmakla ilgili bazı göstergeler: Vakıa, 62; Kasas, 43; Kasas, 46; Kasas, 51; Kasas, 60; İsra, 41; Yunus, 3; Yunus, 16; Yunus, 24; Hud, 24; Hud, 51; Yusuf, 2; Yusuf, 109; Hud, 111; Enam, 32; Enam, 47; Enam, 50; Saffat, 13; Saffat, 138; Saffat, 155; Sebe, 46; Zümer, 9; Zümer, 18, Zümer, 21; Zümer, 27; Zümer, 42; Zümer, 32; Mümin, 54; Mümin, 58… Daha elliden fazla ayet yazılabilir, ama çalışma uzayacak… xxx xxx xxx Şimdi çok özel bir dikkat rica edeceğim; bakın yaratılış sebebimiz neymiş: “O, O’dur ki; sizi önce topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan yarattı. Sonra sizi bebek olarak annelerinizin karnından çıkarıyor, sonra güçlü çağınıza ulaşasınız ve nihayet ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor. İçinizden bir kısmı daha önce vefat ettiriliyor. Tüm bunlar, belirlenen bir süreye ulaşasınız ve aklınızı işletesiniz diyedir. (Y.N.Öztürk/Mümin, 67; R.İ.Eliaçık, “Bütün bunlar aklınızı kullanasınız diyedir.” diye bitiriyor.) Tüm bunlar nedenmiş? Aklımızı işletelim/kullanalım diye!.. xxx xxx xxx Peki, aklımızı işletmezsek/kullanmazsak ne olur? Cevabı yine Kuran veriyor: “Allah, pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır.” (Yunus, 100) xxx xxx xxx Tekrar edelim mi: “Allah, pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır.” xxx xxx xxx Kuran’da -sanırım- genellikle gözden kaçan bir husus var; bakın ne diyor: “Kendi ellerinizle yapıp getirdiklerinizin karşılığıdır bu; yoksa Allah kullarına asla zulmetmez. Bunların sonu, Firavun hanedanı ve onlardan öncekiler gibi olacak. Onlar da Allah’ın ayetlerine kâfirlik etmişlerdi de Allah onları günahları ile birlikte kıskıvrak yakalamıştı. Allah güçlüdür, karşılığı çok çetindir; bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu böyledir, çünkü bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez. Allah her şeyi işitiyor, her şeyi biliyor; bundan hiç şüpheniz olmasın.” (Enfal, 51, 52, 53) Neymiş: Bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez! xxx xxx xxx Sorulara gelelim mi… xxx xxx xxx Geçen gün bir hesap yaptık. Ne demiştik: Milli gelir 10.000 dolar X 1.5 = 15.000 TL : 12 = 1.250 X 4 = 5.000 TL. Milli gelirimiz 4 kişilik bir aile için ayda 5.000 lira. Bu parayla geçinilebilir mi? Gayet tabii! Peki, ülkemizde neden milyonlarca kişi resmen aç, 30 milyon kişi açlık sınırında, bir o kadar insan da kıt kanaat geçinebiliyor? Çünkü AKP, kapitalizmi uygulayan bir sistem partisi de ondan. (Anladık ciğerim, daha öncekiler de kapitalistti; biz şu anı tartışıyoruz, son sekiz yılda gelinen noktayı tartışıyoruz.) “Bu para nereye gidiyor?” yanlış bir soru! Doğru soru şu: Bu para neden gidiyor? Tekrar edelim mi: Bu para neden o dört kişilik aileye gitmiyor da başka yere gidiyor? Neden? xxx xxx xxx Yukarıda ne demiştik: Biz aklımızı kullanıp da kendimizi değiştirmedikçe, Allah bize yardım etmeyecek! Çok net! Ayda 5.000 lira yerine iki ton kalitesiz kömür, üç beş paket makarna, iki kilo bulgurla iktifa ettiğimizde; yani bu sadakalarla yetinmek yerine aklımızı kullanıp eşitlik talep etmediğimizde, milli gelirden payımıza düşen parayı bize vermeyenlerden hesap sormadığımızda Allah ne yapıyor? Yani bir başka deyişle, biz aklımızı kullanıp kendimizi değiştirmedikçe Allah ne yapıyor? Pisliği üzerimize bırakıyor! Akıl neyi gerektiriyor peki? Bu ülkede 80 milyon kişi mi yaşıyor ciğerim, bu seksen milyon kişi “kardeş” mi, hepimiz kardeş miyiz yani; o halde?!. O halde?!. Hepimiz kardeşsek, bu milli geliri neden eşit biçimde bölüşmüyoruz?!. İki ayrı soru ile meseleyi netleştirelim: 1) Milli geliri neden “fert başına” diye açıklıyorsunuz? 2) Bu “milli” geliri, bu “millet”i oluşturan “fertler/kardeşler” neden eşit biçimde paylaşmıyor?!. Ya hepimiz kardeş falan değiliz, bizi fena biçimde kandırıyorlar; ya da bu milli gelir “milli” falan değil; hele “fert başına” hiç değil! Sen beni askere giderken, vergi toplerken, seçimde oy isterken “fert” olarak göreceksin; ama sıra bölüşmeye geldiğinde yan çizeceksin! Akıl, “yok öyle!” demeli, demek zorunda! Yoksa? E, yoksa, Yunus 100 tabii!.. xxx xxx xxx Akıl ne diyor? O da insan, sen de insansın; o da çalışıyor, sen de çalışıyorsun; o da bu milletin bir ferdi, sen de bu milletin bir ferdisin; o da Müslüman, sen de Müslümansın. (Kaldı ki, Müslüman olman şart da değil, insan olman yeterli; çünkü Allah rızık verirken ayırım gözetmiyor.) E?.. Neden bölüşmüyoruz? Ama daha önemlisi var: Kendimizi bu minvalde neden değiştirmiyoruz (Enfal, 51-53); aklımızı neden kullanmıyoruz (yüze yakın ayet)?.. xxx xxx xxx Şimdi yine çok özel bir dikkat rica edeceğim: Kabahat kimde? Tekrar edelim mi: Kabahat kimde? Yukarıda size aktardığım Kuran verileri ışığında karar vereceksek, kabahatin büyüğü bu milli geliri bölüştürmeyenlerde değil, bunu talep etmeyenlerde! Yani aklını kullanmayanlarda! Yani kendini değiştirmeyenlerde! xxx xxx xxx “Eşitlik” talep eden çalışmalarımı bu gözle okuyun bir de. Siz eşitlik talep etmezseniz Allah size neden yardım etsin ki! Çok net biçimde ifade etmek gerekirse… Siz eşitlik talep etmezseniz böyle aç kalırsınız, güya fert başına olan milli gelir de başka “fertlere” gider! Gidiyor zaten! Son sekiz yılda zenginleşen “fertlere” bakarsanız, nereye gittiğini daha açık görebilirsiniz. xxx xxx xxx Ortada bir zulüm var mı arkadaş? Var. Peki size kim zulmediyor? Bu soruya Kuran ışığında cevap bulmalısınız: “Kendi ellerinizle yapıp getirdiklerinizin karşılığıdır bu; yoksa Allah kullarına asla zulmetmez.” (Enfal, 51) Tam bu anda iki soruyu tekrar etmeliyiz: Ortada bir zulüm var mı arkadaş?!. Peki size kim zulmediyor?!. (Fark ettiniz; bu kez ünlem işareti de var!) xxx xxx xxx Hadi bazı İslam ilahiyatçıları gibi, bazı hocaefendiler gibi, bazı hocaefendi hazretleri gibi, bazı yazarlar gibi, sizi biraz avutayım; tabir yerinde ise, gazınızı alayım biraz: Bu millet çok uzun zamandır zulüm altında inliyor, ama bu zulmedenler bunun karşılığını bir gün çok kötü biçimde ödeyecekler; bu nedenle, bu dünyada bu zulme sabretmemiz gerekir… Allah kimi fertleri gaspettikleri fert başına düşen 10.000 dolarlarla imtihan ediyor, kimini de açlıkla/yoksullukla; bu nedenle, bu dünyada bu zulme sabretmemiz gerekir… Çocuklarınız gece aç yatıyor olabilir, çocuklarınız pirzolanın veya muzun tadını bilmiyor olabilir, çocuklarınız sert kış koşullarında çile çekiyor olabilir, çocuklarınız okula yırtık ayakkabı ile gidiyor olabilir; ama siz bu zulme sabretmelisiniz, çünkü Allah sizi böyle imtihan ediyor! xxx xxx xxx Son ve özel bir dikkat ricası daha: Avundunuz mu? Sizi avutabildim mi? Yukarıdaki ayetler ışığında cevap verin. O yere göğe sığdıramadığınız kimi ilahiyatçılar/hocaefendiler/hazretler gibi, bu zulme sabretmenizi önererek sizi avutabildim mi? Avundunuz mu?..

4 Mart 2011 Cuma

Gazeteci Gördüm

Herifçioğlu elini kolunu sallaya sallaya yürüyordu, iyi mi!

Üsküdar’dan Bağlarbaşı’na çıkıyorum, bir ara trafik tıkandı; bir de baktım ki orada öylece yürüyor. Sağda gördüğüm ilk yere park edip yetiştim herife.

“Ne o hemşerim, babanın caddesinde mi yürüyorsun böyle?!.”

“Yo, caddede değil, kaldırımda yürüyorum.”

Aklı sıra kafa buluyor, iyi mi! Herif hem suçlu, hem güçlü!

“Polis görecek veya biri ihbar edecek diye çekinmiyor musun?”

Anlamaz pozlarda… Karşısında enayi var zannediyor, belli.

“Neden çekinecekmişim ki!”

Şeytan iki tane giydir suratına diyor, ama bu yaşta yakışmayacak diye kendimi frenliyorum.

Üzerinde uzunca bir palto, gözünde gözlük, kafasında da siyah bir bere; güya kamuflaj yapmış…

“Sen ne utanmaz adamsın birader?!. Bir de kalkmış dikleniyorsun!”

Hâlâ anlamaz tavırlarda, ama yiğitliği de elden bırakmaya niyetli değil güya:

“Ne diyorsunuz kardeşim, neden bahsediyorsunuz?!.”

Bak bak; onu tanığımın farkında, ama hâlâ pes etmeye niyetli gibi görünmüyor!

“Sen gazeteci değil misin, ciğerim?!.”

Sanırım bu kez oltayı doğru yere attık. Bir anda beti benzi soldu. Aslında lafı hiç uzatmadan bodoslama dalacaksın böylesine ama insanın vicdanı elvermiyor birader. Çoluk çocuğu mu var, kirada mı oturuyor, evin geçimini o mu sağlıyor… Dedim ya; vicdan işte, insanın yakasını bırakmıyor meret!

“N’olmuş?!. Gazeteci olmak suç mu?!. Aklınızdan zorunuz mu var sizin kardeşim?!.”

Ulan herif resmen çıkışıyor, iyi mi! Biz onun için neler düşünüyoruz, o bize nasıl davranıyor! Böylesine hiç acımayacaksın arkadaş! Arayacaksın üstünü, bulacaksın ses kasetlerini, fotokopileri, henüz yayınlanmamış kitabının müsveddelerini, doğruca götüreceksin!

De…

Vicdan bırakmıyor ki!

“Utanmıyor musun birader, böyle çoluk çocuğun içinde elini kolunu sallaya sallaya yürümeye!”

“Bana bakın kardeşim! Ya ne istediğinizi açıkça söyleyin, ya da çekilin önümden! Deli misiniz nesiniz!”

Bu arada bizim tartışmamıza şahit olan birkaç kişi geliyor yanımıza:

“Ne oluyor beyim, kimmiş bu?”

“Gazeteci ciğerim! Elini kolunu sallaya sallaya öylece yürüyor, iyi mi!”

Yanımdaki gençten biri, “Doğru mu söylüyor, hemşerim?!.” diye soruyor hiddetle. “Gerçekten gazeteci misin?!.”

“Bunun gibi iki tanesini sallandıracaksın Taksim’de; bak bir daha ortaya çıkıyorlar mı!” diye kin kusuyor, yaşlıca olanı. “Ulan herife bak be! Gündüz vakti öylece dolaşıyor ortalıkta! Utanması sıkılması da kalmamış bunların kardeşim!”

Gazeteci bakıyor ki papuç pahalı, tartışmayı bırakıp hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlıyor.

“Yakalayalım mı bunu?!.”

“Bırak Allah’ından bulsun babalık!” diye karşılık veriyor genç olanı. “Bırakalım çeksin gitsin, belasını başka yerde bulsun! Şimdi bunu yakala götür, sonra ifade ver, şahitlik yap… Bu kadar işin gücün arasında bir de bununla mı uğraşacağız. Bence bırakalım gitsin! Zaten pek tehlikeli birine de benzemiyor baksana.”

“İyi de, yazı yazıyor birader!” diye çıkışıyor yaşlıca olanı. “Şimdi bir şey yapmazsak bu herif yarın da yazar arkadaş! Ondan sonra uğraş babam uğraş! Neden bırakacakmışız ki!”

Biz kaldırımdaki mini toplantıya devam ederken bir de bakıyoruz ki herif tüymüş, iyi mi! Ulan kaşla göz arasında herif sırra kadem basmış be!

“Dert etmeyin!” diye bizi teskin ediyor yaşlıca olanı, biraz kırgın bir sesle. “Olan oldu artık! Ama herifin tipini iyice belledim ben arkadaş. Bu herif bir daha buralarda dolaşsın, yakalamazsam ne olayım.”

Ne yalan söyleyeyim; kendimi vatandaşlık görevini yapmamış biri gibi hissediyorum. Herifin kaçıp kurtulmasına göz göre göre izin verdik birader!

Vicdan işte ciğerim.

İnsanın yakasını bırakmıyor…

Ama iyice bir korkuttuğumuzu düşünüyorum.

Bence uzunca bir süre ortalıkta görünmez artık.

Ulan memlekete bak be!

Gazeteci, İstanbul’un göbeğinde elini koluna sallaya sallaya dolaşıyor!

Ne günlere kaldık!

Vay canına be!..

3 Mart 2011 Perşembe

En Yoksul 100 Kişi

Forbes Dergisi Türkiye’nin en zengin 100 kişisini açıklamış.

Bu 100 kişinin toplam serveti 104 milyar dolar.

Allah bereket versin!

Geçen yıl bu tutar 87 milyar dolarmış.

Artış % 20

xxx xxx xxx

En zengin 100 kişiyi bulmak hiç de zor olmasa gerek.

En yoksul 100 kişiyi bulsanıza ciğerim!

Bulamazsınız!

Bulabilseniz bile, liste yapmaya zamanınız yetmez; çünkü bu garibanlar her gün birer ikişer ölüyorlar…

Açlık, hastalıklar, cinnetler, intiharlar…

Liste yapmak pratik olarak mümkün değil!

xxx xxx xxx

Ne ironik bir durum değil mi?

Müslüman aidiyetini sık sık vurgulamaktan kendini alamayan AKP döneminde dolar milyarderi sayısı hızla artarken, yoksul kesimin yoksulluğu bundan da hızlı artıyor.

Oysa tam tersi olmalı; çünkü Kuran böyle söylüyor.

Garebete bak!

Kimileri aksırıncaya tıksırıncaya kadar yerken, kimileri listeye bile dahil edilemiyor!

Milli gelir 10.000 dolara yükseldi diye övünüyor muktedirler; bu 10.000 doların nereye gittiği böylece belli oluyor işte!

Allah nazardan ve benimki gibi kem gözlerden saklasın.

xxx xxx xxx

Geçenlerde bir dost, “Sizinle ayrı Kuran’ı mı okuyoruz!” diye sitem etmişti; benim Kuran’da hep yoksulların çığlıklarını duyduğumu ileri sürerek sitem ediyordu bana.

O dostu bilmiyorum; ama muktedirlerle aynı Kuran’ı okumadığımız açık!

xxx xxx xxx

Bir an için kendinizi bu 100 kişinin yerine koyun…

Tuhaf bir duygu olmalı, değil mi?

İnsan kendisini tanrı gibi hisseder birader!

Örneğe bakın: Tümü havuzlu villalardan oluşan bir siteye gidiyorsunuz ve elinizle havada bir daire çizip, “Şunların hepsini alıyorum!” diyorsunuz!

Peh be!

xxx xxx xxx

Geçen gün gazete yazmıştı:

18 milyon dolara cep telefonu varmış.

Yanlış mı okudum diye tekrar baktığımda tüylerim diken diken oldu.

Eski parayla 27 Trilyon liraya telefon; üzeri zümrütlerle falan kaplıymış!

Burjuvalar için değil tabii; küçük burjuvalar veya sonradan görmeler için.

Burjuvalar bu tip saçma gösterilere kalkışmayacak kadar akıllılar çünkü.

xxx xxx xxx

Bazı dostlar büyük burjuvalara fazla yüklenmemek gerektiğini, çünkü bunların yatırım yaparak istihdam sağladığını anlatıyorlardı.

Kısmen katılıyorum.

Kısmen tabii; çünkü AKP’li son sekiz yılda bir tane bile büyük yatırım, tek bir fabrika bile yapılmadı; işsizlik anormal boyutlarda.

Peki dolar milyarderi sayısı nasıl oluyor da bu denli artabiliyor?

Nereden kazanıyorlar bu parayı?

xxx xxx xxx

Daha ilginci var:

Özelleştirmelerden elde edilen gelirlere rağmen, son sekiz yılda kamunun borcu tüm Cumhuriyet döneminde yapılandan fazla; inanmak her ne kadar zor da olsa, böyle bu.

Türkiye ürkütücü boyutlarda borçlanırken, dolar milyarderi sayımız da bu ürkütücülükte artıyor.

Bu, garip değil mi!

Değil tabii!

Buna “vahşi kapitalizm” deniyor; küresel sermaye böyle öngörüyor ve uyguluyor işte.

xxx xxx xxx

İşte size bir ironi daha:

Müslüman bir ülkede herkes yoksulların durumunu konuşacağına, herkes günlerdir bu en zengin 100 kişiyi konuşuyor.

Konuşurlar!

Kuran ve akıl sustuğu zaman, konuşma sırası bu ikisinin karşıtına geçer çünkü!

Bir ülkede zenginler konuşuluyorsa, o ülkede Kuran susmuş demektir!

xxx xxx xxx

Kapitalizme karşı olduğunuzda, onun yerine ikame edeceğiniz bir şey olmalı, dediğim için dostlar gücendiler bana.

İslam neyine yetmiyor, dediler.

Ben de, AKP Müslüman değil mi, diye sormuştum.

Sorumu tekrar ediyorum.

xxx xxx xxx

Bu, Kuran’ı hangi paradigmayla okuduğunuza bağlı bir şey.

Kuran’ı, aynen onun emrettiği gibi, yoksulların gözünden mi okuyorsunuz; yoksa, onun şiddetle reddettiği gibi, muktedirlerin -“cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun- gözünden mi!

Ülkemizde otuz milyon kişi açlık sınırında yaşarken, dolar milyarderi sayımız giderek artıyor; bunu aklın bir köşesinde tutarak düşünmek gerek.

Ülkenin en zengin 100 kişisi özenle seçilip listelenirken, ülkenin en yoksul 100 kişisini neden kimse merak etmiyor?!.

Neden etsinler ciğerim!

Sayılmayacak kadar çok çünkü bunlar; dergi bunların listesini yapmaya kalksa, matematiğin bile şaşırmasından dolayı o dergiyi on bin sayfa falan çıkarmak gerekebilir! (Çelişki aramayın; birbirine tıpatıp eşit yüzbinlerce yoksulu düşünün; 78. sırada yüz bin kişi mesela…)

xxx xxx xxx

Hadi size bir soru:

Allah bu 100 kişiyi zenginlikle imtihan ederken, bu 30.000.000 kişiyi neden yoksullukla imtihan ediyor?

Allah’ın gücüne gitmesin ama, bu “imtihan” bana hiç de adil gelmedi arkadaş!

Ya bunların Tanrısı gerçekten gaddar, ya da bu “zenginlikle-yoksullukla imtihan” meselesinde bizi fena kandırıyorlar!

xxx xxx xxx

Kuran ne zaman konuşmaya başlamış demektir biliyor musunuz?

Türkiye’nin en zengin 100 kişisi değil, en yoksul 100 kişisi belirlenebildiği zaman!

Gerisi kapitalizme alenen veya zımnen ilanı aşk etmekten öteye geçmez!

Yemezler arkadaş!

xxx xxx xxx

Sahi…

104.000.000.000 X 1/40 = 2.600.000.000 X 1.5 = 3.900.000.000 TL

3.900.000.000 : 30.000.000 = 130 TL.

Bu servetin zekatını vermeye kalktığınızda gariban başına 130 lira düşüyor!

130 lira hangi garibanın derdine çare olacak ki!

Kuran sizce bunu mu istiyor gerçekten?!.

(Milli geliri sahibine teslim etseniz, dört kişilik bir ailenin aylık geliri 5.000 lira ediyor; oysa milli gelirin zekatı dört kişilik aynı aile için sadece 125 lira.)

Birileri bizi fena halde kandırıyor, söylemedi demeyin!

“İnfak”ı, bir “lütuf” olarak görüyorlar/gösteriyorlar çünkü; hem de her gün Fatiha okumalarına, her gün “Bizi doğruluk ve dürüstlük yolunda yürüt” diye dua etmelerine rağmen!

“Doğruluk ve dürüstlük yolunda yürümek”, Türkiye’nin en yoksul 100 kişisini tespit edebilmekle olur.

Fatiha’yı kuru kuruya okumakla değil!

Kelime-i Tevhit’ten Hz.Muhammed’in adını çıkarmayı şart koşan ve böylece “Dinler Arası Diyalog” kurulacağını iddia eden BOP’çu küresel sermaye ve işbirlikçileri, son sekiz yıldır Fatiha’yı böyle kuru kuruya okumamızı dayatıyor bize!

Alın o 130 lirayı başınıza çalın!..