12 Mart 2009 Perşembe

Yuvaya Dönüş

Bildiğiniz gibi, Türkçe’de çok anlamlı bir deyiş vardır; “durumdan vazife çıkarmak”…
Bu, “farkında” olan insan bilincinin bir dayatmasıdır; herhangi bir kişi veya kurum sizden böyle bir şey istememiş olabilir; ne var ki, “insan” olma ayrıcalığının vücut verdiği sorumluluk hissi, elinizden çok fazla şey gelmeyeceğini bilseniz bile, en azından canhıraş bir çığlık atmak için sizi bir yerlere doğru iteler de iteler…
Bu bir namus meselesidir!..
Vatanımızın büyük bir tehlikede olduğu bugünlerde, her Türk vatandaşı “durumdan vazife çıkarmak”, karınca kararınca elinden ne geliyorsa bunu hiç çekinmeden uygulamak zorundadır.
Bu “iteleme” esnasında başvuru kaynağı veya belki daha doğru bir deyişle, eskilerin “müteharrik güç” dedikleri “itici güç” kişiden kişiye değişir: Kimi “Bayrak”tan yola çıkar, kimi “Kuran”dan; kimi “Türklük”ten püskürür bir lav gibi, kimi “bölüşümcülük”ten/”paylaşımcılık”tan…
Kişinin damarlarında dolaşan kanı isyan duyguları ve çoğu kere bu duygularla biçimlenmiş kutsal bir hınçla dalgalandıran bu “başvuru kaynağı”nın ne olduğu son tahlilde belirleyici bir özelliğe sahip değildir; belirleyici özellik namustur, haysiyettir, şereftir!..
Belirleyici olan namustur!..
Kuran’dan, Beyrak’tan, Vatan’dan veya insan’dan yola çıkan birinin hata yapması, sürçmesi, dosdoğru yürüyememesi her zaman mümkündür; çünkü sonuçta bu yola adım atan biri, ismi üzerinde, bir insandır… İnsan kuşkusuz belirli hatalar yapan, hatta bazen yaptığı hataları tekrarlayan bir yaratıktır. Bilgi yetersizliği, cesaret noksanlığı, yetersiz basiret, risk muhasebesindeki yanılgı, psikolojik savaş unsurlarının tam kavranamaması…
İnsana özgü hatalar, ismi üzerinde “însana özgü” olduğu için affedilebilir hatalardır…
Affedilemez olan şey, Türk Devleti’ne karşı yapılan bu kabil hatalar değil; bu hataları bilinçli bir biçimde, bir çıkar uğruna yapmaktır, ki bunun adı da vatana ihanettir, namussuzluktur!..
Vatana ihanet affedilemez, namussuzluk affedilemez!..
Türk insanı için “namus”; hava, su ve ekmek kadar vazgeçilemez bir ihtiyaçtır; bir insandan “namus” denen bu hasleti söküp aldığınızda geriye çürümüş et ve kemik yığınından ibaret bir leş kalır.
Geriye kalan sadece bir leştir!..
Kuran’ı incelediğinizde, şu bilinen tanımıyla “ateist” diye nitelendirilen insanlar için kesin çizgilerle belirlenmiş bir son göremezsiniz; bu, Yaratıcı’nın bir yasasıdır, çünkü Yaratıcı, bu tip insanların bir gün doğruyu göreceklerini bilmekte ve onlara her zaman “açık bir kapı” bırakmaktadır. Yaratıcı’nın affetmeyeceğini ısrarla vurguladığı belki de tek günah “riya”dır; Allah’ın Elçisi, bunun “gizli şirk” olduğunu söylemektedir. Riya gizli şirktir ve affedilmesi söz konusu dahi olmayan en büyük sürçmedir…
Peki, bu neden böyledir?..
Çünkü riya ikiyüzlülüktür; çünkü riya namussuzluktur!.. Riya, olduğu gibi görünmemek, göründüğü gibi olmamaktır!..
Namussuzluk “Gökler” için kuşkusuz affedilemez bir günahtır; çünkü bu “insan olma onuru”na aykırı bir davranıştır!.. “Gökler”, içinde Yaratıcı’sının Nefesi’ni taşıyan yaratıktan bu onura uygun davranmasını beklemekte; bu onura layık olmak için çaba sarf etmeyenleri asla affetmeyeceğini ısrarla vurgulamaktadır.
Her türlü hatasına rağmen insan namuslu olmak zorundadır!..
Tekrar edilmesi, altının adamakıllı çizilmesi gereken şey, insan için belirleyici olan şeyin “nereden” hareket ettiği değil,”nasıl” hareket ettiğidir…
Kuran’ı hiç görmemiş, “Türk” sözünü hiç duymamış, “paylaşımcılık” konusunda hiçbir yazı okumamış biri de “insanlık” yolunda, “insanlaşma” yolunda başarılı olabilir, çünkü içine üflenen “Nefes” onda bu hasletin ortaya çıkması için yeterli bir kaynaktır; ama Kuran’ı okumuş, Türk olarak doğmuş, paylaşımcılık konusunda yeterli biçimde bilgilendirilmiş biri için “insanlık yolunda başarılı olabilir” tanımlaması yetersizdir; bu kişi, bu yolda başarılı olmak zorundadır…
Bu, bu kişinin bir namus borcudur!..
Mustafa Kemal milliyetçiliği çerçevesinde kendini Türk olarak gören biri “insanlaşma” yolunda başarılı olmak zorundadır; çünkü bu yolda gerekli olan her şeyle teçhizatlandırılmıştır.
Türk, erdemli olmak zorunda değildir; Türk bizatihi erdemin ta kendisi olmak zorundadır.
Bu, Türk için bir namus meselesidir!..
Bu, kesinlikle bir ırkçılık meselesi değildir; başka milletler de kendileri için bu tip bir çerçeve çizebilirler, çizmelidirler; ama unutulmaması gereken şey, bunun onların sorunu olduğudur…
Bu, Vietnam’da küçük çocukları napalm bombalarıyla kavuran; Irak’ta vatanları için savaşan insanları yıldırmak için o insanların kadınlarını ve çocuklarını gözleri önünde taciz eden; bir başka ülkeyi istila edebilmek için kendi ikiz kulelerine saldırı düzenleyebilen ve kendi vatandaşı üç bin kişiyi gözü kırpmadan öldürebilen; mazlum ülkelerin doğal servetlerini gaspedebilmek için olmadık namussuzluklar sergileyebilen milletlerin sorunudur!..
Ne var ki, unutulmaması gereken bir şey daha vardır; ve bu “şey” insanı yaratan Güç tarafından çok belirgin bir biçimde çerçevelenmiş ve bu yaratığın adeta gözüne sokulurcasına orta yere serilmiştir: İçine üflenen Nefes’le onurlandırılan insanoğlu, içine üflenen Nefes’le “farkındalık”la donatılan insanoğlu, “görece” idrak dahi edilemeyecek kadar kısa olan bu yaşamında zalime karşı çıkmak, zulme karşı savaşmak sınavıyla baş başa bırakılmıştır.
Göklerin “namus” kapsamında nitelendirdiği haslet budur: İnsanoğlu zulme karşı çıkmalı, zalime karşı savaşmalıdır!..
Mazlum karşısında aslan kesilip zalim karşısında süt dökmüş kediye dönen uğursuz tiplerin görece cüretkâr çıkışları, riya çamurunda debelenmekten başka bir şey yapmayan sırtlanların kaplan maskesi takmalarından ibaret bir sahtekârlıktır!..
Türk insanı, “zalim” ve “zulüm” meselesinde doğuştan taraftır; yeryüzünün orasında veya burasında işlenen herhangi bir zulüm için “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” alçaklığını göstermek lüksüne sahip değildir… Bu topraklarda hayat bulan biri, bu iklimin kendine özgü yiğit ruhuyla o veya bu şekilde temas etmiş biri, bu tip bir “lüks”e sahip değildir; bugüne kadar hiç olmamıştır, bugünden sonra da olmayacaktır.
Bu bir namus meselesidir!..
Türk insanı şunu hiç unutmamalıdır: Zulüm “adalet”in karşıtıdır; adaletin olmadığı yerde insanlık yoktur, dolayısıyla Türklük de…
Türk, namuslu olmak zorundadır; bu, Türk’ün hamurunda bulunan genetik bir belirleyiciliktir!..
“Türk’üm” diyen biri için zulme ve zalime karşı savaşmak bir namus meselesidir!..
Merhamet, fedakârlık, sadakat, yiğitlik, mertlik, vatanseverlik, bölüşümcülük, kendine güven, cesaret, gerektiğinde gözükaralık gibi kavramlar Türk için bir namus meselesidir!..
Ahlâki değerlere bağlılık insanı hayvandan ayıran en temel özelliktir; ahlâki değerlere bağlı olmak namuslu olmak demektir; “namus”, ayakları havada, içi boş bir kavramdan ibaret değildir; bu haslet, bir Türk için gerektiğinde canını hiç düşünmeden feda edebileceği kutsal bir kavramdır!..
Nedir Türk’ün ahlâki değerleri?..
Türk; merhametli olmak zorundadır; halkı ve Devleti için fedakârlıkta sınır tanımamalıdır; sadık olmalı, yiğit olmalı, mert olmalıdır… Evet; “komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir” hiç kuşkusuz İslami bir söylemdir ve bu şifre sözler bizatihi Elçi’nin sözleridir; ama bu, aynı zamanda Türk’ün en temel hasletlerinden biridir de… Dünyayı gezip dolaşan, diğer kültürleri yakından tanıyan herkesin teslim etmek zorunda olduğu gerçek şudur: Yardımlaşma hususunda hiçbir millet Türk milletiyle boy ölçüşemez; bu konuda Türk milleti kadar fedakârca davranamaz!.. Dilbilimcilerin yakından bildiği gibi, “paylaşmak”, Arz’daki hiçbir dilde Türkçe’de olduğu kadar mübarek bir anlam ihtiva etmez…Türk Milleti, tarih sahnesinde, “yarin yanağındaki ben hariç” her şeyi paylaşabilen, bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan belki tek millettir…
İşte, meselenin can alıcı noktası, temel sorun burada ortaya çıkmaktadır:
Bu tip yüce hasletlerle donatılan bir millet, koskoca Arz’da emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşı veren ve bundan alnının akıyla çıkan bu kahraman millet bugün neden bu zillet uçurumuna yuvarlanmak üzeredir?!. (Tarih önünde yemin ediyorum; bu uğursuz çabalar boşa gitmeye mahkûm çabalardır; Türk milleti bu bir avuç uğursuz güruha hak ettiği cevabı mutlaka verecektir!..)
Temel mesele budur; temel mesele, bunu tahlil edebilmektir.
Ülkesini seven herkes, Devleti’ni seven herkes, insanını seven, Bayrağını seven herkes, bir dahaki buluşmamıza kadar ev ödevini doğru yapmalıdır.
Ev ödevi şudur:
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2004 yılı itibariyle, Türkiye’de yaşayan 1 milyon Türk açlık sınırının altında; 18 milyon Türk yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. TÜİK diğer verileri açıklamıyor, ama açıkladıkları yeteri kadar şeyi gözler önüne seriyor: 19 milyon kişi açlık ve yoksulluk sınırının altında; geri kalanların ezici çoğunluğu yoksulluk sınırında… (Bunu görebilmek için TÜİK’e ihtiyaç yok; her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor.)
Ahlâki değerlerimizde insanın kanını donduracak boyutlarda bir düşüş var: Televizyonlardaki “Biri Bizi Gözetliyor”, “Benimle Dans Eder Misin?”, “Benimle Evlenir Misin?” türü programlar; ah tanrım ah, neredeyse tarihten silinmesi için marazi bir hırsla mahvetmeye çalıştığımız Türkçe; bir Türk delikanlısı için neredeyse en büyük ahlâki çürümenin göstergesi kapkaç terörü; ülkemizi zehirli bir örümcek ağı gibi saran misyonerlik faaliyetleri; “Dinler Arası Diyalog” palavrası veya yanılgısı içinde Batı emperyalizmine adeta altın tepsi içinde sunulan bu kutsal topraklar; dilinin ucuna kadar gelenleri yazmamak için yoğun bir çaba sarf eden bu fakiri bağışlayın, şerefsiz-namussuzlar tarafından Kuzey Irak’ta başına çuval geçirilen on bir şerefli Türk askeri; Batı emperyalizminin takdir belgesini alabilmek için “Türkler Ermenileri kesmiştir!” demeye cüret edebilen yazar bozuntuları…
Tarihin en büyük imparatorluğunu kurmuş bir Devlet’in, ne idüğü belirsiz Avrupa Birliği macerasında sineye çekmek zorunda kaldığı hakaretamiz tutum ve davranışlar!.. Bu şerefli, bu kutsal toprakları her vesile ile çiğnemekten kaçınmayan AB ve Amerikan komiserleri!.. Türklüğe hakaret eden yazar bozuntularının yargılandığı mahkemeleri basan Avrupalı gözlemciler(!)…
Adı konulmamış (aslında konulmuş tabii de, bu başka bir çalışma konusu elbette) Haçlı Seferleri; ve bu uğursuz emperyalist saldırı karşısında dut yemiş bülbüller!..
Komşumuz Irak’ın namertçe işgali esnasında Türk topraklarından havalanan emperyalist bomba uçakları; ve bir kez daha dut yemiş bülbüller!..
Kan dökerek aldığımız Kutsal Kıbrıs topraklarının hayasızca geri alınış çabaları; ve sahnede yine bülbüller; üstelik bu kez, duta tam anlamıyla doymuşları!..
ABD Senatosunda hayasızca açıklanan “vatan haini gazeteci tavlama” metodları ve bu iş için ayrıldığı ilan edilen 400 milyon amerikan doları!.. (Haydi Türkler, hesap makinesi başına: 400 milyon dolar ile kaç kilo dut alınır? Bu kadar dut ile kaç uğursuz bülbül patlayasıya doyar?)
Allah’ın Elçisi’ni terörist olarak resmeden namussuz karikatürler; ve bir zamanlar her Cuma namazı çıkışında Amerikan bayraklarını yakan gurupların üç yıldır sırra kadem basışları!.. (Müslümanlara ek bir ev ödevi: Amerika Birleşik Devletleri zalim midir?.. Cevabınız “evet” ise, ki elbette öyledir; “Zalimler birbirlerinin dostlarıdırlar!” diye uyaran Casiye 19. ayet size ne ifade ediyor?)
Ev ödevini üstlenen onurlu insanlara küçük bir ipucu: Türkiye son elli-altmış yıldır hangi sistemle yönetilmektedir? Bir müslümanın asla kabullenemeyeceği “liberalizm” neden en gerici ideolojidir?.. Yardımlaşmak, bölüşmek, merhamet göstermek dururken, hayatta kalabilmek için hayvanlar gibi “rekabet etmek”; hayvanlar gibi birbirine üstünlük sağlamaya çalışmak ve bu esnada peygamber Adam Smith’in “gizli el”inin refahı sağlayacağını iddia etmek, bu “gerici” oluş keyfiyetini açıklamaya yeterli midir? (Yoksa, peygamber Adam Smith için Hz.Adam Smith mi demeliydim?!.)
Şimdi, milliyetçilere ek bir ev ödevi: Bir Türk hastalandığında bir başka Türk’ün ona “Paran var mı hemşerim!” diye sorması; parası olan Türk -tabii ki amerikan isimli- beş yıldızlı otel ayarındaki “hospital”lerde konuk edilirken, parası olmayan Türk’ün böbrek ameliyatı için 3 yıl sonrasına gün alabilmesi kanınıza dokunmuyor mu?.. Bir Türk’ün, kamu mülkiyetindeki kutsal müesseseleri özelleştirme adı altında ona buna peşkeş çekmesi sizi kahretmiyor mu?.. “Devlet peynir üretir miymiş kardeşim!” diye salyalar saçarak böğüren bir yaratığın karşısına çıkıp, “Üretir ulan!.. Ucuza üretir, ucuza satar; vatandaşının karnını doyurur, melun!” diye avazınız çıktığı kadar bağırmak içinizden gelmiyor mu?
“Milliyetçi” hassasiyetleri ağır basan samimi Türk insanı şu sorunun cevabını kendi vicdanında bulmak zorundadır: Devlet kutsal mıdır?.. Bu, temel bir sorudur ve bu soruya “evet” cevabının verilmesi, bir başka sorunun da cevaplandırılmasını dayatmaktadır: Devlet kutsalsa -ki bu satırların yazarı fakir için bu böyledir-, o halde, devletin mülkiyetindeki kamu işletmeleri neden özelleştirilmektedir?!. Ülkesini, Bayrağını, Devletini, insanını seven samimi bir milliyetçi, vicdanını bu soru ile denetlemelidir!.. Bir milliyetçi -ki bu satırların yazarı fakir bir milliyetçidir-, Türkiye’nin en çok kâr eden ve en çok kurumlar vergisi ödeyen şirketlerinden biri olan Türk Telekom’un özelleştirilmesi esnasında, Fransız Telekomu’nun özelleştirme ihalesine neden girdiğini anlamaya çalışmak zorundadır!.. (Fransız Telekom’u bir devlet kuruluşudur; bu şerefsizler kendi devletlerini küçültmeye neden yanaşmamaktadırlar?!.)
Bu, kendisine “Türk milliyetçisi” diyen herkesin görevidir!..
İktisadi liberalizme göre devlet küçülmeli, elinde ne varsa satmalı ve piyasadan çekilmelidir; değil mi?.. Peki; liberalizmin bu kahpe yasası Fransız Devleti için neden geçerli değildir?!. (Aynı şeyler, abd’yi yöneten soysuzlar için de geçerlidir!)
Hani devlet küçülmeliydi, hani devlet iktisadi hayattan çekilmeliydi, hani devlet peynir dahi üretmemeliydi; Hz.Adam Smith ve onun Türkiye’deki sadık müritleri böyle söylemiyorlar mıydı?!.
Türk Devleti’ni küçültmek için kamunun kutsal mülkiyetini ona buna peşkeş çekenler Fransız devleti’nin bu ihaleye girmesini nasıl açıklayacaklar?!. Türk Devleti küçülmek zorunda da, Fransız devleti veya amerikan devleti neden küçülmek zorunda değil?!. Türk Devleti’ni küçültme parolasıyla açılan bir ihalede, kamu mülkiyetindeki bir işletmeye Fransız devletinin bir işletmesinin göz koyması hangi ahlâk yasası ile açıklanabilir?!.
Buna samimi cevap verebilecek namuslu bir babayiğit var mı bu ülkede?!.
Ey Türk milliyetçisi; bu sorunun cevabını bulmadan sana uyku uyumak haramdır; bunu bilesin!.. (“Türk Devleti küçülsün!” diye adeta yırtınanlar, bunu neden amerikan devleti veya Fransız devleti için söylemiyorlar?!. amerikan Senatosu 400 milyon dolarlık ihanet yemini boşuna mı oltaya taktı sanıyorsunuz?!. Bu 400 milyon doları ülkemizde hangi gazetecinin, hangi aydının bölüştüğünü; hangi uğursuz tiplerin bu para için vatanını sattığını göremiyor musunuz gerçekten?!.)
Sırada marksistler var: Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine saldırarak bir yere ulaşmanın mümkün olmadığını artık anladınız mı?.. Ulus-Devlet’in kutsallığı ve gerekliliği konusunda düşünceleriniz berrak mı?.. Emperyalizme savaş açarken birlikte çarpışmak zorunda olduğunuz Türk halkının milli ve manevi değerlerine saygı göstermek gerektiğini artık kavradınız mı?..
Ve son sırada amerikan ve AB hayranlarına ev ödevi: Her aynaya baktığınızda neden mide bulantılarına garkolduğunuzu nihayet anlayabildiniz mi; yoksa tüm yaşamınız boyunca bu bulantıyla uğraşmak zorunda kalacağınızı hâlâ göremiyor musunuz?!. (abd olamaz tabii de, içlerinde benim dostlarımın da bulunduğu samimi AB’cileri tenzih ediyorum; ama bu tenzih esnasında, bu sevgili dostlarımı bir kez daha uyarmayı bir görev olarak kabul ediyorum. Bu adamlar sizi içlerine almayacak dostlarım; inşallah da almazlar… Benim düşüncelerimi soracak olursanız, otuz yıldır verdiğim cevabı tekrarlamaktan onur duyarım: Bir kez daha Allah belalarını versin, tabii… Elton John ve erkek sevgilisi geçenlerde, İngiltere’de, üstelik kilisede evlendiler; mutlu oldunuz mu?!. Allah’ın Sodom şehrini neden Arz’dan sildiğini hatırlıyor musunuz; Sodomluların, erkek kılığında Arz’a inen meleklere dahi cinsel tacizde bulunmaları, size İngiltere’deki bu erkek erkeğe evliliği çağrıştırıyor mu?!. AB’ye girdiğinizde “erkek erkeğe evliliklerde imam nikahı” için camilere koşacak mısınız?!.)
Şimdi tüm kesimleri kapsayan esas ev ödevi: Baş düşman kim; AB veya abd mi, yoksa bağrımızda serpilip büyüyen, gazeteci/yazar/aydın kılığındaki bir avuç engerek soyu mu?!.
Şu konuları bir düşünün: Kıbrıs, AB, abd, PKK, Dinler Arası Diyalog, misyonerlik faaliyetleri, Türk Ordusu, Ermeni meselesi, tam bağımsızlık, emperyalizm, Türk Devleti, Mustafa Kemal, İslam’da reform arayışları (ılımlı İslam)… Bu listeyi, bu minvalde istediğiniz kadar uzatabilirsiniz…
Temel soru şu: Bu konularda Türkiye aleyhine faaliyet gösteren Türklerin istisnasız-tekrar ediyorum, istisnasız- tümünün liberalizmi savunuyor oluşu basit bir rastlantı mı; yoksa bu paradigma mı insanları kendi vatanlarına ihanetle baş başa bırakıyor. Hani şu çok sevdikleri deyimle, bu insanlar TINA mı yoksa?!. (TINA: There is no alternative/Seçeneksiz.) Liberalizme gönül vermiş samimi insanları bir kez daha uyarmayı bir görev addediyorum: Sevgili dostlarım; sizi ülkesine, insanına, Devletine ihanet çizgisine getiren şey, liberalizm hususundaki seçeneksizliğiniz mi yoksa?!. (Bunu, şu yukarıda anlattığım Türk Telekom örneğinden yıla çıkarak bir kez daha düşünün lütfen. Bize dayattıkları bu liberal palavraları kendileri neden uygulamıyorlar?.. abd tarım ürünlerinin fiyatlarına neden müdahale ediyor; “piyasanın serbestçe oluşması”na neden izin vermiyor; stratejik konumdaki topraklarını Japonlar satın alacak diye neden ödleri kopuyor?!. amerikan Senatosu stratejik konumdaki sektörlerin özelleştirilmesine neden karşı çıkıyor?!. Siz hiç “amerikan devleti küçülmelidir!” diyen bir liberale rastladınız mı?!. Peki; size ne oluyor da Türk Devleti’ni küçültmeye çalışıyorsunuz?!.)
Türk insanı bu soruyu cevaplandırmaya çalışırken, şu ayrıntıyı da göz önünde tutmak zorundadır: Mazlum milletlerin doğal servetlerini gaspedebilmek için her türlü namussuzluğu yapan, kardeş milletler arasına nifak tohumları atan, dünyayı artık onurlu bir biçimde yaşanamayacak kadar şerefsizleştiren milletlerin tümü; amerikanı, İngilizi, Fransızı… aklınıza hangi deyyus emperyalist güç geliyorsa, bunların tümünün liberalizmle yönetiliyor oluşu da mı basit bir rastlantı?!. (Bu, sözde liberalizm tabii; Allah izin verirse bunu ileriki çalışmalarımda açacağım.)
Liberalizm insan namusuyla bağdaşmıyor; bunu görebilmek bu denli zor mu?!.
Temel soru, Türk’ü Türk’e kırdırma noktasına getiren şu gayri ahlâki “rekabet”le, şu iktisadi liberalizmle, son Türk Devleti’ni küçülttükçe küçülten şu neo-liberal zihniyetle mücadelede, dolayısıyla emperyalizmle mücadelede Türkler’in değişik kamplara ayrılma lüksünün olup olmadığı…
Solcu, sağcı, milliyetçi, Müslüman, sosyalist, komünist, anarşist veya her ne Allahın belası ayırımsa!..
Emperyalizmin boyunduruğuna girmek üzere olduğumuz şu zillet dolu günlerde, böyle ayrılıp paramparça olmak gibi bir lükse sahip miyiz?!.
Türkler olarak birbirimizi kırdığımız, vurduğumuz, öldürdüğümüz; ve böylece emperyalizm karşısında paramparça olduğumuz yetmedi mi artık?!.
Kutsal topraklarımız Müslüman kanına bulanmış amerikan postalları altında çiğnendikten sonra mı aklımızı başımıza alacağız?!.
Yetmedi mi artık!..
Bizi Türk yapan hasletlerimiz ne zaman bir volkan gibi patlayarak içimizdeki bir avuç şerefsiz-namussuzu ve Türkiye üzerinde çirkin emelleri olan emperyalistleri kahredecek?!.
Türk halkı açlık sınırında yaşıyor, tüyleri diken diken eden bir kültürel ve ahlâki yozlaşmayla karşı karşıyayız, Türkçe elden gitti, Kıbrıs gitti gidiyor, Güneydoğu bölündü bölünüyor, Cuma namazı çıkışlarındaki o milli ve manevi beraberlik göçtü gitti, Kutsal Vatan Toprakları emperyalistler tarafından istila edilmek üzere; buna daha ne kadar katlanacağız?!.
“Ezan susmayacak, bayrak inmeyecek!” diye sahte çığlıklar atarken ülkemizi emperyalizmin boyunduruğuna teslim etmekten çekinmeyen -aslında görevleri bu olan- iğrenç politikacılardan, vatan haini gazetecilerden-yazarlardan, üç kuruşluk dünya çıkarı uğruna ülkesine ihanet eden kahrolası sahte aydınlardan gına geldi artık; adamın asabını bozmayın birader!..
Türk, erdemin bizatihi ta kendisi olmak zorundadır: bu, bir namus meselesidir!..
Namussuza haddini bildirmenin zamanı gelmedi mi artık!..
Bir dahaki buluşmamıza kadar ev ödevimizi iyi çalışmak; “Türkiye ve Türk neden bu hale geldi?”yi etraflıca bir düşünmek zorundayız…
Bu, sıradan bir beyin jimnastiği değil; bir namus meselesidir!..
Bu Bayrağın “kırmızısı” nereden geliyor arkadaş; bu kutsal Bayrak için kanını dökmekte bir an bile tereddüt etmeyen milyonlarca şehidin kemiklerini daha ne kadar sızlatacağız?!. Biz bu Vatanı yolda mı bulduk sevgili dostlarım?!.
Ve son söz koynumuzda beslediğimiz engereklere!..
Ey uğursuzlar güruhu, ey soysuz engerek tohumları, ey kahpeler kahpesi vatan hainleri!..
Türkiye aleyhine faaliyetlerinizi adım adım izliyorum; bu ülkeyi sahipsiz sanıyorsunuz, ama yanılıyorsunuz; ayağınızı denk alın, adamın asabını bozmayın!..
O çatallı dillerinizi ikiye ayırıp boğazınıza dolayacağım günler yakındır; her aynaya baktığınızda bu sözleri hatırlayıp kanınızın çekildiğini görür gibiyim; ve emin olun bu marazi korkunuzda hiç de yanılmıyorsunuz!..
Ey engerek soyu!..
Elinizdeki leş kokulu kalemi kırıp gözünüze sokacağım günler geldi çattı; size hak ettiğiniz tokadı patlatabilmek için tekrar görevimin başındayım!..
Uzun süren rahatsızlıktan sonra yuvaya dönmüş olmaktan büyük bir mutluluk duyuyor, bu fakir gibi düşünmeyen ama samimi olan tüm unsurları tenzih ediyor, tüm engerek soyunu açıkça tehdit etmekten gurur duyuyor, tüm halkımı sevgiyle kucaklıyorum…
Yaşasın Türkiye, kahrolsun engerek soyu, kahrolsun emperyalizm!..
Ne mutlu Türk’üm diyene!..
Allah’a emanet olun…
İstanbul, 20/2/2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder