25 Ocak 2011 Salı

Bağımsız

Kübrâ Bebek (2)


“Madem o kadar yürekli yazıyorsun da niçin tek bir kerecik TÜSİAD’a ve Kartel Medyasına karşı yüreklice yazmıyorsun beyim? Hep Müslümana vuruyorsun. Kıçıkırık yazarmış, vay be… Sizi de alemin yiğidi sanacağız. Ne farkınız var onlardan… Hadi görelim yürekler kaç okka… Vurun bakalım gerçek kan emici TÜSİAD’a ve kartel medyaya… Hadi… bu yorumu alırlarsa sevinirim editörler… Sizin yaptığınız basit iş beyim… Hükümete vurmak… Tamam oraya vurun ama birazcık da adil olun. Karşıya da vurun… Ve din sadece Müslüman olana gelmedi beyim… Herkese geldi… Nedir bu gerçek vahşi kapitalistleri ayrı tutup da Müslümana vurmak… Tamam oraya da, oradaki haysiyetsiz kapitalistlere de vurun ama dengeli olmak gerekiyor mu… Selam…”

Henüz 2.5 aylıkken açlıktan ölüp otopsi masasına yatırılan Samsunlu bebeği işlediğim “Kübrâ” adlı çalışmam için aynen bunları söylüyor, “Bağımsız” kardeşim…

Yorumlara cevap vermek zaman darlığı nedeniyle pek mümkün olmuyor; ama bu kardeşim yazısının sonunu “Selam” diye bağladığı için, hem selamı almak farz oldu, hem de sıkça gelen bu tip eleştirilere doyurucu bir yanıt vermek…

O kadar çok ve o kadar insafsızca yükleniyor ki bu “Bağımsız” kardeşim, insan hangisinden başlayacağını karar veremiyor.

En iyisi sıradan gitmek.

1) Evet, bu kadar yüreklice yazıyorum, çünkü çalışmalarımı yayınlayan kişi bana hiçbir telkinde veya sansür girişiminde bulunmuyor. Evet, bu kadar yüreklice yazıyorum, çünkü kimseyle göbek bağım yok; içimden ne gelirse onu yazıyorum Allah’a binlerce kere şükürler olsun! Evet, bu kadar yüreklice yazıyorum, çünkü kendimi Yaratıcı’dan başka kimseye hesap vermek zorunda hissetmiyorum; buna, aynen sizin rümuzunuzdaki gibi “bağımsızlık” deniyor sevgili kardeşim!

2) TÜSİAD’a ve Kartel Medyasına yönelik yazma meselesine gelince… Benim çalışmalarımda ana hedef kapitalizmin eleştirisidir; çünkü bana göre bu sistem insana rağmen bir sistemdir ve tüm hesaplarını fakir fukarayı soyup soğana çevirmek üzerine yapmıştır. Sözü geçen kuruluş ve medya kapitalist olduğunu gizlemekte midir?!. Sözü geçen kuruluşun ve medyanın kapitalist olduğu ve serbest piyasa ekonomisini benimsediği bir sır mıdır?!. Kaldı ki, bu sözü edilen kuruluşa, Kartel medyasına, bankaların içini boşaltanlara, Türkiye’yi soyup soğana çevirenlere karşı yazdığım ve Beyan Yayınları tarafından yayınlanan “Benzerleriyle Değiştirilenlerin Hikâyesi” adlı kitabım gibi bir kitap yayınlanmış mıdır bu ülkede?!. Bu kitap hâlâ kitapçılarda satılmamakta mıdır?!. Sosyalist bir Müslüman gözüyle kapitalizm eleştirisi konusunda bu kitaptan daha etkili bir kitap gösterilebilir mi?!. Tekrar ediyorum; Müslüman bir sosyalist paradigmayla yazılan ve kapitalizmin, serbest piyasanın Allah’ın muradına ne kadar ters olduğunu neredeyse matematik bir kesinlikle gözler önüne seren bu kitap gibi tek bir kitap gösterilebilir mi?!.

Bakın, size ilahi bir rastlantıdan(!) söz edeyim: Özelleştirmelerden, kamunun malının, sizin anlayacağınızı dilde Beytülmalin tüm değerlerinin Müslümandır gavurdur demeden elden çıkarılmasından sağlanan gelir aşağı yukarı 52 milyar dolar. Ve bu iktidar döneminde gavurlar tarafından yapılan kâr transferi de ne ilahi bir rastlantıdır ki yine 52 milyar dolar!..

Ne düşünüyorsunuz?

Tüm Cumhuriyet döneminde bu fakir halkın alınteriyle oluşturulan tüm tersaneler, limanlar, fabrikalar, büyük sanayi tesisleri, petrokimya tesisleri ve benzerleri özelleştirme adı altında gavurlara teslim edilmiş; ve netice itibariyle bu işlerden tek kuruş kâr elde edilmemiş!

Dünya tarihinde emsali görülmemiş bir soygun!

Bunu yapan sizin sözünü ettiğiniz kuruluşlar mı?!.

Bu özelleştirmeleri TÜSİAD, MÜSİAD, İhracatçılar Birliği ve benzer kuruluşlarla kartel medyası mı yaptı?!.

3) “Hep Müslümana vuruyorsun!” eleştirisi pek sık aldığım bir eleştiri doğrusu; peki, buna yani bu tavrı koymaya ne zaman başlamışım? Müslümanlar iktidara geldiğinde… Çünkü bu Müslümanların aslında İslam’a ihanet ettiğini göstermeye çalışıyorum! Müslüman bir adam kapitalizmi ve serbest piyasa ekonomisini böylesine vahşice uygulama hakkına sahip olabilir mi?!. Diğer yönden, -ne demekse- Müslüman’a vurmak, aslında ciddi bir özeleştiri yapmak değil midir?!. Bu satırların yazarı fakir Müslüman değil mi?!.

Anafikri nasıl olur da gözden kaçırırız!

Nedir anafikir?

Nefsine yenik düşen insanoğlu servet sahibi olmak için insan kardeşlerini soyup soğana çevirmekte tereddüt etmez; ama bir Müslüman bunu yapamaz, çünkü bu durumda tuz kokmuş demektir ve hiçbir müslümanın insanlara bunu dedirtme hakkı olamaz!

Neden?

Müslüman adam şerefli adamdır çünkü!

(Bundan, Müslüman olmayanın şerefli olmadığı anlamı çıkmaz, Müslüman olmayan nice şerefli insan tanıyorum; ama bir adam “Ben Kuran bağlısıyım.” diyorsa, bunun -örneğimizde- ekonomik vecibelerini yerine getirmesi, yani bu konuda duyarlı davranması gerekir! Duyarlı davranmıyor, hatta bunun tam tersini yaparak insanları Allah ile aldatıyorsa bu durumda sessiz kalmak mümkün müdür?!.)

4) “Alemin yiğidi olmak” meselesi…

Böyle bir iddiamız yok Allah’a şükür, çünkü böyle bir yeteneğimiz yok!

5) “Ne farkınız var onlardan!”a gelince…

Çok farkımız var “Bağımsız” kardeşim, çok farkımız var!

En başında, bu fakir hiçbir partiye, gruba, cemaate veya özgürlüğünü sınırlayacak hiçbir yere göbekten bağlı değil! Bu fakirin, Mehmet Koca’nın deyişiyle, hiçbir surette “ikbal avcılığı hedefi” yok! Bu fakirin -kitapları dahil- çalışmaları telif hakkını içermiyor; bedelsiz yani… Bu fakir özgürlüğünü, “farklılığını” büyük ölçüde buradan alıyor… Bu fakir için birazcık insafı olan hiçbir Allah’ın kulu “yandaş” sıfatını kullanamaz! Bu sıfat ille de kullanılacaksa, bu fakir için “emek yandaşı”, “Kuran yandaşı” sıfatı kullanılabilir! Kaldı ki, bu eleştirilere muhatap olan “Kübrâ” isimli çalışmada sadece Müslümanlara eleştiri yok; solculara, sosyalistlere ve komünistlere de var. Bunun en önemli göstergesi de, o çalışmanın bu satırların yazarı fakiri de içine alacak cümlelerle sonlandırılması… O çalışma ciddi bir özeleştiri aslında!

6) “Hadi görelim yürekler kaç okka!” meselesi…

Bu fakirin yüreğinin kaç okka olduğunu Amerikan 6. filosu bile gördü sevgili kardeşim; bu fakirin yüreğinin kaç okka olduğunu 1 Mayıs 1977’de Intercontinental Oteli’nin (bugünkü The Marmara) 4. katından emekçilerin üzerine ateş açan CIA ajanları bile gördü; siz görseniz ne olur, görmeseniz ne olur!

Diğer taraftan, bu fakirin bugüne kadar yazdıkları yüreğinin kaç okka olduğunu göstermiş olmalı! Gerçek kan emicilere ve kartel medyasına nasıl vurduğunu görmemek için bu fakirin hiç tanınmamış olması gerekiyor; ki bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Ayrıca hangi kartel medyasından söz ediyorsunuz artık; birkaç gazete ve televizyon kanalı dışında muhalif medya mı kaldı!

7) “Bu yorumu alırlarsa sevinirim editörler.”

Bu fakirin yazdığı her yerdeki her editör, içinde açıkça küfür olmayan her türlü eleştiriyi alır sevgili “Bağımsız” kardeşim; siz bu konuyu dert etmeyin, çünkü burası kartel medyası değil!

8) “Sizin yaptığınız basit iş beyim… Hükümete vurmak…”

Bu eleştiriye cevap vermek bile abes; bunun neresi basit!

Türkiye’nin, tarihinde görülmemiş bir hızla faşizme yelken açtığı bugünlerde kolay olan hükümeti eleştirmekse, zor olan nedir sizce; muhalefeti eleştirmek mi?!.

9) “Birazcık adil olmak.”

“Hakka riâyetkârlık, hak tanırlık, haklılık, doğruluk.”; sözlükler böyle tanımlıyor “adalet”i… Ne yapsaydım yani; kahrolası vahşi kapitalistler orta yerde dururken, halkın iliğini kemiğini emen hakim sınıflar ortada dururken, son sekiz yıl içinde aniden Karunlaşan eski Harunlar ortada dururken, bütün suçu, daha iki buçuk aylıkken açlıktan ölen/öldürülen Kübra bebeği mi yükleseydim?!.

Sizin adalet anlayışınız bu mu?!.

10) “Ve din sadece Müslüman olana gelmedi beyim… Herkese geldi… Nedir bu gerçek vahşi kapitalistleri ayrı tutup da Müslümana vurmak…”

Bu, hangi dinden söz ettiğinize bağlı “Bağımsız” kardeşim! Yoksuldan, fakir fukaradan, zulme uğrayan kesimden yana tavır koyan din mi; yoksa zekatı verilmiş sınırsız servetlere, yani yoksulun kalleşçe ezilip sömürülmesine cevaz veren bu tuhaf din mi?!. Hangi dinden, hangi dindardan, hangi Müslümandan(!) söz ediyoruz burada! Bakara 219’u, Nahl 71’i, Nisa 75’i ve daha yüzlerce ayeti yok sayan bu tuhaf dine siz Müslümanlık diyorsanız, bu sizin sorununuz! “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir!” diyen Allah’ın Elçisi’nin bu sözüne karşılık; bırakın komşusu aç yatarkeni, komşusunun 2.5 aylık kızının açlıktan öldüğü, açlıktan öldürüldüğü bir sistemden söz ediyoruz burada; siz hangi Müslümanlıktan söz ediyorsunuz! İslam’ın uygulandığı bir ülkede, sigortasız çalıştırıldığı için sakat kaldığında malulen emekli olamayan ve bir ayağı olmadığı için çalışamayan, dolayısıyla ailesini besleyemeyen babanın henüz iki buçuk aylık bebeğinin öldüğüne şahit olunabilir mi; orada İslam’ın varlığından söz edilebilir mi! Bu ne biçim sistemdir, bu ne biçim düzendir; bu ne insafsızlıktır, bu ne kalleşliktir, bu ne Allahsızlıktır böyle! Aynı gün, dikkat edin aynı gün, bebeği için mama çalan genç bir anne Antalya’da çocuğuyla birlikte hapse atılmadı mı! Bu ne biçim sistemdir; bu ne Allahsızlıktır böyle sevgili “Bağımsız” kardeşim; bu ne ahlâksızlıktır, bu ne zulümdür, bu ne insafsızlıktır böyle!?.

Bunları eleştirmeyeceğiz de neyi eleştireceğiz?!.

Bu ülkeyi sekiz yıldır Müslümanlar yönetmiyor mu?!.

Temel hatanızın “gerçek vahşi kapitalistleri ayrı tutup da Müslümanlara vurmak” sözünüzde yattığını; “gerçek Müslümanlar”ın(!) da artık vahşi kapitalistleştiğini göremiyor musunuz?!. Bu fakirin çalışmalarında, namazında niyazında, alçak gönüllü, merhametli, içi tüm yaratılmışlara iyilik yapmak arzusuyla dolup taşan bir Müslüman’ın eleştirildiğini gördünüz mü hiç?!. “Müslümanlara vurmak” sözünün bu fakiri nasıl da kahredeceğini düşenemiyor musunuz?!. Çalışmalarının hemen hepsinde Kuran’dan ayetler okuyan birine karşı bu ne insafsızlıktır sevgili “Bağımsız” kardeşim?!. İnsanları Kuran ile, Sünnet ile, Din ile, ezcümle Allah ile aldatanları görmezden mi gelmeliyim yani! Ebuzer’i öldürüp çöle gömenlerle aynı güzergâhı takip etmemi mi bekliyorsunuz benden?!. Ellerindeki 10.000 liralık çantalarla, parmaklarındaki 100.000 liralık mücevherlerle, bileklerindeki 70.000 liralık saatlerle gezenleri görmezden gelmemi mi bekliyorsunuz yani!?.

Evet, “din herkese geldi”; ama bazıları egolarına yenik düşüp bu dini bir kenara fırlatıp atmakla kalmadı; kitleleri sömürmek, varını yoğunu elinden almak için kullanmaya başladı; bunu göremiyor musunuz?!.

11) “Dengeli olmak” meselesi…

Buna katılıyorum ve bunu yapmaya çalışıyorum zaten, yapmak istediğim bu; ama belli oluyor ki anlatamadığım şey de bu işte!

12) Selamınızı kabul ediyorum ve ben de size selam ediyorum.

Sonuç:

Aksırıncaya kadar, tıksırıncaya kadar yiyip öküz gibi geğirdikten sonra elhamdülillah çekenlerin gemi azıya aldığı bu ülkede, siz de bu fakir de nefislerimize yenik düşüp birbirimizi alt etmeye çalışırken, kimbilir daha ne Kübra bebekler açlıktan ölmek üzere…

Bakın “O”, hem size, hem bana ne diyor:

“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz, bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost gönder, katından bize bir yardımcı gönder.’ diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz!” (Nisa, 75)

Size bir sorum var sevgili “Bağımsız” kardeşim:

Yukarıdaki Allah sözlerinde, sigortasız çalıştırıldığı bir işyerindeki kaza sonucu ayağı bileğinden kopan ve sakat kaldığı için çalışamayan babayı (“mazlum ve çaresiz erkekler”), sadece çay içip ekmek yediği için sütü oluşmayan ve bu nedenle emziremediği, başka kaynaklar bulup da besleyemediği bebeğini kaybeden anneyi (“mazlum ve çaresiz kadınlar”) ve henüz 2.5 aylıkken açlıktan ölüp otopsi masasına yatırılan küçük Kübrâ’yı (“mazlum ve çaresiz yavrular”) göremiyor musunuz?

Bu çalışmayı da o mazlum ve çaresiz Kübrâ bebeği anlattığım çalışmayı bitirdiğim gibi bitireceğim sevgili kardeşim:

Siz, ben, o…

O gün kaçacak bir yer, sığınılacak bir delik arayacağız.

Ama size garanti ederim:

Bulamayacağız…

22 Ocak 2011 Cumartesi

Mendilci Teyze

Kırmızı ışığa yakalanayım diye özen gösterirdim.

Kısa bir süre için bile olsa, yeşile çalan o elâ gözlerle temas kurmak ne olduğumu, kim olduğumu, daha da önemlisi ne ve kim olmam gerektiğini hatırlatan eşsiz bir ders olurdu bana.

Asla dilenmiyordu.

Asla!..

Abartmıyordu, yılışmıyordu, kendini acındırmıyordu.

Asla!..

İsyandan yorulmuş mimiklerinin arasından bazen yeşil, bazen de elâ elâ bakarak sadece tebessüm etmeye çabalıyordu.

Kısa, bir an süren, sade bir tebessüm. Ve arkasından yine kısa, sade bir teşekkür.

Hepsi bu!..

xxx xxx xxx

Altmışlı yaşlarda olmalıydı.

Göze batacak kadar zayıf, uzunca boylu, esmer biriydi.

Başında hep o yeşil bere olurdu; yazın güneşten, kışın soğuktan korunmak için olsa gerek. Dizlerinde biten bir pardesü ve eski ama temiz, düz ayakkabılar. Çenesine doğru kıvrılmış sağ elinde küçük bir mendil paketi, sol elindeki küçük naylon torbanın içinde de diğer mendil paketleri…

Teşekkür etmek için ağzını açtığında eksik dişlerini görebiliyordunuz. Doğal olarak, tüm dişleriyle yaşlanabilen mutlu azınlıktan biri değildi; bu kahrolası yaşam şartlarında yaşıyorsanız, dişiniz çürüdüğünde çektirmekten başka çare bulamıyordunuz çünkü!

Teşekkür etmek için ağzını açtığında, o muhteşem gözlere rağmen çirkin görünüyordu. Bakımsız ve çirkin göründüğünün farkında olmalıydı; çünkü konuşurken elindeki mendil paketini ağzına doğru götürüyor, eksik dişlerinin görünmemesi için çaba gösteriyordu.

Başkalarının lütfuna mahkûm edilmek ve çirkin göründüğünün farkında olmak…

Mimiklerindeki o yorgun isyan bu ikisinden kaynaklanıyor olsa gerekti.

xxx xxx xxx

Mendilci Teyze, Türkiye’de milli gelirin % 80’inin nüfusun sadece %20’si tarafından gaspedildiğini, borsa ve faiz kazançlarının % 70’inin yabancılara vergisiz olarak gittiğini, yabancı yatırımcının son iki yıl içinde 52 milyar dolar kâr transferinde bulunduğunu, milli gelirin 10.000 dolara(!) yükseldiğini; kendi çabasıyla yaratabileceği katma değer hariç, her yıl 33.000.000.000.000 dolar tutarında rızkın gezegen kaynakları biçiminde Allah tarafından insanoğluna hibe edildiğini, bu tutardan payına düşen kısmının bir başka insanın lütfu olarak değil, Allah’ın bir hakkı olarak tescil edildiğini hiç bilmedi, bilemedi…

xxx xxx xxx

(33 Trilyon doları 7 milyarlık dünya nüfusuna bölerseniz, her bir fert için ayda asgari ücret düzeyinde bir bedele ulaşırsınız; bu dört nüfuslu bir aile için ayda 2.400 lira yapar! Bu muazzam/müthiş/olağandışı bir tespittir; insanoğlu hiç çalışmasa bile Yaratıcı onu her ay bu kadar rızıklandırmakta, ama bu rızık başkaları tarafından gaspedildiği için Arz nüfusunun % 94’ü bundan mahrum kalmaktadır. Dünyadaki zengin sınıf, Arz nüfusunun % 6’sını oluşturmaktadır ve bu rızık bu % 6 tarafından sözün tam anlanıyla gaspedilmektedir! Ambar doludur, ama yoksulların bu ambara ulaşması Arz nüfusunun bu küçücük yüzdesi tarafından kalleşçe engellenmektedir!)

xxx xxx xxx

Mendilci Teyze, çektirdiği dişleri, temiz ama pejmürde kıyafeti, isyandan yorulmuş mimikleri, kendisine bir lütufmuş gibi sunulan cebindeki bozuk paraları ve çiğnetmemeye özen gösterdiği insanlık onuruyla geçip gitti.

“Haberiniz yok mu?” dediler, “Geçen hafta öldü o teyze…”

“Geçen hafta öldü o teyze…”

Kendimi tekrar tekrar sınamamı sağlayan, beni durmaksızın muhasebe yapmaya iten, dönem dönem kendimden nefret ettiren o yeşile çalan elâ gözler yok artık…

Mendilci Teyza sandığımız, böyle sanmakla kendi kendimizi kandırmamıza vesile kıldığımız, üç beş kuruş bozuk para uzatırken şişkin egolarımızı tatmin ettiğimiz o Levhi Mahfuz görevlisi yok artık!

Ama…

Yeşile çalan o elâ gözlerden milyonlarcası hâlâ aramızda!

Bu karda kıyamette, soğuk duvarların arasında, eski battaniyenin altına sığınıp aç aç uyumaya çalışan o çocukların yoksul babası mesela… Borcunu ödeyemediği doğalgazı kesildiği için, “Her gün soğuktan donuyorum yavrum!” diye ağlayan o yaşlı kadın mesela… “Artık merketin önünden geçemiyoruz!” diye yakınıp duran o irikıyım adam mesela… Geçen gün gecekondusu başlarına yıkılan o aile mesela…

Yeşile çalan elâ gözlü mendilci kadın sandığımız o “hüzünlü tanıklar” her tarafımızda!

Bunu kayıt altına aldırdığının farkında olsun olmasın, “Lütuf değil, hak!” diye arşı inleten o iç çekişler semalarımızda yankılanıp duruyor…

xxx xxx xxx

Bu kadar Müslüman ve bu kadar solcu/sosyalist/komünist…

Bu, bu iki kesimin ayıbı!

Bu ve benzer kalleşliklerin sorumlusu bu iki kesim!

Diğerleri mi?

Boşverin onları.

Onların böyle bir derdi yok.

Hiç olmadı ki!..

xxx xxx xxx

Güzel hikâyeydi, değil mi?!.

Ama yarım kaldı.

“Bir gün” tamamlanacak…

20 Ocak 2011 Perşembe

Kübrâ

Samsun’un Tekkeköy İlçesi.

Mahşer günü dile gelip öfkeyle kükreyecek olan yer!

Öyle bir öfke ki, hepimiz kaçacak bir yer, sığınacak bir delik arayacağız.

Ama size garanti ederim:

Bulamayacağız…

xxx xxx xxx

İki buçuk aylık ve otopsi masasında!

Midesinde hiçbir şey bulamamış doktorlar, “Bomboştu.” diyorlar!

“Besin yetersizliği” teşhisi konmuş.

Şu bildiğiniz açlık.

Açlıktan ölmüş Kübrâ bebek.

Açlıktan!..

xxx xxx xxx

“Her günü çay içip kuru ekmek yiyerek geçiriyoruz.” diyor annesi; “Sütüm olmuyor, emziremiyordum…”

Babasının ayağı iş kazasında bileğinden kopmuş. Bir tersanede sigortasız çalıştırıldığı için malulen emekli de olamıyor. Kadın dilenerek günde 10 lira kazanıyormuş; “Yetmiyor.” diyor…

Bunlar Türk!

Bunlar müslüman!

Bunlar insan ulan, bunlar insan!..

xxx xxx xxx

“Üslup hikmetli olmalı!” diye uyarıyorlar beni; kaba saba yazıyormuşum, sert yazıyormuşum, dilim sivriymiş…

Daha nazik, daha kibar, daha mülayim olmalıymışım…

Bunlar beni göbeklerinden kapitalizme/hakim sınıflara bağlı şu kıçıkırık kıytırık yazarlardan sanıyorlar; güzel yazı yazmaya çalışan, kendini beğendirmek için binbir dereden su getiren, hakim sınıfların gözüne girmek için şerefini/namusunu üç otuz paraya satan!

Güzel yazınızın, hikmetli üslubunuzun, hakim sınıflara yaltaklanma şerefsizliğinizin Allah bin türlü belasını versin!

Bu insan yavrusu henüz iki buçuk aylıktı.

İki buçuk aylık!..

xxx xxx xxx

Ellerinde 10.000 liralık çantalarla, bileklerinde 50.000 liralık saatlerle, parmaklarında 100.000 liralık yüzüklerle ortalıkta gezinip duran küçük burjuvalar, yeni yeni burjuvalaşan dinibütün Müslümanlar…

Aynı günkü gazetelerde, 2.000 doları 1.5 yılda nasıl da 1.000.000 dolara çıkardığını ballandıra ballandıra anlatan borsa çakalları…

39.000 lira aylık kira alanlar, bir televizon programından haftada 250.000 lirayı götürenler, New York’da 20 tane daire kapatanlar, 11 tane lüks arabası olup bunların birinin üstüne oturarak yılışık yılışık resim çektirerek gazetede yayınlattıranlar…

Aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyip öküz gibi geğirdikten sonra elhamdülillah çekenler…

Özelleştirme ihalesinde 8.000.000.000 doları gözü kapalı sayanlar, vergi barışında 5.000.000.000 dolar getirenler…

İktidarın gözüne girmek için sistem yanlısı yazılar yazıp ayda 50.000 liraları, 100.000 liraları götüren sözümona köşe yazarları…

Ve daha 2.5 aylıkken açlıktan ölerek otopsi masasına yatan Kübra bebek!..

xxx xxx xxx

Bu bir sistem sorunu.

Bir düzen sorunu.

Bunu anlamak bu kadar zor mu!

Kapitalizm bu işte, serbest piyasa bu; otuz tane kitap yazsan, bu örnek kadar çarpıcı biçimde açıklayamazsın!

Kapitalizm bu işte; gücü gücü yetene!

Bunu anlamak bu kadar zor mu!

xxx xxx xxx

Üslüp hikmetli olmalı, ha!

Bunun Arabistan’da, cahiliye döneminde diri diri gömülen kız çocuklarından ne farkı var! (Tekvir, 8-9)

Kübra bebek gibi milyonlarcası var; biz sadece basına yansıyanlardan haberdar oluyoruz.

İnsanlar aç!

Çocuklar açlıktan ölüyor!

Ama üslup hikmetli olmalı, öyle mi!

Tüh Allah bin türlü belanızı versin!

xxx xxx xxx

Siz bu yazıyı(!) okuduğunuzda Kübrâ bebek mezarda olacak.

Bir an için düşünün:

Yaratıcı, Arabistan’da diri diri gömülen kız çocukları için ne diyordu?

Bu bir kader mi, Yaratıcı bu çocuğun alnına 2.5 aylıkken açlıktan ölmeyi mi yazmış; benzer biçimde, hayatta kalmaya çalışan veya ölen çocuklar Tanrı tarafından bu biçimde yaşamaya veya ölmeye mi mahkûm edilmiş?

Yoksa bu uğursuz kaderi yazan biz miyiz?!.

xxx xxx xxx

Kübrâ…

Yani daha (en, pek, çok) büyük olan…

Ama Kübrâ’dan daha Büyük Olanı da var.

Hatırlatayım dedim…

xxx xxx xxx

Siz, ben, o…

O gün kaçacak bir yer, sığınacak bir delik arayacağız.

Ama size garanti ederim:

Bulamayacağız…

11 Ocak 2011 Salı

Jaguar Ve Öğrenci

Yazık bu çocuğa!

Kadın erkek fark etmez; insanın gençlik yılları, isyankârlığın doruklarında hınçla süzülüp durduğu ilk uçuştur; en heyecanlı, en cezbedici ve en öğretici uçuş… Yaralanırsın, düşersin, kalkarsın, tekrar uçarsın, tekrar düşersin… Yaşam kendini sana böyle öğretir.

İsyan, olgunlaşmaya aday genç bir insan için olmazsa olmaz önkoşullardan biridir.

Ve onun nasıl bir yaşam süreceği, gençliğinde neye isyan edeceği ile doğru orantılıdır.

Neye isyan edeceksin; işte seni sen yapacak olan temel etken budur!

Yazık…

Yazık bu çocuğa!..

xxx xxx xxx


Sisteme isyan?

Nasıl olacak ki; sistem kapitalist bir sistem ve senin altında Jaguar!

Emperyalizme isyan?

Mümkün mü; sistem zaten bu uğursuz tezgahla kenetlenmiş ve senin altında Jaguar!

Dine isyan?

Ne ilgisi var; din diye ortaya sürülen bin dört yüz yıllık, iki bin yıllık veya beş bin yıllık donmuş kalıp zaten sistemle bütünleşmiş; ezilenlerle, sömürülenlerle, yoksullarla, zulme uğrayanlarla bağlarını koparmış, sadece belirli ritüellerin uygulanma biçimlerine odaklanmış, yani sistemin ta kendisi olmuş ve senin altında Jaguar!

Yönetim biçimine isyan?

Olur mu hiç; zaten senin altına o Jaguar’ı bu yönetim biçimi vermiş!

Yazık…

Yazık bu çocuğa!..

xxx xxx xxx

Öğrencinin arabası olmaz mı?

Olur.

Ama Jaguar olmaz!

Arkadaşları okul harçlarını ödemek için binbir zorlukla boğuşup dururken, öğlenleri simit alabilmek için aralarında para toplarken sen o yaşta çocuğun altına o arabayı çektiğinde “Bak!” diye uyarıyorsundur bu çocuğu; “Bak! Bu bir kast sistemidir! Seni diğerlerinden ayıran bu marka, bu şatafat, bu debdebe, bu gösteriş mekanizmasıdır! Sen zenginsin, diğerleri fakir! Farklısınız! Bu arabaya yaşamının sonuna dek sahip olmak istiyorsan, bu düzeni sürdürmeli, bu uğurda mücadele etmeli, kendini bunu göre yetiştirmelisin!”

“Diğerleri” için gençliğinde isyan edip kavga çıkarmayan, ruhunun dizginlerini sürekli çekiştirip duran, haksızlık/adaletsizlik karşısında bırak sosyalizmi, en azından anarşizmin o cezbedici çağrısına dahi kulak asamayan çocuk, nasıl olacak da “diğergamlığı” öğrenecek, hayvanlıktan insanlığa terfi edecek?!.

Neler kaçırdığının farkında bile değil!

Yazık…

Yazık bu çocuğa!..

xxx xxx xxx

Mustafa Kemal’i…

Che Guevara’yı…

Bir zamanlar amerikan 6.Filo’ya karşı Dolmabahçe’de canlarını ortaya koyan yaşıtlarını…

Vietnam’da kan denizinde yüzerken büyümeyi öğrenen çocukları…

Allah’ın Elçisi’nin Mekke oligarşisine karşı verdiği o amansız mücadeleyi…

Hiçbirini…

Hiçbirini anlayamayacak, özümseyemeyecek…

Belki de hiç elinde olmadan kabara kabara/kasıla kasıla yürüyüp dururken, bir zamanlar aynı tahta sıralarda dirsek çürüttüğü arkadaşlarını yaşamı boyunca bir “üretim aracı” olarak görmekten kendini alamayacak. Çocukluk arkadaşlarının kapitalizm tarafından biçimlendirilen bencil bilinçaltında nasıl “metalaştığını” hiç anlayamayacak…

Yazık…

Yazık bu çocuğa!..

xxx xxx xxx

“Tahtaravalli Sendromu”nu hatırlar mısınız bilmem.

Hani şu, “Servet ile merhamet bir tahtaravallinin iki ucunda oturmaktadır; biri yükseldiğinde, diğeri alçalır!” biçiminde formüle ettiğim olgu…

Bir gün bu olguyu şu veya bu biçimde sezinleyecek, hiç kuşkum yok; ama işte o gün, artık her şey için çok geç kalmış olacak… Sahip olduğunu sandığı şeylerin aslında kendisine nasıl sahip olduğunu, ilelebet sahibi olduğunu sandığı şeyler üzerinde inanılmayacak kadar kısa bir süre için sadece “emanetçi” olduğunu anlayacak bir gün.

Çok şey sahibi olacak belli; ama neler kaçıracak neler…

“Merhamet” denilen tanrısal esintinin o lüks araba yüzünden hayatından nasıl sessizce çekilip gittiğini anladığı gün derin derin içini çekecek, biliyorum.

Seni sahtekâr diye çıkışacak zamana; ne çabuk geçtin, nasıl da geçip gittin!..

Yazık…

Yazık bu çocuğa!..

6 Ocak 2011 Perşembe

İleri Demokrasi

Cahil cahil konuşuyorlar!

Bir Bakanın oturduğu evin kirası 39.000 lira olur muymuş!

Niye olmuyormuş, ne var bunda!

Efendim, iki yıllık kiralanmış da, toplam kira bedeli 936.000 lira ediyormuş da, bu para ile Boğaz’da yalı alınırmış da; salla gitsin, nasıl olsa dilin kemiği yok!

İleri demokrasiden zerre kadar nasiplenmemiş cahil cühela takımı işte!


xxx xxx xxx


936.000 : 550 x 4 = 6.807

O dönemde ortalama 550 lira asgari ücret alan iki çocuklu bir emekçiden yola çıkarsak, bu para ile 6.807 kişi bir ay geçiniyor!

Yiyor, içiyor, barınıyor, ısınıyor, giyiniyor, okula gidiyor…

6.807 kişi…

Kölelik ortadan kalktı ha!

xxx xxx xxx

Ankaralı ünlü bir emlak müşaviri bu kiranın uygun olduğunu söylemiş.

Demek ki, ileri demokrasiden nasiplenmemiş bizim gibi cahil cühela takımının bilmediği daha neler var!

Herifçioğlu, pardon ileri demokrasiden nasibini almış bir beyefendi/hanımefendi Devletin televizyonunda haftada bir program yapıyor, ayda 250.000 lira alıyor; bu 39.000 lira ne ki!

Ne demiş İslam; veren el, alan elden üstündür.

Bu bölümde “üstün”le ilgilenmiyorum; “alan el” ilgimi çekiyor benim.

Ayda 39.000 lira kira almak veya 250.000 lira program bedeli almak nasıl bir şeydir acaba?

xxx xxx xxx

Şimdi “üstün”e, yani “veren el”e bakalım biraz da:

“Biz emaneti göklere, yere, dağlara sunduk da onlar onu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi.” (Ahzâb, 72)

Bu “emanet” hususunda alimler net bir şey söyleyemiyorlar; genel kanaat, işin kolayına kaçarak, “İslam’ın farzları” olduğu yönünde.

“İçindeki her şeyle birlikte Arz” diyen çıkmamış -en azından ben hiç görmedim-; çünkü bunu söyledin mi, kılın biri çıkar, “Kamu Hazinesi”nden “verilen” bu parayı ve bu 6.807 kişinin hakkını sorar işte böyle!

“Bu ayetin ileri demokrasiyle ne ilgisi var?!.”, değil mi?

6.807 fukaranın bir aylık nafakasının iki sene için tek bir kişiye “verilmesinin” ileri demokrasiyle ne ilgisi var?!.

xxx xxx xxx

“Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne” diye söz vermişlerdi.

Peki, cari hukuk buna, yani bu adaletsizliklere cevaz veriyor mu?

Veriyor!

Her şey hukuka uygun!

O halde ne konuşuyorsun ciğerim!..

xxx xxx xxx

Dışişleri Bakanı tabii ki fakir fukara takımı gibi köhne bir evde oturmayacak; orada yabancı konuklar da ağırlanıyor.

O halde ne konuşuyorsun birader!

Hani şey diyorum, eski parayla neredeyse bir trilyon lira eden bu bedelle şöyle eli yüzü düzgün bir konut alınıp Kamu Hazinesine kazandırılamaz mıydı?

Kamunun elindeki her şeyi sattığımız bu günlerde, sen özelleştirmelere, minimal devlete, ileri demokrasiye karşı mısın be hey cahil; bu çağda hâlâ bu kafa mı be!


xxx xxx xxx

Bir art niyetim varsa ne olayım; bakın Eliaçık, üstteki ayeti nasıl mellandiriyor:

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar onu üstlenmeye yanaşmadılar. Ondan korktular da emaneti insan üstlendi. Çünkü insan çok nankör, çok cahildir, kesinlikle!”

“Çünkü insan çok nankör, çok cahildir, kesinlikle!”

Varlık Barışında getirilen 5 milyar dolarlar, ihalelerde ortaya sürülen 8 milyar dolarlar, iki senede elde edilen 936 bin liralık kiralar, Devletin televizyon kanalından bir ayda alınan 250 bin lira program bedelleri…

Aklım karıştı ciğerim!

Bu ileri demokrasiden bir şey anladıysam ne olayım!

Eliaçık’ın, bu meallendirmesindeki “cahil” kelimesiyle beni kastettiği açık da, “nankör” derken kimi kastediyor acaba?

“Emaneti üstlenen nankörler!”

Sanırım, şu 6.807 köleden söz ediyor; başka kim olabilir ki!

5 Ocak 2011 Çarşamba

Izdırap Çekiyorsunuz, Biliyorum!

Gazetelerde yazılar yayınladığınızda, röportajlar yaptığınızda, televizyonlarda programlara çıktığınızda, çağrılı olduğunuz yerlerde suya sabuna dokunmayan beş para etmez konuşmalar yaptığınızda…

Izdarap çekiyorsunuz, biliyorum!

İslam’ın sadece ritüellerinden söz ettiğinizde, cinlerden perilerden dem vurduğunuzda, kurbanın nasıl kesileceği veya gusül aptesinin nasıl alınacağı konusunda dakikalarca, saatlerce, günlerce konuşmak zorunda kaldığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Hocam gece tırnak kesilir mi, cinlerden karı edinilir mi, cin adet gördüğünde onunla cinsel ilişki kurulur mu, abdest almadan Kuran’a dokunulur mu, adetli kadın dövülür mü, büyüden kurtulmak için ne yapmak lazım, kertenkele öldürmenin hükmü nedir, kadınların gün yapmasında sakınca var mı, evde köpek beslemek caiz midir, Mehdi geldi mi, Hz.İsa indi mi, kıyamet alametleri nelerdir... Tüm bunları cevaplamak için günlerinizi heba ettiğinizde, yaşamınızı bu türden sorularla geçirmek zorunda kaldığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Kuran meali hazırladığınızda, özellikle tefsir etmek zorunda kaldığınızda, okuyucularınızdan gelmesi muhtemel bazı “tehlikeli” sorulardan kaçmak için özellikle bu konularda soru sorulmasını önlemede büyük gayretler sarf etmek zorunda kaldığınızda, hatta hakim sınıflar için tehlikeli bulduğunuz hadisleri dahi ayıklayarak yayınlamak veya anlatmak için didinip durduğunuzda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Hakim sınıflarla takışmamak için binbir dereden su getirmek zorunda kaldığınızda, basın yayın organlarının sahibi parababalarını kırmamak için önemli meselelerden özellikle nasıl kaçınılacağını kafanızda kurup durduğunuzda, hükümetlerle kötü olmamak için siyasi meselelere özellikle girmediğinizde, her devrin adamı olup dünyalığınızı sağlama almak için kılı kırk yardığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Mal mülk sahiplerini galeyana getirmemek için zekatı verilmiş sınırsız servetlerin caiz olduğu hususunda fetvalar verdiğinizde, özellikle AKP hükümeti ile kapışmamak adına kapitalizmi ve serbest piyasa ekonomisini ağzınıza almamak için kan ter içinde kaldığınızda, fakir fukaraya makarna dağıtılırken özellikle yeni yeni palazlanmaya başlayan tesettürlü hanımların parmaklarındaki milyarlık yüzükleri ve boyunlarında sergiledikleri servet değerindeki takıları görmezden gelmek için neredeyse gözlerinize kezzap dökmek zorunda kaldığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Son sekiz yılda aniden zenginleşen Müslüman işadamlarını kırmamak ve dolayısıyla gözden düşmemek için delicesine çırpındıkça, Müslüman işadamlarının çete kurarak Darülaceze’yi dolandırmalarını görmemek için gazetelerdeki haberleri okumaktan özenle kaçındığınızda, belediyelerdeki rüşvet ahlâksızlığı meselesinde “eskiden de yapılıyordu, şimdi sıra bizde” zihniyetiyle ilgili sorulardan kaçınmak için kan ter içinde kaldığınızda, ihalelerin tümünün AKP’ye yakın Müslümanlara peşkeş çekildiğini görmemek için ekonomik konulardan cüzzamlı gibi kaçtığınızda; tüm kamu hazinesi yani sizin anlayacağınız dille Beytülmal özelleştirme adı altında gavurlara satıldığında içiniz cız etmesine rağmen bu konuda tek kelime etmemek için dilinizi ısırdığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Allah’ın, Kuran’ın, İslam’ın temel meselesinin açları doyurmak, yoksulları kurtarmak, her devirdeki köleliği ortadan kaldırmak, insanları ekonomik olarak eşitlemek, adaleti sağlamak, her canlıya ama özellikle yoksul kesime merhamet göstermek, insaflı olmak, malın mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmek, bu nedenle esas sahibi Yaratıcı olan bu mal ve nimetleri hakça bölüşmek olduğunu kitlelerden saklamak için neredeyse Cehennemde yanmayı dahi göze aldığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Doktor, doçent, profesör, hocaefendi, hazret, şeyh, şıh veya size nasıl hitap ediliyorsa o olmanıza rağmen, İslam’ın temel meselelerini saklamak için beş para etmez kitaplar yazmak zorunda kaldığınızda; beyaz ipliğin siyah iplikten nasıl ayrılacağı meselesini anlatmak için sayfalar dolusu ayrıntılarla uğraşmak zorunda kaldığınızda, “konjonktür”e ters düşmemek adına bal gibi de bildiğiniz gerçekleri saklamak için sözü uzattıkça uzattığınızda ve temel meseleye girecek zamanı özellikle harcayarak yeni hakim sınıflar tarafından dışlanma tehlikesini bertaraf etmek zorunda bırakıldığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

amerika’yla kapışıp yeşil banknotlardan mahrum olmamak adına Irak’ta iki milyon Müslüman’ın şerefsizce katledilmesine kafanızı çevirip ağacın üstündeki olmayan kuşları seyrediyor gibi yaptığınızda, en ufak fırsatta abd’ye yelken açan Başbakanla ve AKP ile kapışmamak adına Cuma çıkışlarındaki o kutsal mı kutsal amerikan karşıtlığı gösterilere cesaret edemediğinizde, yine AKP ile kapışmamak adına agari ücrete günde yarım simit kadar zam yapılmasına hiç mi hiç itiraz edemediğinizde, hâlâ toprak altında oldukları için ailelerine teslim edilemeyen ve mezarlarına defedilemeyen iki maden işçisini unutmuş gibi yapmak zorunda kaldığınızda…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Size acıyorum hemşerim, size gerçekten acıyorum.

Çünkü…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Bugünün “yarını” da var!

Sadece “burası” değil, “orası” da var!

Bunu düşünmeden edemiyorsunuz, uykularınız kaçıyor, deliler gibi korkuyorsunuz…

Izdırap çekiyorsunuz, biliyorum!

Yoksa çok mu safım; gerçekten hiç ızdırap çekmiyor, gerçekten “öte taraf” için hiç mi endişelenmiyorsunuz…

Bakın, bunu bilmiyorum işte!

Bunu gerçekten bilmiyorum!..



Not: “Entelektüel”, “cüzam”, “kolektif” ve benzeri kelimeleri yazmayı bir türlü sevemediğim gibi “ıstırap” yazmayı da sevemedim; kimse kusura bakmasın. Bu arada, küçük bir anket yaptım; sekiz kişiden sekizi de benim gibi “ızdırap” yazdı; düzeltin şunu artık Allahaşkınıza…

3 Ocak 2011 Pazartesi

Haydutun İpiyle Kuyuya İnenler

Ülkemizin temel meselesi yoksulluk.

Bu kahredici gerçek kitlelerin zihninde öylesine kalıcı bir etki yaratmış ki, neredeyse açlığın pençesinde kıvranan milyonlar bunu bir kader, bir imtihan aracı olarak kabullenmiş ve bu konuda herhangi bir talepte bulunmayı adeta günah bellemiş.

Bunda, kitleler üzerinde afyon etkisi yaratan ve İslamı taklit eden tuhaf bir dinle birlikte, Batılı ilahlarına marazi bir tutkuyla bağlannış olan bazı aydınların ve bu yangından mal kaçırma sevdasına kapılanların da derin etkileri var.

Çok somut iki örnek verilmesi gerekirse, son yıllarda ne işçi grevlerine rastlanmakta, ne de Cuma çıkışlarındaki o kutsal amerikan karşıtlığına.

Haydut öylesine planlı hareket ediyor ki, bu fakir dahil milyonlarca insan bir terslik olduğunu fark etmekte ama hastalığa teşhis koymakta yetersiz kalmakta. Bir şeyler oluyor, herkes farkında; ama tam olarak ne oluyor, bir avuç kişi dışında kimse hiçbir şey bilmiyor.

Çünkü haydut sürekli olarak suni gündemler yaratmakta son derece mahir davranıyor ve paradoksal olarak karşıtlarını bile yanına çakmeyi başarabiliyor.

Sadece Irak örneği bile bu paradoksu gözler önüne sermeye yeterli olsa gerek.

Irak’ta son iki-üç yıl içinde iki milyon Müslüman katledilmiş olmasına ve bu katliam Büyük Ortadoğu Projesinin veya her ne isimle isimlendiriliyorsa o kahrolası organizasyonun küçük bir parçası olmasına rağmen, Türkiye’de Müslümanların oyuyla iktidara gelen AKP tarafından anlaşılması zor -veya çok kolay- bir biçimde sineye çekiliyor. (Muhalefetin de bu konuda bir şey yapmadığı ortada; çünkü kabul edelim veya etmeyelim haydut vesayeti onların üzerinde de bir hayli etkili.)

İhtilallerin tümü, bir zamanlar solcu ve sağcı gençlerin birbirine kırdırılması, son günlerde kaşınmaya başlanan Kahraman Maraş olayı, ülkede neredeyse şehit cenazesi kaldırılmayan mahalle kalmaması, haydut karşıtı tüm unsurların Ergenekon yaftasıyla etkisiz kılınması, kamunun tüm birikimlerinin özelleştirme adı altında har vurup harman savrulması… Sayısız örnek…

Ve en garibi de, herkesin bu melanetlerde haydutun parmağı olduğunu bilmesine rağmen, bundan hiç söz etmemesi… Anlaşılır gibi değil (yoksa tam tersi mi!)…

Neredeyse tüm aydınlar ama çok daha hüzün verici olanı tüm Müslüman aydınlar… Herkes her şeyi biliyor, ama hiç kimse gerekli refleksi göstermek bir yana, sanki haydutla işbirliği yapmışcasına çürümeye ve yozlaşmaya adeta alkış tutmakla meşgul.

Askeri vesayet, sivil vesayet tartışmaları arasında haydut vesayeti adeta görmezden geliniyor; ne yapacağımıza haydut karar veriyor ve hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin bu vesayet altında ezilmekten kendini kurtaramıyor.

Öylesine derin bir teslimiyet söz konusu ki, yukarıdaki yoksul kitleler örneğinde olduğu gibi, aydınlar da bu marazi teslimiyete karşı çıkmayı adeta günah bellemişler.

Biraz abartırsak, haydut ne isterse Türkiye’de o oluyor demek bile mümkün.

Son günlerin yaratılan gündemi, şu “demokratik açılım” adı altında başlatılıp bugünlere kadar uzanan meselede zarar göreceke olan yine yoksul halk olacak. Öyle tehlikeli günlerden ve insanın dilinin ucuna gelen şeyleri söyleyip söylememe konusunda bin kere düşünmesi gereken günlerden geçiyoruz ki, Allah sonumuzu hayır etsin demekten başka bir şey yapamıyor insan.

Anadilde eğitim gibi masum bir isteğin nihai hedefinin bölünme olduğunu herkes bal gibi de biliyor; ama bu yalın gerçek dahi telaffuz edilemiyor, çünkü sonuçlarının ne olacağı da gün gibi ortada: Böylesine bir etnik milliyetçiliğin tepkisinin yine aynı ölçüde etkin bir milliyetçilik olacağı kestirilemiyor mu yani!

Dün sosyalistlerle ülkücüleri birbirine kırdıranlar, bugün de etnik kökenleri kullanarak insanları birbirine kırdırma peşinde.

“Ilımlı İslam” diye ortaya sürülmeye çalışılan bu garip din böyle bir şey olsa gerek; ibadet ve inançta alabildiğine serbesti var, ama temel meselelerde son sözü haydutun söylemesi şartıyla!

Olan yine yoksul halka olacak.

Aydınlar(!) her türlü konuda öylesine uzmanlaşmışlar ve meseleleri öylesine karmaşık bir hale getirerek tekellerine almışlar ki, neler olup bittiği konusunda sıradan insanların sağlıklı bir bilgiye ulaşmaları artık mümkün değil; yoksul halk adeta takım tutarcasına kendini savunduğunu düşündüğü aktörlerin peşinden koyun sürüsü gibi gitmek zorunda bırakılıyor.

Söz konusu aydınların bilmediği(!) tek şey, milli gelirin adaletli bölüşümü meselesi…

Bu meseleyi konuşan dahi yok!

Bir çalışmamda milyonlarca değersiz bilgi ummanında Kuran’ın nasıl ortadan kaldırıldığını işlemiştim; bu da ona benzer bir durum…

Her şey öylesine karmaşık ve içinden çıkılmaz bilgi yığını öylesine derin ki, yoksul halkın inim inim inlemesi bu gürültü içinde sinek vızıltısı kadar bile yer kaplamıyor.

Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını herkes biliyor, herkes; ama bu hikâye ile Türkiye’yi adeta teslim alan aydınlar, Türk halkını hâlâ aynı masallarla kandırmaktan vezgeçmeyi düşünmüyorlar bile. Aynen Müslüman aydınların türban meselesinde yoksul Müslümanları oyaladıkları gibi; aynen Kürt aydınların doğulu yoksul vatandaşlarımızı giderek tehlikeli bir hal alan Kürt milliyetçiliği ile oyalamaları gibi.

Kendilerine Kürt aydını demeyi seçenlerden bir kez olsun toprak reformu veya toprak devrimi sözünü duyduk mu bugüne kadar! Aşiret düğünlerinde tonlarca altın dökülüyor ortaya; bu denli servet ve bu denli yoksulluk bir arada nasıl oluyor; bunu irdeleyen bir tane Kürt aydını gördük mü bugüne kadar!

Haydut abd Türkiye’yi bölmeyi kafasına koymuş, bunu herkes biliyor; ama nedense kimse bunu telaffuz etmek dahi istemiyor; bunda bir gariplik yok mu?!.

Çok tehlikeli günlerden geçiyoruz!

Haydutun ipiyle kuyuya inenler zerre kadar umurumda değil, ne halleri varsa görsünler; ama kendileri kuyuya inmekle kalmıyor, yoksul halkı da bu kuyunun içine çekiyorlar…

Aslında pusula görevi üstlenebilecek bir gösterge de mevcut: Bu konuyu kaşıyanlar ve bu konuda taraf olanlar -örneğin patronlar kulubü, aşiret reisleri ve bu meseleden parsa toplamayı uman siyasiler- hep servet, bağ bahçe sahipleri; çünkü o veya bu biçimde haydutla dirsek teması içindeler; haydutla adeta kader birliği yapmışlar. Amerikan veya AB heyetlerinin biri gitmeden diğeri geliyor ülkemize.

Halkın yoksulluğu, örneğin memurun evine günde ancak 3 gram kırmızı et götürebilmesi, milyonlarca kişinin işsiz dolaşması, milyonlarca kişinin aç sabahlaması, kredi kartı mağdurlarının artık gizliye dönüşen sessiz çığlıkları, karda kışta evindeki sobayı dahi yakamayan milyonların sadaka kabilindeki yardımlarla hayatta kalma çabaları ve benzerleriyle, buna tepki olarak ortaya çıkan güdük öğrenci eylemlerinde giderek faşizan bir uygulamaya dönen polis devleti özentiliği bu kesimlerin umurunda bile değil! (Yeri değil ama, polisin tekmesiyle çocuğunu düşüren o öğrenciye “bu piçi nereden peydahlamış” diye sorabilen bir gazeteciye bırakın Müslümanı, insan bile demek mümkün mü!)

İşgal esnasında meleklerin kanatlarını tartışan Bizanslı ilahiyatçılardan farkımız yok. Millet açlıkla ölesiye bir mücadele içindeyken televizyonlarda bir taraftan, vur patlasın çal oynasın rezil programlar; diğer taraftan, “yoksul” sözcüğünün bir kez dahi olsun geçmediği dini programlar!.. Allahaşkınıza bir düşünür müsünüz; kamunun hazinesi özelleştirme adı altında mirasyediler gibi satılıp dururken, Müslüman ilahiyatçıların bunu görmezden gelmeleri, bu konuda tek bir söz dahi etmemeleri izah edilebilir bir tutum mudur?!. Bir Müslümanın kapitalizmle bu denli dost olması nasıl izah edilebilir?!. Satılacak bir şeyimiz kalmadığında ne yapacağız?!. (Üç gün önce Erbakan, son sekiz yılda borçlanılan tutarın, tüm Cumhuriyet tarihinde borçlanılan tutarın neredeyse beş misli olduğunu anlatıyordu.)

Milletin esas meselesi ortada dururken, Haydut vasıtasıyla belirlenen gündemlere dalıp gittiğinizde, İncirlik üssündeki, tüm bölgeyi haritadan silecek miktarda nükleer bomba siz görmek istememeyi tercih ettiğiniz için işlevsiz mi kalacak sanıyorsunuz?!. Bu lanet üsten kalkan uçakların Irak’a her sortisinde binlerce masumu öldürdüğü gerçeği Müslüman vicdanlardan silinecek mi sanıyorsunuz?!.

abd’nin haydutluğu, siz bunu görmemeyi tercih ettiğiniz için yok mu olacak sanıyorsunuz?!.

“Ne amerika ne Rusya, bağımsız Türkiye” sloganı attığım delikanlılık günlerimden bugüne kadar neredeyse kırk yıl geçti, değişen hiçbir şey yok; tek değişen şey Rusya’nın yerini AB’nin almış olması.

Türkiye bugüne kadar ne badireler atlattı, bunu da atlatacak kuşkusuz; ama hep değindiğim gibi, olan yine yoksul halka olacak, çünkü önümüzdeki örnekler, bu badirelerde servet sahiplerinin hiçbir kayba uğramadığını, aksine çok daha güçlenerek çıktığını gösteriyor.

Ne yazık!

Ne kadar yazık!..

Gerçeğin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi garip bir huyu vardır, demiş bir düşünür… Ama o bir gün gelene kadar olan yine yoksula olacak tabii.

Bu naçiz çalışma ile kimseyi ikna edemeyeceğimi bilmiyor değilim; ama bu abd ipinin hiç de sağlam olmadığı konusunda kafalarda az da olsa bir düşünce kırıntısı yaratabilirsem ne mutlu bana.

Bu ip hiç de sağlam bir ip değil ve bu seferki kuyu her zamankinden çok daha derin!

Allah yardımcımız olsun…