27 Mart 2009 Cuma

Alçak!

Bu çalışmada küfür veya hakaret sözleri ile karşılaşmayacaksınız, sizi temin ederim; sanırım yapmaya çalışacağım şey, iç çekiş dolu bir yakınmadan ibaret olacak.

Tanrı insanı yeryüzüne halife atayacağını söylediğinde önce biraz sitem eden melekler “Ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim!” diye azarlandıklarında insanın önünde hemen toptan secde ettiklerinde “ilginç” bir şey olmuştu: İblis, buna karşı çıkmıştı. “Ben” demişti, “İnsan önünde secde falan etmeyeceğim. Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan!” Buna kızan Tanrı İblis’i makamından kovmuş, ama onun son telebini de kabul etmişti. Bu talep, “zaman” talebiydi. İblis, Tarı’ya, “Bana zaman ver, bana mühlet ver, onu azdırayım, sen de onun nasıl bir yaratık olduğunu gör!” demişti; ve Tanrı yine “ilginç” bir karara varmış, bu talebi kabul etmişti. (Kuran’ın anlattığına göre, Tanrı’yla İblis arasındaki bu diyalog bire bir böyle değildir; mealen anlatıyorum.)

Bu konu üzerinde kafa patlattığım günlerde, aslında İblis’in bu davranışının takdir edilmesi gereken bir davranış olabileceği yönünde bazı düşünceler dolaşmaya başlamıştı beynimde. Öyle ya; İblis, Allah’tan başkası önünde secde etmeyi reddederek belki de bir “tevhit” örneği veriyordu. “Tapılacak, saygı gösterilecek, önünde secde edilecek tek Güç sensin; senin dışında hiçbir güce boyun eğmem!” diye tavır koyuyor, bir anlamda “Allah’tan başka ilah olmadığı” hususunda kendi açısından muhalefet şerhi koyuyordu. Hatta, bu tavır Yaratıcı’nın da hoşuna gitmişti; evet, İblis’i makamından kovmuştu ama diğer taraftan onun son isteğini kabul ederek ona işte bu nedenle süre bile vermişti.

Bu bir fikir cimnastiğiydi tabii, hani daha önce bir vesileyle konuştuğumuz gibi, hiçbir şey göründüğü kadar beyaz veya siyah değildi herhalde; Tanrı bazen bizim idrak edemeyeceğimiz ölçüde gizemli davranabiliyordu, bu da belki onlardan biriydi.

Tanrı’nın meleklere “Ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim!” mealindeki sözlerini hep merak etmişimdir. Neydi, bu meleklerin bilmediği ama Tanrı’nın bildiği! Sanırım bu kısa ömrüm, bu sorunun cevabına ulaşamayacak ölçüde kısa!

Tanrı İblis’i neden mühletlendirdi, neden Yaratışını pörsütecek böyle bir girişime izin verdi?

Bilmiyorum!

Bazı düşünürler, bunun insanı denemeye yönelik bir düzenleme olduğunu ileri sürüyorlar ama aynı düşünürler şu “alınyazısı” anlamına gelebilecek “kader” denen bir şeyin de olduğunu ileri sürdüklerinde kendileriyle çelişiyorlar ve çıkmaz sokak daha da çıkmazlaşıyor böylece. Bazıları, “özgür irade”den söz ederek, aslında “kader” denen bu olgunun “alınyazısı” olarak anlaşılmamasını, bunun “bir ölçü”, “bir takdir” olarak kabul edilmesi gerekerek, örneğin mevsimler, Güneş’in doğudan doğması, her canlının ölümlü olması gibi algılanması gerektiğini söylüyor. Ama bu, Tanrı’nın, neden bu kadar gizemli davrandığı hususunda insanın penceresindeki perdenin aralanmasına imkân sağlayacak bir açıklama olmaktan uzak kalıyor tabii.

Tanrı neden böyle yapıyor ki!?.

Bugünlerde bunları bana düşündüren şey, bir dostumun, “Bir yazında ‘alçak’tan söz etmiştin; şunu biraz açsana Allahaşkına!” şeklindeki ricası oldu.

İnsanoğlunun arasında “alçak” diye nitelendirilen ve esasen tam da böyle nitelendirilmesi gereken bir tür yaratık var! İnsan hayrına bir şey gördüğünde hemen ortaya çıkıyor ve -sanırım- İblis’in desteğiyle başlıyor ortalığı karıştırmaya!

Bu “ortalığı karıştırma” namertliği Tanrı’nın bir takdiri olamayacağına göre, olsa olsa İblis işin içine giriyordur, diye düşünüyor insan; ve işte tam da bu aşamada, “İblis’in aslında tevhit örneği sergilediği” biçiminde yukarıda biraz değindiğim fikir cimnastiği anlamını bir anda yitiriyor. (Tüm bunlara İblis’in neden olduğu paradigmasıyla hareket ediyoruz ve belki de işte tam da bu noktada hata yapıyoruz; çünkü gördüğüm kadarıyla “alçak”, İblis’ten daha alçak! Çünkü İblis “beyyine” üzerine hareket ediyor, neyse o gibi davranıyor; ama “alçak” riya yapıyor, kandırıyor, kendini olduğundan başka gösteriyor!)

Örneğin, Tanrı, insanoğluna gönderdiği Kitabında, “Mal ve nimetleri aranızda eşit biçimde neden paylaşmıyorsunuz!” diye çıkıştığında, bu “alçak” hemen devreye giriyor ve “O ayet bize gelmedi ki, Necran Hristiyanlarına geldi; bu nedenle, bu ayet bizi bağlamaz!” diye bir parantez açıyor veya dipnot düşüyor. Oysa, ayette böyle bir şey yok! “Alçak”, Kuran’da olmayan bir şeyi var gibi göstererek insanları bal gibi de aldatabiliyor! (Dikkat: Bunu bilerek ve isteyerek yapıyor, bir amacı var; yoksa basit bir tercüme veya anlayış hatasını “”alçaklık” olarak alamazsınız.)

Tanrı buna neden izin veriyor ki!..

Birisi bir ortamda halkın lehine olabilecek bir görüş ileri sürüyor ve aynı “alçak” (aslında bu “ulan alçak”; bu başka bir mesele) hemen devreye girerek “Bu adam komünist, bunlar karılarını kıskanmıyorlar!” diye iftira atarak insanlarının beyinlerini bir anda işlevsizleştirebiliyor. (İftira, “komünist” nitelemesi değil, sonradan söyledikleri; “komünist” neden iftira olsun ki!)

Hani çalışmalarımda çok sık kullandığım bir ayet var; Bakara Suresi’nin 219. ayeti… Allah, Elçisine, “Onlara söyle, servetlerinin kendilerine ve bakmakla yükümlü olduklarına yeterli olanından artanını dağıtsınlar.” diyor ya hani; işte “alçak” burada da devreye giriyor ve bu ayeti, “affetsinler” şeklinde tercüme ederek işin içinden çıkıyor. Bu ayeti okuyan yüz kişiden doksan dokuz tanesi, ayetin ne dediğini bırakın anlamayı, bu saçmalık yüzünden bu ayeti bir kez daha okumaya bile gerek görmüyor; çünkü ayet öyle bir anlamsızlığa bürünüyor ki, insanlar bu anlamsızlıkla daha fazla uğraşmak istemiyorlar! (Ayette gerçekten “avf” sözcüğü geçiyor, ama burada ne anlama geldiğini anlatabilmek için meseleye ayetin söyledikleri ışığında bakmak gerekiyor. “Onlara söyle affetsinler” size bir şey ifade ediyor mu?)

Son zamanlarda bir güruh belirdi Türkiye’de. Bu uğursuz güruhun hırsız olduğu, namussuz olduğu, vatan haini olduğu, kendi çıkarı için ülkesini emperyalizme satmak hususunda bir dakika bile tereddüt etmediği; hülasa, hani şu “ulan alçak” sınıfına girdiği o kadar belirgin biçimde ortada ki, insan “İblis”in bu “mahareti” karşısında hayranlık duymadan edemiyor!

İblis gerçekten çok mahir! (Gerçekten oysa tabii!)

Çünkü bu “ulan alçak” o denli büyük bir maharetle kandırabiliyor ki Türk insanını, bu “ustalık” karşısında eliniz kolunuz bağlı öylece kalakalıyorsunuz!

Akademik kariyeri var, eli iyi kalem tutuyor, entelektüel bazda hayran olunacak yetenekte, ama “alçak”; Mustafa Kemal’i bir anlatıyor, bunu okuyan insan, bu eşsiz ruhtan o anda nefret ediveriyor. Sanırsınız ki, Atatürk Türkiye’nin kurucusu değil, emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşanı veren ve bunu başaran büyük komutan değil, yaşadığı çağın çok ilerisinde akıl almaz bir düşünür değil, yaşamının önemli bir kısmını vatan savunması için cephelerde geçirmiş, namus ve şeref abidesi bir asker değil; dinsizin, imansızın, her akşam rakı içerek alem yapan akşamcının biri…

İşte tam şu an, İblis’in kışkırtmalarına karşı koyma anı: “Alçak”ın “alçak” olabilmesi, bir başka deyişle bu yaratığa “alçak” diyebilmeniz için, bu sürüngenin “alçak” olduğunun bilincinde olması ve bunu -genellikle- bir çıkar uğruna yapıyor olması gerekir. Söz gelimi; Atatürk’e dil uzatan, çağdaşlığa direnen, Kuran’ı farklı yorumlayan, Evrim’e inanmayan herkesi ve benzerlerini “alçak” ilan etme hakkına sahip değilsiniz; çünkü bunların alçaklıkla uzaktan yakından ilgileri olmayabilir; çünkü bu yaptıklarını inanarak yapıyor olabilirler, “alçak” olmak için herhangi bir uğraş içinde değillerdir muhtemelen.

“Alçak”, “alçak” olmak için uğraş veren, bunu başaran ve bunun bilincinde olan “garip” bir yaratıktır!

O, aslında söylediklerinin, yaptıklarının doğru olmadığını bilmektedir; ama çıkarı, bunun tersini söylemesini veya yapmasını dayatmaktadır.

Bir örnek isterseniz, Amerika Birleşik Devletleri denen haydut -tabii, halkı değil, yönetenleri, yani “alçak” olmak için gayret sarf edenleri- klasik bir “alçak”tır! (Ve Kuran doğru söylüyorsa, benim gibi buna inanıyorsanız, bunların “dostları” da alçaktır; buna inanmıyorsanız, daha doğrusu “inanıyorsanız” tabii, Casiye Suresi’nin 19. ayetine başvurabilirsiniz.)

Amerika Birşelik Devletleri’ni yönetenler hırsızdır, yalancıdır, zalimdir, uğursuzdur, sahtekârdır, bencildir, kan dökücüdür, merhametsizdir; ama aynı zamanda çok zekidir, entelektüeldir, eli kalem tutar, güzel giyinir, güzel konuşur ve benzeri şeyler; çünkü “gayret” içindedir ve bu gayret onları buna zorlamaktadır.

Mesela, petrol için olduğu bal gibi de bilinmesine rağmen, Irak’ta 1.5 milyon sivili öldürüşünü “demokrasi getirmek” şalı altında sunar! Bunu yutturur, çünkü “usta”dır ve “usta” dostlara sahiptir! (Tekrar hatırlayalım: Hiçbir şey göründüğü kadar beyaz veya göründüğü kadar siyah olmayabilir; ABD’yi yönetenlerle “yakın ilişki” içinde olan İblis, Irak’ı savunmayan ama aslında “alçak” olarak nitelendirilemeyecek kimi kesimlerle de aynı “yakın ilişki”yi ustalıkla sürdürebilmektedir. Fark şudur: ABD’yi yönetenler bu konuda “yoğun bir uğraş” içindedirler, bu açıktır ve tartışılmaz bile; ama örneğin, korkusundan, cehaletinden, millet bilincine sahip olmamışlıktan kaynaklanan “ülkeyi yeteri kadar savunamama” gafletini sergileyenler herhagi bir “uğraş” içinde olmayabilirler. Kimi namussuzlar tabiidir ki yoğun bir uğraş göstermişlerdir ama bunu tüm bir halka mal etmek insafsızlık olur. Ve esasen bu, “alçak” tanımını da pörsütür; çünkü “alçak”, “bilmekte; “gafil”, “bilmemekte”dir.”)

Alçağın bu başarısı karşısında bazen öyle yılgınlığa uğrarsınız ki, bunu “Tanrı’nın şu gizemli işleri”ne bağlayıp, “belki de Tanrı böyle isteyerek bizim anlayamayacağımız bir gizem sergilemektedir, belki bu işte de bir hayır vardır” diye düşünerek mücadele gücünüzü bile kaybedebilirsiniz. Bunu hissettiğiniz an, İblis’in “faliyette” olduğunu düşünerek, insanlaşma yolunda mücadeleye devam için gerekli inancı tekrar kazanmaya çalışmalısınız.

Bunun, yani “alçak olmak için yoğun bir uğraş içinde olma” keyfiyetinin Tanrı’nın bir takdiri olmadığını düşünüyorum. Hatta, İblis’in bile, “alçak”la bu kadar samimi bir ilişki içinde olduğuna bile inanmak istemiyorum; çünkü ne de olsa o bir zamanlar Tanrı katında önemli bir makama sahipti.

“Alçak”, bu kadar “alçak” bir yaratık işte!

Ne var ki, bu tespit, bizi yine şu “gizemli işler”, yani “Ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim”de billurlaşan olgu çerçevesinde, çetin bir cenderenin içine sıkıştırmakta, elimizi kolumuzu, vicdanımızı, izanımızı ve belki de her şeyden önemlisi “bilincimizi” pörsümeye uğramaktan kurtaramamaktadır.

Can alıcı soru, Tanır’nın buna neden izin verdiğidir!

Geçen gün televizyonda gördüm onu; kitleler “Türkiye seninle gurur duyuyor!” diye bağırlarına basmışlardı! Cassandra Kompleksi bir anda tüm bilincimi kahredici bir kasırga gibi darmadağın etti, neye uğradığımı şaşırdım!

Herif -ender de olsa, bazen kadın- uğursuz bir tip; hırsız, ahlâksız, sahtekâr, benil, çıkarcı, ikiyüzlü, “yoğun bir gayret” içinde olduğu bağırıyor sanki! Ama benim sevgili insan kardeşlerim bunu görmüyorlar, göremiyorlar; çünkü ortaklık büyük bir ustalık üzerine bina edilmiş; İblis ve “alçak” ortaklığı.

İç çekip boyun bükmekten başka yapılabilecek hiçbir şey yok!

Acı veriyor bu…

Ama yapılabilecek hiçbir şey yok gerçekten!

Belki, şu “zaman” denen kavram bizi böylesine yanıltıyordur, bu denli acı çekmemize neden oluyordur, bilmiyorum. Belki Tanrı gerçekten kısa bir sürede müdahale ediyordur, ama bu, bizim kısıtlı kavrayışımızla öylesine uzun bir süreçte oluyor gibi gelmektedir ki bize, bu kısıtlı kavrayış bizi böylesine vahim bir yanılsamaya mahkûm ediyordur. Yüz elli yıl yaşayan bir kamlumbağa ile bir gün yaşadığı söylenen kelebeğin aslında aynı ömür süresini sürdürmekte oluşları gibi… Her şey belki de bu denli izafidir gerçekten.

Bir kadın tanıyorum: Geceleri el ayak çekildiğinde sokağa çıkarak köpekleri ve kedileri doyuruyor. Mahalleli, kadına “manyak” diyor, “o kafayı yemiş!”; “salak karı!” diye devam ediyor aynı mahalleli, “işi gücü yok, kendini böyle oyalıyor işte!”… Aynı mahalleli, demin size sözünü ettiğim o uğursuz tipi ise bağrına basıyor, onunla gurur duyuyor!

Tanrı’nın, melekleri önünde secde ettirdiği “insan” bu olabilir mi!

Eğer böyleyse, Tanrı’nın gerçekten hüzünlendirici ölçüde hata yaptığı, bu işi başaramadığı, aslında “bizim bilmediğimiz birtakım şeyler bildiği” açık bir safsata değil mi?!.

Değil!

Değil, çünkü tanrı o “salak karı(!)”yı da yaratmış ve ona ruhundan üflemiş!

İşin içinde gerçekten hayal dahi edemeyeceğimiz bir gizem var; ve Tanrı gerçekten “bizim bilmediğimiz birtakım şeyler”i biliyor olmalı!

İşte “alçak” sırf bu nedenle bile “alçak”; çünkü insanı bir anda “isyan”la başbaşa bırakabiliyor! Ama şu üstteki iki üç paragrafta da gördüğümüz gibi, o kahrolası “uğraş” olmayınca, insan hatadan hemen dönerek gerçeğin teselli veren merhamet dolu kollarına bırakıveriyor kendini ve “Tanrı bizim bilmediğimiz birtakım şeyleri biliyor” şükrüyle teslim oluyor O’na!

Belki de büyüklerimizin söylediği gibi, hiçbir şey yapanın yanına kâr kalmıyordur; belki de atalarımızın söylediği gibi, “herkes ne ekerse onu biçmekte”dir!.. Bizi bu denli yanıltan ve acıya gark eden şey, belki de şu hiçbir zaman tam olarak çözemeyeceğimiz “zaman”dır! Belki de çok kısa bir “zaman” sonra, “alçak”ın nasıl bir hüsrana gark olcağını, yaptıklarından dolayı nasıl acı içinde kıvranıp durduğunu gözlerimizle göreceğizdir.

Yine de benim kanaatim, “öteki taraf”ta “alçak”ı hiç görmeyeceğimizdir; çünkü bu öylesine nefret verici bir “dayanışma” ki, Tanrısal İrade’ye bu denli ters bir “dayanışma”nın, ibret için olsa dahi, “öteki taraf”a taşınmayacağı, bu yolla “öteki taraf”ın kirletilmeyeceği düşüncesindeyim.

Evet, Allah’ın -muhtemelen- evliyasını “salak karı” diye nitelemek büyük bir “sürçme” elbette, ama ismi üzerinde bu bir “sürçme”; oysa “alçak” böyle mi!

Sizi inandırabilmek için herhangi bir delile sahip değilim; ama inanıyorum ki ve siz de inanmalısınız ki, “alçak”, “zamanın göreceliği”nden yararlandığı yanılgısı içindeki basit bir sülükten ibaret bir şey!

Muhtemelen ruh sahibi bir yaratık bile değil; belki, “gizemli işler” için bir süreliğine gerekli olan basit bir aygıttan ibaret bir şey!

Onu “uzun süre” görmeyeceğiz!..


İstanbul, 26/3/2009



Güncel bir not: Bu Pazar günü seçim var. “Danışma, cumhuriyet, demokrasi” gibi anlamları da çağrıştıran “Şura” Suresi’nin, bugünler için özel bir anlam ifade eden “ilginç” bir ayeti var, mealen şöyle: “Başınıza gelen her müsibet kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir.”

O oyu kendi ellerinizle vereceksiniz, kimse sizi bir şey yapmaya zorlayamaz, çünkü demokrasi, seçimlerde “gizli oy, açık sayım” gibi müthiş bir ilkeyle hareket ediyor; dolayısıyla sonradan şikayet etme hakkınızı kaybediyorsunuz; ona göre!

Hırsıza-uğursuza oy verdikten sonra Tanrı’ya yakarıp işleri düzeltmesini bekleyemezsiniz; çünkü “başınıza gelen her müsibet kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir”, söylemedi demeyin!

Özel bir not: “Özgür irade/alın yazısı/kader” konularında ayet arayan dostlarım; buyurun size ayet… (Tabii, Kuran’da bu konudaki onlarca ayete ek olarak.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder