26 Şubat 2006 Pazar

GURUR




Ağacın üst dallarından birinde haşmetle oturuyor, kaşlarının altından aşağıdakileri ısrarlı ve tahakküm eder süzüşü bir şeyler çağrıştırıyordu; belli ki, önemli bir şeyler olmuştu. O her zamanki belirgin kabadayımsı tavırları gitmiş, yerini adeta mistik bir tefekkür almıştı. Omuzlarını hafifçe kaldırmıştı yine, ama bu kez kavga çıkaracak gibi görünmüyordu; garip bir havası vardı, bir şeyler… bir şeyler saklar gibiydi, ama aynı zamanda bunu etrafındakilere duyurmak istediği de mimiklerinden belli oluyordu. Dudaklarının kenarındaki belirgin kıvrılma, müthiş gururunun bir göstergesi gibiydi… “Hazzın geciktirilmesi”ni oynuyordu; söyleyecekti, ama önce bu zevki kendisi doya doya yaşamalı, gururun ve sevincin salgıladığı endorfinden kaynaklanan vücut kimyasındaki o kışkırtıcı bulamaçta kendi sörfünü sergilemeliydi…

Neden sonra kımıldanıp bir panter çevikliğinde aşağı atladığında, bir süre gerinmekten kendini alamadı: Herkes onu görsün, herkesin merakı bir nebze daha artsın istiyor; niyeti o olmasa bile belirgin bir biçimde hava atmaktan kendini alamıyordu.

Dudaklarının kenarındaki müstehzi kıvrım had safhaya ulaştığında, kendinden emin adımlarla yürüyerek yavrusunun yanına doğru gitmeye başlamıştı. Kuyruğunu iki yana doğru sevinçle sallıyor, kaçamak bakışlarla etrafı süzerek yeterli dikkati çekip çekmediğini kontrol ediyordu. Birkaç kaçamak bakıştan sonra gözleri bir yakut gibi parlamaya başlamıştı bile; her şey yolundaydı, herkes ona bakıyor, esrarengiz tavırlarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyordu.

“Ne oluyor kız?” diye sorduğumda, iri iri açtığı gözleriyle beni süzdü… Kısacık bir an, çok kısa… “Sen de kimsin, bu ne küstahlık!” der gibiydi…

Tırnaklarını çıkarmış, sırtını hafif kamburlaştırmıştı; ben kim oluyordum ki, ona, hem de yavrusunun yanında bu şekilde hitap edebiliyordum!..

Genellikle aynı hatayı birçok kez yaparım; ama bu kez tekrarlamadım:

“Ne oldu hanımefendi, neler saklıyorsunuz bakalım?”

Bu kez hoşuna gitmişti; suratıma onaylar biçimde bakarken bir taraftan da yavrusunu yalamayı ihmal etmiyordu. Dikkatlice baktığınızda, yavrunun da annesinden farklı olmadığını fark edebiliyordunuz; evet, bir şeyler saklıyorlardı, gurur duydukları bir şeyler… Yavru da hafif kabarmış, vücudunu annesine dayamıştı; ana kız amma da hava atıyorlardı..

Neler oluyordu be!..

Birbirlerini bir süre yaladıktan sonra kendilerini izleyenlere dönüp kafalarını havaya kaldırdılar: Artık soruları alabilir, meraktan çatlayanları verdikleri cevaplarla bir başka şekilde çatlatmaya geçebilirlerdi…

“Ee?..” diye bir kez daha sordum; “Neler oluyor arkadaş, anlatacak mısınız artık?..”

Yavrusunun başını birkaç kez daha yaladıktan sonra irice bir kayanın üzerine çıkıp bana doğru döndü. Kuyruğunu iki yana doğru keyifle sallıyor, bir bize bakıyor, bir yavrusuna dönüyordu…

Kafasını yukarıdan aşağı gururla sallarken “Mauvv…” diye mırıldandı, “ O, miyau moue, meo maguei!..” (*)

Biz ne dediğini anlamaya çalışırken, o yavrusunu da alıp kendinden emin adımlarla yürümeye başlamıştı bile…

Arkalarından uzun uzun baktıktan sonra, bana merakla bakanlara dönüp başımı yukarı doğru kaldırdım: Dudaklarımın kenarında oluşan kıvrım anne kedi kadar belirgin olmayabilirdi; ama bundan neredeyse onun kadar gurur duyduğum belli oluyordu sanırım.

Cebimden çıkardığım paketten özenle seçtiğim sigarayı esrarengiz hareketlerle yakarken, beni merakla izleyenleri şöyle bir süzdüm… Konuştuğumda, sesimi ben bile tanıyamadım; uzun zamandır… çok uzun zamandır böyle keyifli olduğumu hatırlamıyordum.

O minicik yavru büyümüş ve başarmıştı; annesi bu nedenle hava atıyor, gurur duyuyor ve tüm dünyaya haykırmaktan kendini alamıyordu.

“O, başardı…”

(*) O başardı, bir astronom artık.
İstanbul, 26/2/2006