19 Mayıs 2010 Çarşamba

KALLEŞ OĞLU KALLEŞLER

“Lütuf”; “önem verilen, saygı duyulan birinden gelen iyilik, yardım” diye geçer sözlüklerde.

Bir insanın bir başka insanın lütfuna muhtaç olması Yaratılış’a yapılabilecek en büyük hakarettir; hayır, “en büyük hakaretlerden biri” değil, “en büyük” hakarettir!

Bu hakaret aynen bir madalyon gibi iki yüzlüdür.

Madalyonun bir yüzünde islami literatürde “mütref” olarak geçen “bolluk ve refahla şımarmış”lar, diğer yüzünde ise bu şımarmışlara karşı savaşacaklarına onların “lütfuna mazhar olmak için” her türlü cambazlığı yapanlar bulunur.

Korku, çaresizlik, imkânsızlık, cehalet, yoksunluk, menfaat gibi kimi yapay insani zaafların arkasına sığınılsa da, “lütfa mazhar olmak için cambazlık yapmak” bu büyük günaha bal gibi de taraf olmaktır.

Nasıl olur da bir insan, bir başka insanın lütfuna sığınabilir!?.

Bu nasıl bir korkakça teslimiyettir böyle?!.

Arz’da yaşayan ve namusuyla didinip duran herkes, gezegenin kaynakları üzerinde eşit hakka sahiptir; bu, o kişi farkında olsa da böyledir, olmasa da… İnsana yakışan şey, servet ve refahla şımarmışlardan hayasızca yardım talep etmek değil, bu hakkı -o veya bu biçimde- bizzat alarak tasarrufuna geçirmektir.

Bunun için izlenecek yol, kişinin eğitimine, karakterine, dünya görüşüne, bilgi ve tecrübesine, müktesebatına, yeteneğine göre değişebilir; ama nihai hedef değişmez, değişemez.

Bu hedef, Dünya kaynakları üzerinde her insanın eşit hakka sahip olma keyfiyetidir. (Nahl, 71)

Bu hedef, herkesin bu kaynaktan kendisine ve ailesine yetecek miktarda pay alma hakkına sahipliğini tesis etmektir. (Bakara, 219)

Ama çok daha önemlisi, bu hedef; gezegen nimet ve imkânlarının herkes tarafından eşitçe bölüşülmesi için, bu Yaratılış düsturu doğrultusunda, servet ve nimetle şımarmışlarla savaşmak zorunda olduğunun herkes tarafından kabulü veya bu zorunluluğun herkese “zorla kabul ettirilmesi” keyfiyetidir...(Nisa, 75)

Yukarıdaki paragrafta “savaşmak” sözcüğü gelişigüzel kullanılmamıştır; kişi, “savaşmak”tan ne anlıyorsa, bu anlayış doğrultusunda tavır almak, meydana çıkmak, taraf olmak, mücadele etmek zorundadır.

Çocukların, yaşlıların, hastaların, engellilerin ve benzerlerinin böyle bir mükellefiyeti kuşkusuz yoktur; çünkü “Allah hiçbir benliğe yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez”. (Bakara, 286)

Bir zamanlar “komünistler fakirlikte eşit olmak istiyorlar” diye iftira kusanlar, aynı kusmuklarını uzun bir süredir İslam üzerine boşaltmakta; “Müslüman, ‘bir lokma bir hırka’ felsefesi doğrultusunda yaşamalıdır” mealinde fetvalar verip durmaktadırlar.

Müslüman, gerektiğinde “bir lokma bir hırka” ile yaşamalıdır tabii, tarih boyunca birçok kez yaşamıştır da; ama bugünün şartları böyle bir gerekliliği zorunlu kılmamaktadır.

Yapılan hesaplamalar, -kendi çabasıyla yaratabileceği katma değer hariç- her yıl otuz üç trilyon dolar tutarında rızkın gezegen kaynakları biçiminde Allah tarafından insanoğluna hibe edildiğini göstermektedir.

Bu “hibe”, bu “bağış”, bu “karşılıksız yardım”, kimi kahrolası kurnazlar tarafından gasp edilip hak sahibinden çalındığı (madalyonun bir yüzü); hak sahipleri de bu çalma işlemine karşı çıkıp savaşacakları yerde uysal bir koyun gibi pısırıkça bir kenarda oturmayı seçtikleri (madalyonun ikinci yüzü) için Rezzak’ın bu Rezzaklık niteliği küstahça ve aptalca sabote edilmekte, Kuran’ın tabiriyle “Allah aciz düşürülmeye çalışılmakta”dır. Oysa böyle bir şey mümkün değildir (Tövbe, 3); bu bir küfürdür ve bu küfrü işleyenler acıklı bir azapla karşı karşıya kalacaklardır. (Aynı ayet)

Sen kimsin ki ben senin lütfuna sığınayım sahtekâr!..

Lütfu Allah yerine bir yaratılmıştan beklemek, Yaratılışa yapılabilecek “en büyük hakaret”tir, çünkü bu, kelimenin tam anlamıyla “şirk koşmak”tır; çünkü Kuran’a göre, “lütuf bütünüyle Allah’ın elindedir” (Hadid, 29)

Bu yapıldığında, yani lütuf korkakça ve pısırıkça davranılarak Allah yerine bir başka ölümlüden beklendiğinde ortaya çıkan şey; Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) mimarlarından, 1.500.000 Iraklının katili cani Grosmann’ın vereceği ziyafet nedeniyle “sermaye” tarafından bugünlerde süslenmeye başlanan Çırağan Sarayı ile, Zonguldak’daki maden ocağında, yerin 450 metre altında mahsur kalan otuz emekçiye hâlâ (19.5.2010-11:34) ulaşılamamış olması gerçeğidir.

Ortaya çıkan şey işte budur: Büyük Ortadoğu Projesi mimarı Irak katiline Çırağan’da ziyafet düzenlenirken, ailesinin nafakasını çıkarmaktan başka amacı olmayan tertemiz Anadolu çocukları toprağın 450 metre altına canlı canlı gömülmektedir!..

“Şer” Allah’tan gelmez (Nisa, 79); BOP mimarı canilere Çırağan’ı sunan zihniyet (madalyonun bir yüzü) ile, burjuva iktisadı öngörülerinden yola çıkarak “gayriiktisadi” martavallarıyla gereken tedbiri almayarak/tedbir alınmamasına seyirci kalarak/bu hakkı talep etmeyerek-edemeyerek o otuz emekçiyi toprağın 450 metre altına gömen zihniyet (madalyonun diğer yüzü), gezegendeki her türlü şerrin sorumlusudur.

İnsan, madalyonun bu iki yüzünde yer alarak Allah’a kalleşçe davranmaya devam etmektedir.

Bu kalleşliktir!..

İnsanoğlu, kendisine sunulan nimet ve imkânları eşit biçimde paylaşmayarak Yaratıcı’sına ve Yaratılış’a kalleşlik etmektedir.

O madende mahsur kalan otuz emekçinin sorumlusu insanoğlunun bizzat kendisidir!

O otuz insan evladı, burjuva iktisadının ve o veya bu nedenle bu iktisada karşı çıkamayışın/çıkmayışın kurbanı olmuştur!..

Madalyonun iki yüzünde yer alan “kalleş oğlu kalleşler” bu sonuca yol açmışlardır; bu ahlâksız ihanet devam ettiği sürece, bundan böyle de benzer ahlâksızlıklara yol açmaya devam edeceklerdir!

Gezegen kaynakları tüm insanlar arasında eşit biçimde bölüşülmüş olsaydı, katiller mükellef sofralarda haince ağırlanırken, ailesinin nafakası peşindeki temiz Anadolu çocukları yerin 450 metre altında canlı canlı gömülü olmazlardı.

Hainler ile korkaklar; servet ve nimetle şımarmışlar(mütrefler) ile o veya bu nedenle, o veya bu biçimde bu alçaklara karşı koymaya kalkışmayanlar, karşı koymaya kalkışanları engelleyenler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder