1 Nisan 2010 Perşembe

Gizemli Yolculuk

İster ateist olun ister deist, ister Müslüman olun ister gayrimüslim, ister komünist olun ister liberal; her an genişlemekte olan Kâinat’la birlikte gizemli bir yolculuk yapmakta olduğumuzu kabul etmek zorundasınız.

Buna mecbursunuz, çünkü Kâinat da gizemli bir yolculuğun tam göbeğinde yer alıyor zaten; sadece, nereye gittiği bilinmiyor, biz bilmiyoruz yani, gizemi oluşturan da bu zaten.

Hepimiz bir çeşit enerjiden ibaretiz, Kâinat’taki her şey gibi.

İnsan, bir karga veya bir kestane ağacıyla yakın akraba, Anrdomeda Galaksisi’yle de, çünkü aynı harçtan karılmışız; atom sayılarımız veya bu atomların dizilişi biraz farklı, hepsi bu.

Ve elektron mikroskobunun altına ne koyarsanız koyun, göreceğiniz şey, dönüp durmakta olan ve gözle görülmesi mümkün olmayan alt atomik parçacıklar. “En küçük parçacık” olan atom, en küçük parçacık değil artık; “daha küçük parçaya bölünemez” denilen “şey”, sayılarla ifade edilemeyecek kadar çok küçük parçadan ibaretmiş meğer. Ve o küçük parçacıkların daha da küçük parçacıkları var mı, kimse bilmiyor (şimdilik).

Kuantum fiziği daha da ilginç şeyler söylüyor mesela… “İçine yeteri kadar girdiğinizde”, artık daha küçük parçaya bölünemez denilen “şey”in aslında kendi çapında bir Kâinat olduğu ortaya çıkıyor. Parçacıklar arasındaki mesafe görece o denli uzak ki, teorik olarak atomaltı zerreciklerde sayısız Kâinat bulunması mümkün. (Bir tuz zerreciğinin üzerinde miliyorlarca mikroorganizma bulunabiliyor; bunlar aynen sizin bizim gibi canlı yaratıklar.)

Ama esas “tuhaf” olan şey; bu parçacıkların bazen o zamanda bazen bu zamanda, bazen o mekanda bazen bu mekanda olması…

Korkutucu olanı ise, pu parçacağın gözlemcisinin farkında olması; sizin onu izlediğinizi “biliyor” ve deyim yerinde ise “gözlemcisi ile, yani sizinle oynaşıyor”… İzlenmediğini ‘anladığında” somurtup oturuyor muhtemelen; bakıyor ki izleniyor, başlıyor bir şeyler anlatmaya…

“Bazen o zamanda bazen bu zamanda, bazen o mekanda bazen bu mekanda” olmak, başlıbaşına bir muamma aslında.

Bu zamanda olmadığında hangi zamanda mesela?

Bu mekanda olmadığında hangi mekanda mesela?

Bu fakir gibi cahil birini değil de meselâ bir kuantum fizikçisini dinlediğinizde, hele bir de anlatılanlar birtakım aygıtlarla görselleştirildiğinde büyülenmemeniz, ürkmemeniz, ürpermemeniz mümkün değil; biz neredeyiz, bizi de kapsayan akıl alamaz Yaratış nerede!..

Şu anda bulunduğunuz odanın, salonun veya işyerinizin içinde, sayıyla ifade edilemeyecek kadar çok ve birbirinin içine geçmiş Kâinat/Evren bulunması mümkün… (“Paralel evrenler” meselesi hani; sanırım kuantumun en çarpıcı sonuçlarından biri.)

Ne demekse, “dalga boyları/titreşimleri/manyetik alanları” farklı olduğu için kimse kimseye engel olmuyor veya kimse kimsenin farkına varmıyor.

Gökyüzünü içinde yaşadığı kuyunun ağzı kadar sanan kurbağadan farkımız yok!..

İlk satırda belirttiğim gibi, Allah’a inanın inanmayın, “rastlantılar” veya “Akıllı Tasarım” yanlısı olun olmayın bunu kabul etmek zorundasınız; çünkü bilimsel bir gerçeklikten söz ediyoruz burada…

Bu satırlar sizi buna inandıramıyorsa, bu, bilimin inandırıcı olmamasından değil, bu cahil fakirin anlatımındaki yetersizlikten kaynaklanıyordur.

Giz, sadece bilimsel şaşırtıcılıktan ibaret değil ki.

Hz.Adem ilk insan değildi mesela, ondan önce sayısız insan ırkı gelip gitmişti Arz’a; aynı anda iki farklı yerde bulunan ermişlerin “hikâyeleri” hikâye olmayabilir mesela; Atlantis ve Mu uygarlıkları pekala mümkün görünüyor artık; Sümerler kimdi mesela, nereden geldiler ve birden bire nereye gittiler; İnkalar ve Mayalar kimlerdi, bu kadar uzun takvim yapmayı nasıl becerebilmişlerdi ve buna neden gerek duymuşlardı; Tevrat’taki Hezekiel Peygamber mesela, öyle tuhaf şeyler anlatıyor ki, insan nasıl düşünmesi gerektiğine bir türlü karar veremiyor…

“Tevrat” demişken, şu ayete bakın mesela: “”İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller yaşardı.”

İlahi varlıklar, “Tanrı Oğulları” anlamına geliyormuş; Nefiller de “gökten düşmüş kimseler” veya “devler” anlamına…

“Tanrı Oğulları” kim? Bunlar insan kızlarıyla nasıl evlenip çocuk sahibi olabiliyor; genetik problemler nasıl çözülüyor veya bu iki farklı tür arasında genetik bir problem yok muydu gerçekte? Peki “gökten düşmüş kimseler” ne demek veya “devler”?..

Tevrat’a inanırsınız inanmazsınız, bu, özün önceliği kavramında gözardı edilebilecek bir unsur; Arz’ın o günkü koşullarında hem insan var, hem Tanrı Oğulları var, hem de gökten düşmüş kimseler veya devler… (Hele bir de Eski Hint Kutsal Kitapları’ndaki ayrıntıları okusanız, kafanız bir anda karmakarışık olacaktır, bunu garanti ederim. “Uçuş aygıtlarını hareketsiz kılmanın sırrı/uçuş aygıtını görünmez kılmanın sırrı/Düşman aygıtlarındaki konuşmaları ve diğer sesleri dinlemenin sırrı/parçalara ayrılmayan, ateşe dayanıklı ve bozulmaz uçuş aygıtları yapmanın sırrı”… Bunlar, -sanırım- 5.000-6.000 yıl önce kaleme alınmış cümleler.)

Ne demek istiyor Tevrat?

Kutsal veya değil (bana göre kutsal tabii), elimizde bir kaynak var ve bu kaynak binlerce yıl öncesinden bunları aktarıyor bize…

“Tahrif edilmiş edilmemiş”; kaynak aynen bunları söylüyor ve siyak sibak karinesinde bunu destekleyen bir sürü şey daha ekliyor (Burada uzun sürer, bu nedene ayrıntısına giremiyorum)…

Kuran ayetlerinden yola çıkarak yazmış olduğum bir kitapta (Kuran’daki UFO) öyle tuhaf şeyler anlatmıştım ki, kimileri şaşkınlıktan küçük dilini yutarken, kimileri de bu fakirle alay etmekten kendini alamamıştı; ama unuttukları veya konuya uzak oldukları için farkında olmadan gözardı ettikleri bir şey vardı: Kaynağım, benim Kutsal Kitabım Kuran’dı…

Başka bir konu:

Mesela, “O, odur ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır. O’nun arşı da su üzerinde idi. …” (Kuran, Hud Suresi, 7. ayet)

Tevrat’tan bir ayet mesela: “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.” (Yaratılış 1/ 1. ve 2. ayetler)

Kuran’dan ve Tevrat’tan bu okuduklarınız, Arz’ın yaratılışı esnasında meydana gelen veya var olan birtakım şeylerden bahsediyor; okyanusların veya o günün şartlarında tek bir okyanusun üzerinde bir şey var veya okyanusun üzerinde bir şey dalgalanıyor…

Bu, Arz’ın yaratılışı (aslında biçimlendirilişi; karalar, denizler, otlaklar vb.) esnasında meydana geliyor.

Ne demek bu?

Yapılan yorumları okumaya kalksanız, bir daha Kutsal Kitap veya Kuran okumamaya yemin edersiniz; binlerce yıllık yalan yanlış, saçma sapan şeyler… Ebu bilmem ne şunu demiş, rabbi bilmem kim bunu demiş…

Bilim bu işlerle haklı olarak uğraşmıyor, din bilginleri ellerini taşın altına sokmaktan özellikle kaçınıyor, benim gibi cahiller de konuştuklarında ya uçuk kaçık şeyler söylemek zorunda kalıyorlar, ya da gerçeğe bir parça yaklaştıklarında çok bilmişlerin alay dolu mimikleriyle karşılaşmaktan, hatta bazen açık açık dalga geçilmekten kurtulamıyorlar…

Bu ayetlerde önemli bazı şeyler söyleniyor ciğerim; giz üstün giz…

Yapılan hesaplamalar, “gözlemlenebilen Evren’de” milyarlarca galaksi, bu galaksilerde de 1.000.000.000.000.000.000.000 yıldız olabileceğini ortaya koyuyor. Bu sayının nasıl okunabileceğini bilmiyorum; ille de bir şekilde telaffuz etmek gerekirse, bu sayıya “bir milyar trilyon” gibi garip bir isim takabiliriz belki…

Odanızın duvarı büyüklüğünde bir Evren haritası yapmaya kalktığınızda Dünya’yı toplu iğne ucu ile bile gösteremiyorsunuz; çünkü toplu iğne ucu, bu ölçekte çok büyük yer tutuyor.

Var mıyız yok muyuz belli bile değil…

Herhalde hiçbir şey göründüğü gibi değil…

Fikir üretmek yerine -hatta en azından bu konularda bir kez daha düşünmek yerine- tanrılaştırdıklarını papağan gibi tekrar etmekten başka bir şey yapmamayı adet haline getirmiş olanlar işin kolayını bulmuşlar:

“İslamcı komünist ulan bu herif, abuk subuk konuşuyor işte!..”

E, sen bir şeyler söyle!..

“Cık; ebu bilmemne veya rabbi bilmemne bin yıldır söylüyor işte, bununla yetineceksin, karıştırma!..”

Peki, Bakara 219, Nahl 71, Nisa 75 ne diyor?

“Şişşştt, hıııı!..”

(Tabii “Şişşştt, hıııı!”, çünkü Kuran’daki bu ayetler servetlerin, nimet ve imkânların eşit biçimde dağıtılmasını ve mazlumlar için savaşılmasını emrediyor.)

Evrenin genişleme hızı saniyede 70 kilometre olarak hesaplanıyor, siz bu yazıyı okumaya başladığınızdan beri galaksiler birbirlerinden 100.000 kilometre uzaklaştı; her biri “bir yere” doğru çılgınca bir hızla gidiyor.

Da…

Nereye gidiyor?..

Gittiği yerde ne var?

Unutmayın; biz de bu galaksilerle birlikte gidiyoruz, aynı yolun yolcularıyız yani.

Peki, yolculuk nereye?

Aslında sorum bu değil tabii…

Allah, zihnimizin kavrayamayacağı gizemlilikte bir macerada bize de bir rol vermiş; bizden istediği şey ise son derece basit:

Buna layık ol.

Buna layık ol; hepsi bu!..

Peki, neredeyse tamamına yakını anlamsız bir koşuşturmadan ibaret olan şu kısacık yaşamımızda biz ne yapıyoruz? (Bize bağışlanmış en önemli hazine olan “yaşam” gerçekten o denli kısa ve bu “kısalık” o denli şaşırtıcı ki, insan, zamanın kendisine muzip bir oyun oynayıp oynamadığını düşünmeden edemiyor; tabii, “zaman” diye bir şey gerçekten varsa!)

Öyle veya böyle; insan yaşamı hüzünlendirici biçimde kısa.

Bir ışıma gibi parlayıp sönüveren bu kısacık süreçte huşu içinde, tefekkür içinde, ürperti içinde bir arayışa girişeceğimize, yarıtılmışların tümüne merhamet göstererek, birbirimizle yardımlaşarak, Allah’ın bu muazzam yaratışını anlamaya, bu yolla ruhumuzu geliştirmeye çalışacağımıza, birbirimizin gözünü oymak için didinip duruyoruz; ve ne acıdır ki, neden de son derece basit, bir o kadar da çarpıcı:

Daha fazla mal mülk, daha fazla servet…

Daha fazla tüketim…

Daha yüksek bir mevki…

Daha büyük bir şöhret…

Daha fazla haz…

Daha fazla intikam…

Daha fazla iktidar, daha kapsamlı muktedirlik, daha rezilce sömürme…

Merhamet hariç her şeyde alabildiğine bir yarış; amok koşucularını hatırlamadan edemiyor insan. (Bir tür hastalık; sürekli olarak amaçsızca koşuyor hasta, bitap düşüp ölene dek.)

abd denen haydut, ta Atlantik’in ötesinden gelip, gülünç olduğuna aldırış etmeksizin ileri sürdüğü birtakım yalanlarla komşumuz Irak’a girip her yeri darma duman ettiğinde, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek herkesi katlettiğinde (1,5 yılda, 1.500.000 kişi), bu işin salt petrol için olduğunu bildiğimiz halde hiçbir şey yapamadık; çünkü zulme karşı çıkmak önceliklerimiz arasında değildi. Çoğunluğu Arap olan katledilenler için kendisi de Arap olan Suudi Arabistan bir şeyler yaptı ama; katil sürülerinin kendi topraklarını kullanmasını seve seve kabul etti. “İncirlik” meselesini hiç sormayın; bu ayıp, Arz var olduğu sürece bize yeter; en azından bu fakire yeter!..

(Bu fakir de bir şey yapamadı; kimseyi suçlamıyorum, bir gerçeği ortaya koymaya çalışıyorum.)

“Kibir” en büyük günah olarak gösteriliyor (şirkten sonra)…

Bence yanlış.

Çok yanlış.

En büyük günah “aptallık” olmalı.

“Şirk”i de doğuran da bu değil mi zaten…

Einstein, “Tanrı zar atmaz!” demişti. (Kendisi atmıştı oysa.)

Ne demek istemişti?..

Kitaplarımın birinde, “Adem’le başlayan son insan ırkı da başaramadı”, derken bunu söylemeye çalışıyordum işte.

Oysa kural çok net:

Başaramayan gider, başarabilecek olan gelir.

Olacak olan da budur zaten…

Hep olduğu gibi…

“Hayır ve şer Allah’tandır” diyor kimi İslam bilginleri.

Olur mu öyle şey!

Allah’tan şer gelir mi?!.

Peki; kimden geliyor şer, İblis’ten mi?

Gerçekten mi?..

E, aynaya sadece saçımızı taramak için bakarsak, öyle tabii.

“Muazzam” sözcüğünün yetersiz kaldığı bir macerada küçük veya büyük bir rolle ödüllendirilmişiz; “bir şeyleri” anlamak için didinip duracağımıza, nasıl yaparız da birbirimizin gözünü daha feci biçimde oyarız diye koşuşturup duruyoruz; bir yere doğru kavrayamayacağımız bir hızla gitmekte olan Kâinat’la ve karşısında boynumuzu büküp ürpermekten başka bir şey yapamayacağımız bu gizemli Yaratışla alay edercesine.

Kendi adıma söylüyorum; ne yazık ki, içinde bulunduğum kuyunun ağzı o kadar küçük ki…

Geçen gün gözlerimle gördüm; bilginler, hâlâ arka ayaklarından biri ile doğmakta olan kaşalot türü bir balinayı inceliyorlardı şaşkınlık içinde…

Ne demek, “hâlâ arka ayaklarından biri ile doğmakta olan balina”?..

Hadi bana müsaade; aynaya bakmam gerekiyor, sanırım saçım bozulmuş…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder