22 Nisan 2010 Perşembe

Kuran ve Sol

Nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan ülkemizde en az bilinen konuların başında Kuran’ın gelmesi ne kadar hüzünlendirici, ama aynı zamanda ne kadar anlamlıdır.

Çok açıktır ki, hiç de masumane olmayan birtakım hesaplarının bozulacağı endişesiyle olsa gerek, egemen güçler ve yaşamlarını onların egemenliklerinin gölgesinde sürdürmeyi seçenler, Kuran’ın layıkıyla bilinmemesi için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.

Ne var ki, iş, hain birtakım amaçlar taşıyan bu egemenlerin ihanetiyle sınırlı kalmamış; insanların kardeşliğini ve eşitliğini hedefleyenlerin ne yazık ki farkına varamadıkları ihmalkârlıkları da bu olguya alabildiğine hizmet etmiştir.

Egemen güçler, Kuran’ı sadece birtakım dini merasimleri disipline eden bir tapınak prospektüsü gibi gösterip, sosyal içerik taşıyan hükümleri basit birer öğüt mertebesi gibi takdim edip, paylaşımcılığı Allah ile alay edercesine kişinin “lütfuna” prangalarken; halkın refah ve eşitliğini hedef alan güçler, Kuran’ı gerçekten böyle sanarak yeterince incelemedikleri için olsa gerek, bu hileyi fark etmemekte adeta gönüllü davranmışlar, egemen güçlerin ekmeğine yağ sürmekten kendilerini kurtaramamışlardır.

Örneğin, ülkemizde bugün İslam adı altında sahnelenen kimi uygulamaların Kuran ile uzaktan yakından hiçbir ilgisinin bulunmaması, İslam diye piyasaya sürülen bu ilkel tezgâhın eski Arap örf ve kabullerinden ve yeni bezirgânların/tefecilerin/kodomanların siyasi ve ekonomik manifestolarından ibaret olması, bu müktedirlere hayal bile edilemeyecek hain mi hain kimi imkânlar sunarken; diğerlerinin bu tezgâhtan rahatsız olmamaları ve kimi eylem ve davranışlarıyla bu sisteme sürekli yakıt pompalamaları ne kadar hazindir!..

Kuran’dan yola çıkarak insanların eşitliğini savunanlar, birincilerin on dört asırdır geliştirdikleri kimi kurnaz argümanlarla resmen alaya alınırken; ikinciler, “mallarda ortaklık ilkesini yayan ve halkı her bakımdan eşitleştirmeyi amaçlayanların bu tür yorumları solun değil, İslam’ın kendi iç sorunudur” diyerek adalet savaşçılarını resmen ve alenen dışlamaktadırlar.

Neden?

“Sol” bir “amaç” mıdır, yoksa insanların eşitliği, kardeşliği ve gelişimi açısından bir “araç” mı?

Örneğin, namusuna, bilgi birikimine ve asaletine mutlak bir saygı duyduğum Özdemir İnce, “Ama Müslümanlar İslam’da dinsel referanslar aramadan solcu, sosyalist ve komünist olabilirler; bunun için Kuran’ı özgürce okuyup yeniden cesurca yorumlamak gerekmez. Solun kaynakları hayatın içindedir; toplumsal ilişkilerdedir; sınıf bilincindedir. Bunun en iyi örneği Tekel işçilerinin şanlı dayanışmasında bulunabilir.” diye yazmaktadır. (Hürriyet Gazetesi, 13.4.2010)

Tarihin kaydettiği en büyük Tekel direnişi, tam bir sınıf bilinci içinde ve toplumsal ilişkilerin tam da göbeğinde, bundan on dört asır önce sahneye konulmuş olup, bu mukaddes direnişin önderliği bizzat Allah’ın Elçisi tarafından üstlenilmiştir. (Tefeci sınıfa ve bizzat Marx’ın İslam hakkındaki mektubunda yer verdiği deyişle, “murabaha sermayesi”ne karşı, yoksul sınıfın direnişi.)

Egemenler, sağcı politikacılar veya kendini şeriatçı diye isimlendiren kimi unsurlar bunu pekala bilip, toplumdan saklamak için canla başla çalışırlarken; yoksulları egemenlerin zulmünden kurtarmak için didinip duranlar bu gerçeği ya bilmemekte, ya da bidikleri halde Kuran’ı yeterince ciddiye almadıklarından, Allah’ın sunduğu bu imkândan yararlanamamaktadırlar.

Tarihin bilinen anlamda ilk komünisti olan Ebuzer’in, Allah’ın Elçisi’nin en yakın dostlarından biri olması çok anlamlı değil midir? Muaviye-Ebuzer çekişmesi, o günün kendine özgü koşulları içinde sözün tam anlamıyla bir “sınıf mücadelesi” değil midir? Bu bağlamda, Lenin Ekim devrimine öncülük ettiğinde, Rusya’da “işçi sınıfı” olmadığını bilmiyor muydu? Deniz Gezmiş, “Milli Demokratik Devrim” diye haykırdığında, enternasyonalizmi inkâr mı ediyordu? (Marx, Arz’da yaşamış en büyük iktisatçı, eyvallah; ama komünist olmak için neden ille de marksist olmak gereksin?.. Yukarıda değindiğim gibi, “işçi sınıfsız” devrim yapan Lenin, “devrimi işçi sınıfı yapar” tezini atlayarak Marx’ı inkâr mı ediyordu?)

“Amaç” insanların eşitliği, mutluluğu, gelişmesi, kapitalist sömürü karşısında perişan olmasının engellenmesi ise; bir “solcunun” Kuran ayetlerini referans almasının ne mahzuru olabilir?

“O mal ve nimetler yalnız zenginler arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın!”ı (Haşr, 7) referans almanın nasıl bir mahzuru olabilir?

Solcu bunu yapmadığında, meydan muktedire kalmakta, o da, bunun Kuran’a ihanet olduğunu bal gibi de bildiği halde, “herkes zengin olsaydı, zenginlerin dünya işlerini kim görürdü?!.” diye ilmihal kitapları yazdırmaktadır.

Literatürde “sol” nasıl anlamlandırılmaktadır?

“Siyasal sol veya sol; iyileştirme arayan veya var olan sosyal hiyerarşiyi (insanlar arasındaki sosyal yapıdan kaynaklanan üstünlük) kaldırmak isteyen ve zenginliğin ve imtiyazların eşit dağılımını destekleyen politik hareket.” (Vikipedi)

Bu anlamlandırmada, Hz.Muhammed’in tebliğine aykırı tek bir husus bulmak mümkün müdür?

Komünistlere ve Müslümanlara içtenlikle soruyorum:

Bu anlamlandırmada, Hz.Muhammed’in tebliğine aykırı tek bir husus bulmak mümkün müdür?

İnsanlığın belki de en büyük trajedisi, Kuran dahil tüm Kutsal Kitaplara egemen sınıfların ve yardakçılarının sahip çıkması; kapitalist sömürüye son verecek, onu bıçak gibi kesip atacak hükümler taşımasına rağmen, eşitlik ve merhametten yana olanların ise bu Kitaplara gereken ilgiyi göstermemesidir.

Bu, insanın insana yaptığı en büyük kötülük ve insanın Yaratıcı’sına karşı en ciddi vefasızlık örneğidir…

(Eşitlikten yana olan ateist dostlarıma sevgilerimi sunuyorum. Onlar bile -Allah’a inanmadıkları halde- Kuran’ın sermaye karşısında emeği taviz vermez bir kararlılıkla koruduğunu inkâr edemezler.)

Tüm dünyada bilinen anlamıyla, sol, emeğin sermayeye karşı üstünlüğünü savunur; meseleyi bilenler açısından, bunu tartışmak bile abestir.

Bilinmeyen şey, belki çoğu kere bilindiği halde kendine özgü birtakım nedenlerle sır gibi saklanan şey, beyhude yere göz ardı edilen şey ise, emeğin sermayeye karşı üstünlüğünü savunan ilk manifestonun Komünist Manifesto değil, Kuran olduğudur. (Komünist Manifesto’ya saygım sonsuz, enternasyonal marşını dinlerken hâlâ heyecanlanıp ağlıyorum; bu başka bir şey.)

Kodomanlar ve onların yardakçıları tarafından “Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları” diye alaycı bir dille eleştirilen ve küçümsenen şey, Allah’ın sözlerinin Allah’ın murat ettiği biçimde yorumlanmasından başka nedir ki!..

Yeryüzündeki hangi İslam ilahiyatçısı Kuran’ın sermayeye karşı emeği desteklediğini, üstelik bunu çok sert ifadelerle ve kuşku duyulamayacak bir berraklıkla yaptığını inkâr edebilir?

Tekrar ediyorum, Arz’da halen yaşıyor olan hangi İslam ilahiyatçısı Kuran’ın sermayedarlara karşı emekçiyi desteklemediğini, bu çıkar çatışmasında fiilen “emekten yana taraf” olmadığını iddia edebilir?

Hodri meydan…

(Bu “hodri meydan”, yanıltıcı olabilecek bir özgüven tezahürü değil; Kuran’a duyduğum sınırsız güvenin bir sonucudur. Bir solcu, Müslümanların(!) -zımnen dahi olsa- Kuran’dan kapitalizm çıkarmalarına nasıl seyirci kalabilir?!.)

Arz’da, şu yazdıklarıma karşı çıkabilecek tek bir İslam ilahiyatçısı yaşıyor mu?..

Arz’da, şu yazdıklarıma karşı çıkabilecek tek bir komünist ideolog yaşıyor mu?

O halde?

O halde, sol, Kuran’ı neden “herkes zengin olsaydı, zenginlerin dünya işlerini kim görürürdü” diye ilmihaller yazdırabilen kodomanlara ve onların yardakçılarına bıraksın ki?!.

Suudi Arabistan Kralının Türk hacılara dağıttığı mealleri okuyanlar, Kuran’ın sadece saçtan sakaldan, mezarlıklarda okunan yasinlerden, birtakım dini merasimlerden, kadının ikinci sınıf yaratık olduğu martavallarından, gül kokulu tespihlerden, cennette erkeklere sunulan 4.000 bakire ile 8.000 dul eşten veya şefaat dilenciliğinden ibaret olduğunu sanabilirler.

Ama gerçek bu değildir!..

Kuran, “terminolojik anlamda” bundan 1.400 yıl önce de solcuydu, bugün de solcu, Arz’da insan var olduğu sürece de solcu olacak elhamdülillah!..

Çünkü “Allah’ın yol ve yasasında asla değişme bulamazsın!” (Fâtır, 43)

“Emek” en yüce değerse, bunu hangi kaynak Kuran’dan daha iyi anlatabilir, ayrıntılaştırabilir, sistemleştirebilir ve disipline edebilir?

“Zenginlerin mallarında yoksulların hakkı vardır!” (Zariyat, 19) diyen Kuran, solcular tarafından görmezden gelindiğinde, muktedir hemen devreye girmekte ve bu hakkı kırkta bire indirivermektedir; oysa Kuran zekâttan (kırkta bir) ayrı olarak, yüzlerce ayetinde “infak”ı emretmektedir. (Kaldı ki Kuran’da zekâtın kırkta bir olduğuna dair tek bir satır dahi yoktur; o, o günün uygulamasıdır.)

Yazık günah değil mi?!.

Muktedirin bunu yapmasına izin vermek gaflet değilse, nedir?

Obama’nın büyük büyük babası daha düne kadar köleydi; oysa Bilal, 14 asır önce bizzat Kuran vasıtasıyla özgürleştirilmişti.

Allah’ın Kitabı, neden Allah’ın düzenine karşı hainlik edenlere bırakılsın ki?!.

Bırakıldığında ne olduğunu asırlardır hep birlikte görmüyor muyuz?!.

Müslümanlar ve komünistler bu yalın gerçeği inkâr ederek Allah’a ve “tabiat” denen Allah ayetlerine karşı nasıl mahcup duruma düştüklerini ne zaman kavrayacaklar?!.

Yetmedi mi artık?!.

Yoksulların çığlıklarına ve buna ilaç olacak Allah’ın ayetlerine kulak vermektense, Kamer Suresi’nin birinci ayetini mi bekliyorlar?!. (1)

O halde, Kafirun 6, sevgili Müslüman ve komünist dostlarım; o halde, Kafirun 6… (2)

(1) “Saat yaklaştı, Ay yarıldı.”
(2) “Senin dinin sana, benim dinim bana!”

Not: Bu çalışmadan, “sağ”ın elin tersiyle itilerek derhal dışlanması gerektiği anlamı çıkmaz. Sağın da kendine özgü değerleri (milliyetçilik, vatanseverlik, muhafazakârlık gibi) vardır; ancak, sağ, yoksulları kodomanlara karşı korumadığı yönünde özeleştiri yapıp, kendini tefeci bezirgânlara kullandırmaktan bir an önce vazgeçmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder