14 Nisan 2010 Çarşamba

Bakara 219, Şuayb Peygamber ve Birkaç Soru

AKP’nin de diğer kapitalist partiler gibi uygulamakta hiçbir beis görmediği vahşi liberal politikalar nedeniyle delicesine bir rekabet ortamında yaşamaktan yorulduğunuzu tahmin ettiğim için, bu kez, vaktinizi almak, sizi daha da yormak istemiyorum.

Bugün bir ayeti olduğu gibi yazacağım ve size birkaç soru soracağım.

Ayet, Bakara 219 ve mealen şöyle:

“Sana içki ve kumar hakkında soruyorlar. Onlara söyle: Her ikisinde de hem büyük bir zarar, hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Ancak her ikisinin de zararı, faydasından daha çoktur. Yine sana neyi paylaşacaklarını soruyorlar. Onlara şöyle söyle: İhtiyaç fazlası olan her şeyi.” (yaşayan KUR’AN/Türkçe Meal-Tefsir/R.İhsan Eliaçık/İnşa Yayınları, 2007)

“Neyi paylaşmak” mı?!.

Paylaşmak?..

(Ayetin ikinci kısmını, yukarıdaki “Allah adamı” gibi meallendirenler, kişinin, kendisine ve bakmakla yükümlü olduklarına yeterli olanından artanını dağıtması gerektiğini belirtiyorlar; bu konuyu daha önceki çalışmalarımda uzun uzun anlattığım için bugün ayrıntısına girmiyorum. Yaşar Nuri Öztürk, aynen yukarıda belirttiğim gibi meallendiriyor bu ayeti mesela.)

İçki ve kumarla ilgilenmiyorum; çünkü bu ayeti yorumlayan ilahiyatçılar bu konuda sayfalar dolusu yazmaktan kendilerine alamıyorlar; onları okuyarak bu konuyu onlarla tartışabilirsiniz. (Böylece, ayetin ikinci kısmına zaman kalmaz, tehlikeli sulara kulaç atmamış olursunuz; sanırım istedikleri de bu!)

Ben bugüne özgü olarak ayetin ikinci kısmıyla da, yani neyin paylaşılması gerektiği bölümüyle de ilgilenmiyorum.

Bugün ilgilendiğim, bu ayetin ikinci kısmının iniş nedeni…

Bunu da birtakım sorularla yapmak istiyorum.

İşte size birkaç soru:

Bu adamlar, neyi paylaşacaklarını neden soruyorlar? Ayetin düzenleniş tarzından, birtakım insanların Allah’ın Elçisi’ne bu soruyu sorduklarını anlıyoruz.

(Meallendirme, “sorarlar”, “soracaklar”, “sorarlarsa” biçiminde değil; “soruyorlar” biçiminde; demek ki, bu soru Allah’ın Elçisi’ne sürekli soruluyordu.)

Neden soruyorlar?

Onları bu soruyu sormaya iten şey nedir?

Sahabenin “paylaşmak” ile ne alıp veremediği var ki, Haberci’ye hep bunu soruyor?

Kuran’da “zekat” denen bir kavram var, bu adamlar bunu çok iyi biliyorlar; bu onlara yetmiyor mu da, ayrıca neyi paylaşacaklarını bu kadar merak ediyorlar?

O güne kadar paylaşmıyorlar mıydı; bu nedenle mi neyi, ne kadar paylaşacaklarını bilmiyorlar da soruyorlar? (Paylaşmak istiyorlar aslında, ama ne kadar ve nasıl paylaşacaklarını bilmiyorlar.)

Hz.Muhammed tebliğ ile görevlendirildiğinde, müşrik Araplar Allah’ın Elçisi’nin anlattığı gibi olmasa da namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı, Tevrat’ta geçen “ondalık” kavramından haberdardılar, hatta hac bile yapıyorlardı, hatta hatta yukarıda değindiğim gibi zekat bile veriyorlardı. O halde, ne olmuştu da, bir kısım akrabaları dahil, o günün Mekke oligarşisini oluşturan bazı Araplar Allah’ın Elçisi’ne bu denli kızmışlardı?

Onları, Haberci’yi kendi memleketinden göç ettirmeye zorlayacak kadar kızdıran şey neydi?

Hz.Muhammed neyi “haber veriyordu” ki, bu adamlar bu denli köpürüyorlardı?

Bu insanları bu denli çıldırtan şey neydi?

Hz.Muhammed’i reddeden, tanımayan, kovmak isteyen, ambargo uygulayan, hatta suikastler düzenlemekten dahi kaçınmayan bu adamların ortak özellikleri neydi?

Bu konuya yoğunlaşmanızı istirham edeceğim; bu adamların ortak özellikleri neydi?

Daha açık sorayım:

Hz.Muhammed’den ölesiye nefret eden Ebu Leheb’in, Ebu Cehil’in, Velid Bin Muğire’nin ve benzerlerinin ortak özellikleri neydi?


Şüphesiz daha önceki üç Kitap da Allah’ın Kitabı’ydı; o Kitaplarda olmayan veya olduğu halde çıkarılan, göz ardı edilen veya Kuran’daki kadar şiddetle vurgulanmayan ne vardı ki, Kuran’ı tebliğ eden bu Arap kardeşlerine bu denli şiddetle saldırıyordu bu adamlar? (Putlarının kırılmasına bu denli öfkelenmiş olamazlar, çünkü Allah’ı onlar da kabul ediyorlardı; bu nedenle onlara “müşrik” deniyordu zaten, yani “ortak koşan”.)

Aynı şeyler, Hz.Şuayb’ın başına, “Ey Şuayb! Namazın mı emrediyor sana, atalarımızın tapar olduğunu terk etmemizi yahut mallarımızda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi?!.” mealindeki ayet nedeniyle mi gelmişti? (Hud, 87/Yaşar Nuri Öztürk/Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali(Türkçe Çeviri)/Yeni Boyut, 1997)

Bugüne kadar televizyonlarda binlerce kez dini program izlediniz… Size hep kurban nasıl kesiliri, abdest nasıl alınırı, büyüden nasıl korunuluru, nafile ibadetler nasıl yapılırı, hacca nasıl gidiliri falan anlattılar… Bu adamların tamamına yakını ilim sahibi, mümin, samimi kişilerdi…

Peki…

Hiçbiri size neden Bakara 219’un ikinci kısmını anlatmadı, bu konuya neden hiç gir-e-medi? (İşin “şarap” kısmını hiçbiri geçiştirmiyor ama, bıraksanız bu konuyu, yiyip içmeden, uyku falan uyumadan üç gün anlatırlar size!)

İşte size, iç içe birkaç sorudan oluşan bir soru:

İnfak sizin babanızın keyfine mi kalmış, bu müessese sizin “içinizden gelmesine” mi bırakılmış, eğer siz “lütfederseniz” mi infak yapmalısınız, bu sizin lütfunuza mı terk edilmiş, bunu canınız isterse mi yapmalısınız?..

Temel kıstas şu:

İnfak, sizin lütfunuza mı kalmış; yoksa buna zorunlu musunuz?

(Namaz beş vakit; bunu lütfettiğiniz için mi kılıyorsunuz; mesela, “beş çok ciğerim, iki yeter!” deme hakkınız var mı; veya “otuz gün oruç mu olurmuş canım, bu alt tarafı ahlâki bir öğüt, bunu dört-beş güne indiririz, olur biter” diye düşünme ve bunu uygulama hakkınız var mı yok mu?)

(Günde iki kez namaz kılmak veya ramazanda birkaç gün oruç tutmak da önemli bir şeydir, bunu konuşmuyoruz; üzerinde durduğumuz şey, Kuran’da kesin hatlarıyla belirlenen bu ölçüyü değiştirmek gibi bir hakka sahip misiniz, değil misiniz. Namaz “farz” iken, infak sadece “ahlaki bir öğüt”ten mi ibaret; bunu bulmaya çalışıyoruz.)

Hadi biraz içinizi çekin bakalım dostlarım…

Sahi; “infak” ne demek Allahaşkınıza?

Ayrıca, “zekat” denen bir şey var; infak da nereden çıktı şimdi?

Son soru:

AKP, “infak”ı da özelleştirmeyi düşünüyor mu; yoksa tek derdi “dolar milyarderi” sayısını biraz daha mı artırmak?!.

Türk halkının yarısı açlık sınırında ve birileri bize sadece şarabı anlatmakta ısrar ediyor!

“İnfak” nedir ki din adamları bu kavramdan bu kadar korkuyor?

Tekrar ediyorum; “infak” nedir ki din adamları bu kavramdan bu kadar korkuyor?

Bugün herkes kendi cevabını kendi verecek.

(“Canım, biz yeteri kadar anlatıyoruz işte…” diye eveleyip geveleme birader; adamı hasta etme! Senin babanın keyfine kalan konuları dinlemek zorunda mıyım; bana Bakara 219’u, Nahl 71’i, Haşr 7’yi anlat! Ne demek mesela, “… Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın!”… Bana bunu anlat Hoca; “türbe ziyareti adabı”ndan gına geldi artık! Kendi ülkesinde çoluk çocuk aç sabahlayan adama “oruç”u anlatmaktan bıkmadın mı be Hocam; adam zaten 365 gün oruçlu!..)

Hadi, konuyu, Şuayb’e kızan kavminin ileri gelenlerinin, yukarıdaki ayette belirtilen bitiş cümlesiyle bitirelim; mallarında diledikleri şekilde davranamayacaklarını anlatan Şuyb’e kızdıktan sonra bakın nasıl şaşırıyorlar; bana çok anlamlı geldi:

“Esasında sen, gerçekten yumuşak huylu, olgun bir insansın.”

Bugünün yumuşak huylu, olgun insanları, işin sadece “şarap” kısmıyla ilgileniyorlar; Hz.Şuayb bugün aramızda olsa, sanırım onlar da bu Peygambere kızarlardı…

Aslında pek de haksız sayılmazlar be!..

Deli midir nedir; mallarımızı ne karıştırıyorsun ciğerim?!.

Bu alt tarafı “ahlaki bir öğüt” işte…

İçimden gelirse…

“Lütfedip” bir şeyler verirsem veririm.

Daha ne istiyorsun birader!..

Not: Yukarıda mealininden alıntı yaptığım İhsan Eliaçık’ı televizyonda birkaç kez gördüm; esasında gerçekten yumuşak huylu, olgun bir insana benziyor, ama görünüşe aldanmamak gerekiyor demek ki!.. Şarabı anlatmakla yetinsene kardeşim; mallarımıza neden karışıyorsun ki?!. Yoksa bunu sana namazın mı emrediyor?!.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder