30 Aralık 2010 Perşembe

Yarım Dinliler

İnsaf, dinin yarısıdır…

Geçen gün yine duydum bu sözü; hoşuma da gitti doğrusu.

İnsaf, Arapça bir sözcükmüş; “merhamete, vicdana veya mantığa dayanan adalet”miş Türkçe karşılığı.

O halde hapı yuttuğunun resmidir hemşerim!..

Otuz milyon açın, dört mü beş mi bilemediğimiz milyon işsizin, evine günde ancak 3 gram kırmızı et götürebilen memurun bulunduğu bir ülkede varlık barışında 5 milyar dolar getirenlerin veya ihalelerde 8-10 milyar dolarları öne sürenlerin hiç de yadırganmaması neyi gösteriyor?

Bu bir soru; bak, üstteki cümleyi soru işareti bile bitirdim.

Neyi gösteriyor?

Hapı yutuğunu gösteriyor tabii; çünkü bu iş hiç de “merhamete, vicdana veya mantığa dayanan bir adalet” gibi gelmiyor bana!..

Sen Kuran’ı başlatan kelime olan “merhamet”i içinden gelen bir “lütuf” seviyesine indireceksin, insanların haklarının sözü bile edilmeyecek kadar küçük bir kısmını içinden gelen iyilikle kendilerine veriyormuş gibi kabara kabara dolaşacaksın ortada, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!

İnsan isyan etmekten kendini alamıyor birader; Kuran’ı tercüme ederken, meal hazırlarken dahi bu kurnazlığı yapacaksın; Bakara 219’u “affedin” diye, Nahl 71’i “Necran Hristiyanlarına indi” diye anlaşılmaz hale getireceksin, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

Kahrolası bir Bakan ilini ziyaret edecek diye vinçte asılı danayı dört buçuk saat başaşağı bekletip ziyaretçin nihayet lütfedip geldiğinde o biçare hayvanı “kurban” adı altında katledeceksin, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

İşte tam bu aşamada “insaf”ı bir kez daha açmakta fayda var; ne diyordu lûgat: Merhamete, vicdana veya mantığa dayanan adalet…

Büyük bir kararlılıkla uyguladığın serbest piyasa ekonomisinin, insanı neredeyse insanlığından çıkaran “rekabet”inin, birtakım beceriye ve meziyete sahip kimilerini sonsuz servete sahip olmaya teşvik eden “girişimcilik” ruhunun, kamunun hazinesini ona buna peşkeş çekmeye dönüşen “özelleştirme”lerinin merhametle, vicdanla, mantıkla ne alakası var; sen tüm bu adaletsizlikleri çatır çatır uygulayacaksın, sonra kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

Sen Müslümansın be, sen Kuran okuyorsun!..

Senin memleketinde hasta olan birine hâlâ “paran var mı hemşerim?!.” diye sorulacak; insan sağlığı hâlâ bir istismar aracı olarak kullanılacak, parası olan özel hastanelerde -ne demekse- “babalar gibi” tedavi olurken parası olmayan, bir doktora günde yüz hasta düşen hastanelerde sefil olacak; Allah kimilerine “Clevaland’a git, orada iyi hastaneler var!” diye vahyederken, kimileri sağlık ocağı dahi olmayan yerlerde acı içinde kıvranacak, sonra kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

Sen şöminenin karşısında keyif içinde geğirip estağfurullah çekerken, parasını ödeyemediği için doğalgazı kesilen o yaşlı kadın “her gün soğuktan donuyorum yavrum” diye ağlayıp/inleyip duracak; sen de kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

Seni kansız seni; polis tekmesiyle çocuğunu düşüren öğrenci annenin o masum yavrusu için üzülmek yerine, “o piçi nereden paydahlamış!” diye yazılar yazacaksın, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

Bundan on yıl önce, her yazdığın yazıda kapitalizmi şiddetle telin etmeyi bir alışkanlık haline getirmişken, bugünlerde yazdığın yazılarda bu “insana rağmen düzen”i bir kez dahi olsun ağzına bile almayıp “serbest piyasa”nın erdemlerinden dem vuracaksın, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

Adam Smith’in sözünü ettiği liberal ekonominin dünyanın hiçbir yerinde uygalanmadığını, devletin mutlak surette o veya bu biçimde birtakım müdahalelerde bulunduğunu milletten gizleyip AB ve amerikan haydudunun güdümünde ülkendeki üreticileri perişan edeceksin, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

“Ergenekon Terör Örgütü” diye bir çuval oluşturacaksın, bu çuvalın içine suçlu veya suçsuz olduğuna bakmadan tüm muhalifleri “darbeci” diye doldurup mahkemeye dahi çıkarmadan yıllarca mapus damlarında çürüteceksin, ailelerine en akla gelmez iftiraları atıp cümlesini perişan edecek, utancından intihar edenlerle hiç insaf etmeden, onlarla basbayağı dalga geçen yazılar yazacaksın, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edeceksin ha!

Yok öyle yağma!..

Yazı yazdığın gazetede veya program yaptığın televizyon kanalında cinden, periden, faldan, muskadan, büyü bozmaktan dem vurup, yok Mehdi geldi, yok Hz.İsa indi diye saçma sapan konularda milletin aklını karıştırıp yoksulluğu, bunun nedenleri ve nasıl giderilebileceği üzerinde tek kelime bile etmeyeceksin, sonra da kalkıp insaftan, dinden imandan söz edecekesin ha!

Yok öyle yağma!..

Ne diyordu düşünür: Gerçeğin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi tuhaf bir huyu vardır.

O kadar kurnazca davranıyorsun ki, o kurnaz bilinçaltın seni bile kandırmaya muvaffak olabiliyor; o “bir gün”ün ille de “burada” olması gerekmediğini düşünmeyi bile ihmal ediyorsun…

Ya “orada” olacaksa?

Seni yarım dinli insafsız seni; bunu düşünmek bile istemiyorsun, biliyorum.

Ama…

Yok öyle yağma!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder