24 Aralık 2010 Cuma

Haydutun İpiyle Kuyuya İnenler

Ülkemizin temel meselesi yoksulluk.

Bu kahredici gerçek kitlelerin zihninde öylesine kalıcı bir etki yaratmış ki, neredeyse açlığın pençesinde kıvranan milyonlar bunu bir kader, bir imtihan aracı olarak kabullenmiş ve bu konuda herhangi bir talepte bulunmayı adeta günah bellemiş.

Bunda, kitleler üzerinde afyon etkisi yaratan ve İslamı taklit eden tuhaf bir dinle birlikte, Batılı ilahlarına marazi bir tutkuyla bağlannış olan bazı aydınların ve bu yangından mal kaçırma sevdasına kapılanların da derin etkileri var.

Çok somut iki örnek verilmesi gerekirse, son yıllarda ne işçi grevlerine rastlanmakta, ne de Cuma çıkışlarındaki o kutsal amerikan karşıtlığına.

Haydut öylesine planlı hareket ediyor ki, bu fakir dahil milyonlarca insan bir terslik olduğunu fark etmekte ama hastalığa teşhis koymakta yetersiz kalmakta. Bir şeyler oluyor, herkes farkında; ama tam olarak ne oluyor, bir avuç kişi dışında kimse hiçbir şey bilmiyor.

Çünkü haydut sürekli olarak suni gündemler yaratmakta son derece mahir davranıyor ve paradoksal olarak karşıtlarını bile yanına çakmeyi başarabiliyor.

Sadece Irak örneği bile bu paradoksu gözler önüne sermeye yeterli olsa gerek.

Irak’ta son iki-üç yıl içinde iki milyon Müslüman katledilmiş olmasına ve bu katliam Büyük Ortadoğu Projesinin veya her ne isimle isimlendiriliyorsa o kahrolası organizasyonun küçük bir parçası olmasına rağmen, Türkiye’de Müslümanların oyuyla iktidara gelen AKP tarafından anlaşılması zor -veya çok kolay- bir biçimde sineye çekiliyor. (Muhalefetin de bu konuda bir şey yapmadığı ortada; çünkü kabul edelim veya etmeyelim haydut vesayeti onların üzerinde de bir hayli etkili.)

İhtilallerin tümü, bir zamanlar solcu ve sağcı gençlerin birbirine kırdırılması, son günlerde kaşınmaya başlanan Kahraman Maraş olayı, ülkede neredeyse şehit cenazesi kaldırılmayan mahalle kalmaması, haydut karşıtı tüm unsurların Ergenekon yaftasıyla etkisiz kılınması, kamunun tüm birikimlerinin özelleştirme adı altında har vurup harman savrulması… Sayısız örnek…

Ve en garibi de, herkesin bu melanetlerde haydutun parmağı olduğunu bilmesine rağmen, bundan hiç söz etmemesi… Anlaşılır gibi değil (yoksa tam tersi mi!)…

Neredeyse tüm aydınlar ama çok daha hüzün verici olanı tüm Müslüman aydınlar… Herkes her şeyi biliyor, ama hiç kimse gerekli refleksi göstermek bir yana, sanki haydutla işbirliği yapmışcasına çürümeye ve yozlaşmaya adeta alkış tutmakla meşgul.

Askeri vesayet, sivil vesayet tartışmaları arasında haydut vesayeti adeta görmezden geliniyor; ne yapacağımıza haydut karar veriyor ve hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin bu vesayet altında ezilmekten kendini kurtaramıyor.

Öylesine derin bir teslimiyet söz konusu ki, yukarıdaki yoksul kitleler örneğinde olduğu gibi, aydınlar da bu marazi teslimiyete karşı çıkmayı adeta günah bellemişler.

Biraz abartırsak, haydut ne isterse Türkiye’de o oluyor demek bile mümkün.

Son günlerin yaratılan gündemi, şu “demokratik açılım” adı altında başlatılıp bugünlere kadar uzanan meselede zarar göreceke olan yine yoksul halk olacak. Öyle tehlikeli günlerden ve insanın dilinin ucuna gelen şeyleri söyleyip söylememe konusunda bin kere düşünmesi gereken günlerden geçiyoruz ki, Allah sonumuzu hayır etsin demekten başka bir şey yapamıyor insan.

Anadilde eğitim gibi masum bir isteğin nihai hedefinin bölünme olduğunu herkes bal gibi de biliyor; ama bu yalın gerçek dahi telaffuz edilemiyor, çünkü sonuçlarının ne olacağı da gün gibi ortada: Böylesine bir etnik milliyetçiliğin tepkisinin yine aynı ölçüde etkin bir milliyetçilik olacağı kestirilemiyor mu yani!

Dün sosyalistlerle ülkücüleri birbirine kırdıranlar, bugün de etnik kökenleri kullanarak insanları birbirine kırdırma peşinde.

“Ilımlı İslam” diye ortaya sürülmeye çalışılan bu garip din böyle bir şey olsa gerek; ibadet ve inançta alabildiğine serbesti var, ama temel meselelerde son sözü haydutun söylemesi şartıyla!

Olan yine yoksul halka olacak.

Aydınlar(!) her türlü konuda öylesine uzmanlaşmışlar ve meseleleri öylesine karmaşık bir hale getirerek tekellerine almışlar ki, neler olup bittiği konusunda sıradan insanların sağlıklı bir bilgiye ulaşmaları artık mümkün değil; yoksul halk adeta takım tutarcasına kendini savunduğunu düşündüğü aktörlerin peşinden koyun sürüsü gibi gitmek zorunda bırakılıyor.

Söz konusu aydınların bilmediği(!) tek şey, mille gelirin adaletli bölüşümü meselesi…

Bu meseleyi konuşan dahi yok!

Bir çalışmamda milyonlarca değersiz bilgi ummanında Kuran’ın nasıl ortadan kaldırıldığnı işlemiştim; bu da ona benzer bir durum…

Her şey öylesine karmaşık ve içinden çıkılmaz bilgi yığını öylesine derin ki, yoksul halkın inim inim inlemesi bu gürültü içinde sinek vızıltısı kadar bile yer kaplamıyor.

Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını herkes biliyor, herkes; ama bu hikâye ile Türkiye’yi adeta teslim alan aydınlar, Türk halkını hâlâ aynı masallarla kandırmaktan vezgeçmeyi düşünmüyorlar bile. Aynen Müslüman aydınların türban meselesinde yoksul Müslümanları oyaladıkları gibi; aynen Kürt aydınların doğulu yoksul vatandaşlarımızı giderek tehlikeli bir hal alan Kürt milliyetçiliği ile oyalamaları gibi.

Kendilerine Kürt aydını demeyi seçenlerden bir kez olsun toprak reformu veya toprak devrimi sözünü duyduk mu bugüne kadar! Aşiret düğünlerinde tonlarca altın dökülüyor ortaya; bu denli servet ve bu denli yoksulluk bir arada nasıl oluyor; bunu irdeleyen bir tane Kürt aydını gördük mü bugüne kadar!

Haydut abd Türkiye’yi bölmeyi kafasına koymuş, bunu herkes biliyor; ama nedense kimse bunu telaffuz etmek dahi istemiyor; bunda bir gariplik yok mu?!.

Çok tehlikeli günlerden geçiyoruz!

Haydutun ipiyle kuyuya inenler zerre kadar umurumda değil, ne halleri varsa görsünler; ama kendileri kuyuya inmekle kalmıyor, yoksul halkı da bu kuyunun içine çekiyorlar…

Aslında pusula görevi üstlenebilecek bir gösterge de mevcut: Bu konuyu kaşıyanlar ve bu konuda taraf olanlar -örneğin patronlar kulubü, aşiret reisleri ve bu meseleden parsa toplamayı uman siyasiler- hep servet, bağ bahçe sahipleri; çünkü o veya bu biçimde haydutla dirsek teması içindeler; haydutla adeta kader birliği yapmışlar. Amerikan veya AB heyetlerinin biri gitmeden diğeri geliyor ülkemize.

Halkın yoksulluğu, örneğin memurun evine günde ancak 3 gram kırmızı et götürebilmesi, milyonlarca kişinin işsiz dolaşması, milyonlarca kişinin aç sabahlaması, kredi kartı mağdurlarının artık gizliye dönüşen sessiz çığlıkları, karda kışta evindeki sobayı dahi yakamayan milyonların sadaka kabilindeki yardımlarla hayatta kalma çabaları ve benzerleriyle, buna tepki olarak ortaya çıkan güdük öğrenci eylemlerinde giderek faşizan bir uygulamaya dönen polis devleti özentiliği bu kesimlerin umurunda bile değil! (Yeri değil ama, polisin tekmesiyle çocuğunu düşüren o öğrenciye “bu piçi nereden peydahlamış” diye sorabilen bir gazeteciye bırakın Müslümanı, insan bile demek mümkün mü!)

İşgal esnasında meleklerin kanatlarını tartışan Bizanslı ilahiyatçılardan farkımız yok. Millet açlıkla ölesiye bir mücadele içindeyken televizyonlarda bir taraftan, vur patlasın çal oynasın rezil programlar; diğer taraftan, “yoksul” sözcüğünün bir kez dahi olsun geçmediği dini programlar!.. Allahaşkınıza bir düşünür müsünüz; kamunun hazinesi özelleştirme adı altında mirasyediler gibi satılıp dururken, Müslüman ilahiyatçıların bunu görmezden gelmeleri, bu konuda tek bir söz dahi etmemeleri izah edilebilir bir tutum mudur?!. Bir Müslümanın kapitalizmle bu denli dost olması nasıl izah edilebilir?!. Satılacak bir şeyimiz kalmadığında ne yapacağız?!. (Üç gün önce Erbakan, son sekiz yılda borçlanılan tutarın, tüm Cumhuriyet tarihinde borçlanılan tutarın neredeyse beş misli olduğunu anlatıyordu.)

Milletin esas meselesi ortada dururken, Haydut vasıtasıyla belirlenen gündemlere dalıp gittiğinizde, İncirlik üssündeki, tüm bölgeyi haritadan silecek miktarda nükleer bomba siz görmek istememeyi tercih ettiğiniz için işlevsiz mi kalacak sanıyorsunuz?!. Bu lanet üsten kalkan uçakların Irak’a her sortisinde binlerce masumu öldürdüğü gerçeği Müslüman vicdanlardan silinecek mi sanıyorsunuz?!.

abd’nin haydutluğu, siz bunu görmemeyi tercih ettiğiniz için yok mu olacak sanıyorsunuz?!.

“Ne amerika ne Rusya, bağımsız Türkiye” sloganı attığım delikanlılık günlerimden bugüne kadar neredeyse kırk yıl geçti, değişen hiçbir şey yok; tek değişen şey Rusya’nın yerini AB’nin almış olması.

Türkiye bugüne kadar ne badireler atlattı, bunu da atlatacak kuşkusuz; ama hep değindiğim gibi, olan yine yoksul halka olacak, çünkü önümüzdeki örnekler, bu badirelerde servet sahiplerinin hiçbir kayba uğramadığını, aksine çok daha güçlenerek çıktığını gösteriyor.

Ne yazık!

Ne kadar yazık!..

Gerçeğin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi garip bir huyu vardır, demiş bir düşünür… Ama o bir gün gelene kadar olan yine yoksula olacak tabii.

Bu naçiz çalışma ile kimseyi ikna edemeyeceğimi bilmiyor değilim; ama bu abd ipinin hiç de sağlam olmadığı konusunda kafalarda az da olsa bir düşünce kırıntısı yaratabilirsem ne mutlu bana.

Bu ip hiç de sağlam bir ip değil ve bu seferki kuyu her zamankinden çok daha derin!

Allah yardımcımız olsun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder