8 Aralık 2010 Çarşamba

Kuran Basmak/Yayınlamak İsraftır

Fotoğrafa çok yakından baktığınızda onu net olarak göremiyorsunuz galiba.

Bu bazen “içeriden” baktığınızda da böyle sanırım.

Bu fakir ne bu denli “yakından bakanlar”dan, ne de “içeri”den…

Yetenek ve müktesebat meselesi…

Aslında birilerine göre, sırf bu nedenle dahi bu çalışma da “israf” ya, neyse.

Bir yerlere not düşmekte fayda var…

xxx xxx xxx

“Toplumumuzda okuma alışkanlığı yok ciğerim!”

Çok klasik.

Geçelim…

Okuma alışkanlığı olanlar Kuran okuyorlar mı yani!

Okumuyorlar.

Bir bildikleri olsa gerek…

xxx xxx xxx

Bir gün yaklaşık yirmi kişilik bir topluluğa Besmelenin anlamını sormuştum, tek kişi dahi bilememişti.

Dindar sayılabilecek üç kişi bir şeyler söyler gibi yapmıştı:

“Rahim ve Rahman Allah gibi miydi ne…”

Peki, “Rahim” ve “Rahman” ne demek?

Önemli bir şey değil, sen bir işe başlarken bunu söyle yeter; ha, bir de sağ adımınla veya sağ elinle başla, unutma!

Adam kırk yıldır besmele çekiyor, ama ne anlama geldiğini bilmiyor; bunu araştırmak aklının ucuna bile gelmemiş.

Bir bildiği olsa gerek…

xxx xxx xxx

Beyan Yayınları’nın yayınladığı Muhammed Hamidullah’ın mealini gördüğümde ne kadar şaşırmıştım!

“Hep Merhametli, Çok Merhametli Allah’ın Adıyla” diye başlıyordu Kuran.

İlk kez böyle bir şey görüyordum ve okuduğumda aklıma gelen ilk şey, “E, bu korkutmuyor ki!” olmuştu. (“İçeri”den veya “yakından” bakanların beni anlamasını beklemiyorum; böyle homurdanmanıza gerek yok; o gün ne hissettiysem onu anlatıyorum.)

Şu anda önümde Eliaçık’ın meali var; “Sevgi Ve Merhameti Sonsuz Allah’ın Adıyla” diye başlatmış; yalan mı söyleyelim yani, korkutmuyor işte babam!

Çocukken dudağımızı uçuklatanlar yalan mı söylüyorlardı yani!

Bir bildikleri olsa gerekti…

xxx xxx xxx

Öcü gibi bir şeydi!

Ne öcü gibisi be; düpedüz öcüydü işte!

Yakıyordu, azap çektiriyordu, cinlerini gönderip delirtiyordu, çarpıyordu, deprem oluşturuyordu, alnına “bu hırsız olacak” diye yazıp hapishanelere gönderiyordu seni…

Acaip gaddardı, kızdırdın mı hapı yutuyordun!

Ayrıca ayrımcılık yapıyordu, çok açıktı bu: Zengini seviyordu çünkü!

Zengin dostuydu…

Ayrımcılığı bununla da bitmiyordu; fakir yaratmıştı ve bundan şikayet etme hakkı da vermiyordu sana; yoksa o ilmihalde yazdığı gibi, “zenginlerin dünya işlerini kim görecek”ti ki! (Vallahi billahi ilmihalde aynen böyle yazıyor: “Herkes zengin olsaydı, zenginlerin dünya işlerini kim görürdü.”)

Arapça’dan başka bir dil de bilmiyordu; O’nunla ille de Arapça konuşacaktın, kızıyordu yoksa, bir şey istersen de vermiyordu! (Geçenlerde hoca anlatıyordu televizyonda: Cennetteki yapıların duvarlarında sadece Arapça yazılar varmış! E, koca hoca; yalan mı söyleyecek yani!)

Şart olarak koştuğu ilk şeylerden biri de bir mezhepten olman gerektiğiydi; çünkü mezara konduğunda gelenler sana mezhep başkanının adını sorduklarında bilemezsen kıyamete kadar “kabir azabı” çektiriyordu sana.

Hep, kıyametin kopması uzun sürer mi acaba, diye düşündüğümü hatırlıyorum, çünkü dillendiremiyordum tabii ama fakir olarak yaratılmaya itirazım vardı; yaşamımın sonuna kadar hep zenginlerin dünya işlerini mi görecektim yani; üstelik ne hangi mezhepten olduğumu biliyordum, ne de mezhep başkanımın adını.

Kalleşlikti bu be!

Ama büyüklerimiz böyle anlatıyorlardı işte.

Bir bildikleri olsa gerekti…

xxx xxx xxx

Daha sevap olduğu gerekçesiyle özelikle soğuk suyla ve ızdırap çekerek abdest almayı tecih eden sevgili ağabeyim yağlıboyacılıktan bıkıp ilk kuşak Almancılara katıldığında, Türkçesini hiç görmediğim Kuran, yaklaşık otuz-otuz beş yıl hayatımdan tamamen çıkmıştı.

Sonraları, Marx vardı artık, Lenin vardı, Che, Mao Zedung vardı.

Güzel günlerdi; hatırladığımda hâlâ heyecanla titrediğim güzel günler…

“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar!” diyorlardı.

Dünyaya zenginlerin işlerini görmek için gelmediğimi anlatıyorlardı bana; öyle dört bin bakire, sekiz bin dul yoktu tabii de, aşağılanmaya katlanmak gibi bir mecburiyetim de yoktu!

Güzel günlerdi…

“Din” için, “halkların afyonu” diyorlardı.

Bir bildikleri olsa gerekti…

xxx xxx xxx

Sanırım on yıl kadar önceydi. Bir şirketin bahçesindeki köpeğe resmen işkence eden Müslüman görünümlü bir gece bekçisinin gırtlağına sarılmış, bizi ayırdıklarında ise “Enam 38’i oku, yarın yine gelip bu meseleyi seninle konuşacağım!” diye aklımsıra tehdit etmiştim. Hani “ümmet”, “bir gün Rableri önünde heşredilirler” falan… Oradan etkilemeyi düşünüyordum. Birkaç kez namaz kıldığını görmüştüm, bu nedenle Kuran okuyor olmalıydı.

Okuyormuş gerçekten…

“Okusam ne anlayacağım ki, Arapça hemşerim!” diye çıkışmasını hiç unutamıyorum.

Biraz tartıştığımızda anladım ki, neredeyse otuz-kırk yıldır Kuran okuyordu, ama tek kelime anlamıyordu; çünkü Arapçasını okuyordu…

Ona, Arapça okunmayan Kuran, Kuran değildir, diye öğretmişlerdi.

Bir bildikleri olsa gerekti…

xxx xxx xxx

Dün akşam televizyonda dini bir program izledim (“dini” yazdıktan sonra parantez içinde ünlem koydum önce, ama sonra hemen sildim; gerçekten de dini bir programdı çünkü).

Hikâyeler, hikâyeler, hikâyeler… Bazen ağlamaklı, bazen tehditvari, bazen korkutucu bir ses tonuyla anlatılan bir sürü şey; bir sürü çanak soruya verilen bir sürü acaip cevap… Bakireler, dullar, cinler, muskalar, faizsiz bankacılık, kurban kesme, tırnak kesme, sakal kazıma… Her şey var, her şey… Allah da var, yalan yok; ama verilen örnekleri desteklemek için neler yapabileceği yönünde korkutmalarla sadece…

Olmayan tek şey Kuran!

Kuran’ın ismi bir kez olsun geçmeyen dini bir program!

Bir bildikleri olsa gerek…

xxx xxx xxx

Geçen gün Kuran okuyan birini gördüm; yalan yok!

Kim olduğunu bilmiyorum, bir evliya imiş galiba, onun mezarının başındaydı kadın ve bir taraftan Kitap’dan Arapça bir şeyler okurken, bir taraftan da elindeki asma kilidi küçük bir anahtarla açmaya çalışıyordu.

Kızı bir türlü evlenemiyormuymuş ne; başka çaresi kalmamış, evliyanın huzurunda, “kapanan kısmeti açıyor”muş.

O da böyle okuyor işte.

Bir bildiği olsa gerek…

xxx xxx xxx

“Emekten yana olanlar”ın tamamına yakını, Kuran’ın emekten yana olduğunu bilmiyor; aynen, Kuran okuyanların tamamına yakınının bu gerçeği bilmediği gibi…

Çünkü emekten yana olanların tamamına yakını yaşamları boyunca bir kez olsun Kuran okumamışlar; Kuran okuyanların tamamına yakını da yaşamları boyunca bir kez olsun Kitabın Türkçesini okumamışlar! (“Hangi Türkçesini?” diye mırıldandığınızı duyar gibiyim; Allah korusun, Suudi Arabistan Krallığı’nın meali gibileri okumak da var tabii. Benim okuduğum bir meal, Nahl 71’in bize değil, Necran Hristiyanlarına indiğini söylüyordu.)

Kimse Kuran’da ne yazdığını bilmiyor…

Birileri, birilerinin Kuran’da ne yazdığını bilmesini istemediği için böyle olmalı.

Bir bildikleri olsa gerek…

xxx xxx xxx

Kuran basmak/yayınlamak sanırım israf, kâğıt israfı.

Okumaya gerek yok çünkü!

Televizyona çıkan hocanın veya ağlar gibi yapmaktan konuşamayan o sahtekârların söylediklerini yaptım mı; 4.000 bakire, 8.000 dul garanti!

Ne okuyacakmışım ciğerim!..

“Sevgi Ve Merhameti Sonsuz Allah’ın Adıyla” imiş; ilk sözlere bak!

Ne yani; daha başlarken bu sözlerle bana belirgin bir mesaj verildiğine göre, bundan sonra benim de böyle olmam mı gerekiyor yani?!.

Sonsuz sevgi ve merhametin nelere malolabileceğini biliyor musun sen!

On milyon işsiz, otuz milyon aç, evine günde ancak 3 gram et götürebilen memur, ayın sonunu getiremeyen milyonlar…

Sonsuz sevgi ve merhametmiş; aklından zorun mu var senin!

Ya o Tövbe 111 ne olacak:

“Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığı cennet olmak üzere satınalmıştır.”

“Can” tamam da, o “mallar” ne oluyor öyle!

“Eşitlik” (Nahl, 71) ve “ihtiyaçtan artan her şeyin paylaşılması” (Bakara, 219) meselesine girmiyorum bile…

Ne okuyacakmışım ya!

Haybeye konuşmuyoruz herhalde…

Bir bildiğimiz olsa gerek…

xxx xxx xxx

Boşverin Kuran’ı siz; bakın Huzeyfe el-Yeman’dan ne güncel bir rivayet:

“Emir’i dinleyin ve emirlerini yerine getirin. Hatta sırtınız kırbaçlansa, servetiniz kapışılsa bile onu dinleyin ve ona itaat edin.”

Tekel işçileri polis marifetiyle yerlerde süründürülebilir, Kamu hazinesi özeleştirmelerle veya başka birtakım yollarla ona buna peşkeş çekilebilir, belediye ihalelerine fesat karıştırılabilir; öyle hot zot yok, ne diyor rivayet?!.

Oturun oturduğunuz yerde, adamı hasta etmeyin!

Bu rivayeti bize haybeye mi aktarıyorlar!

Bir bildikleri olsa gerek…

xxx xxx xxx

Son bir şey…

Zenginlerin dünya işlerini görmek için dünyaya gelmiş olamayacağım yönündeki isyanım üzerine tanışma şerefine nail olduğum eşitlikçi bilgeler, “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar.” diyorlardı ya; bundan yaklaşık on beş yıl kadar önce tanışma şerefine nail olduğum Müslüman bilgeler de benzer şeyleri yazan o Kitabın Türkçesini sundular bana.

Son zamanlarda, her iki bilgeler grubunun da “benzer” değil “tıpatıp aynı” şeyler söylemiş olduklarını kavrar gibi olmak, Kuran’ın, “okuyan” Müslümanlarca dahi neden okunmadığı yönünde bir fikir vermiyor da değil aslında.

Sanırım “mallar” meselesine gıcık oluyorlar.

Son sekiz yıldır, bir şeyler kırmış yaramaz çocuklar gibi mahcup mahcup önlerine bakıp durduklarına göre…

Bir bildikleri olsa gerek…

xxx xxx xxx

“Sevgi Ve Merhameti Sonsuz Allah’ın Adıyla.”

Böyle başlattığına göre…

O’nun da bir bildiği olsa gerek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder