5 Ağustos 2010 Perşembe

Kanser

Hekim dostlar kusura bakmasınlar; tıpla ilgili hiçbir eğitim almış olmamamıza rağmen kanser meselesini irdeleyeceğiz bugün.

(Bir düşünür, “İnsanlar bilmedikleri konularda konuşmaya son verselerdi, dünya büyük bir sessizliğe bürünürdü!” diyor; hadi bu yoğun gürültüye biz de katkıda bulunalım.)

Bakın, ne “anlamlı sonuçlar” çıkacak ortaya.


* * *

“Kanser, hücrelerde DNA’nın hasarı sonucu ‘hücrelerin kontrolsüz veya anormal bir şekilde büyümesi ve çoğalması’dır.”

Ders 1) Hücreler kontrolsüz veya anormal bir şekilde büyüyor ve çoğalıyor. Bu esnada, yani henüz işin başında, sağlıklı hücreler hiçbir şeyin farkında olmadığı içi hepsi kakara kikiri yapıyor; kimse bedene musallat olan kalleşin farkında bile değil. Bizde durum bundan da öte; birçok hücre birçok şeyin farkında, ama kakara kikiri tam gaz! Çünkü birçok hücre neyin farkında olduğunun farkında değil aslında; bir şeylerin farkında da, bunun ne olduğunu fark edemiyor! Hatta, -sanırım- çoğu hücre bunun, yani gözucuyla farkında olduğu şeyin iyi bir şey olduğunu sanıyor.


* * *

“Günde vücudumuzda (DNA’da) yaklaşık 10.000 mutasyon olmasına rağmen immün sistemimiz her milisaniye vücudumuzu tarar ve kanserli hücreleri yok eder.”

Ders 2) -Ne demekse- immün sistemimiz çalışmazsa ne olur peki? Ne olacak; bugün ne oluyorsa o olur işte!


* * *

“Kanser, vücut hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde üreyerek komşu dokuları işgal etmesi (invazyon) veya kaynağını aldığı organdan daha uzak bir yere kan veya lenf yoluyla yayılması (metastaz) ile oluşan bir hastalıktır. Hücreler, DNA replikasyonları esnasında meydana gelen bozulmalar nedeniyle yapı değiştirir. Normal vücut ve dokuları, orijinal büyüklük ve yapılarını korurken kanser hücreleri saldırgan bir tablo çizer.”

Ders 3) Çok ilginç! Komşu dokular işgal ediliyor ve bu işgal yayılıyor. Ama daha ilginci, kanser hücrelerinin “saldırgan” oluşu! Ölesiye bir saldırganlık bu; herkese, her yere, her tarafa birden! Neresi zayıfsa oraya, veya her yere birden saldırıldığı için neresi fire vermeye müsaitse yoğunlaşma oraya… Saldırgan bir hücre!.. Ne kadar tanıdık geliyor, değil mi… Her şeyi istiyor, her yeri, her dokuyu, bedenin tümünü…

* * *

Paragrafa bakın:

“Kanser potansiyeli olan hücrelerin en önemli özelliği -yine ne demekse- ‘ongoken’ içermesi, yani bulunduğu dokudan tamamen farklı yeni bir hücre olacak şekilde bozulma potansiyeli olmasıdır. Bu hücreler kanser dönüşümünü tamamladığında, alınan patoloji örneklerinde bu hücrelerin kökenini tanımlamak neredeyse imkânsızdır.”

Ders 4) Bu kalleş hücre, bulunduğu dokudan tamamen farklı yeni bir hücre olacak şekilde bozulma potansiyeline sahip. Dönüşümü tamamladığında bunun kökenini tespit etmek bile neredeyse imkânsız. “Dönüştürme-dönüşme-yeni bir oluşum… Daha ne söylesin ciğerim!

* * *

Bak bak bak!

“Bir kanser hücresi oluştuğunda vücudun bağışıklık sistemi bu yabancı hücreyi tanır ve parçalar. Bu sayede, vücutta oluşan binlerce kanser hücresi bağışıklık sistemi tarafından yok edilir. Her hücrede, onkogenlerin aktivasyonunu baskılayan antionkogenler (tömör baskılayıcı gen) bulunmaktadır. Antionkogenlerin kaybolması veya inaktive olması durumunda onkogen aktivitesine izin verilmiş olur. Bunu da kanserin oluşumu izler.”

Ders 5) Demin söyledim, ben hiç tıp eğitimi almadım; ama ne yalan söyleyeyim, yukarıdaki paragrafı en ince ayrıntısına kadar anladım. Her gün içinde yaşıyorum birader; nasıl anlamayayım!

Ne diyor üstad: Bağışıklık sistemi bu kalleş hücreyi yok eder. Peki, bağışıklık sistemi çökmüş veya çökertilmişse?!. İşte o zaman, tümör baskılayıcı gen yok olmuş veya hareketi kısıtlanmış demektir, ki bu durum da, onkogenin yıkıcı faaliyetine izin vermek ve vücudu kansere teslim etmek anlamına geliyor demek ki…

Bire bir uyuyor vallahi!

Tıp mı, sosyoloji veya sosyal antropoloji mi belli olmuyor!

Onkolog üstadlara naçizane önerim, öğrencilerine Türkiye’deki günlük gazeteleri her gün okutmaları… Koca bir laboratuvar!.. Onkogenin yıkıcı faaliyetlerine bire bir şahit olmazlarsa ne olayım!

* * *

Devam edelim:

“Kanser başlangıcı olan alanda en önemli özellik kitlenin çevre dokulara girift, yapışık olmasıdır. İyi huylu (benign) tümörler genellikle sınırları belirgin kitlelerdir. Ancak kötü huylu (malign) tümörler sınırları belirsiz ve çevre dokuya sıkıca yapışık halde bulunur. Bunlar, ilk evrelerde genellikle ağrısızdır.”

Ders 6) Sınırları belliyse, yani bu kalleş hücrenin nerede başlayıp nerede bittiği bilinebiliyorsa, her ne kadar tümör olsa da “iyi niyetli” olarak kabul ediliyor demek ki… Korkulması gereken, sınırları belirlenemeyen olanı! Sınırötesi yani, veya çok uluslu… Mesela, talimat amerika’dan, onkogenlik buradakilerden!.. Bağışıklık sistemi çökertilmiş zaten, ilk başlarda uyarıcı görevi üstlenebilecek ağrı da yok; yeme de yanında yat! Üstelik çok da kurnaz, çünkü çevre dokuya sıkıca yapışık halde hain; çevre, onu da kendinden biri sanıyor!


* * *

“Her şeyden önce, tüm hastalıkların tedavisinde esas rolü vücudun bağışıklık sistemi üstlenmektedir. Bağışıklık sistemini zayıflatan etmenlerin ortadan kaldırılması tedavinin ilk basamağıdır. Kanserli hücrelerin ne kadar ve nerelere sıçrama-yayılma yaptığını tespit etmek olanaksız olduğundan kanser tedavisi gören hastaların bağışıklık sistemlerinin güçlendirilerek bu yayılmış hücreleri yok etmesi arzu edilen bir durumdur.”

Ders 7) Tedavinin en önemli unsuru bağışıklık sistemini güçlendirmek, bir başka deyişle, bağışıklık sistemini zayıflatan etmenleri ortadan kaldırmak. Amaç ne? Vücudun bu hücreleri yok etmesi…

Sorun burada mı ortaya çıkıyor ne!

Vücut kendi bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini isteyecek ölçüde bilinçli olmalı, bir; uygulama, bu sistemi gerçekten güçlendirecek yeterlilikte olmalı, iki; ve belki de en önemlisi üçüncüsü: Hekim, tedavi yöntemi ve ilaç güvenilir olmalı…

Da…

Şu anda ortada ne bir ilaç var, ne bir tedavi yöntemi, ne de güvenilir bir hekim!

Eskiler böyle durumlarda, “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!” derlerdi. Bir bildikleri olsa gerek…

* * *

Yukarıda tırnak içinde sunduğum veriler “Vikipedi, Özgür Ansiklopedi” adlı siteden alıntılanmıştır. Bu değerli verileri bize sunan Üstadın ihmal ettiği bir paragrafı da biz yazalım, ki bu “hücre” başına ne geleceğini şimdiden bilsin:

Bu kalleş hücre, kitleler halinde yayıldığı bedeni mahvettiğinde aslında kendi sonunu da hazırlamış oluyor! Beden yok olduğunda, o da o bedenle birlikte yok oluyor çünkü.

Ya bunun farkında değil, ya da saldırdığı bedene duyduğu “nefret” öylesine güçlü ki, bu uğurda her şeyi göze alıyor!

Bu arada, çok önemli olabilecek bir gerçek var:

Erken teşhis edilebildiğinde kanser tedavi edilebilir bir hastalık artık.

Önemli olan geç kalmamak.

Biz geç mi kaldık ne!

Bu habis dokunun ameliyatla alınmasının çare olabileceğini okumuştum bir yerde.

Ameliyat kaçınılmaz gibi görünüyor artık.

İşe yarar inşallah.

Allah yardımcımız olsun…

Da…

Olur mu!

Bizi buna layık görür mü!

Ben kuşkuluyum…

Hz İsa ne diyordu:

“İsteyin, verilecektir!”

E, sen istemezsen!..

Neyse.

Bunda da bir hikmet vardır mutlaka.

Ne diyor Yaratıcı, Elçisi’ne:

“Yüz çevirirlerse, biz seni onlar üzerine bekçi göndermemişiz. Sana düşen, tebliğden başkası değildir.” (Şûra, 48)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder