7 Ağustos 2010 Cumartesi

Cinnet

Türkiye’de yaşıyorsanız, ülke sorunlarına biraz duyarlıysanız, “vicdan” denen haslete sahipseniz ve haberleri seyredip gazeteleri okumak gibi bir alışkanlığınız da varsa, cinnet geçirmeniz işten bile değil!

En azından bu hafta sonu bu ruh halinizden sıyrılmanız ve birtakım kurnazların, birtakım hainlerin ve birtakım nefret sahiplerinin bu usandırıcı ahlâksızlığından kurtulabilmeniz için, bugün size değişik bir pencere açmayı deneyeceğim.

Bazı “tuhaf” sorular soracağım size.

Yaşamda, bu kahrolası gündemin dışında da bir şeyler olabileceğini düşünür, zihnimizi biraz ferahlatabiliriz belki.

Nedir bu nefret, bu kin, bu ahlâksızlık birader; yetti be!..


* * *

Evren ne kadar büyük?

Bilimadamları, bir odanın duvarı büyüklüğünde bir Evren haritası yapıldığında, Arz’ın toplu iğne ile bile işaretlenemeyeceğini söylüyorlar; çünkü toplu iğnenin ucu bu ölçekte bir haritada çok büyük yer kaplıyor. Bu Evren haritasında üzerinde yaşadığımız gezegeni işaretleyemiyoruz bile… Var mıyız yok muyuz belli değil!

Üstelik giderek “genişliyor”…

Nereye kadar?

* * *

Evren kaç yaşında?

Bilim çevreleri bu konuda hemfikir artık; Kâinatın -tabii bizim içinde yaşadığımız Kâinatın- 13.700.000.000 yaşında olduğunu hesaplıyorlar.

Güneşimiz yaklaşık 5 milyar yaşında; Arz ise 4.7 milyar…

Peki, yazılı tarihimiz?

Sadece 8-10 bin yıl.

Neden?

* * *


Hesaplamalar, Evren’de milyarlarca galaksi, bu galaksilerde de 1.000.000.000.000.000.000.000 yıldız olabileceğini gösteriyor. (Bu sayının nasıl okunması gerektiğini bilmiyorum; ille de okumak istiyorsak, bunu “bir milyar trilyon” gibi tuhaf bir biçimde okuyabiliriz sanırım.)

Isaac Asimov, “kavrayabileceğimiz yaşam”dan yola çıkarak en kötümser senaryo üzerinde çalışıyor ve ortaya çıkan “olasılık” inanılmaz: Sadece bizim galaksimizde, yani Samanyolu’nda, şu anda hüküm süren 530.000 uygarlık olması mümkün! Kendini yok etmiş veya henüz uygarlık aşamasına gelmemiş ırklardan söz etmiyoruz; en az bizim kadar gelişmiş türler söz konusu; şu anda hüküm süren en az 530.000 uygarlık… (Isaac Asimov/Dünya Dışı Uygarlıklar/Cep Kitapları, 1983)

Peki; herkes nerede?

* * *


Tevrat, tuhaf bazı cümlelerle başlıyor:

“Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu. İlahi varlıklar insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler. RAB, ‘Ruhum insanda sonsuza dek kalmayacak, çünkü o ölümlüdür’ dedi. İnsanın ömrü yüz yirmi yıl olacak. İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra Yeryüzünde Nefiller vardı.” (Tevrat/Yaratılış, 6/1-4/Kutsal Kitap-Yeni Çeviri/Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001)

“İlahi varlıklar” kim?

Bunlar, “insan kızlarının güzelleriyle” nasıl evlenip de çocuk sahibi olabiliyorlar; genetik yapıları buna nasıl izin veriyor?

“Nefiller” kim? (İbranice uzmanları bu “Nefiller”i “gökten düşmüş kimseler” olarak anlıyor.)

Ne demek gökten düşmüş?

Kim bunlar?

* * *


Bakın Hezekiel Peygamber neler anlatıyor:

“Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu. En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu; her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı. Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve tunç gibi parlıyordu. Dört yanlarında, kanatlarının altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı. Kanatları birbirene değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu. Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. … Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, herbirinin yanında, yere değen tekerlekler gördüm. … Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyordu, yaratıklar yerden yükseldikçe tekerlekler de yükseliyordu. … Birinin konuştuğunu duydum. Bana, ‘Ey insanoğlu, ayağa kalk, seninle konuşacağım.’ dedi.” (Tevrat/Hezekiel, 1/1-28; 2/1-9; 3/1-12/Kutsal Kitap-Yeni çeviri/Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001)

Yanılmıyorsam, bu kişi, bizim “İdris Peygamber” olarak bildiğimiz kişi.

Neler anlatıyor böyle Allahaşkınıza?

* * *

“Nuh, tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadı. Toplam dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü. (Tevrat/Yaratılış, 5/1-24)

Kuran, bu konuda, üzerinde çok daha fazla düşünülmesi gereken bir ifade kullanıyor:

“Andolsun biz Nuh’u toplumuna gönderdik de o onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı.” (Ankebût, 14)

Nasıl oluyor bu?

Hadi Tevrat belki de, biz, Müslümanlar olarak Kuran’ı tartışacak değiliz herhalde!

(O dönemdeki peygamberlerin çoğu buna yakın süreler yaşıyor; Hz.Adem, 930 yıl; Hz.Şit, 912 yıl; Hz.Hanok 365 yıl, gibi…)

Ayrıntıya bakın: “Yeryüzünde tufan koptuğunda Nuh altı yüz yaşındaydı.” (Tevrat/Yaratılış)

Ne demek bunlar?

İlginç bir paragraf, hem de çok; çünkü Hz.Musa ile Rab arasında geçiyor bu konuşma:

“… ‘Ancak yüzümü görmene izin veremem. Çünkü yüzümü gören yaşayamaz.’ Sonra, ‘Yakınımda bir yer var.’ dedi, ‘orada, kayanın üzerinde dur. Görkemim oradan geçerken seni kayanın kovuğuna sokup geçinceye kadar elimle örteceğim. Elimi kaldırdığımda, sırtımı göreceksin. Ama yüzüm görülmeyecek’” (Tevrat/Mısırdan Çıkış, 33/20-23)

Ne demek bu?


* * *

Sebe Suresi’nin 12. ayeti mealen şöyle:

“Ve sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü de bir aylık yol olan rüzgârı Süleyman’ın emrine verdik.”

Sâd Suresi’nin 36 ayeti, yukarıdaki ayeti biraz daha açıyor:

“Bunun üzerine, biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgârı verdik.”

Oturup hesapladım; bizim anlayış kapasitemize, idrakimize “rüzgâr” olarak sunulan araç, saatte 900 kilometre yol yapıyor! Hesaplamalarımda, o günün ulaşım araçları olan atın ve devenin süratinde, bir gün içinde yolda geçen sürede, “rüzgâr” diye isimlendirilen bu taşıtın bir gün içinde uçtuğu sürede önemli hatalar yaptığımı varsayarak daha makul bir süreye ulaşmak istediğimde bulduğum hız, saatte 450 kilometre…

Hz.Süleyman bir uçakla seyahat ediyor sanki…

Nasıl oluyor bu?

* * *

Uzattık; son konu:

Kuran’da bana en ilginç gelen Surelerden biri “Fil Suresi”dir. Sadece 5 ayet. O günün amerikasının serseri senatörlüğüne soyunan Habeşli Hükümdar Ebrehe, aklısıra Kâbe’yi yıkacak! Bugünün muazzam(!) amerikan ordusu gibi bir orduyla Mekke sınırlarına dayanıyor. Sonra neler oluyor bakın (unutmadan; o günlerde Mekke’de hamile bir kadın var; Arz’da yaşamış en şerefli insanı taşıyor mübarek karnında; kim bu kadın sizce?):

1) Görmedin mi ne yaptı Rabbin fil yaranına. (Ebrehe, fillerle geliyor. Y.Y.)

2) Tuzaklarını boşa çıkarmadı mı onların!

3) Gönderdi üzerlerine sürüler halinde kuş,

4) Atıyorlardı onlara kurumuş çamurdan damgalı taş.

5) Nihayet onları yenik ekin yaprağına çevirdi. (Delik deşik olmuşlar.Y.Y.)


Amerikan senatörlüğüne soyunan serserinin fillerle desteklenen ordusu, “kuşlar”ın attığı “damgalı taşlar”la paramparça, delik deşik oluyor.

Da…

Bir sorun var!

Klasik mealciler bu ayette geçen “tayr/tair” sözcüğünü “kuş” olarak tercüme ediyorlar, ama aslında bu sözcük “kuş” değil “uçucu” anlamına geliyor.

Tayr…

“Tayyare”nin türetildiği sözcük hani.

Cennet “uçtuğu” söylenen “Caferi Tayyar”daki sözcük hani…

Muhammed Esed bu, Arapça’yı yemiş yutmuş biri; bakın ne diyor:

“Yukarıdaki ayette zikredilen ‘uçan varlıklar’ın mahiyeti hakkında ne Kuran ne de sahih hadisler herhangi bir bilgi vermez.” (Muhammed Esed/Kur’an Mesajı/Meal-Tefsir/İşaret Yayınları, 2000)

Serseri amerikan senatör bozuntusunun prototipi olmaya soyunan komutanın fillerle desteklenen o muazzam ordusu, “uçucu varlıklar” tarafından delik deşik ediliyor.

Uçucu varlıklar…

Ne demek bu?

* * *

Bence birkaç gün bunları düşünmekte fayda var.

Yoksa cinnet geçirmek işten değil birader!

Türk’e ve Türk olan her şeye kin ve nefret dolu bu sahtekârların sözleri veya yorumları mı, Allah’ın hikmet dolu sözleri mi…

Siz bilirsiniz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder