16 Ağustos 2010 Pazartesi

İslâm İlahiyatçılarına “Tehlikeli” Sorular

Televizyonlar ve gazeteler Ramazan münasebetiyle İslam’ı anlatmak üzere birtakım ilahiyatçıları ekranlarında ve gazete sayfalarında konuk etmeye başladı.

Ne güzel…

De…

Bu ilahiyatçılar, “ota, kuşa, böceğe can veren Allahü Teala’ya hamdü senalar olsun.” türü sözlerden başka bir şey söylememek için sözleşmişler galiba. Bize, Allah’ın ne kadar büyük olduğunu anlatmak için didiniyorlar da didiniyorlar. (Bu çok başka bir şey, bir başka çalışmada değiniriz inşallah. “Allah’ı övmek” bunların yaptığı gibi olmaz; Kuransal tespit, Allah’ın “bilim yapılarak” övülebileceğidir. Mesela, X ve Y kromozomunu veya ışık hızını öğren; bak o zaman Allah’ı nasıl övebileceksin! Allah’ı en iyi kim övebilir; benim gibi bir cahil mi, yoksa bir astrofizikçi mi?)

Dün televizyonda yarım saat kadar bunlardan birini izledim. Adam profesör doktor, işinin ehli olduğu belli yani. Önce Arapça konuşup sonra bunları Türkçe’ye çevirdiğine göre, Kuran’ı da ezbere biliyor olmalı.

Da…

Yarısı Arapça ile geçen bu yarım saat süresince, “Allah’ın ipine sarılalım, birbirimize iyi davranalım, kavga çıkarmayalım, Allah’a hamd edelim, Allah’ın büyüklüğünü anlamaya çalışalım, bize verdiği nimetlere şükredelim” gibi kimi iyi dileklerden başka bir şey söylemedi üstad.

O halde, iş başa düşüyor demektir!

İlahiyatçı beyler ve bayanlar, bu mübarek Ramazan gününde biraz Kuran okumaya ne dersiniz?

Her yazar ve program yapımcısı gibi “konu sıkıntısı” çektiğinizi görmeye daha fazla dayanamayacağım; hadi size bir “güzellik” yapayım!

İşte size birkaç soru; bunları cevaplayın, ben sonra size yine yardımcı olmaya çalışırım…

Ahmet bunu demiş, Hüseyin şunu eklemiş, bilmemne hazretleri böyle buyurmuş, şu efendimiz şunları anlatmışı falan boşverin; Allah ne demiş, onu konuşalım biraz isterseniz.

Bakın, Allah ne diyor:

1) “Sizden önceki kuşakların söz ve eser sahibi olanları, yeryüzünü bozgunculuktan alıkoymalı değiller miydi? Ama içlerinden kurtarmış olduklarımızın az bir kısmı dışında hiçbiri bunu yapmadı. Zulme sapanlar ise içine gömüldükleri servet şımarıklığının ardına düşüp suçlular haline geldiler” (Hûd, 116)

“Servet şımarıklığı” diyor Allah; ne demek bu?

İçine gömüldükleri servet şımarıklığının ardına düşenler suçlular haline geliyorlar, bu açık, çünkü Allah böyle söylüyor.

Ne demek bu?

Kim bunlar?

2) “Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Nahl, 71)

“Rızıkta herkes eşit olmalıdır!” diyor Allah; neden bundan hiç söz etmiyorsunuz; yoksa Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorsunuz?!.

Hadi, şu “eşitlik” meselesini irdeleyin bakayım biraz. (Size “komünist ulan bu hoca!” denmesinden ürkmeyin; aynı şeyleri Allah’ın Elçisi’nin en yakın dostlarından Ebuzer için de söylemişlerdi.)

3) “İnanan kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, kendilerine sunduğumuz rızıklardan, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun olmadığı o gün gelmeden önce, gizli ve açık infak etsinler.” (İbrahim, 31)

“İnfak” diyor Allah; ne demek bu?

Bu Arapça sözcüğün “tüketmek/tükenmek” anlamına gelen “nefk/nefak” kökünden geldiği söyleniyor; ne demek bu?

Kim, neyi “dağıtarak tüketecek”?

4) “Zekâtı vermek için faaliyettedir onlar.” (Müminûn, 4)

“Zekât” nedir Allahaşkınıza, bu sözü ağzınıza almaya neden bu kadar korkuyorsunuz?!. Alt tarafı 1/40; bu sizi neden bu kadar korkutuyor?
Ama şu anda daha da önemli bir sorunun geleceğini hissediyorsunuz tabii: Siz özellikle ağzınıza almasanız da, madem zekât denen bir müessese var, o halde “infak”a ne gerek var? Nedir bu ikisinin farkı?

Bir taraftan “zekat”, diğer taraftan “infak”; e, elde avuçta bir şey kalmıyor!

İyi de, bu Kuran ortada dururken, biz nasıl servet sahibi olacağız birader!

Hadi, yardımcı olun biraz…

Kuran’dan mı vazgeçmeliyiz, servetlerimizden mi?

5) “Hayır, hayır! O, alevlenen bir ateştir. Yakar kavurur deriyi/koparıp götürür kolu bacağı. Çağırır sırtını dönüp uzaklaşanı, toplayıp kasada yığanı/depolayanı! İşin gerçeği şu ki, insan; aceleci, hırslı, sabırsız, tahammülsüz yaratılmıştır. Kendisine kötülük/hoşnutsuzluk dokununca basar bağırır. Kendisine hayır ve nimet ulaşınca ondan başkalarının yararlanmasına engel olur. Namaz kılıp dua edenler müstesna. Bunlar namazlarında süreklidirler. Bunların mallarında belirli bir hak vardır; yoksul ve yoksun için.” (Meâric, 15-25)

Kimdir bu kasada yığan/depolayan, kendisine ulaşan nimetlerden başkalarını yararlandırmayanlar? Allah’ın söylediğine göre, bu namaz kılanların mallarında fakir fukara için belirli bir hak varmış; ne kadardır bu hak, bunun ölçüsü nedir? Ota, böceğe, kuşa gelince bülbül kesilen entelektüel birikimizin, sıra bu “Allah Sözleri”ne geldiğinde neden patlamış bir balon gibi aniden sönüyor?!. (Dikkatli olun; Allah’ın sözlerini eğip bükmeye çalışırsanız, Bakara 219’dan söz ederim, ona göre!)

6) “Ama kim cimriliğe sapar ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görür ve güzelliği yalanlarsa, biz onu en zor olana sevk edeceğiz. Aşağı yuvarlandığında malı onu kurtarmayacaktır. Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece bizim işimizdir. Sonrası da öncesi de sadece bizimdir. Ben sizi köpürerek yanan bir ateşe karşı uyardım. Sadece karanlık ruhlu azgın girer ona. Yalanlamış, sırtını dönmüştü o. İyice sakınan da ondan uzak tutulur. O ki, temizlenip arınsın diye malını verir.” (Leyl, 8-18)

İçinizi derin derin çektiğinizi duyar gibiyim ilahiyatçı baylar bayanlar!

“Aşağı yuvarlandığında malı onu kurtarmayacaktır. O ki temizlenip arınsın diye malını verir”…

Bugüne kadar ağzınızdan bir kez olsun “verin şu mallarınızı” sözünü duymadık!

Ne dersiniz?

Allah kimden söz ediyor?

Malını vermeyene şu “köpürerek yanan ateş”ten söz etmek neden tüm yaşamınız boyunca bir kez olsun aklınıza gelmiyor?!.

Kim bu “karanlık ruhlu azgın”?

7) “Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin!” (Kalem, 24)

Bu sözü söyleyen kim ve bunu kime söylüyor; ama daha da önemlisi, Kuran bunu neden bildiriyor bize?

Bildiğiniz gibi, burası bir bahçe; o bahçeye yoksul girince ne oluyor ki?!.

Hadi, kımıldayın biraz; yoksullar ağzınızın içine bakıyor…

Bu “bahçe sahipleri” yoksuldan neden bu kadar korkuyor?

Günümüzde kimdir bu “bahçe sahipleri”?

8) “O ki, mal biriktirdi, onu saydı da saydı; sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini. Hayır, iş sandığı gibi değil. Yemin olsun ki fırlatılıp atılacaktır o kırıp geçirene, yalayıp yutana/Hutame’ye!” (Hümeze, 2-4)

Malını sayıp duran ve bu malın kendisini sonsuzlaştıracağını sanan kişi kimdir ve çok daha önemlisi, nedir bu Hutame?

Zamanımızda böyle kimseler var mı hâlâ?

9) “Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah’ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azabı muştula.” (Tevbe, 34)

Bu ayet hahamlardan ve rahiplerden söz ediyor; peki Allah bunu bize Kuran’da neden bildiriyor?

Ama esas soruyu anladınız tabii: “Altını ve gümüşü depolayıp da bunları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azabı muştula!” ne demek?

Kim bunlar?

“Allah yolunda harcamak” ne demek?

İlk bakışta çok anlamsız gibi geliyor ama, sözgelimi bu altın ve gümüş “Allah’a borç verilebilir mi” meselâ? (Hadid, 11)

Ne demektir “Allah’a borç vermek”?..

10) “Bir peygamberin emanete hıyanet etmesi/kamu malından aşırması olacak şey değildir. Her kim hıyanet eder, kamu malından bir şey aşırırsa, aşırdığını kıyamet günü yüklenip getirir. Sonra her benliğe kazandığı tam olarak ödenir. Hiçbirine zulmedilmez.” (Âli İmran, 161)

“Her kim kamu malından bir şey aşırırsa, aşırdığını kıyamet günü yüklenip getirir!” sözündeki “kamu malı” nedir? Hangi tür değerler “kamu malı” kapmasına girer? Günümüz dünyasında bu “kamu malı” sözü nasıl tanımlanır?

Siz kuşkusuz anladınız, ama benim gibi amatörler için belirtmemde fayda var: Bu ayetlere, Kuran sayfalarını içimden geldiği gibi çevirerek ulaştım; elinin altında Kuran olan herkes bunun aynısını yapabilir, sayfaları içinden geldiği gibi çevirir ve her seferinde, ama her seferinde “mal, mülk, altın, gümüş, servet, infak, zekât, paylaşma, fakir fukara, yoksul, boynu bükük” gibi sözcüklerle karşılaşır.

Benim merak ettiğim şey, bu sürekli tekrarlanan “servet eleştirisi” ile sizin nasıl olup da karşılaşmadığınız.

Allah aşkınıza, siz başka bir Kuran mı okuyorsunuz?

“Neniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi görüyorsunuz? Onda keyfinize uyan her şeyi rahatça buluyorsunuz?!.” (kalem, 36-38)

(Bu sorularla biraz ısının, size sonra Maun Suresi’ni soracağım; sizi birden bire bu kadar korkutmak istemedim!)

Ve son soru:

Bana, Kuran okuduğum için mi kızıyorsunuz?!.

3 yorum:

  1. Güzel yazmışta kimin harcayıp kimin harcamadığını nasıl bu kadar kesin bilebiliyor üzerine inmiş bir vahiy mi var haşa. ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Midesi boş bebek!

      Samsun'un Tekkeköy ilçesinde 2,5 aylık Kübra bebek, rahatsızlanması üzerine hastaneye götürülüyor ve orada can veriyor. Otopsi sonucu midesinin boş olduğu ve fiziksel olarak güçsüz kaldığı ortaya çıkıyor
      Çocuğunu okutamayan baba

      Mersin'de atık kâğıt toplayarak geçimini sağlayan 52 yaşındaki Mehmet Soytürk, eşi ve 2 çocuğuyla penceresi olmayan, yağmurda çatısı akan, derme- çatma evde yaşam savaşı veriyor. Çöpleri karıştırıp, topladığı atık kâğıtları satarak elde ettiği parayla küçük oğlu Yusuf'u okutmaya çalışan Mehmet Soytürk, büyük endüstri meslek lisesine giden oğlu Batuhan'ın ise para sıkıntısı nedeniyle okulu bırakıp, bahçelerde günlük ücretle ile çalışmak zorunda kaldığını söyledi.

      Açlıktan Ölen Gazi!

      Muğla'nın Milas ilçesinde Kore gazisi 80 yaşındaki Muharrem Topçu, terk edilmiş bir restoranın baraka benzeri bölümünde ölü bulundu. Kimsesiz Kore gazisinin üç gün önce yaşamını yitirdiği anlaşıldı. Açlıktan ve soğuktan öldüğü anlaşıldı. Gazi Topçu, acaba Şahenklerin işleri yürüsün diye gazi olduğunu hiç düşünmüş müydü?

      Diyarbakır'da yıllar önce eşini ve büyük oğlunu kaybettikten sonra 5 yetimi ve 5 torunu ile tek gözlü bir odada yaşamak zorunda kalan Hanım Demir(52) çocuklarının karnını çöplerden topladığı yiyecekler ile doyuruyor. Hanım Demir, lokantalardan artan atık yemekleri ve çöplerde topladığı ezik domates ya da ekmekleri toplayarak evinin yolunu tutuyor. Demir üstelik hastadır da:

      "Benim elim kırık bazen acıdan dayanamıyorum. Sabun alacak param olmadığı için çocuklarım bitlendi. Borçlarım her geçen gün birikiyor. Çocuklarım açtır, sahipsiziz, kimsemiz yoktur. Gıda yok diye çocuklarıma sadece 10 günde bir sıcak yemek pişiriyorum. Çöplerden ekmek topluyorum. Evlatlarım birçok kez aç yatıyor."

      Çöplerde çikolata da bulabiliyor muydu acaba bu cefakâr kadın? Ülker mesela? Torunları ne çok sevinirdi!

      Ömer Çetin, Muğla Üniversitesi öğrencisiydi. Amacı öğretmen olmaktı, dedesine de böyle söz vermişti. Ama Ömer'in okuyabilmesi için çalışması gerekiyordu, çünkü o bir Özyeğin değildi. O yüzden İstanbul Ataşehir'de 30 TL yevmiyeyle bir inşaatta çalışmaya başladı. Elbette güvenlik yoktu inşaatta. Ömer, 4. Kattan düştü ve can verdi.

      ve birçokları insan bakmayıp görmeyi çözdüğü an bu sorunlarda çözülür Vahiy inmesine anlamsı içinde gerek kalmaz

      ve bizler bu kadar fakirleşirken aniden yükselen büyüyen firmalarda bazı şeyleri görmemizi etkiliyor.

      Sil
  2. belki de alınan gemiciklerden 7 sülalenin şirket kurmasından ne bilim bir bakanın yada milletvekilinin oğlu yada kendisi bir işe girince yada bir iş ticareti yapılınca hemen bu işe devletin ihtiyacını olması yada halka emekliye memura zamlar %5 - 10 ile sınırlıyken 1 GECEDE %100 LÜK BİRZAM YADA MİLLETVEKİLLERİNİN ALTLARINDAKİ ARABALARI OTURDUKLARI LOJMANLARI BEĞENMEZKEN EVDE EKMEĞİ OLMAYAN İNSANLAR aç ölen insanlar yada ne bilim binlercesi sadece bakmayıp görünce vahiy inmesine gerek yok

    YanıtlaSil