13 Temmuz 2010 Salı

Referandumda Hayır

Önceki kuşaklarımızın bir sözü vardı; “Ainesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz!” derdi büyüklerimiz.

Kişinin aynası, yani o kişiyi gösteren unsur, yaptığı iştir; konuştuğu veya anlattığı şeyler değil, anlamında bir sözdü bu.

Bakın, Allah’ın en seçkin kullarından biri ne diyor:

“Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu, o milletin yaşam kudretinin en önemli kıstasıdır. Mazide muktedir iken bütün kuvvetiyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, istikbale güvenle bakmaya hakkı yoktur.” (Mustafa Kemal Atatürk)

Bu fakirin amerikalılardan nefret ettiği malum. Ne var ki, Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etme ilkesine dikkat ettiği de aynı ölçüde malum. Bir amerikan filminde gördüğüm o sahneyi hiç unutamıyorum: Bir gurup askerin bulunduğu yere doğru zorlukla yürüyen ve görünüşü pek de güven vermeyen, orta yaşlı, sivil bir adama kötü kötü bakan askerler, komutanlarının haykırması üzerine bir anda esas duruşa geçmişler, insanın tüylerini ürperten saygı dolu vücut dilleriyle selama durmuşlardı. Komutan, “Dikkat! Gazi!..” diye haykırmıştı çünkü…

amerikalılar bile kahramanlarına minnet duyuyor, saygı gösteriyorlardı.

Bugün (15/7/2010), Sözcü Gazetesi’nin manşetinde haber, o filmdeki o sahneyi isyan duygularımın zirvesinde çırpınarak hatırlamama neden oldu:

Engin Yaşar… 1998’de Hakkari Dağlıca’da teröristlerle çatışırken yaralanmış. On yedi arkadaşını aynı çatışmada şehit vermiş bir gazi. İki ayağında da platin var. Hakları asla ödenemeyecek olan işinin ehli Türk hekimleri, Gazi’nin her iki ayağına da platin takarak yürüyebilmesini sağlamışlar. Engin Yaşar işsiz… Çünkü sakat… Çünkü rekabet gücü yok. İş umuduyla, Orman Müdürlüğü’ne mevsimlik işçi olmak için başvuruyor ve o kalleş tüzük, genelge, iş emri -her ne halt ise işte- hemen devreye giriyor ve “Rakiplerinle 1.500 metre koşacaksın!” diye tavır koyuyor. Her iki bacağındaki platine rağmen, sağlam rakipleriyle birlikte çaresizce koşuyor Engin Yaşar ve kaybediyor tabii. Hem işe alınmıyor, hem gururu kırılıyor, hem de inancı bir daha onarılamaz biçimde bir kez daha sarsılıyor.

Ağlamıyor, kendini acındırmıyor, minnet dilenmiyor, sırnaşmıyor, yılışmıyor, şov yapmıyor; sadece, “Bu Vatan için savaştım; hiç mi değerim yok!” diye sitem ediyor Gazi, çatılmış kaşları ve insanın tüm ruhi yapısını şiddetle tokatlayan o hüzünlü vücut diliyle.

“Bu Vatan için savaştım; hiç mi değerim yok!”

Başa dönelim…

Türkiye’de 9 milyon emekli var ve birtakım ayrıcalıklara sahip küçük bir kısmı istisna, hepsi perişan durumda…

Gaziler perişan, emekliler perişan…

Emekli Albay Atilla Uğur, teröristbaşını ilk sorgulayan ve konuşturan kişi… “Terörist”(!) olduğu için hapiste…

Kardak’a Türk Bayrağı diken SAT komutanı Ercan Kireçtepe, “Terörist”(!) olduğu için hapiste.

Kardak’a Türk Bayrağı diken SAT komutanı Ali Türkşen, terörist(!) olduğu için hapiste.

Gaziler perişan, emekliler perişan, kahramanlar perişan…

Yandaş işadamları “üzüm salkımı” denilen bir sistem kurmuşlar, 1895 yılında Padişah 2. Abdülhamit’in fermanı üzerine Sadrazam Halil Rıfat Paşa tarafından kurulan ve amacı bakıma muhtaç kimsesiz, yaşlı ve sakat insanlarla, sokağa terk edilmiş 0-6 yaş arası çocukların her türlü ihtiyacının karşılanması olan Darülaceze’yi tokatlıyorlar.

Müslüman(!) işadamları, sahte şirketler kurarak ve birbirine rakipmiş gibi davranıp fiyat belirleyerek Darülaceze’yi tokatlıyorlar.

Darülacezeyi…

Halkın çoğunluğu açlıkla pençeleşirken, Türkiye, gizli hesaplarıyla ünlü İsviçre bankalarının gözdesi olmuş; gizli zenginlerimize İsviçre bankaları şube yetiştiremiyormuş.

Gaziler perişan, emekliler perişan, kahramanlar perişan, fakir fukara perişan…

Necati Doğru, “harcırah canavarları”nı anlatıyor… Tonla… Bunlardan biri, 2003’ten 2010’a kadar 146 kez yurtdışına gitmiş ve toplam 408.000 lira harcırah almış. (Bir emekli ayda ortalama 700-750 lira alırken, bu kişi, ortalamaya vurursak, maaşının dışında “her ay” 5.000 lira harcırah almış; her ay, her ay, her ay 5.000 lira, 5.000 lira, 5.000 lira!)

Türkiye’nin dış borcu, son yedi yıl içinde tüm Cumhuriyet tarihinin borç stokundan daha fazla artmış, hem de özelleştirmelerden gelen yaklaşık 35 milyar liraya rağmen!

Milletvekilleri, ister hırsızlık yapsınlar, ister adam soysunlar, ister ihaleye fesat karıştırsınlar, ister yüz kızartıcı suç işlesinler yargılanamıyorlar; çünkü “dokunulmazlık” denen bir garabet, hayalet gibi dolaşıyor Türk namusunun, Türk haysiyetinin, Türk şerefinin tepesinde!

Oysa, seçimlerden önce, dokunulmazlıkların kaldırılacağına dair söz vermişlerdi.

Size, sadece bir günlük (15/7/2010) tarihli gazetelerden bilgiler sunuyorum bu çalışmada; son yedi yılda maruz kaldığımız diğer zulümlerden hiç söz etmiyorum.

Bir avuç muktedir ve bir avuç sahtekâr dışında, Ülke’de herkes perişan…

Sevgili Müslüman dostlarım! Dinibütün(!) işadamları, çete kurmuşlar Darülacezeyi soyuyorlar! (Hakiki müminleri tenzih etmeye gerek bile görmüyorum; hangi Müslüman mümin böyle bir günah işleyebilir ki!)

Dostlarımdan önemli bir bölümü AKP’li…

Bugün sadece iki soru soruyorum bu dostlara:

Yüksek Yargıyı iktidarın sultası altına sokacağı artık çocukların dahi bildiği bir gerçek olan bu Anayasa değişikliğinden sonra iktidara ırkçı, faşist veya ateist bir hükümet gelirse ve size zulmetmeye başlarsa ne yapacaksınız; o zaman hakkınızı nerede ve nasıl arayacaksınız?

Son soru: Demokrasiye inanıyor musunuz gerçekten, kuvvetler ayrılığına mesela?

Bu bağlamda; yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız olmazsa ve birbirini denetlemezse o sisteme demokrasi denebilir mi?

Bazı dostlar, “82 Anayasasından memnun musunuz yani?!.” diye sitem ediyorlar. “Bu garabet Anayasadan kurtulmak istemiyor musunuz yani?!.”

Yapmayın gözünüzü seveyim…

İnsan dostuna böyle demagoji yapar mı?!.

Bir katilden korunmak için bir seri katile sığınmak gibi bir şey bu!

Söze nasıl başlamıştık?

Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz…

Başörtülü kızlarımızın bile “cipli başörtülüler/akbilli başörtülüler” olarak ayrıştırıldığı, eskiden “bir lokma bir hırka” felsefesiyle Allah yolunda cihat ettiklerini iddia edenlerin bugün Ankara’nın en lüks otellerinde üç gün üç gece düğünler yaptıkları, bileklerine 70 milyar liralık saatler taktıkları, millet açlık ve işsizlikten cinnet geçirirken dolar milyarderi sayısının neredeyse iki misli arttığı, ihale rezaletlerinin artık yalnızca Müslüman(!) olanlar tarafından işlendiği, yaşamlarının tamamına yakınını Türk Milleti güven içinde yaşasın diye dağlarda geçiren kahramanların terörist sıfatıyla hapislere tıkıldığı; Türk askerinin kanını dökenlerin, asker çocuklarının bindiği otobüsleri havaya uçuranların, asker karılarını evlerinin balkonlarında kurşunlayanların sınırda kahramanlar gibi karşılandığı ve ayaklarına seyyar mahkemeler gönderildiği; vatan hainliği kanlarına işlemiş olan ve CIA’dan maaş aldıkları artık ayan beyan ortada olan kimi libofaşistlerle her türlü ahlâksız ilişkinin kurulmasında hiçbir sakınca görmeyenlerin Ülkeyi böylesine karanlık bir ortama sürüklediği; adına “açılım” gibi garabet bir isim takılan kimi uygulamalar sonucunda Türk’ün de Kürt’ün de Cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş ölçüde mutsuz ve güvensiz hale getirildiği bir dönemde tek dertleri daha da muktedirleşerek zenginleşmek ve bunu önleyebilecek muhalifleri üzerinde baskı kurmak olanların demokratik bir Anayasa yapabileceklerine inanmak, biraz abartılı bir saflık gibi geliyor bana.

82 Anayasası hiç kuşkusuz antidemokratik kimi unsurları içeriyor; tamam da, bundan kurtulmanın yolu çok daha antidemokratik bir Anayasa yapmak olabilir mi!

Allah, Müslümanların önüne çok ciddi bir imtihan fırsatı çıkardı gibi geliyor bana; bu imtihanda başarılı olup bu garabet refarandumda “hayır” oyu kullanarak Türkiye’yi koyu karanlık bir akibetten kurtarmak yine onlara düşüyor bence. Bu Anayasa değişikliğini reddederek AKP’yi uyarmak, esas olarak bu partiye oy vermiş olan Müslümanların görevidir.

Kuran diyalektiğini biraz olsun anlayabilmiş olanlar, adaletin olmadığı yerden zulmün kaçınılmaz olacağını mutlaka bilirler.

Yarın zalim bir parti iktidara geldiğinde halka zulmetmeye başlarsa ve bu iktidarı denetleyecek olan Anayasa Mahkemesi üyelerini de aynı iktidar atayacak olursa ortaya çıkabilecek kaosu nasıl önleyebileceksiniz?

Tükiye’yi “Hitler mi, askeri darbe mi?” ikilemine götürebilecek bu Anayasa değişikliğinde “hayır” oyu kullanmak sanırım herkesin hayrına bir karar olacaktır.

Hukuksal kimi ayrıntılarla halkın kafasını karıştırma peşinde olanların bu tuzaklarına düşmemek gerekir gibi geliyor bana.

82 Anayasası kuşkusuz kötü bir Anayasa; ama orasından burasından didiklenmiş, yamalı bohçaya çevrilmiş, sağına soluna pusular kurulmuş bu yenisi ondan çok daha kötü olacak…

Çünkü ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz!..

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerek…

Hukuksal ayrıntıya gereğinden fazla girenleri eleştirdiğim için, ben de aynı hatayı tekrar etmeyeceğim; bu çalışmada size sadece değişikliği içeren metnin ilk maddesini, birinci maddesini sunacağım; bakın bu zehirli yemeğin üzerine nasıl bir sos dökülüyor:

“1. Madde:
Çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunması gerekenler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.”

Allahaşkınıza, bugüne kadar bu yönde atılan hangi adım, alınan hangi tedbir bu nedenle eleştirildi veya buna ilişkin hangi kararın yürürlüğü iptal edildi? Böyle garip bir madde uygar bir milletin Anayasasında, değiştirilecek hükümlerin başında yer alabilir mi?!. Böyle şey olur mu?!.

Çocukların, yaşlıların ve engellilerin korunmasına kim hangi nedenle karşı çıkar ki!?. AKP sekiz yıl içinde buna ilişkin bir kanun çıkardı da bu kanun Anayasa Mahkemesi’nden mi döndü yani?!.

Zehirli yemeğin üzerine dökülmek için hazırlandığı hemen belli olan tatlı sosu görüyor musunuz!

Sonuçta, su yine mecrasını bulacak; kararı Türk Milleti verecek ve bunun sonuçlarına katlanacak.

Birbirimizi kırmadan, birbirimize hakaret etmeden, dostluklarımızı düşmanlıklara çevirmeden, AKP’nin tabanını oluşturan dostlarımızı bu konuda uyarmak, onların vicdanını harekete geçirmek; bu tip pusuların aslında vatanlarından nefret eden kimi libofaşist unsurlar tarafından Türkiye’nin yanısıra AKP’ye de kurulduğu gerçeğini bu dostlarımıza anlatmak hepimizin görevi olmalı.

Gün, AKP’nin tabanını oluşturan dostları ne yapıp edip kazanma günüdür.

Referanduma sunulacak olan yeni Anayasa değişikliği, 82 darbe Anayasasından çok daha kötü bir Anayasaya neden olacak.

Bundan sonra yeterli çoğunlukla iktidara gelecek olan, hiçbir hukuksal denetime tabi olma zorunluluğunu duymadan, kendi ideolojisi doğrultusunda istediği kanunu Meclisten geçirip yürürlüğe sokabilecek.

Ya zalim biri gelirse?..

Evet; yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerek!

Ne kadar yazık…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder