3 Temmuz 2010 Cumartesi

İnsanı Mahveden On Şey

Araştırmalar, “kötülüğün” kültürel değil insani bir olgu olduğunu gösteriyor. Mağrur Batılı, özellikle “üçüncü dünya ülkeleri” diye isimlendirdiği az gelişmiş ülkelerdeki görece kötülüğü bu ülkelerin kültürüne maletme eğiliminde; ama yukarıda sözü edilen araştırma sonuçları bunun hiç de böyle olmadığını göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Batı’nın riyakârlığını da hem ironik, hem de paradoksal bir biçimde ortaya koyuyor, çünkü bu araştırmaları yapanlar da Batılılar.

Kötülüğü kültür değil “insan” üretiyor; bu nedenle insanın olduğu her yerde kötülük de kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkıyor.

Kötülüğe neden olan şeyleri şöyle bir gözden geçirdiğimizde aşağıdaki gibi bir alfabetik sıralama ile karşılaşıyoruz (alfabetik; çünkü layıkıyla bir sıralama yapmak için uzun boylu araştırma gerekiyor ve bu, bu fakirin boyunu aşıyor):

Acz.
Açgözlülük.
Bencillik.
Cahillik.
İhanet.
Kıskançlık.
Kibir.
Merhametsizlik.
Servet tutkusu.
Tembellik.

Bu fakirin, genel kabulün aksine “insan”ı tek bir fert olarak değil, “tek bir organizma” olarak görme eğiliminde olduğu malumdur; bu nedenle, bu çalışmada tek tek insanlar değil, “insanoğlu” söz konusu edilmektedir.

Kötülüğün ortaya çıkması için, insanoğlunun bizzat kötülük murat etmesi gerekmemektedir. Örneğin “acz”, insanı çoğu kere kötülüğe iten önemi bir “tetik” görevini üstlenebilmektedir. Bir insanı köşeye sıkıştırmak akıllıca bir davranış olmasa gerek; ona bir kaçış yolu, bir pencere, bir koridor bırakmadığınızda içgüdüsel olarak size saldırmak zorunda kalacaktır; ki bu da yine kaçınılmaz olarak tüm insanoğlu ailesine bir “kötülük” olarak geri dönecektir. Aslında bir insanı aciz duruma düşürmek, insanlığa yapılan bir kötülüktür ve bunun tepkisi de çoğu kere kötülük olmak zorundadır.

Açgözlülüğün, insanın fıtratında bulunan, onun genetik yapısına yerleşmiş habis bir ur olduğu düşünülür çoğu kez; ama bunun yetiştirilme meselesi veya içinde bırakıldığı şartların (acz) bir sonucu olduğu düşünülebilir. Örneğin, insan dışındaki memeliler temel ihtiyaçları karşılandığında hiç de böyle davranmamaktadır. İnsanı bu zaafa iten şey belki de “gelecek kaygısı”ndan kaynaklanan bir dürtüdür. Nedeni ne olursae olsun, açgözlülük, kötülüğün başlıca kaynaklarından biridir kuşkusuz.

Bencillik ilk bakışta açgözlülüğün bir türevi gibi görünebilir, ama böyle değildir aslında. Bencil kişi, açgözlü olmadığı halde, kötülüğe neden olan bu davranış bozukuluğunu gösterebilir, çünkü muhtemelen empati yoksunluğu ile malul olduğunu bilmemekte veya bunu kabul etmemektedir. Kötülüğün ortaya çıkışında önemli bir sakatlık olan bu davranış insanoğlunun ciddi hatalarından biridir; çünkü “makul bir gereklilik” yoktur ortada. Belki, bu davranış bozukluğu da yetiştirilme tarzı ile ilgilidir.

Cahillik muhtemelen birçok kötülüğün anası olsa gerektir. Ama yine ironik hatta paradoksal bir biçimde, bu hasletin kişiyi çoğu kere sanal bir mutluluğa götürdüğü pekala ileri sürülebilir. Mesele tek tek fertler bazında ele alındığında cahil birinin masum olduğu sonucuna varılabilir; ama insanlık tek bir organizma gibi düşünüldüğünde bu hiç de böyle değildi. Organizmanın birtakım hücrelerinin özellikle cahil bırakıldığı ve kötülüğün bu cehalete yine özellikle bina edildiği bilinen bir gerçektir.

İhanet fıtri bir davranış değildir ve hiçbir koşul altında mazur gösterilemez. Ne var ki, bu sakatlık insanoğlunun temel kusurlarından biridir. Hz.İsa’yı Romalılar’a satan Yahuda İskaryot ile zirveye çıktığı kabul edilen bu sakatlık, çıkar kaygısı ile iribatlandırılabileceğinden yaratıklar içinde sadece insana özgü bir davranış biçimi olsa gerektir.

Kıskançlık, kölülüğü doğuran temel unsurlardan biridir ve ne yazik ki çok da insani, anlaşılabilir, kabul edilebilir bir davranıştır. Ne var ki, bu, bu sakatlığın kötülük doğurduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Belki yapılması gereken şey, bunun maddi temellerini mümkün olduğu kadar azaltmak olmalıdır.

Kibir, insanoğlunun Yaratılış sahnesine adım attığında karşılaştığı ilk kusurdur ve belki de kusurların en büyüklerinden biri olsa gerektir. Bu sakatlığın insan fıtratında asla yeri olmadığı, özellikle Kuran’dan açık biçimde anlaşılabilmektedir; çünkü bu hatanın ilk kez İblis tarafından işlendiği ve nasıl sonuçlar doğurduğu anılan Kaynakta açık biçimde gösterilmektedir. Bu kusur cahillikle açıklanamayacak bir kusurdur, çünkü özünde aptallıktan kaynaklandığı çok açıktır. İnanılmayacak kadar kısa olan ömrüne, yine bir o kadar inanılmaz kırılgan fiziksel yapısına, hüzün verecek ölçüde kıt potansiyeline ve kaçınılmaz olarak ölümlü bir canlı olmasına rağmen insanın kibre bu denli düşkün olması açıklanması çok zor bir olgudur.

Merhametsizlik, bu fakire göre insanın temel kusurudur. Yukarıda sayılan birtakım sakatlıklarla irtibatlandıralabilecek bir olgu olan kusur, neden olduğu sonuçlar itibariyle başlı başına bir kalem olarak ele alınmayı hak etmektedir. Merhametsizlik asla fıtri bir davranış bozukluğu değildir ve muhtemelen insanın içinde bulunduğu ortam tarafından ruhuna bulaştırılmış bir virüs olsa gerektir.

Servet tutkusu, temel ihtiyaçlarının tedariki ile yetinebileceği ve bu yolla mutlu olabileceği açık olan insanoğlunun temel kusurlarından biridir ve bu kusurun da fıtri olması mümkün değildir; çünkü insanoğlunun pek azının ihtirasını körüklerken tüm insanlık ailesinin mahvına neden olan bu sakatlık muhtemelen insanın içinde bulunduğu ortamdan/sistemden kaynaklanan sanal bir gerekliliktir.

Tembellik, insanın “sonradan” cazibesine kapıldığı bir sakatlık olsa gerektir, çünkü Yaratılış itibariyle insan böyle bir lükse(!) sahip değildir. Avcı-toplayıcı bir geçmişte, böyle bir kusurun nasıl sonlanacağı tahmin edilebilir bir şeydir. Bu kusur, muhtemelen, insan fıtratıyla bağdaşmayan bir düzenin/sistemin sonucu olsa gerektir.

Bilimsel hiçbir değeri olmayan ve bu fakirin kısıtlı gözlemlerine dayandığı için muhtemelen bağrında birçok hatayı barındıran bu naçiz çalışma, her ne kadar inkâr etme eğiliminde olsa da insanoğlunun neden mutsuzluk girdabında debelenip durduğu ve bu girdapta giderek nasıl ivme kazandığı yönünde küçük bir fikir verebilir.

Bugüne kadar yapılanların insanoğlunu böyle bir çıkmaza, kısır döngüye ve kelimenin tam anlamıyla israfa götürdüğü belli olduğuna göre, belki de yapılması gereken şey bugüne kadar yapılmış olanların tersini yapmaktır.

İnsanoğlunun bu gezegende mutlu olması mümkündür.

Yeni bir dünya kurması da…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder