17 Haziran 2010 Perşembe

Tanrı Sabrımı Deniyor

Nasıl olsa bu meczup bakar diye evimin yanına bırakılan 1,5 aylık üç kediye bakıyorum bir aydır. (Diğer canavarlar cabası; onlar kuru mama yiyebiliyorlar; on iki-on üç tane, yeşil yeşil bakıyorlar gözlerimin içine. Beni babaları olarak mı anneleri olarak mı gördüklerini bilmiyorum, ama ebeveyn olarak gördükleri açık.)

Yoruldum, param bitti, vaktim bitti, tükendim…

Dün, aynı yere, yine bu meczup nasıl olsa bakar diye üç yavru daha bırakmışlar; ilk üçünün annesini araba çiğnemişti, bunları annelerinden zorla ayırıp atmışlar oraya sanırım. Sütten başka bir şeye ilgi duymuyorlar henüz. (Anneleri başlarında olsa sorun yok aslında; anneyi beslediniz mi, o da yavrularını besliyor, sorun kalmıyor.)

Site yönetimine gittim, acayip yardımcı oldular: Bunun için kaynak ayıramazlarmış, ama bana üç-dört tane plastik süt kabı verebilirlermiş!

Bir hesap yaptım, sitedeki her aile ayda 25 kuruş verse sorun morun kalmıyor artada; sadece ayda 25 kuruş…

E, bunu da veremiyorlarsa konuşmaya hiç gerek yok; çünkü bu takdirde Allah belamızı vermiş demektir zaten.

Tanrı sabrımı deniyor…

Bugün 34. gün… O iki madencinin cesedi hâlâ göçük altında… İsrail tarafından katledilen dokuz vatandaşımızdan sonra, o üsteğmenin 1.5 aylık eşini de verdik toprağa… Hakkari’de şehit düşen Mehmet Ali Birlik’in cenazesi sırasında, bu kez Şırnak’tan geldi haber: Mayın patlamış; bir asker şehit, üç asker yaralı… Kan durmak, vahşet bitmek, acı tükenmek bilmiyor…

Tanrı sabrımı deniyor…

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) açıkladı dün: İşsizlik % 13.7… 3.4 milyon kişi hâlâ boşta ve 846 bin genç iş bekliyor… Karmaşık mesele, ama “kayıtdışı işsizlik” % 42.1… Resmen cinnet, cinnetin kralı…

Tanrı sabrımı deniyor…

Dün bir arkadaşım aradı. Adam benim yaşımda, yani bir ayağı çukurda artık. Karısını doktora götürecekmiş, üç yüz lira borç istiyor… Bu adam muhasebe müdürü, yıllarca mürekkep yalamış, kanun ezberlemiş, okumaktan gözlerini bozmuş, çalmamış çırpmamış ve bu yaşa kadar namusuyla gelmiş. Bir ayağı çukurda ve istediği borç 300 lira! 150 dolar yani… Neden “bazı pislik herifler” gibi “dolar bazında” konuşuyorum; çünkü bu pislikler, arabalarını park eden çocuğa veriyorlar bu parayı, gösteriş olsun diye…

Tanrı sabrımı deniyor…

Özelleştirmelerden sonra satacak bir şey kalmadı, şimdi ormanları, nehirleri, köprü ve otoyolları nasıl satarız diye hesap yapıyorlar… Müslüman taklidi yapanlar “Beyt-ül Mal”i satılığa çıkardılar; İblis avuçlarını ovuşturup duruyor, sıra bunların ruhlarına geliyor, diye…

Tanrı sabrımı deniyor…

Anayasa Mahkemesi raportörü, “Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar ‘yok’ hükmündedir” diyor; e, o zaman bu mahkemeye ne gerek var?!. Hepimiz silahı takalım belimize, kim daha iyi ateş ediyorsa o “haklı” olsun bitsin, ne uğraşıyoruz ki?!.

Bazı “cinnet” durumları, bu çok bilmişlerin deyimiyle “tolere edilebilir”; ama, hukukun ve halkın cinneti tolere (veya “tolore”, her ne pislikse artık) edilemez. Beklenen nedir; iç savaş mı?!. Ne demek Anayasa Mahkemesi kararını “yok saymak”; faşist sistemlerde bile olmaz böyle bir şey; burası bir kabile topluluğu mu?!.

Örnek gani, yer dar…

Saymakla bitmez…

Tanrı sabrımı deniyor…

Bu kez kararlıyım, yatmayacağım o hastaneye; çünkü vaktim yok, o üç kedi açlıktan ölür yoksa…

Ama bir konuda karar vermek üzereyim.

Tanrı beni daha uzun bir süre denemeye devam ederse, “o rutin geliş gidişler”e son vereceğim artık. Ya yardım eder, ya da ben de bildiğimi okurum.

“Daha da gitmem oraya!”

Hadi son günlerin moda mevzuundan örnek vereyim.

İsrailoğulları geçsin diye denizi yarmıştı ya…

Bu kadar olmasa da, ben de yardım istiyorum arkadaş!

Yoksa…

“Daha da gitmem oraya!”

İnsaf ama…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder