21 Şubat 2010 Pazar

Yaratılandan Nefret Ederim Yaratan'dan Ötürü

“Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü” sözü benim zihnimde hep kekremsi bir yankılanmaya neden olmuş, dalkavukça bazı çağrışımlara yol açmış; bana, aslında bu sözle anlatılmak istenen şey konusunda hiç de samimi olmamanın bir dışavurumu gibi gelmiştir. Hele üstüne basa basa, kelimeler özellikle abartılarak vurgulana vurgulana söylendiğinde…

Yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven, bunu bu şekilde ve böyle abartılı biçimde vurgulayarak belirtme gereğini neden duysun ki…

Yunus Emre bu sözü söylediğinde ilahi aşk yangınında öylesine yanıp küle dönüşmüştü ki, artık “naz makamı”ndan seslendiği için O’nun gibi bakabilmeyi, birtakım şeyleri O’nun gibi değerlendirebilmeyi, Rahman ve Rahim sıfatını sınır seviyesinde içkinleştirmiş biri olarak her şeyi O’nun gözleriyle görebilmeyi başarabilmişti. O, Yunus Emre’ydi. O, başka bir şeydi. Sözün gerçek anlamıyla, o evrensel bir ruhu simgeleyen biriydi. Kesretin cazibesini elinin tersiyle iterek Vahdet’in sonsuzluğunda erimeyi kabullenebilmişti.

Onun bu sözü söylerken samimi olmaya dahi ihtiyacı yoktu, çünkü o, “O Makam”dan konuşuyordu.

Ben hâlâ id’inin dürtüleriyle boğuşmakta olan ortalama biriyim. Bu konuda tevazu göstermeye kalkışmam bile şımarıkça bir kendini beğenmişlik olurdu; bu nedenle, Yaratan’dan ötürü tüm yaratılanları sevebilecek yetenekte olmadığımı rahatça söyleyebilirim.

Benim tarafımdan sevilmeyi hak edebilmen için (egoyu gördünüz mü; “ben”!) bir sürü özelliklere sahip olman gerekir; yok öyle yağma!

Merhametli olacaksın, ki bu gerçekten zor ve zahmetli bir şeydir; fedakârlık, diğergamlık, empati kurabilme, yoksullaşabilme ve yoksunlaşabilme, bir kenara itilmeyi/dışlanmayı göze alabilme gibi kimi hasletleri gerektirir.

Dürüst olacaksın.

Paylaşmayı bileceksin.

Şu, sende tam bir ironiye neden olan o acınası kibrini derhal terk edecek; kendine, “kimsin ki sen be?!.” diye sormayı becerebileceksin.

Canlıları -bu arada insanları tabii- hor görmeyeceksin. Arz’ın sadece sana ait olduğu yönündeki o aptal mı aptal düşünceni derhal terk edeceksin; Arz takvimiyle ta 23 Aralık’ta iki ayağının üzerinde dikilmeyi becerebildiğini kabul edeceksin. Ocak’tan 23 Aralık’a kadar milyonlarca tür geldi geçti; bunun, senden sonra da devam edeceğini bileceksin.

Yoksula, fakir fukaraya, garip gurebaya, yolda kalmışa, ezilip dışlanmışa sahip çıkacak; onların dertlerini kendi derdin gibi algılayacak ve bu yolda harekete geçeceksin.

Emeğin en yüce değer olduğunu kabul edecek, buna göre davranacaksın. Bütün mal ve servetlerde emekçinin hakkı olduğunu koşulsuz kabul edeceksin. (Yok öyle afra tafra; Kitap’a inanıyor musun, inanmıyor musun?!. İnanmıyorsan, bu çalışma sana hitap etmiyor demektir; bunu açıkça söylersen başımın üstünde yerin var zaten.)

Namaz kıl, oruç tut, hacca git, eyvallah; ama diğer tarafa kul hakkıyla gitmemeye özen göstereceksin. “Kul hakkı” nedir diye oturup uzun uzun düşüneceksin.

İnsan olmanın onuruna sahip çıkacak, muktedir karşısında bel büküp gerdan kıvırmayacaksın; daha da önemlisi, eğer muktedirsen, bu yükün ağırlığı altında ezildiğini bana göstereceksin; mimiklerinden, vücut dilinden, hafif mahcup bakışlarından anlayacağım bunu.

İsminin önünde “doktor” ünvanı olmasına rağmen “Evrim mümkün değil, çünkü Allah var!” gibi salakça sözler edip kendini gülünç duruma düşürmeyecek; evrimi yaratanın da Allah olabileceğini hesaba katacaksın. (Evrim Teorisine karşı çıkanları tenzih ederim, ama bunun yolu böyle salakça sözler sarf etmek değil tabii; ne demek, “evrim olamaz, çünkü Allah var”!.. Bu sözleri sarf ederken karalama amacıyla komünizme gönderme yapıyorsun güya, ama Adam Smith’in de Darwin’den etkilendiğini bilmiyorsun veya daha kötüsü bilmezden geliyorsun! Öyle “Allah var!” gibi bel altından vurmalar nasıl da yakışıyor sana, seni kerkenez seni! Sana “Allah yok” diyen mi oldu?!.)

Sevdin mi adam gibi sevecek, seviyormuş gibi yapmayacak, adam gibi sevmenin sonuçlarına katlanarak gereken bedeli ödemekten kaçınmayacaksın.

“Kainat” denen ve dev bir düşünceden ibaret olan o tek bir organizmanın zerre boyutunda ama değerli bir hücresi olduğunu idrak edecek, bunun sorumluluğunu her an hissedecek ve buna göre davranacaksın.

Zalime karşı mücadele edeceksin. “Beni sokmayan yılan bin yaşasın” diyenlerdensen, aslında ne kadar şerefsiz biri olduğunu da bileceksin.

Haine yardakçılık yapmaktansa hain olmayı tercih edeceksin ki göründüğün gibi olduğunu veya olduğun gibi göründüğünü bileceğim.

Din, dil, mezhep, ırk, renk, zengin-fakir, erkek-kadın gibi yapay ayrımlara itibar etmeyecek; canlı-cansız, görebildiğin-göremediğin her şeyin o bütünün bir parçası olduğunu unutmayacak ve buna göre davranacaksın. Bileceksin ki, tek bir hücreye verdiğin zarar, bütün bir organizmaya yönelik bir ihanet demektir.

Sonuçta, -her türlü kusuruna rağmen ve bu kusurlarını bilerek- adam gibi adam olacaksın, en azında böyle olmak için gayret sarf edeceksin, bu gayretini de bana göstereceksin. (Üf ki üf; ego had safhaya çıktı; ulan böyle esip savurmak da bayağı haz vermiyor değil, anadın mı! Muktedirler insana kendini Tanrı gibi hissettiren bu mütehakkim duyguyla nasıl başa çıkabiliyorlar be?!.)

Peki; neden “nefret”?

“Sevmezsen sevme birader, ama neden nefret ediyorsun; üstelik bu nefretini Yaratan’a dayandırıyorsun bir de?!.” diye soracaksın; ki, senden neden nefret ettiğimi öğrenebilesin, bu nefretimi neden Yaratan’a dayandırdığımı da…

Kâinatı tasarlayan Mimar, karşısında bizim hayal gücümüzün dahi zavallı kalacağı bir Eser koymuş ortaya… Sadece Samanyolu Galaksisi’nde 400.000.000.000 yıldız var. Trilyonlarca galaksi ve muhtemelen trilyonlarca yaşam formu… Sadece Arz’da 2.000.000 böcek türü var. Hareketsiz sandığın bu Dünya, uzayda saniyede 30 kilometre hızla yol alıyor ve bunu 4.600.000.000 yıldır yapıyor; ki bu, bu Muhteşem Tasarım’ın yanında esamesi bile okunmayacak küçücük, belli belirsiz bir ayrıntı… Şu anda sen bu çalışmayı okurken muhtemelen milyarlarca süpernova oluşuyor, milyarlarca dünya yok olup yerini başka dünyalara bırakıyor. En yakın yıldızdaki bir canlıya radyo sinyaliyle “n’aber” diye sorsan, “ne olsun” cevabını alman için 52 yıl beklemen gerekiyor… (Saniyede 300.000 km x 60 x 60 x 24 x 365 x 26; hadi çıkabilirsen çık işin içinden; ki, bu, en yakın yıldız.) Bunu nispeten uzak bir yıldızdaki canlıyla denesen, muhtemelen 4-5 milyar yıl beklemen gerekiyor. Limon çekirdeği, kendine uygun ortam sunulup ağaç haline geldiğinde boyunun ne kadar olacağını ve meyvesinin tadının ekşi olması gerektiğini 16.000.000.000 yıldır biliyor; senin yazılı tarihin 8-10 bin yıl öteye ancak giderken, bu bilgi, bu çekirdeği 16 milyar yıl önce “yazılmış”…

Ve sen o esamesi okunmaz, delikli para değerindeki sefil varlığınla bu Kozmik Çark’a çomak sokmaya çalışıyorsun be hey dümbelek!.. (Hani “yıldız kaydı” dediğimiz o ışıma var ya, bir-iki, bilemedin üç saniye sürer; işte senin ömrün de Kozmik takvimle ancak bu ışıma kadar.)

Yaratan seni böyle yaratmadı ki, bu senin haince bencilliğin…

Yaratan seni böyle yaratmadı!..

Sana özgür irade ve seçenekler sundu; nasıl davranacağına bakıyor. (Yunus, 14) Ama sen kibirli davranıyorsun, insanları eziyorsun, onları hor görüyorsun; fakiri fukarayı kollamıyor, haine yardakçılık yaparak zalimlerle dost oluyorsun; sinsi casuslar gibi ayıp arayarak, birilerini çekiştirerek, dedikodu yaparak, zannına kapılıp onu bunu karalayarak ölmüş kardeşinin etini yemek istiyorsun(Hucurat, 12), üstelik bundan tiksinmiyorsun da (aynı ayet); tüm mal ve servetlere hırsla sahip olmak istiyor, kendi sefil çıkarını kardeşlerinin felaketi üzerine bina etmekten kaçınmıyorsun; içine üflenen Nefes’e ihanet ediyor, “inanıyorum” dediğin Kitap ne derse tam tersini yapıyorsun!

Sen zalimsin, seni Yaratan bile sevmiyor (Şûra, 40); ben neden seveyim!..

(Özel not: Çengelköy Ata-2’de oturan melun! O dokuz kedi ve üç köpekten sonra, bu kez de Benek’imi zehirleyerek öldürdün… Daha dokuz aylıktı… Bir gün seni yakalayacağımı biliyorsun. O gün sana “aynen seni gibi” davranmazsam namerdim!)

İblis ne diyordu; “Yemin olsun onları saptıracağım. … Onlara muhakkak emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler!”(Nisa, 119); sen İblis’in oyuncağı olmuşsun, üç kuruşluk menfaatin için insanların arasına kin ve nefret tohumları ekip, insanları zengin ve fakir diye iki sınıfa ayırıp, insanlar arasındaki eşitliği bozup Allah’ın Yaratışını değiştirmeye çalışıyorsun; seni neden sevecekmişim ki!..

Senden, Yaratan’dan ötürü nefret ediyorum; çünkü sen Allah’a düşmanlık ediyorsun ve Yaratıcı seni sevmemi istemiyor, seversem dengemin bozulacağını söylüyor bana (Mümtehine, 1. Ne demek mümtehine? “İmtihan edilen”… İmtihanda neden başarısız olayım ki!)

“Hep Kuran, hep Kuran; biraz da hadis yaz da görelim!” diye yırtınıp duruyorsun ya hani, al sana hadis:

Allah’ın Elçisi ne diyor; “Allah’ın en çok buğz ettiği varlık, imandan sonra küfre girendir.”

Allah’ın Elçisi, “imandan sonra küfre giren” derken birebir seni tarif ediyor; eşkâl tıpatıp aynı!

Peki, “buğz” ne?

Nefret…

Yunus kusura bakmasın.

Ona katılmıyorum.

Şu kısıtlı idrakimle birçok şeyi anlamaktan acizim; sanırım bu nedenle o Yunus, ben ise gariban bir faniyim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder