14 Şubat 2010 Pazar

Tamam, Ben Varım; Hadi Yorganları Paylaşalım !

İktisat profesörü Türk halkının nasıl bir yoksulluk cenderesinde sıkışıp kaldığını anlattığı konuşmasında, ödenmeyen çeklerden, protesto olan senetlerden, %500 artan hacizlerden, Türkiye’nin dış borcunun tüm Cumhuriyet dönemine kıyasla %190 artmasından, cinnet boyutlarındaki işsizlikten, fakir fukaradan falan bahsedip, cümle arasında kredi kartı mağdurlarından da söz edince, kendisine liberal süsü veren demokrat(!) golü atıveriyor hemen:

“Benim kredi kartım yok, ben ayağımı yorganıma göre uzatıyorum!”

Dini, milliyeti, siyasi görüşü, dünya algılamasını falan boşverin; günümüz insanının temel sorunu bu işte…

Bencil, dolayısıyla merhametsiz…

Senin yorganın dört metre; ayağını uzatabildiğin kadar uzat gitsin!

Peki, yorganı kısa olanlar veya hiç olmayanlar?

Aslında bir hayli zeki ve donanımlı biri; ama içine yuvarlandığı ihanet çukuru o denli derin ve o denli karanlık ki, ne kadar büyük bir insafsızlık yaptığını/o golü nasıl da kendi kalesine attığını idrak dahi edemiyor…

“Ben AKP’y oy verdim; oy verdiğim partiyi korumak benim görevim.” diyor; yorganı kısa gelen ya da hiç olmayanların yarısının da AKP’ye oy verdiğini ve son yedi yıldır ülkeyi yönetenin bu parti olduğunu unutarak.

Zeki ve yetenekli biri; iktisat profesörü hoca gibi o da üniversitede ders veriyor, gazetede yazı yazıyor, konferanslar verip, kitaplar yazıyor; kaba bir hesapla yorganı gerçekten ayağından kat kat uzun; Allah daha da artırsın, gerine gerine uyusun gitsin!

Peki, ya vicdan?

Merhamet?

O çok değer veriyormuş göründüğün “insan hakları”?

İşte, “yandaş medya” denilen şey bu!

Aslında iktisat profesörü Osman Altuğ’un da yorganı uzun; o neden gönül rahatlığı içinde ayağını uzatıp, yoksulu moksulu dert etmeden mışıl mışıl uyumuyor da böyle yakınıp, feryat edip duruyor?

Aydın olma sorumluluğu ve vicdan burada devreye giriyor işte.

İkisi de aydın, ikisi de öğretim üyesi; ama biri vicdanlı bir aydın, diğeri yandaş medyacı.

Mesele bu işte…

(Ne yorganı uzunlar gördüm; bu “yandaş” gibi kin kusacaklarına, hepsi insan kardeşlerinin yoksulluğunu gördükçe ızdırapla içini çekiyor.)

Bu, bunlara özgü bir şey değil, daha önce de benzer şeyler vardı. Sistem, yandaş üretmekte çok yetenekli; tek fark, şimdikilerin çok daha becerikli olması.

Şu parti, bu parti önemli değil.

Hepsi aynı!

Yorganı yedi ceddine yetecek kadar uzun olanlar, yorganı nispeten uzun olan vicdansızların bu yorganlarını biraz daha uzatmak suretiyle, bu merhametsizleri yorganı kısa olanlara veya hiç olmayanlara saldırtıyorlar.

İnsanı kahreden bu işte!

İnsan, insanı, insana karşı saldırtıyor…

Üzerinde rahatça oynanabilen birtakım karmaşık ekonomik göstergelerin canı cehenneme; ufak bir azınlık dışında, ülkenin yarısı sefalet içinde, kalanların büyük çoğunluğu asgari yaşam seviyesinin de altında…

Bunların hepsinin ayakları mı çok uzun; yorgan bu nedenle mi kısa kalıyor?!.

(“Açlık sınırı/asgari yaşam seviyesi” gibi insana yakışmayan sözlerin teknolojinin ulaştığı, üretimin adeta sınırsız seviyeye geldiği şu günlerde hâlâ kullanılabiliyor olması kimbilir Allah’ı nasıl öfkelendiriyordur; vallahi billahi yandık biz, hepimiz!..)

Bunun tüm sorumluluğunu AKP’ye atmak tabii ki doğru değil, bu ötedenberi böyle; sadece, bu iktidar döneminde yoksulluk ve yolsuzluk had safhaya çıktı, o kadar.

(Milli gelirimiz belli; peki, dolar milyarderi sayısının 7’den 27’ye çıkması size ne ifade ediyor?)

Önemli olan şu: AKP’nin de onlardan farkı yokmuş!

Din iman, fakir fukara, garip gureba söylemleri, adalet nutukları palavraymış!

Gerçekten gömlek değiştirmişler ve Kitap o gömleğin cebinde kalmış.

(Hâlâ o gömleği giymekte olanlar, “Başörtülüler artık ikiye ayrılıyor; cipli başörtülüler, akbilli başörtülüler!” diye konuştuklarına göre, Kitap’ı gerçekten hâlâ okuyor olsalar gerek; çünkü Kitap da aynısını söylüyor. Ayrıca onlar milliciydiler, emperyalizme karşıydılar; Allah var!)

Tüm halkımız gibi mütedeyyin kesim de uzun yıllardır sefalet çekiyordu, şimdi daha da çok çekiyor ve iktidar savunucularının yorganları artık çok daha uzun… Muktedirler ve onların sadık savunucuları ayaklarını artık çok daha rahatça uzatabiliyorlar…

(Muktedirlerin nitelik değiştirmesi, iktisat teorilerinin söylemiyle “sermayenin yeniden dağılımı” başka bir şey; onu bir başka çalışmada irdeleriz; 6-7 yıldır “nasıl dağıldığı”nı da…)

Ama beni en çok hüzünlendiren şey “sefalet”ten ne anlaşıldığı…

Kendi yorganları uzun ya, bunlara göre, her gün iyi kötü yemek yiyebilen biri sefalet içinde sayılmıyor…

En mütevazısından hareket edersek; insan evine güzel eşyalar almak, kışın doğalgazını yeteri kadar kullanmak, sobasını yakmak, sabah kalkıp işine gitmek, hastalandığında iyi bir doktora adam gibi muayane olmak, çoluk çocuğuna bir lokantada güzel bir yemek yedirmek, onlara yeni elbiseler almak, hep beraber sinemaya-tiyatroya gitmek, çocuğunu -mecburen- özel okulda okutmak veya yaz geldiğinde şöyle ailece 10-15 gün bir tatil yapmak istemez mi?

Hop!

Ayağını yorganına göre uzat bakayım!

Geçen gün size anlattım; emekli maaşı 460 lira olan ve faturasını ödeyemediği için doğalgaz vanasını iptal ettiren o yaşlı kadın “Günün yirmi dört saati üşüyorum, ızdırap çekiyorum evladım.” diye ağlıyordu, küçücük odasının soğuk duvarları arasında…

Annen yaşındaki o yoksul yaşlı kadın her saniye üşüdüğü için ağlıyordu ulan!..

Daha ne yorganından söz ediyorsun merhametsiz!..

Bak, bizim gazetede bugün bir haber var; son bir yıl içinde ete % 60, süte % 40, zeytinyağına % 46, sıvıyağa % 38 zam gelmiş (kontrol etmek için yazıyı kesip skyturk.net’e bir kez daha girdim; bir sürü dümen dönmüş, işin içinde başka birtakım hinoğluhinlikler varmış, ama rakamlar doğru, fiyatlar gerçekten bu kadar artmış); hadi ayağını uzat da göreyim seni!

(Dünya Tarım Ve Gıda Örgütü, Dünyada 1.020.000.000 insanın aç olduğunu tespit etmiş! Başta bu yandaş ve kader arkadaşları olmak üzere hepimize yuh olsun! Size, ona, bana… Kardeşlerimiz açlıktan ölüyor; biz Ankara’da, ilk öğretim çocuklarnının bile bu kadar kötüsünü sahneleyemeyeceği suikast müsamereleriyle mastürbasyon yapıyoruz! Sonra da Cuma namazı; öyle mi?!. “Rezzak” içini çok kötü biçimde çekiyor, bir kez daha uyarayım herkesi!)

Eğer bu “ayağı yorgana göre uzatmak” herkes içinse ben varım; yorganları paylaşalım mı?

Et, süt, yumurta sana mübah; sıra halka geldi mi, “Hop! Ayak?!.”

Neyse… Bunlar her devirde pıtrak gibi biten ve miadı dolduğunda bir kenara fırlatılıp atılan uzun yorganlı süprüntü tipler, üzerlerinde daha fazla durmaya gerek yok! (Bazıları her devrin adamı, onların raf ömrü uzun; bu garibim henüz acemi, hemen prangalıyor kendini.)

Ben esas AKP’li dostlara güceniyorum.

Dini, imanı ağzından düşürmüyorsunuz, ama Kitap ne derse tersini yapıyorsunuz…

(Sahi be dostlar, n’oldu o Cuma çıkışlarında “şeytan A.B.D.”yi telin mitingleri; şeytan, şeytanlığından vaz mı geçti, yoksa “vazgeçen” siz mi oldunuz? Neden veya ne’den vazgeçtiniz? Neden Gazze için “one minut” da, 1.5 milyon Müslüman kanının Amerikalı caniler tarafından oluk gibi akıtıldığı Irak için “forever”?.. Bak bak bak, golcü hazır bekliyor; ayarlanmış yan hakem bayrak kaldırmadığı için pozisyona girdi ya, “Ne o; Gazze için “one minut”a karşı mısın?” diye yılıklaşmak üzere… İşi gücü, “Irak için forever”ı unutturmak.)

Sevgili AKP’li dostlar…

Bu dünyada yorganını uzatmak için fakir fukaraya böylesine saldırarak zalimleşenler için ne düşünüyorsunuz; öteki taraftaki uzun yorgan nedeniyle üzülecekler midir sizce?

Unuttunuz biliyorum; 6-7 yıldır süren şu psikojenik amnezinizi bırakın da açıp okuyarak hatırlayın biraz…

Ayıp oluyor…

Günah oluyor…

A’raf 41 ne diyor mesela?..



Not 1: “Yorgan”, Kuran’da bir kez geçiyor; A’raf 41’de, mealen şöyle:

Onlara bir cehennem döşeği ile üzerlerini örtecek bir cehennem yorganı verilir. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.”

Bana öyle geliyor ki, burada “uzun yorgan” için fakir fukaraya saldırarak zalimleşenler, “orada” çok rahat edecekler(!); çünkü yukarıdaki ürpertici ayete bakılırsa, “orada” yorganları yeteri kadar uzun olacak! Orada uzun bir süre hiç üşümeyecekler!..

Not 2: “Psikojenik amnezi”, bilincin/insan ruhunun savunma mekanizmalarından biriymiş. İnsan, bazen, kendisine acı verecek anıları bilerek/isteyerek unutabiliyor, bilincinin derinliklerinde bir yere hapsediyor ve böylece rahatlayabiliyormuş. Ama, hekimlerin söylediğine göre, bu “amnezi” bir gün, bir şekilde ortaya çıkabilir ve o kişiyi ciddi biçimde rahatsız etmeye tekrar başlayabilirmiş. Hekimler bunun “an meselesi” olduğunu da ilave ediyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder