11 Eylül 2009 Cuma

Bugün Allah'a borç verdiniz mi?

Bu soruyu kendimize her gün sormalıyız; bugün Allah’a borç verdik mi?

Borcun ne olduğu size kalmış, temel mesele bugün bu konuda bir şeyler yaptınız mı?..

Allah’a borç vermek de neymiş, diye uzun uzun düşünmeyin ve bu soruyu sakın ola ki bir ilahiyatçıya sorup aklınızın-vicdanınızın karmakarışık olmasına meydan vermeyin.

Allah sizden bir borç istiyor ve borcun ne olduğu hususunda sizi vicdanınızla başbaşa bırakıyor.

Zekat, infak, sadaka, fitre…

Bunlar bilinen şeyler, ben bunlardan söz etmiyorum. Bunları zaten yapmak zorundasınız, çünkü bu konuda yüzlerce ayetle görevlendirilmişsiniz zaten.

Benim söylemek istediğim başka bir şey…

Hani vicdan dediğimiz şu iç ses var ya, ben ondan söz ediyorum işte! Bu iç ses size ne diyor, mesele bu…

Hadid Suresi’nin 11. ayeti, Bakara Suresi’nin 245. ayeti ve Teğabün Suresi’nin 17. ayeti, Allah’a güzel bir borç vermemiz gerektiğini söylüyor.

Güzel bir borç…

Bana güvenin; bu konuda uzun uzadıya tarifler yok Kuran’da… Bu mesele, hani şu vicdan diye isimlendirdiğimiz o “iç ses”e bırakılmış. O iç ses size ne diyor; mesele bundan ibaret. (O iç ses Kuran’da yüzlerce ayette motive ediliyor tabii; bu başka bir şey.)

O “iç ses” içinizde bir yerlerde size bir şeyler fısıldayıp duruyor; çünkü yaratılışınız esnasında bizzat Yaratıcı tarafından içinize üflenmiş zaten. Bu nefesle bir parça O olmuşsunuz, önemli olan bunun farkına varmak. Herkes az veya çok, bir parça O!..

Ve bu “borç vermek” meselesinin hareket noktası tabiidir ki merhamet!

Çünkü içinize üflenen şey bizatihi bu zaten, içinize üflenen şey merhametin ta kendisi. Yaşam biçiminiz, yetiştiriliş şekliniz, içinde yaşamak zorunda kaldığınız ekonomik sistem, yerleşik gelenekler, ekonomik durumunuz, çalışma koşullarınız, çevreden aldığınız olumsuz enerjiler, sürekli aldatılıyor olmanın benliğinize yüklediği paranoya derecesindeki kuşkuculuk, günlük koşuşturma içindeki anlamsız zamansızlık, geçim derdinin benliğinize sokuşturup durduğu o her şeyden herkesten nefret etme hissi… Bunlar, içinize üflenen o İlahi Nefes’le size armağan edilen merhamet denilen bu hasletin körelmesine neden olan şeyler. Bunlar yüzünden içinizdeki hazinenin farkına varamıyor olabilirsiniz.

Sahtekâr dindarlar, alçak mı alçak politikcılar, ruhunu İblis’e kiralamış yazarlar, gözü paradan puldan başka bir şey görmeyen zavallılar, yetiştirilme tarzları nedeniyle bizimkine benzer kıyafetler içinde sağda solda dolaşan öküzler, aslında aşağılık komplekslerinden kaynaklanan kibirleri nedeniyle ortalıkta tanrı gibi dolaşıp onun bunun moralini bozmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan sersemler, bencillikleri nedeniyle içlerindeki bu olağanüstü gücü egolarının derinliklerine hapsetmiş olan zavallılar, acınası cahillikleri nedeniyle insan olma vasfını bile taşımayı hak etmeyen kimi bahtsızlar sizin moralinizi bozup bu muhteşem imkândan yararlanma şansınızı elinizden almasınlar.

Buna izin vermeyin.

Siz bir parça O’sunuz; bunu unutmayın!..

Her gün, ama her gün bu soruyu kendinize mutlaka sorun: Bugün aslıma borç verebildim mi?..

Çöp tenekesinin yanına hayvanlar için bırakılan bir kap su, ezik birinin elini içtenlikle sıkarak ona insan olduğunu hatırlatma, sıkkın birine samimi bir gülümseme, karşılaştığınız birine küçük bir iltifat, saksıda kurumakta olan çiçeğe bir avuç su, ters dönmüş bir kaplumbağayı düzeltmek…

Tek bir şart var tabii, bunu unutmamak gerek…

Samimiyet…

Birisi sizi takdir etsin diye değil, içinizden öyle geldiği için…

Kendinizi biraz daha güçlü hissediyorsanız fakire fukaraya yardım mesela; yine kimseye belli etmeden, kimseden takdir beklemeden, içinizden geldiği için…

Daha güçlüyseniz zalime marşı mücadele mesela…

Hiç çekinmeden, hiç korkmadan mücadele…

Zalim kimse ve o iç ses “mücadeleyi” nasıl tarif ediyorsa. (Örneğin bana Amerikan askerleri hakkında o iç ses tarafından yapılan mücadele tarifini burada yazsam, savcılar beni yarın hapise atarlar; her şeyi herkese söylemek de gerekmiyor yani…)

Zalim kim, sorusuna hiç girmemek gerekiyor; çünkü bu konuda o kadar çok şey yazılıp çizilebilir ki, mesele bir anda gevşeyip dağılır gider.

O iç ses ne diyor…

Mesele bu işte; o iç ses ne diyor…

Allah’a borç verirken düşünmemiz gereken en önemli husus şu:

İnsan yaratılmışların en şereflilerinden ve Arz, yani içinde yaşamakta olduğumuz şu yerküre bu insana emanet edilmiş. İnsanıyla, hayvanıyla, doğasıyla, bizim cansız zannettiğimiz taşıyla toprağıyla…

Allah’ın bir diğer Kitabı olan “Doğa Kanunları/Tabiat Kitabı” öylesine düzenlenmiş ki, bu kanunu okumasını bilenler “Her şeyin herkesin olduğu”nu açıkça görebiliyorlar.

Her şey herkesin…

Temel kural bu!.. (Bu Kuransal bir tespittir; bu kısa açıklamada bunu etraflıca açıklamak mümkün değildir, ama bana inanın, böyledir bu.)

Her şey herkesindir ve bu herkesin bu her şeyden yararlanma hakkı vardır, üstelik eşit biçimde yararlanma hakkı vardır. (Bu da Kuransal bir tespittir.)

O halde, yaratılmışların en şereflilerinden olan İnsanoğlu, bu düstur çerçevesinde herkesi her şeyden eşit biçimde yararlandırmakla görevlidir; ve işte Allah’ın bizden istediği borç, bu mükellefiyetin yerine getirilmesi konusundaki çabalarımızdır.

Söz gelimi, Yaratıcı’nın isimlerinden biri “Rezzak”tır. Rezzak, “yarattıklarının rızkını tam olarak veren” anlamındadır; ama birtakım “deneme” koşulları nedeniyle bu isim, sıfata dönüşememektedir artık. Dünyada iki milyar insan açlıkla boğuşmaktadır, her yıl üç yüz milyon kişi açlıktan ölmektedir, benim kişisel takıntım olarak kabul edilebilecek olan sokak hayvanları açlığın pençesinde kıvranmaktadır vs…

Allah Rezzaklıktan vaz mı geçmiştir yani?!.

Allah yarattıklarının rızkını doğru dürüst vermeyi beceremiyor mu yani?!.

Demek ki ortada bir sorun var ve bu sorun hiç kuşkusuz “yaratılmışların en şereflilerinden olan”dan kaynaklanıyor.

Çok basit bir örnek: Afrikada her yıl milyonlarca kişi açlıktan ölürken, Amerikan hükümeti çiftçilerinin buğday üretmesini engellemek için olmadık teşviklere başvuruyor, çünkü ürün fazlası var ve bu fazlalık ürün fiyatının düşmesine, borsanın şaşmasına neden oluyor.

Şaka gibi değil mi?!.

Yani Rezzak yaratıklarının rızkını bol bol veriyor, ama bu uygun bir şekilde dağıtılmadığı için bir yerde açlık hüküm sürerken, bir diğer yerde “obezite” en büyük sorunlardan biri olabiliyor.

Aslında yapılması gereken Amerika Birleşik Devletlerini işgal edip bu ürün fazlasını Afrika’ya göndermek, ama insanlara şu anda şaka gibi gelen bu gereklilik ne yazık ki yerine getirilemeyecek kadar zor tabii.

Buradan çıkan anlam, Allah’a en fazla borç vermesi gerekenlerin gelişmiş ülkelerde yaşayanlar olduğu gerçeği; bunu anlarlar anlamazlar-yaparlar yapmazlar, bu başka bir mesele; ama gerçek bu…

Rızık meselesi sadece örneklerden biriydi.

Bir diğer örnek “onur” meselesi mesela…

Her canlı onurlu bir yaşamı hak ediyor, çünkü yaratılışı gereği bu onura layık zaten.

Mesela bu konuda Allah’a nasıl da borç verilebilir, ne kadar çok borç verilebilir…

Çok basit bir örnek olarak, hayvanat bahçeleri bu onursuzluğun en açık sergilendiği alanlardan biridir. Her yıl yedi-sekiz bin kilometre yol katedip uçsuz bucaksız savanlarda yaşama onuruyla donatılmış bir hayvanı siz alın on beş metrekarelik bir kafese hapsedin! Olacak iş mi bu!.. (Üstelik bir de farklı çevresel koşullara katlanabilme meselesi var; o hayvan bu çevre koşullarına göre yarıtılmamış ki!)

Hayvanat bahçelerinin kapatılması için yapılabilcek her türlü hareket Allah’a verilmiş güzel bir borçtur. (Örneklere takılmayalım, sadece örnek olarak kabul edelim ve bu örnekleri kendi iç sesimize göre çeşitlendirelim.)

İnsana dönecek olursak…

Ayda 500-600 lira kazanan ve ailesini bu parayla geçindirmek zorunda kalan birinin onurlu yaşadığı söylenebilir mi?

Peki, bu adam için Allah’a nasıl bir borç verilebilir?

Çok basit!

Bu adamı onurlu bir biçimde yaşatma sözü veren bir hükümeti iş başına getirerek… Olmadı değiştirerek… Yine olmadı, tekrar değiştirerek… Doğrusunu bulana kadar…

Evet, bu zor bir şeydir, ama imkânsız bir şey değildir.

Şu anda hissedebiliyorum, bazılarınız “Başladı yine Allahsız komünist!” diye söylenip duruyorsunuz; ama ne yaparsınız ki gerçek, en azından benim gerçeğim bu!..

Ne yani, bir devlet memuru ayda ortalama 1.000 TL ile geçinmek zorunda kalırken, yaşamı onu bunu sömürmek üzerine bina edilmiş olan kalleş kodomanın 70-80 milyon liralık yatta gezmesi karşısında sessiz mi durmalıydım yani?!.
Konu dağıldı, biz yine esas meselemize dönelim.

Hadi kendinize bir sorun…

Bugün Allah’a güzel bir borç verdiniz mi?..

Hiçbir şey yapmadıysanız bile, statü olarak sizden düşük birinin gözlerinin içine bakarak hatırını da mı sormadınız yani?.. (“Statü olarak düşük” ne ayıp bir şey değil mi?!.)

Birini onurlandırmak bu kadar mı zor gerçekten sevgili dostlarım?!.

Hadi, kımıldayalım, Yaratıcı bizden borç bekliyor…

Hiçbir şey yapamıyorsak, o güzel saçlı kıza söyleyelim de masasının üzerindeki o küçücük fanusta çaresizce dönüp durmakta olan o kırmızı balığı en yakın nehire veya göle götürüp serbest bıraksın; hayvan işkence çekiyor, görmüyor musunuz?..

Unutmadan…

O veya bu nedenle oruç tutamayanlar…

Her gün için bir fakiri doyurmak gerekiyor, biliyorsunuz…

Hadi bakalım…

Son olarak…

Benim kadar yoksul olup da, infak edecek hiçbir şeyi olmayanlar…

Morali bozuk birinin sırtına konulacak samimi bir el, samimi bir dokunuş, samimi bir gülümseme…

Bu da borç unutmayın…

O sinek o çamurlu suda neden debelenip duruyor, kurtulamıyor mu yoksa?..

4 yorum:

  1. Bu söylediklerini borç vermek olarakmı adlandırmalıyız?
    Yoksa borç ödemek olarakmı?
    Biraz kafam karıştı...
    Borç vermek olarak adlandırırsam sanki verdiklerimi belli bir süre sonra geri alacakmışım gibi değerlendiriyorum,oysaki biz zaten bu yapacaklarımızın bedelini peşinen can ve beden olarak almadıkmı?
    S.Özcan

    YanıtlaSil
  2. "İnsanoğlunun herkesi her şeyden eşit biçimde yararlandırma görevi" geri almak üzere verilen borç sa geri alınan da vicdan rahatlığı olmalı diye düşünüyorum.
    Sayın Yunak'tan açıklama gelmeden önce diğer okurlar ne olarak düşündüler merak ettim.
    Z. Bakoğlu

    YanıtlaSil
  3. Sayın S.Özcan,

    Kuran’da sözünü ettiğim ayetlerin devamında, bu borçların karşılığının bir gün misliyle alınacağı da yazıyor; ama sizin yorumunuz da gerçekten çok düşündürücü…

    Tanrı katında zaman olmadığı için belki de sonsuz haklısınız.

    Hatta ayetleri bu şekilde düşünmek belki daha da işlevsel: Madem bir beden ve bir ruhla ödüllendirilerek aslında -belki- cennetin de cehennemin de burada yaşandığı bir ortamda, belki de borçlu olarak doğuyoruz ve bu borcumuzu bir şekilde ödememiz gerekiyor.

    Önemli olan, her zaman üzerinde durduğumuz gibi, bu konular üzerinde derin derin düşünmemiz…

    Aslında “ölmeden önce ölünüz”ü de işin içine kattığımızda her şey daha da bir anlama bürünüyor.

    Bu arada, borç verme işlemi bugün nasıl gidiyor?

    Selamlar.

    Yılmaz Yunak

    YanıtlaSil
  4. Ben hayvan barınağına mama gönderdim babacım :) Çok güzel bir konuya değinmişsin, ellerine sağlık... Sevgiler, YY

    YanıtlaSil