17 Kasım 2009 Salı

Kabadayı

Delikanlılığa geçiş yıllarımızda vermemiz gereken en önemli sınav kabadayılık ölçütlerinde mahcup olmamaktı.

Kolay değildi aslında.

Hiç kolay değildi, ama başka çare de yoktu.

Gözünü budaktan sakınmayacaktın; korkmayacak, korksan bile belli etmeyecektin; -başkalarına zarar vermemek kaydıyla- yasakları çiğneme hususunda yeterli cesareti gösterebilecektin; gerektiğinde üç-beş kişinin arasına dalıp kafanın gözünün yarılmasına razı olacaktın; yürüyüşünle, ses tonunla, mimik ve davranışlarınla en azından kabadayı adayı olduğunu açıkça ilan edecektin; kötü bir örnek tabii de, -o günkü koşulların dayatmasıyla- sigara, içki ve esrar içecektin… (Örneğin, benim yetiştiğim Harem’de, henüz çocukluk aşamasında temel şartlardan biri, Harem-Salacak seferini yapan vapurun tepesindeki bacanın yanından, kaptanın ve çımacının tüm engelleme çabalarına rağmen arkadaki pervanenin püskürttüğü sulara atlamaktı. Bu son derece tehlikeli sınavı geçemeyenler bırakın kabadayılığa aday olmayı, erkek bile sayılmazlardı. Biz bu sınavdan alnımızın akıyla çıktığımızda henüz sekiz-dokuz yaşlarındaydık.)

Ama bunlar işin şekil şartlarıydı ve önemlilik sıralamasında özden sonra gelen niteliklerdi.

Öz bambaşka bir şeydi, bambaşka bir şey…

Adil olacaktın. (Örneğin, kavgada yere düşen rakibine asla vurmayacak, hele yerdeki rakibine karşı tekmeni asla kullanmayacaktın. Pes ettiğini mimik ve tavırlarıyla ortaya koyan rakibine saygılı davranacak, gerekirse yaralarını sarması için ona yardımcı olacaktın.)

Mazlum birine asla ilişmeyecektin. (Kendinden küçükler, güçsüzler, yetiştirilme tarzları dolayısıyla yeterli cesareti göstermekten mahrum olanlar vb.)

Mahallenin namusu konusunda çok hassas olacaktın.

Kimsenin karısına-kızına yan gözle bakmayacaktın.

Vatanını, milletini, bayrağını, dinini, Mustafa Kemal’ini, fakiri-fukarayı koruma azmini; kısaca Türk Milletini Türk Milleti yapan ahlâki değerleri savunacak, bu yolda gerekirse canını vermekten bile kaçınmayacağını açıkça ilan edecektin. (Çok sonraları komünistler ve ülkücüler diye ikiye ayrılacak, ama -birtakım istisnalar dışında- doğru veya yanlış, mücadelemize bir üst boyutta devam edecektik. Kimimiz Amerikan 6.Filosunu Dolmabahçe kıyılarında sulara gömerken, kimimiz de Sovyetler Birliği’ne karşı kelle koltukta mücadele edecektik. Birbirimizi öldürmek gibi vahim hatalar dahil, bir sürü hatalar yapacaktık tabii, bir sürü hatalar; ama bu hatalar, hiçbir zaman kişisel çıkar peşinde koşmamız biçiminde meydana gelmeyecekti, her şeyi Vatan ve Millet için yaptığımız yönündeki sübjektif doğrularımızdan hiç ödün vermeyecektik. Sözgelimi, bu çabalar sonucunda zengin olan, kişisel çıkar sağlayan tek bir komünist veya tek bir ülkücü gösteremezdiniz. Kirlilik ve çürüme, Özal’la başlayacaktı.)

Hırsızlık yapmayacak, yapana göz yummayacaktın.

Yaşlılara gereken saygıyı gösterme hususunda dikkatli olacaktın.

Dedim ya; öz bambaşka bir şeydi, bambaşka bir şey…

Mert olacaktın ciğerim, mert olacaktın!..

Mert olacaktın!..

Kafayı çekip geceyarısı “Heyt, var mı ulan bana yan bakan!?.” diye nârâ atan arkadaşlarımız bile mahalleli tarafından sempatiyle karşılanırdı; çünkü mahalleli bilirdi ki, bu nârâ atan genç aslında bunu kimseye bir hakaret kastıyla yapmıyor, delikanlılığın adrenaliyle vecd içinde kabadayılık müessesesine ilanı aşk edip duruyordu.

Bizim lügatimizde kabadayılık böyle bir şeydi işte.

Şimdilerde her şey gibi, kabadayılık da değişti.

Çürüdü…

Yozlaştı…

Çirkinleşmekle kalmadı, iğrençleşti üstelik!..

İğrençleşti!..

Şimdilerde kabadayılığı delikanlılar değil, bu aşamayı çoktan geride bırakmış olan sözde erkekler ve sözde kadınlar yapıyorlar; ama eski kabadayılık ölçütlerine zerre kadar saygıları yok.


Adil değiller…

Mazlumlara saldırmakta en ufak bir beis görmüyorlar…

Mahallenin namusunu bırakın korumayı, ellerinden gelen her türlü namussuzlukları göstermek için birbirleriyle yarışıyorlar. (Türkler Ermenileri kesti diyorlar, Kıbrıs’ı verelim artık diyorlar, Mustafa Kemal’i ve onun ilke ve devrimlerini işlevsiz kılmak için her türlü fesadı gösteriyorlar, stratejik olsun olmasın Kamu kuruluşlarını emperyalizme teslim etmek için fikirler üretiyorlar, eline Türk Bayrağı alan herkesi Ergenekoncu ilan etmekten geri durmuyorlar, Andımızdan nefret ettiklerini saklamak gayretinde bile bulunmuyorlar, “Türk” sözcüğüne duydukları kini haykırmak için hiçbir fırsatı heba etmiyorlar, iktisadi liberalizm denen alçak sistemin fakiri daha fakir yaptığını görmekten marazi bir zevk alıyorlar; çünkü bundan çıkar sağlıyorlar.)

Ülkenin namuslu kadınlarını kızlarını tahrik etmekten asla çekinmiyorlar…

Vatan, Millet, Bayrak, Din gibi bir kaygıları yok!.. Hatta tam tersine, bu yüce duyguları törpülemek, mümkünse zihinlerden silip atmak için delicesine yarışıyorlar…

Hırsızlık yapıyorlar, yapana göz yumuyorlar…


Yaşlılara saygı göstermemek hususunda alabildiğine rezilleşmeyi hüner addediyorlar. (Yaşı seksene dayanmış değerli vatan evlatlarının, yaşlılığın verdiği türlü hastalıklar ve yoksunluklara rağmen, kuru bir sandalye üzerinde, aç-susuz-ilaçsız yetmiş iki saat sorgulanmasından marazi bir zevk alıyorlar ve bunu açıkça yazmaktan büyük zevk duyuyorlar.)

Çünkü mert değiller!..

Namertler!..

Bunlar kendilerini liberaller ve demokratlar olarak tanıtıyorlar… (Kimi istisnaları var tabii; eski kabadayılığın genlerimize yüklediği adalet duygusu nedeniyle onları tenzih etmek temel görevimiz hâlâ, Allah’a şükürler olsun. Bizim eleştirdiğimiz kesimi diğerlerinden ayırmak için bu namertlere “liboş” demek gerekiyor sanırım; çünkü aslında liberal de değiller, riya yapıyorlar sadece.)

Bunlar; profesör, yazar, gazeteci, televizyoncu, kanaat önderi gibi kimi sıfatlarla anılıyorlar…

Vatana, Millete, Türk Bayrağına, Mustafa Kemal’e, Orduya, Dine, fakire-fukaraya, mazluma zerre kadar saygıları yok!..

Tamam, kabadayı gibi görünüyorlar; ama kabadayılığın özü konusunda zerre kadar bir kaygıları yok.

Çünkü namertler…

Hırsızlar, zalimler, adaletsizler, ahlâksızlar…

İki temel namertliği birden yapıyorlar.

Bunlardan birincisi riya!..

Riyakâr bunlar; oldukları gibi görünmüyorlar, göründükleri gibi olmuyarlar.

İkincisi, oportünistler!..

Komünist eğitimine başladığımız yıllarda bizi eğiten abilerimizin nefretle andıkları, kin kustukları, her fırsatta lanetledikleri bu sözcüğün Türkçe’deki karşılığı “fırsatçılık”…

Bunlar fırsatçılar!..

Sinsi bir şekilde pusuya yatıyorlar ve fırsat bulduklarında arkadan saldırıya geçiyorlar!..

Çünkü bunlar namertler!..

Mertlik denen hasletten zerre kadar nasiplenmemişler!..

İftira atıyorlar, sahte belgeler üretiyorlar, emperyalizmle işbirliği yaparak vatanlarına ihanet ediyorlar…

Zengin oluyorlar…

Makam ve mevki sahibi oluyorlar…

İtibar görmek için Vatan hainliği yapıyorlar…

Çünkü bunlar namertler!..

Mertlik denen bu Tanrısal hasletten zerre kadar nasiplenmemişler…

Bunlar bırakın gerçek kabadayı olmayı, Harem-Salacak seferi yapan vapurun pervane suyuna bile atlayamazlar!..

Bunlar namertler!..

Bunlardan bir bok olmaz ciğerim!..

Her devrin adamı olduklarından ve bunun farkındalığıyla namertlik çamuru içinde acz içinde yuvarlanlanmaktan başka çareleri olmadığından bunlardan bir bok olmaz!..

Gerçek kabadayılar bir gün tekrar ortaya çıkacaklar ve bu riyakâr/oportünist sülükleri ait oldukları irin mahzenlerine geri gönderecekler.

Bunu bir yere yazın!..

Gerçek kabadayılar bir gün tekrar ortaya çıkacaklar ve bu sülükleri tükürükleriyle boğmakta zerre kadar tereddüt etmeyecekler!..

Türk Milleti’nin tarihi boyunca bu hep böyle olmuştur!..

Haydi çocuklar, haydi aslanlarım, haydi Türk Mileti…

Haydi çocuklar, birer Türk Bayrağı kapın, Harem’e koşun!..

Haydi çocuklar, vapurlara!..

Haydi Türk Milleti…

Sınava!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder