9 Mart 2011 Çarşamba

“Kırkta Birciler”e Cevap

“Biz zekâtımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz.” Öyle mi?!. Biri karışıyor ama!.. O “Biri”nin kim olduğunu hep birlikte araştıralım mı? xxx xxx xxx Bir Müslüman namaz kılmıyorsa ne olur? Bunu bilemeyiz, bunu ancak Allah bilir; çünkü bu mesele Yaratıcı ile kul arasındadır. Allah o kulu ister affeder, ister affetmez; ama Yaratıcı’nın en önemli isim-sıfatlarından ikisinin, belki de ilk ikisinin “Rahman’ ve “Rahim” olduğunu, yani “Hep Merhametli” ve “Çok Merhametli” olduğunu gözönüne alırsak, büyük ihtimalle affedeceğini umabiliriz. Peki, bir Müslüman, “Ben namaza inanmıyorum kardeşim!” derse ne olur? Cevabı çok açık: Dinden çıkmakla kalmaz, bir de şirk koşmuş olur! Allah onu affetmez! Allah’ın bu kişiyi affetmeyeceğini nasıl bu kadar net söyleyebiliyoruz peki?!. O söylüyor da ondan bu kadar rahat konuşabiliyoruz! “Açıkçası Allah, ortak koşanları bağışlamaz. Bundan başkası için ise, layık gördüğünü bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, dönüşü olmayan bir sapıklığa girmiş demektir.” (Kuran/Nisa Suresi, 116. ayet/yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/R.İhsan Eliaçık/İnşa Yayınları, 2007) Mesele insanı müşrik edecek kadar önemli; bu nedenle bir örnek daha verelim de kimsenin kuşkusu kalmasın: “Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir.” (Kuran/Nisa Suresi, 116. ayet/Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali-Türkçe Çeviri/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) Mesele açık mı?!. Kuran’a inananlar için açıktan da öte! Allah’ın affetmeyeceğini açıkça bildirdiği tek günah şirk, yani ortak koşmak. “Ben namaza inanmıyorum!” diyen kişi kendisini Allah’ın yerine koyduğundan şirk koşuyor, ona ortaklık taslıyor demektir; ve bu nedenle hiç kuşku duyulmayacak biçimde açıktır ki Cehennemi boylayacaktır! xxx xxx xxx Ne ilgisi var? Bu örneği neden verdik? “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyen zavallıyla bu örneğin ne ilgisi var? xxx xxx xxx Soru şu: Kuran’ın, yukarıdaki zavallıların söylediğinin aksini söylediğini kuşkuya hiç yer bırakmayacak kadar açık biçimde kanıtlayabilirsek, bu durumda yukarıdaki sözü söyleyenler ya cahildirler -ki inşallah böyledirler-, ya da şirk koşmaktadırlar; değil mi? Soruyu iyice anlatabildik mi? Yukarıdaki sözü seyleyenler bunu cahilliklerinden mi yapmaktadırlar, yoksa şirk mi koşmaktadırlar? Bu sorunun cevabında yapılacak bir hata insanı dinden çıkarmakla kalmaz, üstelik şirk tehlikesini de içerir; bu nedenle kılı kırk yarmalı, bu konuda azami titizliği göstermeliyiz. Peki, rehberimiz ne olmalı? Kuran tabii! Hani, “Bundan sonra bizim yaşamımıza kimse karışamaz” diyorlardı ya, bakalım, bu zavallılara kim karışıyormuş! xxx xxx xxx Şimdi, işin ustasından biraz yardım alalım: “Zekatın, … Kur’an lisanında, ‘kazandığı maldan başkasına Allah rızası için karşılıksız vererek kendini arındırma, temizleme’ manasında kullanıldığını görüyoruz. Bu anlamda zekat İslam’ın en önemli farzlarından biridir. Hatta öyle ki, bugün için neredeyse hepten kapitalizmin tasallutu altına girdiğimiz çağımızda namaz, oruç, hac ondan sonra gelir dense yeridir. Artık zekatı, ‘zenginin malının kırkta birini, üzerinden bir yıl geçtikten sonra ve borçlar düşüldükten sonra vermesinden’ ziyade, kökanlamına dönerek, ‘elinde olanı başkasıyla paylaşma’ olarak anlamak icap eder. Çünkü Kur’an, ‘mülkün Allah’a ait olduğunu’ ve bizim ‘emanetçi’ olduğumuzu söylemektedir. … Bunun sistemini ve fıkhını yeniden inşa etmek lazımdır. Bu da ‘istif’ değil, “infak’ mantığı ile, yani ‘biriktirme/yığma’ değil, ‘paylaşma/dağıtma’ anlayışı ile mümkündür ki zekatın asıl manası da budur. … Aslında bugün devlet tarafından alınan ‘vergi’ ile başkasına ‘vermek’ demek olan zekat bir zamanlar bir ve aynı şeydi. Hz.Peygamber (s.a.v.) zamanında bir tarafta devletin topladığı vergi, diğer tarafta da dini ibadet olarak ayrıca verilen zekat diye bir şey yoktu. Bu ikisi aynı şeydi. Fakat Peygamber zamanında hayatın dinamik temposu içinde oluşarak gelişen bir ‘mali paylaşım sistemi’ olan zekat, Peygamberin getirdikleri hayattan çekildikçe, Müslümanlar onun vefatından sonra giderek tarihi ve hayat akışının gerisinde kalmaya başladıkça nostaljik bir ibadete dönüştü. Artık bir devletlerin aldığı vergi var, bir de dini bayramlarda seyranlarda hatırlanan zekat. Hz.Peygamberin Medine’de kurduğu gibi, hayatın dinamik temposu ile birlikte yürüyen gerçek bir ‘adalet devleti’ olsa aslında bu ikisi aynı şeydir…” (R.İhsan Eliaçık/yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/İnşa Yayınları, 2007/Cilt 2, sayfa 219-220) xxx xxx xxx “Bunlar Kuran’dan alıntı değil ki babam, bunlar insan sözü!.. Ayrıca Eliaçık’ın ne mal olduğunu bilmiyor muyuz sanki!” Peki! Tamam! Kuran’a geçelim o zaman!.. xxx xxx xxx Kuran’a geçmeden önce, bu zihniyetin “ne mal olduğunu” da bir görelim isterseniz: “DİKKAT: Bir kimse çıkıp da, (Zekâtı altın olarak vermek, eski zemânda imiş. Şimdi, altın kullanılmıyor. Her yerde kâğıd para kullanılıyor. Şimdi, zekâtı altın olarak vermek lâzım demek, müslimânlara güçlük çıkarmakdır. Allahü teâlâ, güçlük çıkarmayınız! Kolaylık gösterini buyuruyor. Kâğıd para kullanmak, umûm-i belvâ olmuşdur. Âlimler, umûm-i belvâ olan şeylere izin vermişdir. Bunun için, bugün zekât, kâğıd para ile niçin verilmesinmiş?) derse, bu söz doğru değildir, hem yanlışdır, hem de islâm âlimlerine iftiradır. Çünki: … Zekâtı altın olarak vermek, çok kolaydır. Hiç de güç değildir. Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm da yoktur. Zekâtını fakîrlere kâğıd para olarak dağıtmakda ısrâr eden bir zengin, (Eşbah) ve (Redd-ül-muhtâr) kitâblarının sâhiblerinin ‘rahmetullahi teâlâ aleyhimâ’, fakîrdeki alacağını, ona zekât olarak bırakmak isteyen bir zengin için bildirdikleri gibi yapar: Dağıtmak istediği nisâbdan az kâğıd paranın değerinde altını zevcesinden veyâ başkasından ödünç alır. Sâlih bir fakîre (Birkaç tanıdığıma ve sana zekât vereceğim. Dinimiz zekâtın altın olarak verilmesini emr ediyor. Altınları kâğıd paraya çevirmekde size kolaylık olmak için senin zekâtını almak ve dilediği kimseye hediyye etmek üzere şunu vekîl yapmanı istiyorum. Böylece benim islamiyyete uymamı sağlamış olacaksın. Bunun için de, ayrıca sevâb kazanacaksın!) der. Zenginin güvendiği bir kimse vekîl yapılır. Altınları fakîr yanında olmayarak, bu vekîle zekât niyyeti ile verir. Fakîrin bu vekîli, altınları teslim alıp birkaç dakika sonra bu altınları zengine hediyye eder. Zengin de kâğıd paralarını o fâkire ve başka fakîrlere, Kur’an-ı kerim kurslarına ve dîne hizmet eden, cihad yapan müslimanlara dağıtır. … Altınları ödünç aldığı kimseye geri verir. Daha çok zekât vermesi îcâb ediyorsa, bu işi tekrâr eder.” Altın hırsı böyle bir şey olsa gerek! Ne diyor hazret: “Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm yoktur!” Zaman içinde dini nasıl oyun haline getirdiklerini görüyor musunuz!.. xxx xxx xxx “Kur’an zekatın ne miktarından ne nisabından (hangi ölçüde varlık sahibi olunduğunda verileceğinden) ne de zekat konusu mallardan söz etmez. Bunlar içtihadidir. Günümüz uygulaması, Hz.Peygamber’in ve sahabelerinin içtihat ve uygulamalarını, elbette birçok tartışma içeren bir biçimde, esas almış bulunuyor. Kur’an, bu önemli emrin, miktar, çap ve çerçevevsinin, zaman ve şartların icabına göre, her devirde yeniden düzenlenmesini esas almış bulunuyor.” (Kur’an’ın Temel Kavramları/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) “Peh! Bunlar insan sözü babam, ayrıca Öztürk’ün de ne mal olduğunu biliyoruz biz!” Tamam… Peki… xxx xxx xxx “ … (Yine) sana hangi şey’i nafaka vereceklerini sorarlar. De ki, ‘ihtiyacınızdan artanı (verin)’” (Kur’an-ı Hakîm Ve Meâli Kerîm/Hasan Basri Çantay/Neşiri Mürşid Çantay, Birinci Cild, 1992) “… Ve sana ne vereceklerini de soruyorlar, de ki: “Artanı’. Dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz diye Allah size ilkelerini böyle açıklıyor.” (Kur’an Türkçe Çeviri/Hüseyin Atay/Yurt Bilimsel Araştırmalar Ve Yayıncılık, 1998) “Yine sana, ‘Ne bağışlamak gerekir?’ diye soruyorlar. De ki: ‘Artanı’ Allah size göstergelerini işte böyle açıklıyor. Belki derinlemesine düşünürsünüz.” (Aziz Kur’an/Muhammed Hamidullah/Çeviri Ve Açıklama/Beyan Yayınları, 2000) “… Yine sana neyi paylaşacaklarını soruyorlar. Onlara söyle: İhtiyaç fazlası olan her şeyi.” (yaşayan Kur’an/Türkçe Meal-Tefsir/R.İhsan Eliaçık/İnşa Yayınları, 2007) “… Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar, De ki: ‘Helâl kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.’” (Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali-Türkçe Çeviri/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997) Kuran’ın en muhteşem ayetlerinden biriydi bu; Bakara 219’du… Bakara, 219… İlminden asla şüphe duyulmayacak beş ilahiyatçı, Bakara 219’u böyle meallendiriyor işte! Artan, ihtiyaç fazlası olan her şeyi dağıtacaksınız! “Olur mu babam; o zaman herkes eşit olur!” değil mi? xxx xxx xxx İtiraz aynen bu: “O zaman herkes eşit olurdu; Kuran’da böyle bir şey yok!” Var ciğerim, var: “Bakın Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz.’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Eliaçık, aynı meal.) “Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” (Öztürk, aynı meal.) Çok net biçimde ifade ediyorum: Kuran’daki herhangi bir ayeti inkâr eden, yok sayan biri şirk koşuyor demektir! Yukarıda verdiğim namaz örneğini hatırlayın! Aynen öyle! “Allah beni affetsin ama ben uygulayamıyorum.” diyenin başımın üstünde yeri var; ama “Kuran’da eşitlik yok, ihtiyacımızdan artan her şeyi paylaşmak zorunda değiliz, ben bunu kabul etmiyorum; zekatımı verdim işte, kimse benim yaşamıma karışamaz!” diyen kişi ya cahildir -ki inşallah böyledir- ya da Allah’a şirk koşuyordur! Tekrar ediyorum: Kuran’daki herhangi bir ayeti inkâr etmek şirk koşmaktır! “Allah böyle söylemiş olabilir, ama ben de böyle söylüyorum!” diyen biri, kendini Allah’a eş koşuyor demektir; bunun adı şirktir! xxx xxx xxx Şimdi can alıcı soruya geldik: Madem ihtiyacımızdan artan her şeyi yoksullarla/ihtiyaç sahipleriyle paylaşacağız, o halde Kuran’da sözü edilen zekata ne gerek vardı? “İnfak” farz olduğuna göre, zekata, 1/40’a neden ihtiyaç duyuldu da Allah bunu Kitabına koydu? (Kitap’ta 1/40 yok) Tüm itirazları birden cevaplamak için daha net soralım: Zekat neden var? İşte Kuran bu nedenle “çağlarüstü” bir Kitap! xxx xxx xxx Bir yoksul düşünün… Yiyecek ekmeği bile yok… Pazara çıkıyorsunuz ve o yoksula et, süt, yumurta, ekmek; aklınıza ne geldiyse alıyorsunuz. Ne kadar güzel bir şey. Allah razı olsun. Peki, ya adamın romatizma ilacına ihiyacı varsa ve siz bunu bilmiyorsanız! Adamın ağrısı var arkadaş; senin getirdiğin yemeği yiyecek durumda değil, ağrı çekiyor ve tedavi olması gerekiyor… Zekat işte bu nedenle var! “Zekât lügat deyimiyle temizlik, bereket, çoğalma, güzel övgü manalarını taşır. Din deyiminde ise; bir malın belli bir mikdarını, belli bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım müslümanlara Yüce Allah’ın rızası için tamamen temlik etmek (mülkiyetine geçirmek)tir.” (Ömer Nasuhi Bilmen/Huzur Yayınevi) İşte zekat bu nedenle var! Sen adama o günün şartlarında mübadele aracı olarak kullanabileceği bir şey (bugün para mesela) vereceksin (onun mülkiyetine geçireceksin); o da gidip asli ihtiyacını karşılayacak; örneğimizdeki romatizmalı adam gidip tedavi olacak, ilaç alacak… xxx xxx xxx Elinde ihtiyaç fazlası malın mülkün var, ama diyelim ki oturduğun mahallede cami yok. Ben bu ihtiyaç fazlası ile cami yaptıracağım, bu da bir ihtiyaç diyemezsin! İhtiyaç fazlası malın zekatını bir ihtiyaç sahibinin mülkiyetine geçirirsin, artan kısım ile cami yaptırırsın… İnfak etmek, fıtratı itibariyle insanın en önemli ihtiyaçlarından biridir ve bir Müslümanın yapabileceği en onurlu, en namuslu, en mukaddes harekettir. İnfakın içine cami yaptırmak da girer, çeşme yaptırmak da; yol yaptırmak da girer, Kızılay’a bağışlamak da; ama önce 1/40’ını ihtiyaç sahibi birinin mülkiyetine geçirdikten sonra! (O kişi için yol, çeşme, cami acil ihtiyaç olmayabilir; belki adamın çocuğu sakattır ve ona tekerlekli sandalye alacaktır.) xxx xxx xxx Mekke ve Medine’nin nüfusu o günlerde 50.000 kişi civarındaydı; ülkemiz bugün 80.000.000 milyon kişi; her şey daha da karmaşıklaştı. Ne diyor Eliaçık: “Bunun sistemini ve fıkhını yeniden inşa etmek lazımdır.” Zamanımızda İslami bir devlet düşünün: Milli servetin (yok öyle yağma; “milli gelirin” değil, “milli servetin”) 1/40’ını kişilerin mülkiyetine geçiriyor, kalanı da o ülkenin imarına, vatandaşlarının ihtiyaçlarına ayırıyor… Okullar, hastaneler, aşevleri, kadın sığınma evleri, yetimhaneler, işyeri kurmak isteyenlere faizsiz krediler… (İnsan heyecanlanmaktan kendini alamıyor; bu fakir ve onun gibi düşünenleri mülkiyet düşmanı gibi görenlere en iyi cevabı yine Kuran veriyor!) xxx xxx xxx Bu çalışma ile, “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyenlerin bu cehalet lükslerini ellerinden alıyorum; artık böyle bir lükse sahip değiller, çünkü işin aslını öğrenmiş bulunuyorlar. Zekat vermekle iş bitmiyor (zekat veren kişilerden Allah razı olsun, bu ibadetlerini kabul etsin inşallah; bu başka bir şey); ihtiyaç fazlası her şeyi paylaşmak da Allah’ın emirlerinden biri! Bakara 219’u, Nahl 71’i, Haşr 7’yi ve daha önceki çalışmalarımda sözünü ettiğim yüzlerce ayeti inkâr eden, hükümlerini yok sayan, bu farzları kabul etmeyen kişi Allah’a şirk koşuyor demektir ve yukarıda da gördüğünüz gibi asla affedilmeyecektir! Önemli olduğu için tekrar etmekte fayda var: Zekat veren kişi Yaratıcı’nın sevgili kullarından biridir. Bu kişi, “Evet, Kuran’da ihiyaç fazlası her şeyi paylaşma emri var, ama ben bunu yapamıyorum, Allah beni affetsin.” diyorsa başımın üzerinde yeri var; ama bu kişi “Ben zekatımı, sadakamı verdim kardeşim, bundan sonra kimse benim yaşamıma karışamaz, Bakara 219’u kabul etmiyorum, Nahl 71 beni ilgilendirmez, Kuran’da eşitlik yok!” gibi sözler söylüyorsa, bilsin ki Allah’a ortak koşuyor demektir! xxx xxx xxx Yukarıda, “Kuran çağlarüstü bir Kitaptır” demiştim ya… Gerçekten öyle! İnanılacak gibi değil, ama “Biz zekatımızı, sadakamızı veriyoruz ya, bundan sonra kimse bizim yaşamımıza karışamaz!” diyenler Kuran’da yer aldıklarının farkında bile değiller… Bakın nasıl yer alıyorlar: “Dediler ki: ‘Ey Şuayb! Namazın mı emrediyor sana, atalarımızın tapar olduğunu terk etmemizi yahut mallarımızda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi?!.” (Hud, 87) Tabii!.. Müşriklerin mallarında diledikleri gibi davranmaktan vazgeçmelerini Hz.Şuayb’e namazı emrediyordu! Ne zannetmiştiniz!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder