11 Haziran 2009 Perşembe

Azrail'e Mektup

Sevgili dostum,

Son zamanlarda sıklaşan “hatırlatmalarına” bakılırsa, sanırım çok da uzak olmayan bir gelecekte yüz yüze gelme fırsatını yakalayacağız.

Beni bir süre arafta mı bekletirler, yoksa cennet veya cehenneme hemen mi gönderirler bilmiyorum. Her ne kadar büyük Meleklerden biri olsan da, senin de bu konuda herhangi bir insiyatifin olduğunu sanmıyorum; ama bu dostuna yardımcı olacağın umuduyla, birtakım isteklerimi ilgililere aktarırsın diye sana yazmakta bir sakınca görmüyorum. Nihayet, elçiye zeval olmaz, değil mi!

Arafta kalacağım süre içinde veya cennet veya cehennemde geçireceğim süre içinde Yaratıcı’nın bana layık gördüğü işlemin başımın üzerinde yeri var; hiçbir itirazım olmayacağı gibi, Yaratıcı’nın bu kararını ürpertici bir saygıyla kabul edeceğimi biliyorsun.

Ne var ki, Arz yaşamında kullarına bugün “cumhuriyet ve demokrasi” diye isimlendirilebilecek bir sistemi uygun gören (1) Yaratıcı, o tarafta da buna uygun talepleri kabul eder diye ummaktan da kendini alamıyor insan. Bu umut içinde, mekanım her neresi olacaksa, şu dileklerimin dikkate alınmasını talep ediyor, bu konuda sen sevgili dostumdan yardım rica ediyorum.

İlgililere ulaştırmanı rica ettiğim taleplerim şimdilik şöyledir:

1) Bulunduğum yerde “riya” istemiyorum arkadaş! Herkes ya olduğu gibi görünmeli, ya da göründüğü gibi olmalı. Bu tarafta Maun Suresi’yle riyakârlara muazzam bir tokat atan Yaratıcı, lütfen aynı tavrını o tarafta da göstermeye devam etsin. (Bu istek oldukça anlamsız aslında; zaten Sünnetulah’ta herhangi bir değişiklik olmayacağı Kuran’da yazıyor (2); ama ben yine de “bu taraf” taki gafiller belki ürperirler de kendilerine gelirler diye bir hatırlatayım dedim.)
Öyle Allah’ın ismini ağızından düşürmeyeceksin, en ufak bir konuda gösteriş yapmaktan kaçınmayacaksın ama Allah’ın Ofer’ine, modern tefecilik olan borsa vasıtasıyla bir gecede 500 milyon dolar kazandıracaksın, Türkiye’nin en çok Kurumlar Vergisi ödeyen şirketini yabancılara altın tepsi içinde sunup peşkeş çekeceksin; “Sümerbank’ın ismini tarihten siliyoruz!” diye kin ve nefret kusmaktan kendini alamayacaksın (Ama Allahları var; Sümerbank’ın ismini gerçekten tarihten sildiler); yardım dernekleri kurup veya islami holdingler (ne demekse) vasıtasıyla topladığın paraları cebe atacak, yüzbinlerce insanın sefil olmasına neden olacaksın (Bu arada şu Maun Suresi (3) gerçekten muazzam dostlarım, lütfen Kuran’ı açıp şu kısacık sureyi bir daha okuyun veya hadi size bir güzellik yapıp, dipnotta sureyi dikkatlerinize bir kez daha sunayım da “namaz da kılan” bu riyakârların nasıl gösteriş yaptıklarını ve fakir fukarayı nasıl ezdiklerini, iyiliğe ve zekâta nasıl engel olduklarını bir kez daha görün; bu sure bir mucize değil de nedir?!.); ülkenin topraklarını yabancılara, özellikle Büyük Ortadoğu Projesi kapmasında bundan 50 sene 100 sene önce planlanan tezgâhların bir gereği olarak özellikle İsrail’e peşkeş çekeceksin!..

Riya istemiyorum sevgili dostum, riya istemiyorum. Eğer “özgür irade” orada da devam edecekse, insanlar orada da riya içinde debelenip duracaklarsa ne arafı istiyorum, ne cenneti, ne de cehennemi. Gücün yeter mi bilmiyorum, ama bu alçakça riya orada da devam edecekse, bu dostunu hiç kimsenin bulunmadığı, dolayısıyla riyanın “r”sinin bile olmadığı ıssız bir adada konuk ettirirsen çok memnun olurum.

2) Liberalizmin bu zalim “rekabet” koşullarından gına geldi arkadaş! Onunla rekabet et, bununla rekabet et; nedir bu ya!.. Neden yardımlaşmıyoruz da rekabet ediyoruz arkadaş! Rekabetin bazı alanlarda çıtayı bir miktar yükselttiği gerçeğini inkâr edecek değilim, ama ya götürdükleri!.. Çocuk işçiler, kadın işçiler, kölecilik, asgari ücret, günde 10 saati aşan çalışma, uygun olmayan çalışma koşulları, doğanın tahrip edilmesi… Bunlar hep rekabetin getirdiği belalar değil mi?!. Toprak Dede, “Türkiye elli yıl sonra çölleşecek!” diyor, kimse umursamıyor; çünkü bu işte “para” yok. Tuz gölü kurudu gitti, kimsenin umurunda değil!

Bu dostuna habire mesaj gönderiyor, orasını burasını ağrıtarak kaçınılmaz buluşmanın gittikçe yaklaştığını ima edip duruyorsun, tamam; ama ailesini geçindirmek, sadece ailesini geçindirebilmek için tüm yaşamı boyunca deli gibi çalışmak zorunda kalan şu dostuna, bu yaşında hâlâ deli gibi çalışmak zorunda olan bu dostuna hiçbir güzellik yapmak içinden gelmiyor. (Bak, süper loto yine devretmiş, bir hatırlatayım dedim; bilmem anlatabildim mi?!. Hani bu işe bakan ilgililerle bir görüşsen falan…)

“O taraf”ta rekabet istemiyorum dostum. Eğer Allah gecinden versin, bir gün aile fertlerim de orada benimle birlikte olacaksa, onları geçindirebilmek için orada rekabet mekabet istemiyorum, benden söylemesi!.. Çok şey istemediğimi biliyorum; Bakara 219 (4) ve Nahl 71’in (5) orada da hüküm sürmesini talep ediyorum; hepsi bu!.. Ne bu ya; onunla kapış, bununla kapış, şu üç günlük ömrümüz birbirimizi yemekle mi geçmeliydi yani!..

3) Yaratıcı’nın görevlilerinin “beni gönderecekleri yer”de insandan kaynaklanan merhametsizlik istemiyorum dostum! Mesela, ben kedilere yemek verirken beni sürekli taciz eden o kadını orada görmek istemiyorum! Bizim sitede bir gecede onlarca kediyi ve köpeği zehirli köfteyle saatlerce can çekiştiren o alçak her kimse orada onunla görüşmek istemiyorum! (Aslında bu tarafta o namussuzla görüşmek isterdim, ama kim olduğunu bulamadım!)

Çocuk işçi çalıştıran işverenle, aile fertlerini döven şerefsizle, sınırsız zenginliği içinde har vurup harman savururken fakiri fukarayı hiç düşünmeyen alçak züppeyle, dışarıdan aldığı talimatlarla kendi çiftçisini perişan eden siyasetçiyle, yaşamı boyunca kafeste tutulup toprağa bir kez bile ayak basamayan o tavuğu kesip tüketilmesi için dağıtan tavuk üreticisiyle, masasının üzerindeki küçücük cam kâse içinde o kırmızı balığı döndürüp duran o güzel saçlı kızla, üç bin kilometre yol katedip yumurtlayan ve sonra geri dönen o güzelim kuşu küçücük kafes içinde tutarak bilmeden de olsa o kuşa işkence eden Muhittin amcayla, ülkesini kapitalizmle yönetip bir avuç mutlu azınlık yaratarak tüm zenginliği bu azınlığa peşkeş çeken alçak devlet adamıyla ve benzerleriyle o tarafta bir arada olmak istemiyorum arkadaş!

Gerçekten çok bir şey istemiyorum; bu taraftakiler bir türlü anlamak istemediler ama senin anlayacağından eminim dostum! İstediğim tek şey, Kuran’ın neden “Bismillahirrahmanirrahim” diye başladığı; yani Allah’ın Kitabının neden Rahman ve Rahim isimleriyle başladığı ve bu iki ismin ne anlama geldiği; hepsi bu! (Sadece Kuran bu iki isimle başlamıyor, Tevbe Suresi hariç tümü bu iki isimle başlıyor ve Tevbe Suresi’nin başında bulunmayan bu iki isim o surenin içinde yine geçiyor.)

Bu iki isim yani Rahman Ve Rahim, “Hep Merhametli, Çok merhametli Allah’ın adıyla” anlamına geliyor ama benim istatistiğime göre müslümanların yarısı bunun anlamını bilmiyor, yarısına yakını “koruyan ve esirgeyen” sözcüklerini telaffuz ediyor ve neredeyse yüzde biri bu iki sözcüğün “merhamet” anlamına geldiğini biliyor. Geriye kalan küçük bir azınlık da hiç ilgilenmiyor.

Neyse, konumuza dönelim; orada merhametsizliğe tanık olmak istemiyorum dostum. Allah’ın böyle bir şey yapmayacağını tabii ki biliyorum, benim kastettiğim insandan kaynaklanan merhametsizlik. (En az 10 yıl olmuştur. Editörüm Zerrin Bakoğlu beni Ankara’da bir çay bahçesine götürmüştü. Bir gölün kıyısındaydık sanırım ve akşam olmuş, hava kararmıştı. Beş-on metre uzağımızdan gelen, kimi zaman tırt, kimi zaman da tııırt tııırt diye tarif edebileceğim bir ses beni rahatsız etmişti. Nedenini bilmiyorum ama rahatsız olmuştum işte. Bu sesin ne olduğunu sorduğumda dostum Bakoğlu bana iki tane aygıtı elişle işaret ederek göstermişti. Bugünkü hani şu Ufo markasıyla tanıdığımız ısıtıcılar gibi, ama ondan on misli büyük birer aygıttı bunlar. Sivrisinekleri içine çekiyor ve yakıyordu. Bu tırt sesi tek bir sivrisineği, tıııırt sesi ise aygıta guruplar halinde giren biçareleri gösteriyordu. O günden sonra bu iki ses kulağımdan hiç gitmedi! Çay bahçesinin sahibi, Yaratıcı’nın o sineklere uygun gördüğü yeri gaspetmişti, onların vatanını işgal etmişti ve o biçareleri kitleler halinde kavurup duruyordu. “Kimsin ulan sen!” diye düşündüğümü anımsıyorum; “Kimsin ulan sen! Bu yetkiyi kimden alıyorsun zalim namussuz!” Şimdi olsa, “Senin şu puşt amerikan askerlerinin Iraklılara yaptığından ne farkı var şerefsiz!” diye düşünürdüm herhalde. Bakoğlu sakın üzülmesin ama, geçirdiğim ruhsal rahatsızlıkta bu tıııırt seslerinin de payı olduğunu düşünüyorum. Şu anda bile iliklerime kadar ürperiyorum.

Bunu tasarlayan mühendisi veya her kimse o pislik tipi o tarafta görmek istemiyorum sevgili dostum; benim için bu bu çok önemlidir, o alçağı, o tarafta görmek istemiyorum. (Evinizde sizi ciddi biçimde rahatsız eden sivrisineği merhametli bir yolla safdışı etmek başka bir şey dostlarım, bu konuda kafam her ne kadar biraz karışık da olsa yine de size hak verebilirim sanırım; ama anlattığım olay!.. Vay canına, gerçekten vay canına!..)

Liberalizm (iktisadi liberalizm tabii) ve onun aygıtları merhametsizdir dostlarım; onun kullandığı tüm aygıtlar ve tüm işlemleri marhametsiz olmak zorundadır; çünkü “rekabet” bunu zorunlu kılmaktadır ve Adam Smith denen sahte peygamberin piyasayı sözde düzenleyen ve her şeyi yerli yerine oturtan o namussuz “gizli el”inin merhamet diye bir kaygısı hiçbir zaman olmamıştır, olamaz ve olmayacaktır da!.. (Zaten dünyada liberalizmi uygulayan tek bir ülke bile yoktur, tek bir ülke bile; bu ayrı bir konu. Bunu bize dayatan şerefsizler kendi ülkelerinde piyasaya alabildiğine müdahale etmektedirler. Son örnek Amerikada iflas başvurusu yapan büyük şirketlerin ve en son dünya devi General Motors’un hisselerinin amerikan devleti tarafından kamulaşturulmasıdır! Hani piyasa müdahaleyi kabul etmezdi?!. Sizi namussuz sahtekârlar sizi; petrol ve buğday fiyatlarına neden müdahele ediyorsunuz peki?!. Alçak herifler; bizi öyle gaza getirdiler ki, Türkiye’de bir tane kamu işletmesi bırakmadılar. En çok bozulduğum da telefon şirketinin “Türk Telekom” ismini kullanması. Bunu dava etmeyi düşünüyorum.)

4) Şimdilik son ricam, Allah’tan başka hiç kimsenin ve hiçbir şeyin önünde diz çökmeyerek bir anlamda Tevhid gösterisi sunan İblis’e selamımı iletmen. Öyle durumdayız ki, ona bile gıpta eder hale geldik sevgili dostum. Paraya, makam ve mevkiye, güce, itibara, gösterişe, son zamanlarda Keynes’ten yardım dileseler de Adam Smith’e ve serbest piyasa ekonomisine, AB’ye, ABD’ye tapanlardan öylesine nefret ettik ki, İblis’in insan önünde diz çökmeyerek isyan etmesini bile arar hale geldik. Ona selamımı ilet sevgili dostum; gerçi bu fakir burada sık sık tuzağına düşmüyor değil ama yüz yüze gelme fırsatımız hiç olmadı.

Şimdilik bu kadar sevgili dostum.

Benden bir süre daha uzak olman ricasıyla sana hayırlı çalışmalar diliyorum. (Yeni kitabım çıkacak, onu görmek istiyorum.)

Selamlarımla…



1) Şura, 38: Rablerinin çağrısına cevap verirler, namazı kılarlar. İşleri/yönetimleri aralarında bir şûradır. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.

2) Ahzab, 62: Bu, Allah’ın daha önce gelip geçmişlerde işleyen tavrı-tarzıdır. Allah’Aın tavrında herhangi bir değişiklik asla bulamazsın.

3) Maun Suresi

Hep Merhametli Ve Çok Merhametli Allah’ın Adıyla
1. Gördün mü o dini yalan sayanı?
2. İşte odur yetimi itip kakan
3. Yoksulu doyurmayı özendirmez o.
4. Vay haline o namaz kılanların ki,
5. Namazlarından gaflet içindedir onlar.
6. Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar.
7. Ve onlar yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar.

(Vay canına sevgili dostlarım, vay canına! Şu muazzam sure bize neler anlatıyor değil mi? Koca bir kitap yazsanız, şu kısacık surede anlatılanları böylesine açık biçimde anlatabilir miydiniz? Namazdan çıktıktan sonra Sümerbank’ın ismini tarihten silenler, Ofer’e bir anda 500 milyon dolar kazandıranlar, “özelleştirme” adı altında kamunun tüm değerlerini ona buna peşkeş çekenler, Deniz Feneri dümeni altında gurbetçileri dolandıranlar bu sureyi okuduklarında neler hissediyorlardır acaba! Vallahi yazarken ben bile ürperiyorum!..)

4) Bakara 219: … Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: “Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.” İşte Allah, ayetleri size böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.

5) Nahl 71: Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!

1 yorum:

  1. Bana bak arkadaş habire karşıma çıkıp durma.
    Öyle senin istemenle olmuyor bu işler.
    Daha çoooooooooookkkk yapacak işin var, yığınla kitap bekliyor yazman için. Randevu defterimde en az bi 50 sene adına rastlanmıyor boşuna bekleme işine bak. O ara sıra gelen ağrılarla götürmem seni. İyisi mi sen şu epeydir boşladığın sporuna başla artık.
    Yanlız, biran önce yeni kitabına başlamazsan sanırım editörünü almam gerekecek, benden haber vermesi, gerisi sana kalmış.

    YanıtlaSil