24 Ocak 2010 Pazar

Kuran'dan Kapitalizm Çıkar mı ?

Çıkar!

Çıktı zaten…

Öyle bir çıktı ki, bir daha geri dönmesi de mümkün değil elhamdülillah!..

Aynı konuyu içeren kitaplar yazmaktan hiç hoşlanmam; bu nedenle “Benzerleriyle değiştirilenlerin Hikâyesi”nden sonra benzer konuları içeren başka bir kitap da yazmadım zaten; ama birkaç gün önce bir televizyon programında izlediklerim, bu konuda hata mı yapıyorum acaba, dedirtti bana. (Ego’ya bak; sanki herkes oturmuş, bu fakir yeni bir kitap yazacak mı diye dört gözle bekliyor!)

Katılımcılar dört kişi…

Son derece erdemli, yiğit, adam gibi adam, ama kafası bir o kadar da karışık bir marksist dostumuz; İhsan Eliaçık adında yiğit mi yiğit bir Allah Adamı; ve bunların karşısında insanı alabildiğine hüzünlendiren iki genç… Biri kadın, biri erkek. Kadın, islami hassasiyetini vurgulamak için -çok doğal hakkı olarak- türban takmış. Biraz ezik, biraz mahcup… Mimikleri, jestleri ve vücut dili haykırıyor bunu. Her zamanki o kendinden emin havada değil; çünkü karşısında oturan sakallı Adam hem derin bir ilim sahibi, hem samimi, hem de alabildiğine kararlı; türbanlı genç kadın bu nedenle biraz huzursuz. Gençten adam ise alabildiğine hoyrat, alabildiğine saldırgan ve alabildiğine malumatfuruş!.. Üç-beş kitap okuyarak dünyadaki tüm bilgileri özümsediğini sanan tiplerden. Üç-beş cümlede bir, “O sizin sübjektif düşünceniz!” diye uyarıyor muhatabını; sanırsınız ki kendisi Tanrı, her söylediği yüzde yüz doğru ve yüzde yüz objektif…

“Kuran sosyalizme yakın mı” meselesini tartışıyorlar; ve Allah Adamı hemen tavır koyuyor: “Bunu yüz yıldır tartışıyoruz; gelin artık Kuran kapitalizme yakın mı meselesini tartışalım!”

Bunlar, içinde bulunduğumuz şu günlere münhasır olarak özde boş tartışmalar sevgili dostlarım. Bu tartışmalar Allah Adamı’nın söylediği gibi yüz yıldır yapılıyor.

Marx mı haklıydı, Adam Smith mi; Sosyalizmi işçi sınıfı mı kurar, köylülük mü; bu, dünya çapında mı yapılmalı, yoksa tek tek ülkelerde de mümkün mü; Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları eski mi, yeni mi; komünistler karılarını da paylaşırlar mı (Allah bin türlü belanızı versin!), paylaşmazlar mı vesaire.

Bunlar tâli meseleler.

Meselenin özü, insanlar eşit mi değil mi; insanlar arasındaki eşitliğe inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz…

Allah herkesin Allah’ı mı, yoksa sadece üç-beş kodomanın mı…

Bu soruları bir ateiste, hatta bir deiste, hatta hatta pek dindar da olmayan birine de soramazsınız; size ne kardeşim!

Ama “Ben müslümanım be heyt!” diye efelenen birine sorabilirsiniz, sormalısınız, hatta sormak zorundasınız. (Nisa, 75)

Müslüman tabii ki böyle efelenmeyi aklının ucundan bile geçirmez; sözüm, şartlar gereği şu sıralar Müslüman olmayı uygun görenlere… (Borsayı falan boşverin; mübarek 1’e 100 veriyor; siz ne diyorsunuz!)

İnsanlar eşit midir, değil midir?

Temel mesele bu!

Oturmuşlar, Kuran’dan sosyalizm çıkar mı diye homurdanıp duruyorlar!

Tartışmanın konusu bu değil ki!

Tartışmanın konusu, o toplantıdaki Allah Adamı’nın söylemiyle “Abdestli Kapitalizm”!..

Ama televizyonda izlediğim kadarıyla, bu bile şu anda önemli değil.

Önemli olan şey, insanın içini burkan, içini acıtan, vicdanına kızgın yağlarda kızartan o hazin tespit:

Yaşlı olanlar eşitliği, kardeşliği, adaleti, erdemi, dostluğu, bölüşmeyi, paylaşmayı, diğergamlığı, kısaca insanı insan yapan tüm değerleri savunuyor; genç olanlar ise başta eşitlik olmak üzere, tüm değerlere karşı çıkıyor! (Allah Adamı “Tekel işçilerini destekleyen neden bir tane Müslüman yok orada?” diye hüzünle soruyor; Müslüman aidiyetini ön plana çıkaran kızımız sus pus; diğeri, yani genç adam ise zaten Tekel işçilerini “fire” olarak görme eğiliminde; Tekel işçileriymiş, peh, onlar insan bile sayılmazlar; onlar “üretim faktörlerinin bir aracı” sadece; çalışmayan makineyi hurdaya ayırırısın olur biter, kendini amorti etmiş, “faydalı ömrü”nü tüketmiş zaten! Hurda bir “üretim faktörü” için üzülmeye değer mi!)

Hüzne bakın!

Genç delidoludur, eşitliği, yurtseverliği, adaleti, paylaşmayı, mazlumu savunur, zulme karşı çıkar, doğayı korumak için savaşır, vatanseverdir, yerleşik düzene ve vatanını tehdit edenlere saldırır; bunu yaparken bir sürü de hata yapar, ama özde, genç adamın savaşı insanı ve doğayı tahrip eden muktedirlere karşı olur.

Genç adam, yiğit adam, delikanlı adam, kabadayı olur be heyt!..

Delikanlı adam, muktedire bel büker, gerdan kıvırır mı?!.

Burada tam tersi…

Yaşlılar muktedirlere karşı isyan bayrağını açmış, gençler ise muktedirlerden yana tavır koyuyor ve bunu çirkin bir biçimde yapıyorlar üstelik; işleri güçleri, rakiplerinin canlı yayının zaman darlığı içinde yaptıkları küçük hataları, dil sürçmelerini yakalayıp gol atmak! O sakallı Allah Adamı, uzunca sayılabilecek bir cümle içinde, böyle anlaşılmayacağını samimi biçimde varsayarak, “bunlar mescit yapıyorlar” mealinde bir şeyler söylüyor; müslüman aidiyetini ön plana çıkaran hanım kızımız hemen golü patlatıyor: “Yapsınlar. Mescit açmak güzel bir şeydir; bunda karşı çıkacak ne var!”

Karşısındaki Allah Adamının kazaya bıraktığı namazı yok, ama o önemli değil; önemli olan muktedirleri savunmak adına “fırsatı” değerlendirmek.

Genç adam ise bırakın eşitlikten yana tavır koymayı, devletin vergi almasına bile karşı; “… devlet vergi olarak servetleri gasp etmese…” türünden şeyler söylemek için didinip duruyor.

Ne hazin Tanrım, ne hazin!..

Okuyucu dikkat etmiştir; liberal dostlarımı üzmemek için bu konuya hiç girmemeye çalışıyorum bugünlerde, çünkü öncelikli mesele bu değil; ama bu genç(!) adam(!), devletin vergi alıp sosyal birtakım hizmetler üretmesine bile karşı; nerede kaldı fakir fukara, hak hukuk, bölüşmek paylaşmak!
Sahte peygamber Rothbard, “objektif olarak” ne diyordu: “Vergilendirme soygunculuktur!” Peki; Allah’ın Eliçisi de vergilendirmeden yanaydı ve Devlet Başkanlığı yaptığı dönemde sadece “kazancı” değil, “serveti bile” vergilendirmişti; bu durumda Elçi ve ona bunu yazdıran Allah soyguncu mu oluyor?!. (Dikkat edin lütfen; Allah’ın Elçisi sadece kazancı değil, serveti bile vergilendirmişti!)

Kendi -sanırım- kurtulmuş ya; uçurumun dibindekilere yardım etmek dururken yukarıdan kafalarına kayalar fırlatmakla geçiriyor üç günlük ömrünü… Oysa “kurtulurken” o zillete uğratılmışların sırtına-omuzuna basa basa çıktı o uçurumdan; ama ne gam!

Rothbardcı ama İslamı da ihmal etmiyor; çünkü o -biraz da gençliğin verdiği- bir hayli sırıtan malumatfuruşluğun yanısıra, esas görevi muktedirleri korumak, muktedirlere yaltaklanmak…

Genç, cıvıl cıvıl, sağlıklı, enerjisi yerinde, eğitim de almış…

Heyhat!..

Muktedirler karşısında boynu bükük!

Bırakın boynu büküklüğü, muktedirler için canını dişine katmış savaşıyor da savaşıyor.

Konjönktür gereği -bu tip lafları pek severler-, bir değer veriyormuş gibi görünmek zorunda olduğu o Kitap, “paylaşın/bölüşün” diye bas bas bağırırken.

Ne hazin, değil mi?

Allah Adamı’nın okuduğu Kuran ayetleri için, “Bunlar birtakım ahlâki öğütler!” diye fetva veriyor hemen; o yanılması mümkün dahi olmayan “objektif” bilgeliğiyle; sanırsınız ki o toplatıya katılmadan önce vahiy almış!

Uzatmayalım; bu kısa çalışmada aynı anda birkaç şeyi birden yapalım:

Hem, “Kuran’dan kapitalizm çıkar mı” ya; hem, “alt tarafı ahlâki öğütler”e; hem de, hem Kuran goygoyculuğu yaparken aynı zamanda neden Rothbardcı olunamayacağına “sübjektif” bir yanıt verelim.

Bakın kapitalizm bir daha girmemek üzere Kuran’dan nasıl çıkmış; bakın “alt tarafı ahlâki öğüt olan” bu öğüt, hangi üslupla verilmiş; ve bakın Kuran yalakalığı ile Rothbardcılık neden bir arada yapılamazmış:

Muktedirlerin bugün uyguladıkları sistemin en meşru aracı nedir?

“Bu hususta İslamla liberalizm arasında ortaya çıkabilecek belki en ciddi gerilim faizin meşruluğu sorunuyla ilgilidir. Piyasa ekonomisinin, üretim faktörlerinden birinin karşılığı olan faizi esas itibariyle meşru bir kazanç olarak gördüğü malumdur.” (Mustafa Erdoğan/Liberal toplum-Liberal Siyaset/Siyasal Kitabevi, 1998)

Hoca, öyle üç-beş kitap okuyarak sallayanlardan değil; bu işin bilimini yapmış.

Ne diyor?

Faiz meşrudur…

Peki, Allah neyi emrediyor; pardon, Allah neyi “ahlâki bir öğüt” olarak yazdırmış Elçisi’ne?

Ve bu “öğüdü” hangi üslupla yazdırmış?

Şu mucize cümlelere bakın Allahaşkınıza; hem Müslüman oolup hem de vahşi kapitalizmi tüm vahşilikleriyle uygulamakta olan muktedirlere Allah bakın nasıl sesleniyor:

“Ey iman sahipleri, Allah’tan korkun. Ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanı bırakın. EĞER BUNU YAPMAZSANIZ, ALLAH VE RESULÜNDEN BİR HARP İLANI DUYMUŞ OLUN. …” (Bakara, 278-279)

Harp ilanı!..

Kimden?

Allah’tan ve Resulünden!..

(Bu çalışmaya özgü olarak, Yaşar Nuri Öztürk tarafından, aslında “servetlerdeki makul olmayan ve haksız artış” diye dahice meallendirilen “riba”yı, klasik mealciler gibi sadece “faiz” olarak kullanmakla size nasıl merhamet ettiğimi de unutmayın sakın!)

Hey Müslüman, kafanı çevirip ağaçtaki kuşları seyrediyormuş gibi yapma; sana diyorum sana!

Allah’tan ve Resulünden harp ilanı!

(Ayetin Arapçasına özellikle baktım; tek kelime Arapça bilmememe rağmen “harb” sözcüğünü hemen tanıdım; gerçekten bugünkü Türkçeyle “harp” diye, “savaş” diye yazdırmış Allah.)

Allah’tan ve Resulünden harp ilanı!..

Ama bu ayet sizi korkutmasın, bu “harp ilanı” gibi müthiş meydan okuma sizi ürkütmesin; bu sözler emir-farz falan değil, sadece ahlâki birtakım öğütler…

Bu öğütleri dinleseniz de olur, dinlemeseniz de…

Zaten Allah’ın Elçisi O’nun rahmetine kavuştu; ne harbi?!.

Allah da tek başına “aşağı inip” eline kılıç alarak size saldıracak değil ya!

Hey, Müslümanlar! (Bu sözler, Kuran’a inananlara.)

Size soruyorum…

Siz de benim gibi içinizi çekiyor musunuz şu an?

Ne hazin, değil mi?..

Size son bir “öğüt”… (Bu sözler, “konjonktür müslümanları”na)

Üstelik bu öğüt direkt olarak size de verilmiyor; öğüdün direkt muhatabı, Emreden’in (afedersiniz, Öğütçü’nün) o Muhteşem Elçisi… (E, zaten Elçi de öldüğü için, “öğüt” artık resmen geçersiz oluyor tabii; yani sizin tabirinizle “neshedilmiş”, yani “hükmü Kuran’dan silinmiş” oluyor; bu nedenle endişe edecek bir şey yok!)

Sizi hiç ilgilendirmeyen bu “sıradan öğüt” aynen şöyle:

“Sakın hainlere yardakçı olma!” (Nisa, 105)

“Sakın hainlere yardakçı olma!”

Vay canına, vay canına, vay canına!

Hadi, bir kez daha okuyalım:

Sakın hainlere yardakçı olma!



Önemli Bir Not: Sevgili ateist, hristiyan, musevi, deist, anarşit, komünist, liberal ve diğer inanç sahibi dostlarım! Kış fena bastırdı, fakir fukaranın yanısıra tüm hayvanlar, özellikle kedi, köpek ve kuşlar da perişan durumda. Lütfen yardım edin, lütfen… Müslümanları(!) boşverin; onlar böyle önemsiz meselelerle uğraşamayacak kadar yoğunlar; onlar, muktedirlerin arzuları doğrultusunda, Ordu’yu paramparça etmekle meşguller şu sıralar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder