26 Şubat 2011 Cumartesi

Yavru Foklar Ve Hırçın Kedici Kadın

Baştan aşağı plastik giysiler ve kafalarında yine plastik bir başlık.

Yıkandığında kan lekesi kolay çıksın diye; çünkü kan iki-üç metreye fışkırıyor!

Beyaz zemin tamamen kızıla boyanmış!

Henüz meme emme çağındaki küçük foklar, derisi veya kürkü zarar görmesin diye başlarına sopalarla vurularak öldürülüyor; sopanın ucunda sivri bir kanca var, hâlâ canlı fok yavrularının parçalanmış başına gözüne bu kanca sokularak çekiliyor biçareler.

İnanmak… inanmak gerçekten mümkün değil; birçok yavru, derileri yüzülürken hâlâ canlı, hâlâ can çekişiyor, hâlâ nefes alıyor…

Kürk giymeye, “marka” giymeye meraklı insan kılığındaki yaratıklar daha çok para harcasın, daha mutlu olsun, kahrolası egolarını daha çok tatmin etsinler, sağa sola hava atsınlar, zenginliklerini, “seçkinliklerini” daha kolay sergilesinler diye özellikle yavrular katlediliyor; derileri ve kürkleri daha güzel, daha sağlıklı çünkü!

Kürk, çanta, ayakkabı, afrodizyak ve makyaj malzemesi…

Bu sevimli yavruların ve anneleriyle babalarının dövülerek, linç edilerek kadledilmelerinin nedeni bu!

Ateşli silah kullanılmıyor, çünkü kürkleri ve derileri zarar görüyor; bu nedenle, başlarına ucu sivri kancalı sopalarla vurularak yavaş yavaş linç ediliyorlar!

Kanada’da oluyor bunlar.

Batı medeniyetinin gözbebeği Kanada’da…

Ve Batı’nın bu akıl almaz vicdansızlığı, tüm dünyadaki kürk ve “marka” peşinde koşan kahrolası burjuvazinin gösteriş merakının işbirliğinde kazınıyor Levhi Mahfuz’a…

İblis, ağzı kulaklarında, ellerini ovuşturmakla meşgul.

Vicdan çaresiz, vicdan mahzun, vicdan kendi gözyaşında boğulmuş…

xxx xxx xxx

Oturduğum tahta bankta, elimdeki gazeteyi yana doğru fırlatıp kahır içinde sigara paketimi çıkardığımda gördüm kadını.

Elli-elli beş yaşlarında olmalıydı. Orta boylu, zayıfça biriydi. Mütevazı bahçesini çeviren duvarın önünde, elindeki uzunca bir sopayla kedileri kovalıyordu. Foklara ilişkin gazete haberini henüz okuduğumdan mıdır nedir, sinir içinde ayağa fırlayıp o yöne doğru yürürken buldum kendimi.

“Neden kovalıyorsunuz o kedileri?!. Ne yaptılar size hanımefendi?!.”

“Size ne kardeşim, siz ne karışıyorsunuz?!.”

Sesimdeki sert ifadeden etkilenmiş olmalıydı; o da bana çıkışıyordu.

Kadının arkasındaki zayıf kediyi o anda gördüm. Küçük bir tasın içindeki yemeği yemekle meşguldü. Hasta olmalıydı; ağzından burnundan salyalar akıyordu. Kadına çıkışmakla hata ettiğimi o anda sezmiştim. Benim anlamadığım bir şeyler dönüyor olmalıydı.

“Af… afedersiniz…” diye kekeledim. Mimiklerim yumuşamış, vücut dilim değişmiş olmalıydı, kadın da bunu anlamış, sakinleşmişti.

“Bu hasta.” diye cevap verdi, dalgınca. “Mamasına antibiyotik koydum, diğer kedileri de ben besliyorum. Bu, ilaçlı mamayı yedikten sonra kabı değiştirip, diğerlerini de besleyeceğim.”

Hâlâ elimde tuttuğum paketten bir sigara çıkarıp dudaklarıma götürürken, “Neden bu kadar hırçınsınız?” diye sordum. Dostça davrandığımdan emin olmuş, o da tehditkâr vücut dilini değiştirmişti.

“Kimi vicdansızlarla itişip kakışmaktan yorgun düştüm kardeşim!” diye sızlandı. “”Beş-altı kediye dahi tahammülleri yok. Vicdansızlarla mücadele etmekten yorgun düştüm; kusuruma bakmayın.”

“Bu… bu hasta kediyi neden bir veterinere götürmüyorsunuz?”

“Bunlar sokak kedisi…” diye içini çekti kadın. “Daha öncekini yakalamaya çalıştım, öyle bir ısırdı ki, başparmağımın kemiği çatladı. Vahşi bunlar; e kendilerini korumak zorundalar tabii… Ben de artık onların suyuna gidiyorum. Veterinere danıştım, hiç fark ettirmeden böyle antibiyotikle falan iyileştiriyorum onları. Birisi bir şeyler yapmalı…”

xxx xxx xxx

Kadından ayrılıp biraz önce oturduğum tahta banka döndüğümde, zayıf kedi ilaçlı mamasını bitirmiş, oradan ayrılmıştı. Kadın gerçekten de biraz önce kovaladığı kedileri besliyordu şimdi. Yorgun görünüyordu, ama sanırım mutluydu da.

“Sersem karı! Onlara harcayacağın parayı bir fakire ver de bir halta yarasın bari!”

Konuşan, yanımdaki bankta oturan, kırklı yaşlarda bir adamdı. Çirkin, bet suratlı herifin biriydi; veya bana öyle gelmişti, bilmiyorum.

“Allah’ın rahmetini sen mi bölüştürüyorsun moruk!” diye çıkıştım. “Kiminde böyle tecelli eder, kiminde öyle…”

Mimiklerinden açıkça belli oluyordu; söylediklerimden hiçbir şey anlamamıştı öküz. Sözlerimden bir şey anlamamıştı, ama saldırgan vücut dilimden etkilenmiş olmalıydı; ben sözlerimi bitirir bitirmez yerinden kalkarak otobüs durağına doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı.

“Sinirlenme çocuk! Bunlar böyledir!”

Kafamı arkaya çevirdiğimde gördüm onu. Seksen-doksan yaşlarında olmalıydı. Orta boylu, zayıfça biriydi. Yüz yıllık çınara yaslanmış, tevekkül dolu, masmavi gözlerle süzüyordu beni. Sol elindeki ekmeği küçük parçalara bölüp kuşlara atıyordu. Kulaklarıma inanamıyordum; bana “çocuk” diye hitap ediyordu.

“Bana mı dedin, baba?”

Ağır adımlarla gelip yanıma oturduğunda, “Şu meretten bir tane de bana ver, bakayım.” diye sigaramı işaret etti, elindeki ekmek parçasını bankın üzerine bırakırken. Sigarasını yaktığımda derin bir nefes çekip bir süre yukarı doğru üflediği dumanı takip etti o muhteşem gözleriyle.

“Bu dümbeleği uzun zamandır tanırım çocuk… Kimseye beş paralık hayrı dokunmayan hödüğün tekidir; böyle cart curt konuşmaktan, onu bunu eleştirmekten başka bir halta yaramaz! Bugüne kadar bir fakire sadaka verdiğini bile görmedim ineğin! Sen neden böyle sinirlisin, onu de bakalım.”

İçime çektiğim nefesi sesli biçimde bıraktıktan sonra, biraz önce gazetede okuduğum yavru fokları ve yine biraz önce kedici kadınla aramızda geçenleri anlattım yaşlı adama. Hiçbir şey söylemeden, uzunca bir süre derin derin içini çekmekle yetindi.

Bankın üzerindeki ekmek parçasını alıp ayağa kalktığında, o muhteşem Karadenizli gözleriyle derin derin baktı gözlerimin içine.

“Zalim neden bu kadar güçlü, biliyor musun?” diye mırıldandı.

“Zalim güçlü, çocuk; çünkü merhametli insanların büyük çoğunluğu zulme kayıtsız kalıyor! Şu deminki serseriye bakma sen; bana inan, insanların neredeyse tamamına yakını merhametlidir çocuk! Tek noksanları, çeşitli nedenlerle zulme kayıtsız kalmaları.”

Ağacın arkasında kendini bekleyen kuşlara doğru yürürken, “İmtihan dünyası…” diye mırıldandığını duyar gibi oldum ihtiyarın.

Kendi kendine, “İmtihan dünyası, çocuk…” diye mırıldanıyordu.

“İmtihan dünyası…”

23 Şubat 2011 Çarşamba

Seni Sahtekâr Seni

Cemiyetin En Değerli Ve Sevimli Uzvunun Taşeronu


“Sen Arapça biliyor musun?!.”

Hayır. Kısmet olmadı…

“Peki, hiç dini eğitim aldın bakalım?!.”

Hayır. Başka alanlarda birkaç kitap okumuşluğumuz var.

“Hadis külliyatını biliyor musun peki?!.”

Birkaç hadis duymuşluğumuz var; külliyatın çok geniş olduğu söyleniyor, hepsini tek tek okuma fırsatımız olmadı.

(Bu arada; soruların sonundaki ünlem işaretlerine dikkatinizi çekerim; sıradan bir soru değil bu, herifçioğlu resmen fırçalıyor!)

“Namaz kılıp oruç tutuyor musun bakalım?!.”

Ne o, sıra şimdi sizde mi; fişleme sırası size mi geldi?!.

xxx xxx xxx

“Sen tekrar roman yazmaya dön!”

Neden?

“Anlamadığın konularda ahkâm kesip ümmetin aklını karıştırıyorsun çünkü; fakir fukara, yoksul, garip gureba… N’oluyor öyle!”

İyi de, insanlar gerçekten aç, evlerine ekmek götüremiyorlar, ızdırap çekiyorlar, mazlumların çığlıkları arşı inletiyor; onların derdini kim dile getirecek?

“Uzatma! Biz onlara gereken dini bilgileri veriyoruz; ille de bir şeyler yapmak geliyorsa içinden, ümmete bizim kitaplarımızı, yayınlarımızı, televizyon programlarımızı tavsiye et, gerisini bize bırak”

Başüstüne!

xxx xxx xxx

“Allah, sonsuz hikmetler sahibi bir Hâkimdir. Her şeyi yerli yerince yapmıştır. Eğer herkes zengin olsaydı bütün bu söylenen güzel işler nasıl biterdi? Aynı Zamanda Zenginlerin Dünya İşlerini Kim Görürdü?” (İmadü’l İslam/İslamın Temel Kitabı/Büyük İslam İlmihali/Mehmet Rahmi/Sağlam Yayın-Pazarlama, 1990)

“Zenginlerin dünya işlerini kim görürdü?”

“Sonra zekât, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebebdir. Yoksulları ve acizleri, kendi varlığından faydalandıran Bir Zengin, Cemiyetin En Değerli Ve Sevimli Uzvu (Organı) Sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların Övgülerini, Sevgi Ve Dualarını kazanır. Mal Varlığından Hain Ve Hırslı Gözlerin Saldırısından Güven İçinde Bulunur.” (Büyük İslam İlmihali/Ömer Nasuhi Bilmen/Huzur Yayınevi)

“Zengin, cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu sayılır!”

“Mal varlığından hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur!”

Vallahi doğru söylüyorlar, ben tekrar roman yazmaya döneyim; çünkü bu ilmihaller, benim gibi Arapça bile bilmeyen cahil takımını reddedilemez biçimde mahkûm ediyor!

Ne diyor ilmihaller:

1) Sen fakirsin be hey ayaktakımı; sen dünyaya zenginlerin işlerini görmeye geldin!

2) Cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu zengindir.

3) Kırkta bir veren zengin, malvarlığından hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur.

Aksini söyleyen varsa, o cahil bu tip işleri bırakmalı, roman yazmaya dönmelidir.

Başüstüne!

xxx xxx xxx

Gelelim sahtekârlara…

Kimi profesör, kimi doçent, kimi -ne demekse- araştırmacı yazar, kimi Hz.Mehdi, kimi hocaefendi, kimi hocaefendi hazretleri…

Bunlar Arapça bilen, Kuran’ı ezbere okuyabilen, hadisleri yalamış yutmuş, İslam’ın tüm hükümlerini enikonu bilen ilahiyatçılar. (Evet, doğru düşünüyorsunuz; onları kıskanmıyorsam namerdim!)

Bilmedikleri tek şey, yoksulların hakları hukukları…

Aslında bal gibi de biliyorlar da, “cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu” gücenecek diye endişe ediyorlar; çünkü “dünyaya onların işini yapmak için geldiklerine” inanıyorlar!

Yoksulların çığlıkları onlar için önemli değil; önemli olan, Cennette onlara sunulacak 4.000 bakire ile 8.000 dul!..

Çocuklarına ekmek götüremeyen adamın gözyaşları onlar için fasarya; gözyaşı dökülecekse, bunların uydurdukları saçma sapan hikâyeler için dökülmeli!..

Açlıktan -düpedüz açlıktan- ölen bebekler onlar için “kader”; onların gündemindeki konu, kadın dekolte giyindiği zaman ona tecavüz mü edilir, yoksa tacizle mi yetinilir!

Türkiye’de milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşıyor, milyonlarca kişinin onurları ayaklar altına alınmış, milyonlarca kişi çığlık çığlığa ortalarda koşuşuyor; ama onların gündemindeki konu kabir azabı!..

Altı bin küsur ayet onlara kafi gelmiyor, Kuran’ın karşısına iki milyon hadisle çıkıyorlar; ama üzerinde asla tartışma konusu yapılamayacak en sahih hadis olan “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir!” hadisi bunlar için bir şey ifade etmiyor; çünkü yukarıda da değindiğim gibi “cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun bu hadisten gocunacağını biliyorlar!..

xxx xxx xxx

Türkiye’nin dış borcu beş yüz milyar dolara çıkmış, cari açık korkunç boyutlarda, seksen yılda oluşturulan tüm kamu iktisadi teşekkülleri özelleştirme adı altında, genellikle gâvurlara peşkeş çekilmiş; işsizlik korkunç boyutlarda, yoksullar perişan, tüm muhalifler cezaevinde, sağlık sistemi neredeyse tamamen özelleştirilip kamu hastaneleri çilehaneye dönüştürülmüş…

Bu konularda hiç mi söyleyecek bir sözün yok be hey sahtekâr!?.

Aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyip öküz gibi semirenlere bu denli kul köle olmak senin gibi ilahiyatçı sıfatlı birine yakışıyor mu?!.

Bizi hep Allah’la korkuttun bugüne kadar; peki, senin hiç Allah’tan korkun yok mu be adam!..

xxx xxx xxx

Sana neden bu denli yüklendiğimi merak ediyorsundur, değil mi?

Gerçeği kim örtebilir?

Bir düşün bakalım; gerçeği kim örtebilir?

Onu bilen, değil mi?

Şimdi aç Kuran’ı, Bakara 90. ayeti oku, veya ezberinde ise -ki mutlaka öyledir-, bu ayet üzerinde düşün biraz!

(Benim gibi, Arapça bilmeyen cahiller için, Bakara 90. ayet: “Gerçeği örtenler için rezil edici bir azap vardır.”)

Ezbere bildiğin yüzlerce ayete bu denli ihanet etmekten zerre kadar utanmıyor; hakim sınıflara yaranacağım diye, Allah’ın sözlerinin üzerini bile bile örtmekten zerre kadar korkmuyorsun!

Kuran’a göre, “rezil edici bir azap” seni bekliyor, ama görebildiğim kadarıyla bu senin umurunda bile değil; senin tek derdin, ne yaparım da “cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun hışmını üzerime çekmem!

Bence ciddi ölçülerde risk alıyorsun, ama bunu bir türlü görmek istemiyor, gösterenleri de “Arapça bile bilmiyor!” diye aşağılamaya çalışıyorsun!

Hadi seni biraz huzursuz kılayım anadın mı!

Bugünlerde yeni bir roman yazmayı falan düşünmüyorum hemşerim; iki elim yakanda, sakın unutma! Her fırsatta Kuran okumaya devam edip seni “aslandan korkmuş yaban eşeği”ne çevirmezsem ne olayım! (Müddesir, 50-51)

Gerçi gayb Allah’ın tekelinde (Yunus, 20), ama bu ayet seni bağlamıyor tabii; şu Mehdi ne zaman gelecek bir zahmet onu anlat da çocukları geceleri aç yatan adam hem duygulanıp ağlasın, hem de bilgilensin biraz…

“Cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu”nun taşeronu seni!..

(Sözlük “taşeron” için, “büyük bir işin bir bölümünü yapmayı asıl müteahhidinden alan kişi” diyor; bu “büyük iş”te senin payına düşen ne, “afyon satıcılığı” mı?!.)

Hadi, “zenginlerin dünya işlerini görmek için yaratılanlar”a, İslam’a göre kertenkele öldürmenin hükümlerini anlat biraz da “meşgul olsunlar”; sen ne demek istediğimi anlamışsındır!

Seni kırtosbağası seni!..

Yuh sana be!.. (Enbiya, 67)

18 Şubat 2011 Cuma

Komünist Ulan Bunlar!

Ey Müslüman!

Sen İslam’ı benim kadar bilemezsin; sen kimsin, nereden bileceksin ki!

Bu nedenle, aşağıdaki tavsiyelerimi sakın unutma ve mutlaka uygula!

Öncelikle bilmen gereken şey, Allah’ın nimetlerini kullarının üzerinde görmek istemesidir… Tüm bu nimetler boşuna yaratılmadı!

Bazı Müslümanların TOKİ ve benzeri kuruluşlardan hem estetik açıdan iğrenç, hem de metrekare bazında yetersiz birtakım evler almaya yeltendiklerini görüyor ve din kardeşlerimin bu tavrını şiddetle eleştiriyorum. (Gecekonduda veya fakir mahallelerdeki derme çatma, ilk depremde yıkılması kaçınılmaz olan çürük çarık evlerde oturanları saymıyorum bile!)

Bu, Allah’ın nimetlerini kullarının üzerinde görmek istemesi açısından son derece hatalı bir davranıştır. Yapılması gereken şey, muslukları altın olan üç-beş katlı villalardan ikişer üçer almak ve içini ithal mobilyalarla döşemektir! Bu villaların etrafını en az üç metre yükseklikteki duvarlarla çevirmeli ve duvarların üzerine cam kırıkları yerleştirmekle yetinmemeli, dikenli tellerle de desteklemelisin. Hz.Peygembere indirilen henüz ikinci Surede ne diyor Kuran (Kalem, 24): “Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin!”

Bu ayet boşuna mı indi!

Bu yoksullar, sana yukarıda tarifini verdiğim evlerden ikişer-üçer satınalmadan yanına asla yaklaşmamalı; gözü kalır, nazar değer, malın mülkün bereketi kaçar!

Bazı Müslümanların düğün törenlerini mütevazı salonlarda, hatta bazılarının evlerinin bahçesinde yaptığını görüyor ve bundan utanıyorum! Olur mu ey Müslüman! Bak, biz öyle mi yapıyoruz muhterem! Çocuklarını evlendirdiğinde en az beş yıldızlı bir otelin salonunu üç günlüğüne kiralayacak ve düğününü orada yapacaksın! Biz bu üç gün üç gece düğünleri boşuna mı yapıyoruz; bir bildiğimiz olsa gerek, size örnek olmaya çalışıyoruz! Adamı hasta etmeyin kardeşim! Allah müminin zenginini sever, bun bilmiyor musun! Ne diyor Kuran: “Hesapsız bir mal verdim ona. Göz doyurucu oğullar verdim. Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.” (Müddesir, 12-14) Bu ayetler boşuna mı indi?!. (Gerçi bunu izleyen üç ayet, “Tüm bunlardan sonra hırsla daha da artırmamı istiyor. Hayır, iş sandığı gibi değil. O bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi. Ben onu dik bir yokuşa süreceğim.” diyor, ama bu ayetler bizi bağlamaz; çünkü biz böyle bir hırs içinde değiliz. Üç yüz-beş yüz milyon dolardan fazlasını istiyorsak namerdiz!)

Marka giyeceksin! Elbisen, ayakkabın, elindeki çanta, paramağındaki yüzük, özellikle eşinin parmaklarındaki yüzükler… Hepsi marka olacak! Ne diyor bizim muhterem: “Geçenlerde beş yıldızlı bir oteldeki mescite girdim, bir de ne göreyim; kapının önündeki ayakkabıların tümü marka! Devrim işte budur diye haykırmaktan kendimi alamadım!”

Bu muhterem yalan mı söylüyor yani; bu devrim değil de nedir! N’oluyor öyle bir lokma bir hırka! Allah nimetlerini senin üzerinde görmek istiyor kardeşim; bunu elli kere söylemek zorunda bırakmayın adamı!

(Ha unutmadan; o beş yıldızlı otelin havuzunu ikiye ayırmak şart. Kadınlarla erkekler birarada havuza girmemeli, bu önemli! Yurtdışına çıktığımızda mı? Karıştırma kardeşim; adamı hasta etme!)

Tesettür defilelerine katılmadığını görüyorum ve canım sıkılıyor… O günlerin geride kaldığını, eski muktedirler ne yapıyorlarsa artık bizim de yapmamız gerektiğini göremiyorsun; çünkü yukarıda sözünü ettiğim gibi, İslam’ı benim kadar bilmiyorsun! Evet, bir zamanlar kapitalizmin kadını bir meta olarak kullandığını söylüyorduk, tamam; ama o günler artık geride kaldı hemşerim! Aynı şeyleri söyletip durmayın bana! Dün onlar yapıyordu, bugün sıra bizde anadın mı! Aksini söyleyen alçak komünistlere taviz verme! Ne diyor Kuran: “Onların söylediklerine sabret. Ve güzelce ayrıl onlardan.” (Müzzemmil, 10)

Bak sana Kuran’dan ayetler okuyoruz burada! (Karıştırma öyle o ayetin öncesini sonrasını (siyak-sibak karinesi) hemşerim; ne diyorsak o!

Bu çok önemlidir, dikkatli dinle!

Her fırsatta, hatta fırsat yaratarak kapitalizmin ne kadar iğrenç bir sistem olduğunu tekrarlayıp dur! Bunu her fırsatta yap. Biz de kapitalizme karşıyız diye sürekli konuş. Biz gerçekten kapitalizme karşıyız çünkü, aynen sosyalizme karşı olduğumuz gibi… “Peki neyi öneriyorsun?” diye sorduklarında “İslam bize yeter!” diye sertçe cevap ver; çünkü İslam bize gerçekten yeter… İlle de somut bir şey söylemen için diretenleri İslam’a hakaret etmekle suçla, Peygamberimize suç isnat etmekle suçla; Kuran’da “sosyalizm” diye bir kelime geçiyor mu?!. Bu konuda asla taviz verme! “Allah bizi zenginlikle imtihan ediyor!” de; bunun her zaman işe yarayacağını aklından çıkarma! Ne diyor Kuran: “Allah’ın sana verdiklerinden ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 77) Sana, “Zulme sapanlar ise içine gömüldükleri servet şımarıklığının ardına düşüp suçlular haline geldiler.” (Hûd, 116) ayetini okuyacaklar çıkacaktır. Onlara bu ayetin başını hatırlatarak, söz konusu örnekle bizden önceki nesillerin kastedildiğini, bu ayetin bizi bağlamayacağını söyle! “Peki bu ayet Kuran’a neden girmiş?” diye soran olursa, onu Kitap’a hakaret etmekle suçla; “Allah’ın Kitabına hangi ayetin girip girmeyeceğine sen mi karar vereceksin!” diye üste çık. Bunu yaparken için rahat olsun; çünkü bu ayet gerçekten bizi kastetmiyor, buna gönülden iman et!

Milli gelir 10.000 dolar seviyesine yükseldi elhamdülillah! Bunu tüm halka bölüştürdüğünde bu para kimin işine yarar; üç beş ayda yer bitirirler bunu. Bu nedenle, o fakir fukara takımını aç susuz bırakacaksın, sefil edeceksin, perişan edeceksin ki bir an önce geberip gitsinler; böylece kalan para da bizim gibilerin kasasında birikip sermaye birikimi sağlansın! (İntihar edenler, madenlerde ölenler, kaçak atölyelerde tüp gaz patlamasından gidenler, tersanelerde iş kazalarında telef olanlar, açlıktan vefat edenler için “Kader işte, Allah böyle takdir etmiş.” deyip geçeceksin; meseleyi uzatmanın ne alemi var! Arkalarından bir Mevlüt okutur, biraz ağlıyormuş gibi yaparsın olur biter; hatta ağlarsan daha da makbul olur, zorla biraz kendini kardeşim!

(Yemin ederek söylüyorum; geçenlerde, İslami kanaların birinde bir tarih profesörü, Çanakkale savunmasında şehit düşenler için “telef oldular” tanımını kullandı, kendi kulaklarımla duyup gözlerimle şahit oldum.)

Ne diyor Kuran: “”Allah’ın dilediği takdirde yedirip doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız.” İşte size apaçık bir ayet!(Yâsin, 47) Fakir fukara takımı tabii olacak; Kuran yalan mı söylüyor yani! (Gerçi bu cümlelerden önce, “Onlara, ‘Allah’ın size lütfettiği rızıklardan dağıtın’ dendiğinde, nankörlüğe sapanlar iman edenlere şöyle derler:’ diye bir giriş var; ama yukarıda da bir vesileyle söylediğim gibi, bu ayet de bize inmedi aslında, eski nesilleri anlatıyor sadece!)

Eşitlikten söz eden komünistlere asla taviz vermeyeceksin! Adı üstünde komünist ulan bunlar! Bak kimimiz uzunuz kimimiz kısa, kimimiz şişmanız kimimiz zayıf; Allah bizi eşit yaratmamış, bu sana bir şey ifade etmiyor mu! Bunların Kuran’dan okudukları ayetlere asla itibar etmeyeceksin! O ayetler bize inmedi. Mesela ikidebir ısıtıp ısıtıp önümüze çıkardıkları şu eşitlikten söz eden Nahl 71. ayet Necran Hristiyanlarına indi; bundan bize ne! Kuran’da yer alıyor bu ayet tabii ki, çünkü bir gün bir Hristiyan eskaza Kuran okursa görsün diye; başka ne için olabilir ki! Aynı şekilde, Bakara 219. ayet de öyle! O ayette “ihtiyaçtan artan her şeyi verin” gibi meallere asla itibar etme; o ayet “affedin” diyor! Bir fakir gördün mü yanına gideceksin, elini omuzuna koyup son derece mağrur ve verici bir edayla “Seni affettim din kardeşim!” dedikten sonra yürüyüp gideceksin, hepsi bu! (Bu söylediğime inanmıyorsan Suudi Arabistan Krallığının yaptırdığı Türkçe meali oku gör; sen Kraldan daha mı iyi biliyorsun İslam’ı!)

Bir makama geldiğinde yapacağın ilk iş, o mekanı boydan boya değiştirmek olmalı. Trilyonlarca lira harcamalı, oturacağın yeri krallara layık bir hale getirmelisin ki nefsin tatmin olsun; bu tatminden sonra çok daha yararlı işler yapabileceğini unutma. İnsanın fıtratında hep daha iyi şeyleri isteme, hep daha güzele yönelme vardır; fıtratına uy, egonu tatmin et. Mesela başka bir Müslüman kardeşinden 39.000 liraya aylıkla ev kirala; hem sen tatmin ol, hem de bir mümin kardeşini tatmin etmiş ol; unutma veren el alan elden üstündür, ver gitsin, nasıl olsa babanın parasını değil, devletin parasını harcıyorsun!

Hadi, benim vaktimi daha fazla alma, daha kazanılacak milyonlarca dolar beni bekliyor! Bu söylediklerimin aksini söyleyen biri çıkarsa “Komünist ulan bunlar!” demeyi ihmal etme; etrafındaki diğer müminlerin bu sözleri duyması için sesini yükselt ki sözlerin etkili olsun. Hatta mümkünse bunlardan bazılarını hapise tık, evlerinde arama yaptığında el bombası bul, mühimmat haritası bul, suikast krokileri bul; ne bileyim, bul bir şeyler işte, yaratıcı ol biraz!

Unutma; Allah nimetini kullarının üzerinde görmek istiyor!

İşe marka giyerek başlayacaksın, gerisi çorap söküğü gibi gelecek.

Unutmadan; kapitalizme takla attırmak için candan gönüllü din adamlarına şiddetle ihtiyacın var! Bul böylelerini, bulamıyorsan da bir an önce yetiştir. Peygamberimizin şerefli ama yoksul bir biçimde öldüğü bir istisna, adı üstünde, o Peygamber; sen zengin sahabelerden örnekler ver, binlerce köleye sahip kimi İslam büyüklerini araya sokuşturmayı unutma. Aksini söyleyenleri de Peygamber efendimize hakaret etmekle, komünistklikle, sosyalistlikle suçla; bu her zaman işe yarayan bir yöntemdir, bunu sakın unutma!

Bu arada; senin önüne sık sık şu namaz kılanlardan söz eden Maun Suresini getirecekler. Ne diyor o sure:

1- Bak şu dini yalanlayana!
2- İşte bak, öksüzü hor görüyor.
3- Yoksulun halinden hiç anlamıyor.
4- O namaz kılanların vay haline!
5- O kuru kuruya yatıp kalkanların vay haline!
6- Çünkü gösteriş yapıyorlar.
7- En küçük yardımı bile geri çeviriyorlar.

Bu sözlerin bizle ne ilgisi var; biz dini yalanlıyor muyuz yani! Cahiliye dönemindeki müşrik Araplara inmiş bir sure; bundan bize ne!

Tüketimi teşvik et, kendin de durmaksızın tüket! Sistem tüketim üzerine işliyor, bunu unutma! Allah bu nimetleri boşuna vermedi bize; tüketelim diye verdi. Ne bulursan tüket, tüketimi teşvik etmek için elinden ne geliyorsa yap! Ama özellikle lüks ve marka ürünleri tüketmeye özen göster; sıra bizde, bunu asla unutma, sıra bizde hemşerim!

Beş yıldızlı otellerde yatıp kalkıyormuşuz da, milyon dolarlık evlere sahip oluyormuşuz da, yok etrafını çitlerle çeviriyormuşuz da!

Size ne kardeşim bunlardan!

Terbiyesiz herifler!

Konünist ulan bunlar!..


Not: Bir televizyon kanalında, Müslüman bir işadamı ile Müslüman bir politikacının tartışmasından esinlenilmiştir.

15 Şubat 2011 Salı

Kuran ve Sosyalizm çalışmalarıma cevap

“Kuran ve Sosyalizm” adlı iki çalışmam geniş kesimlerden bir hayli eleştiri aldı. Çeşitli internet siteleri bu çalışmaları yayınladı ve okurlar birbirinden çok değişik yorumlarla bu çalışmalara katkı sundular.

Yukarıda sözünü ettiğim eleştirilere yeni bir çalışma ile cevap vermek kaçınılmaz oldu; çünkü açıkça beli oluyor ki bu eleştirileri yapan dostlar birtakım konularda bu fakir ile aynı şeyleri düşünmüyor.

Öncelikle belirtilmesi gereken şey, çalışmalarda sözü edilen şeylerin “mutlak doğru” olarak dayatılmamasıdır. Kuran, her Müslümanın olduğu kadar benim de Kitabımdır ve bu Kitap’taki ayetleri içimden geldiği gibi yorumlamak benim de hakkımdır. Çok çeşitli kesimlerden yöneltilen eleştiriler, ilk iki çalışmada birtakım yönlerin eksik bırakıldığı gerçeğini gözler önüne sermektedir; bu çalışma ile o eksiklikler mümkün olduğu kadar giderilmeye çalışılacaktır.

(Arapça bilmeyen birinin Kuran’ı yorumlaması yadırganmamalıdır; bu eleştiriden hareket ettiğimizde, Grekçe bilmeyen birinin İncil hakkında, İbranice ve Aramice bilmeyen birinin de Tevrat hakkında konuşmaması gerekirdi. Çevirmenlerden ve mealcilerden Allah razı olsun.)

Konunun ayrıntılı biçimde ortaya kornulabilmesi açısından, bu çalışmadaki tarzın, eleştiri-cevap biçiminde düzenlenmesi uygun görülmüştür. Eleştirilerin bu yazıda cevaplanacak olanları birebir (aynen) verilmektedir.

Eleştiri: Hiçbir sosyalistin ahireti kabul ettiğini görmedim. Sosyalistler imtihan gibi bir olguyu kabul etmezler.

Cevap: Benim çalışmalarımı takip ederseniz görürsünüz dostum. Ben “imtihan”ı konu alan onlarca çalışma yaptığımı hatırlıyorum.

Eleştiri: Kapitalizmin de sosyalizmin de karşıtı İslamdır.

Cevap: Aslında, bu eleştiride “İslamdır” sözcüğü yerine “Kuran’dır” sözcüğü gelmeliydi, çünkü ben İslam’ı değil, Kuran’ı kaynak olarak alıyorum. “İslam Kuran’dan farklı bir şey mi?” diye sorulacak olursa, cevabım ne yazık ki “evet” olacaktır. Bugün uygulanan İslam Kuran’ın İslamı değildir; esasen tartışmalar da bundan kaynaklanmaktadır.

Eleştiriye net bir cevap olması açasından şunun da söylenmesi gerekir: Hiç kapitalizmin de, sosyalizmin de karşıtı İslam olur mu sevgili dostum?!. İlk ikisi sadece birer ekonomik sistem, İslam ise bunlarla birlikte bağrında sorulabilecek tüm soruları cevaplayan muhteşem bir dindir. Daha önce de belirttiğim gibi, bu çalışmalarda; botanikten felsefeye, jeolojiden hukuka, psikolojiden astronomiye kadar tüm bilimleri kapsayan bu muhteşem yaşantının sadece ekonomik yönü tartışılmaktadır. İslam’ın içinde sosyalizm vardır, ama sosyalizmin içinde İslam’ın sadece ekonomik boyutu yer alır.

Eleştiri: Mutlak eşitlik diye bir şey olamaz.

Cevap: İnsanın bulunduğu bir yerde “mutlak” hiçbir şey olamaz; dolayısıyla “mutlak eşitlik” gibi bir şey de kuşkusuz olamaz. “Eşitlik”ten kastedilen şey, rızık ve imkânlarda eşitliktir; kaldı ki, bu dar çerçevede dahi mutlak eşitlik söz konusu edilemez.

“Mutlak eşitlik diye bir şey olamaz” eleştirinizi Kuran’a yöneltebilir misiniz?

Ne diyor Fussulet 10:

“Yerin üstüne sarsılmaz dağlar yerleştirdi, orada sayısız nimetler verdi. Geçim vasıtalarını onları arayanlar arasında eşit şekilde paylaştırdı ve bütün bunları dört aşamada yarattı.”

Bu harikulâde ayet ortada dururken, “mutlak eşitlik yok” diye ortaya çıkılabilir mi; Yaratıcı bunu bilmiyor mu ki ayeti böyle düzenlemiş?

Nahl 71 ne diyor:

“Bakın, Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!”

Bu müthiş ayet ortada dururken, “mutlak eşitlik olamaz” diye ortaya çıkılabilir mi?!.

İlk iki çalışmada “mutlak eşitlik”ten söz ettiğimi gördünüz mü? Sosyalizmin “mutlak eşitlik”ten söz ettiğini kim söylemiş! Hastaya, çocuğa, engelliye, yaşlıya, acize, bilimciye ve benzerlerine doğaldır ki farklı davranılacaktır. Kuran’daki bu muazzam emri, “mutlak eşitlik yoktur” diyerek görmezden gelmek doğru mudur?!. Nasıl bitiyor Nahl 71: “Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!”

Eleştiri: Peygambere sosyalizmi isnat etmek büyük günahtır.

Cevap: Bu, “sosyalizm”den ne anladığımızla ilgili bir husus olsa gerek. Marx’ın diyalektik materyalizminden hareket ettiğinizde karşınıza başka bir sosyalizm çıkar, Kuran ayetlerinden hareket ettiğinizde başka… Sosyalizmin Türkçe karşılığı “toplumculuk”tur, Osmanlıca karşılığı ise iştirâkiyye… Allah’ın o muazzez Elçisi toplumcu değil miydi yani?!. Haşr 7’yi tebliğ eden o eşsiz ruhun toplumcu olmadığını kim söyleyebilir, kaldı ki ona eşitlikçi dendiğinde günaha girmek! Olur mu böyle şey! (Haşr, 7: Allah’ın, kentler halkından resulüne zahmetsizce aktardığı mal ve nimetler şunlar içindir: Allah, Peygamber, Peygamberin akrabası, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar. Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. Resil size ne verdiyse onu alın; sizi neden yasakladıysa ona son verin ve Allah’tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.)

Eleştiri: Hz.İsa “İnsan sadece ekmekle yaşamaz” der.

Cevap: Buna ne şüphe!.. İnsan gayet tabii sadece ekmekle yaşamaz. (Bu sözün tamamı şöyledir: “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı’nın ağzından çıkan her sözle yaşar.” İncil/Matta, 3/4)

Yeri gelmişken, Hz.İsa’dan ben de bir alıntı yapayım:

“İsa, ‘Bana neden iyilik hakkında soru soruyorsun?’ dedi. ‘İyi olan yalnız biri var. Yaşama kavuşmak istiyorsan, O’nun buyruklarını yerine getir.’ ‘Hangi buyruklar?’ diye sordu adam. İsa şu karşılığı verdi: ‘Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyceksin, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin ve komşunu kendin gibi seveceksin’ Genç adam, ‘Bunların hepsini yerine getirdim’ dedi. ‘Daha ne eksiğim var?’ İsa ona, ‘Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel beni izle’ dedi. Genç adam bu sözleri işitince üzüntü içinde oradan uzaklaştı. Çünkü çok malı vardı.” (İncil, Matta, 19/19-22)

Ne diyor Hz.İsa:

Git malını sat, parasını yoksullara ver, onlarla eşitlen öyle gel!

Genç adam neden üzüntülü?

Çünkü malı mülkü çok, ama yoksullarla eşit hale gelmekten korktuğu için Peygamberle birlikte gidemiyor.

Sonuç olarak, eleştiriye bütün kalbimle katılıyorum; tabii ki sadece ekmekle yaşanmaz, maneviyat olmadıktan sonra aksırıncaya tıksırıncaya kadar yemek kime ne kazandırır ki! (Milyarlarca yıllık inanılmaz bir serüvende 60-70 yıllık, kısacak, bir anlık bir yaşama sahibiz ve kefenin de cebi yok üstelik!)

Eleştiri: Marx doğru tespitler yapmış olabilir, ama bu onun Müslüman olduğunu göstermez.

Cevap: Aynen katılıyorum. Adam Smith de Müslüman değildi, serbest pazar ekonomisinin yırtıklarını yamamaya çalışan Keynes de…

Eleştiri: Kuran bir bütündür ve bütün hayatı kapsar, onda sadece ekmek ile ilgili ayetler yoktur. Kuran’ı bir bütün olarak ele almak icap eder.

Cevap: Bu eleştiriyi haksız bulduğumu söyleyeceğim. Bu eleştiriye konu olan çalışmalarda ben Kuran’ın sadece ekonomi politikasını irdeliyorum; hiç kuşkusuz Kuran bir bütündür ve tüm hayatı kapsar. Böyle bir çalışmada “Saat yaklaştı, Ay yarıldı.” (Kamer, 1) ayetini anlatsaydım içerik açısından ilgisiz olmaz mıydı?

Eleştiri: Kuran bir nevi meşruiyet aracı olarak görünüyor.

Cevap: Aynen öyle, çünkü Kuran ayetlerini örnek olarak veriyorum ve bundan gurur duyuyorum; aksini söyleyen de Kuran’dan ayetler okumalı. Yukarıda size kuran’dan üç ayet okudum (Fussulet, 10; Nahl, 71; Haşr, 7); bana bunlar kadar net ayetler okuyabilirseniz ve Bakara 278-279’un benim anladığımdan farklı olduğunu kanıtlayabilirseniz söz veriyorum kapitalizmi kabul edeceğim. (Bu iki ayet ribayı -içinde faizi de barındıran haksız ve makul olmayan servet- bırakmayanların Allah’a ve Elçisine savaş açmış olacağını anlatıyor.)

Eleştiri: Tek yol var! İslam ve insan olmak…

Cevap: Buna kimin itirazı olabilir ki! Peki; “İslam ve insan olmak” için Kuran okumak ve o ne diyorsa onu yapmak gerekmez mi? Sizin de katkınızla, şu anda onu yapmaya çalışmıyor muyuz zaten…

Eleştiri: Sosyalist söylemde bence ahiret vurgusu da yapılmalı.

Cevap: Bu eleştiriye katılıyorum. Yakın zamanda “Kübra Bebek” ve daha onlarca çalışmamda bunu yaptım zaten. Ancak, benim çalışmalarım zaten Müslüman olanlar için olduğundan bu vurguya her zaman başvurmuyorum; okur dostların bu önkabulde olduğunu varsayıyorum. Yine de bu eleştiriden yararlanacağıma söz veriyorum.

Eleştiri: Özel mülkiyet yoksa yerine ne koyuyorsunuz?

Cevap: Bu sorunuzun cevabını bundan tam on yıl önce verdim dostum:

“Feodalizmi reddediyorum ve topraksız köylünün topraklandırılmasını talep ediyorum. Bunu yaparken kastettiğim şeyin bir reform değil, düpedüz bir devrim olması gerektiğini özellikle eklemekten de geri kalmıyorum. Toprak ağalarının topraklarının topraksız köylülere ‘bedelsiz’ dağıtılmasını ve toprakların köylüler adına tapuya bağlanmasını talep ediyorum. Bunu yaparken, zengin ya da orta halli köylülerin mallarına veya mülklerine zerre kadar da olsa dokunmayacağıma söz veriyorum.

Herkesin başını sokabileceği, insanca yaşayabileceği, tapusu kendine ait bir konutu olması gerektiğini haykırıyorum; ve bu konutun olduğu yere her türlü altyapıyı devlet eliyle ve bedava götüreceğime söz veriyorum.

Dış ticaretin, büyük sanayinin, banka ve sigorta sektörünün kamulaştırılması gerektiğini ileri sürüyorum; ama bunu yaparken, insanların ticaret yapmasını, kişisel girişimlerde bulunmasını, ortaklıklar kurmasını emgellemeyi düşünmüyorum.

Özel mülkiyeti kesinlikle reddetmiyorum; insanların mülkiyetlerinde bulunan namuslu servetlere kesinlikle karşı olmadığımın bilinmesini istiyorum.

Faizi, paranın para kazanmasını, borsayı, servetin bir tahakküm aracı haline gelişini şiddetle reddediyorum.” (Benzerleriyle Değiştirilenlerin Hikâyesi/Beyan Yayınları/ 2001)

Eleştiri: İslamla ilgili yaklaşımlarınızı neden malla sınırlandırıyorsunuz? Siz Kuran’ı okuduğunuzda orada sadece insanoğlunun bu dünyadaki tek sorunu olarak malı mı görüyorsunuz? Ar, namus, iffet, haya nerede? Söyler misiniz, bir insandan iffet, haya ve namusu çekip aldığınızda geriye ne kalır? Sizin okuduğunuz Kuran bunlar hakkında bir şey demiyor mu? Yoksa siz benim bilmediğim başka bir Kuran mı okuyorsunuz? Bu konularda sizi ciddi bir zaaf içinde görüyorum.

Cevap: İkimiz aynı Kuran’ı okuyoruz dostum! Tek farkımız, yangın çıkan bir evde çoluk çocuğu kurtarmak varken -sanırım- sizin eşyalar için kaygılanıyor oluşunuz! (Bir diğer ihtimal de, benim ekonomik meseleleri abartıyor oluşumdur.) Size aynen katılıyorum; bir insandan iffeti, arı ve hayayı söküp aldığınızda ortada kalan şey sadece gelişmiş bir hayvandan başka bir şey değildir. Bu konuda son sözüm, Özal zamanında, yani küçük amerika olmak için ülkemin gemi azıya aldığı o liberalleşme yıllarında Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı bir tespittir: Özelleştirmelerin ve kuralsız serbest piyasanın uygulanmaya başlamasıyla birlikte, Türkiye’deki vesikalı hayat kadını sayısı % 500 artmış! Neden dersiniz?..

Eleştiri: … Çünkü insanın insanı ezmemesi, sömürmemesi ve zulmetmemesi için insan vicdanını denetleyecek en güçlü motivasyon Kuran’dır. Marksist sosyalizmin en temel açması bu idi. O bir yandan proletarya diktatörlüğü adına insanlık tarihinde benzeri ancak faşizmde görülen bir vahşet ve vicdansızlıkla gerek parti içi mücadelede kendi evlatlarını yemiş, gerekse ateist karakteri ile yönettiği toplumların milli varlıklarını, bağımsızlıklarını, din, tarih ve kültür medeniyetlerini inkâr etmiş ve bu yolla da faşizmden daha fazla kan dökmüştür.

Cevap: İleri sürülenlere tam olarak katılmasam bile, söyleyeceğim şey onların başaramadığı olacaktır; aynen zamanımızdaki Müslümanların İslam’ı başaramadıkları gibi… Bana İslam’ın Kuran’da anlatılan biçimiyle yönetildiği tek bir devlet gösterebilir misiniz? Müslümanların İslamı becerememesinin günahı Kuran’a yüklenebilir mi?!. Bırakın diğer ülkeleri, kendi ülkemizde milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşıyor, milyonlarca kişi işsiz, milyonlarca kişi perişan… Kuran’ın vazettiği din bu mudur?!. Geçenlerde bir özelleştirme ihalesinde 8 milyar dolar sürüldü ortaya; bu parayla Türkiye’nin tüm sağlık sorunları bir anda çözülebilir; bu kalleşlik değilse nedir?!. Marksist sosyalizmin ateist karakterinden bana ne; ben size Kuran’ı anlatmaya çılışıyorum sevgili dostum… Benim önerdiğim sosyalizmin ateizmle ne ilgisi var; sosyalizm ille de ateist olacak diye bir kural mı var? (Kaba bir örnek ama olsun: Halkın büyük çoğunluğu ortodoks olan Moldova’da son genel seçimleri Komünist Parti kazandı, oy oranı % 50.5’ti; bu insanların tümü ateist miydi sizce? Egoma yenik düşme pahasına da olsa, abd haydudunun komşumuz Irak’ta son iki-üç yılda 1 milyondan fazla insan öldürdüğünü söylemeden geçemeyeceğim. Japonya’yı, Kamboçya’yı, Afganistan’ı ve diğerlerini saymıyorum bile!)

Eleştiri: Bence, yazıdaki tespitler muazzam. Fakat sosyalizm ve komünizmin Müslümanların zihninde nasıl yer ettiğini biliyoruz. Bu durumu göz önünde bulundurursak, konunun açıklanması ne kadar detaylı bir şekilde anlatılırsa anlatılsın, anlatılanların içinde bu kelimeler geçtiği takdirde Müslüman zihindeki o algı ortaya çıkıp olumsuz reaksiyona dönüşecektir ne yazık ki. Bu yazıdan yola çıkarak son sözüm şudur: Eşitlik; barış için, huzur için, Müslümanca yaşayabilmek için pek tabii zaruridir.

Cevap: Bu eleştirinin altına imzamı atıyor ve sevgili dostuma teşekkür ediyorum.

Eleştiri: Sosyoekonomik benzerlik dışında hiçbir beşeri yapılanma, uygulama ya da siyasi rejim Kuran’la eş tutulamaz.

Cevap: Aynen katılıyorum… Bırakın hiçbir beşeri yapılanmayı, hiçbir şey Kuran’la eş tutulamaz. Ne var ki, Kuran’ın insanları ekonomik olarak eşitleştirmeci bir sistem emrettiği de akıldan uzak tutulamaz.

Sonuç:

Kuran, rızık ve nimetlerde eşitliği emretmektedir.

(Bu “emir”lere “tavsiye” diyenler yani bu çalışmada konu etmediğim kişiler bunu ya iyiniyetlerinden yapıyorlar, ya da kapitalizme takla attırma peşindeler. Allah izin verirse bir gün onlara da bir cevap yazarız inşallah.)

Yukarıda eleştirilerini verdiğim ve benim gibi düşünmeyen tüm dostlarımı bu konuda (eşitlik) bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.

“Sosyalizm” sözcüğünün bu dostlarımı ittiğinin farkındayım; ama ne yaparsınız ki, daha önce de vurguladığım gibi eşyaya (şeylere) bir isim vermek zorundayız.

Sosyalizm, Kuran’a rağmen bir sistem olmak zorunda değil.

Bu mesele, Kuran’ı nasıl uygulayacağınızla ilgili bir mesele. Geçenlerde bir İslam ülkesinde zina yaptığı iddia edilen iki kişi taşlanarak öldürüldü; Kuran’da recm cezası var mı?!. 13 Şubat 2010’da, yerel televizyonların birinde, bir adam Mehdi olduğunu ve arkasında namaz kıldırmak üzere Hz.İsa’yı beklediğini anlatarak sponsor arıyordu.

Hadi dostlarım; açların, yoksulların feryatlarının arşı inlettiği bugünlerde Kuran’ı bir kez daha okuyalım…

Yoksulların bu çığlıklarını orada göreceksiniz, eminim…

Hadi bu çalışmayı Kasas 5 ile bitirelim:

“Ve biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara nimet ve bağış sunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim.”

10 Şubat 2011 Perşembe

İnsan Olmak

Mikroorganizmalar…

Lahana, turp, akasya ağacı…

Karıncayiyen, çakal, maymun…

Bunların tümü canlı.

En tepede bulanan ise insan.

Mükemmel bir beyin, konuşarak ve yazarak iletişim kurabilme yeteneği, bir çift mükemmel el ve ateşi kullanabilip uygarlık kurma becerisi…

Tüm bunların karşılığı olarak “vicdan” denen o “iç ses” ile kısıtlanış(!) ve “basiret” denen o “görüş” ile sınanış.

xxx xxx xxx

“Ne manyaklar var, değil mi abi!..”

Elli-altmış yaşlarında olmalıydı. Takım elbisesinin üzerine dizlerinin hemen altında biten bir palto giymişti. Patlayan borulardan sızıp küçük bir gölcük oluşturan çamurlu suyun üzerine eğilmiş, elindeki küçük dal parçasıyla suda çırpınan küçük böcekleri ve sinekleri kurtarmaya çalışırken, yanımdaki otopark görevlisiyle onu izlediğimizden habersizdi. Paltosunu kucağına kadar sıyırmıştı, ama ayakkabılarını ve pantolonunun paçasını çamurlanmaktan kurtaramamıştı.

“Ne manyaklar var, değil mi abi!..”

Otopark görevlisine bakıp belli belirsiz tebessüm etmekle yetinmiştim; çünkü ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

xxx xxx xxx

Merhamet…

“Şefkat gösterme, acıma, birini esirgeme”, sözlük böyle tarif ediyor; acıyarak ve esirgeyerek sevme yani…

Sanırım önşart bu; çünkü içine üflenen “Nefes” bunu zorunlu kılıyor; zira o “Nefes” de bundan müteşekkil.

Önce merhamet…

Bildiğimiz kadarıyla, milyonlarca canlı türü içinde bunu ziyadesiyle başarabilme potansiyeline sahip tek tür.

“Vicdan” ve ondan kaynaklanan “merhamet” yoksa, “insan” da yok…

xxx xxx xxx

“Senin kafan karışık, sen rotanı kaybetmişsin!..”

xxx xxx xxx

Bana bunları düşündürten şey, bir dostun yukarıdaki ithamı oldu.

“Senin kafan karışık, sen rotanı kaybetmişsin!..”

Sanırım haklı bu dost…

Kafam karışık ve rotamı kaybetmişim gerçekten…

Ama bir ihtimal daha var:

Ya bu kafa karışıklığı iyi bir şeyse; ya rotayı kaybetmek, aslında zalimlerle aynı istikamete gitmemekle eş anlamlıysa…

xxx xxx xxx

Rota ne?

Paylaşmaya yanaşmayan insanoğlunun Arz’ı durdurulamaz bir biçimde felakete sürüklemesi…

Kıyımlar, yıkımlar, katliamlar, mahvedilen çevre, tükenen-kirlenen doğal kaynaklar, çölleşen ormanlık alanlar…

Bir tarafta, muazzam boyutlarda olduğu için har vurulup harman savrulan değerler; diğer tarafta, yokluk içinde inim inim inleyen milyonlar…

Geçenlerde gazeteler yazdı:

İki Arap şeyhi, üreticilere iki adet saat siparişi vermiş; her biri 16 milyon Yuro… Tek bir saat 16 milyon Yuro.

Ama üç yüz milyonluk Arap dünyasının hali ortada işte. Tunus’ta kendini yakan üniversite mezunu bir işsizin tetiklediği olaylar ortada… İnsanlar ellerinde ekmeklerle gösteri yapıyorlar.

Geçen gün açlıktan ölen Kübra bebek gözlerini gözlerime dikmiş, acınası aczimden dolayı tahakküm eden bakışlarla süzüyor beni!

Ülkemi “dönüştüren” abd emperyalizminin ellerini ovuştururken çıkardığı ses kulaklarımda yankılanıyor!

Kafam karmakarışık…

xxx xxx xxx

İçindeki “o Nefes”i söküp attığınızda insan vicdansız bir hayvana dönüşüyor ve kaçınılmaz bir biçimde o malum rotaya yöneliyor; nedir o rota?

İnsanın insana kulluğa mahkûmiyeti ve yozlaşmışlık içinde mahvoluş!

Reddediyorum!

Bu kadar net!

Reddediyorum!

xxx xxx xxx

“Senin kafan karışmış, sen rotanı kaybetmişsin!”

Haklısın ciğerim.

Şükürler olsun ki haklısın…

Lahana, turp, karıncayiyen ve maymun…

Ve ayakkabıları ile pantolonunun paçası çamurlanan adam.

Haklısın ciğerim.

Şükürler olsun ki haklısın…

Kuran ve Sosyalizm

“’Müslümanım’ yetmiyor mu da ille de ‘sosyalistim’ diye vurguluyorsun?!.”

Kuran’la tanıştıktan sonra aldığım eleştirilerin başında bu geliyor.

Yazdığım kitaplara, makalelere, dostlarımla sohbetlerime damgasını vuran hep bu eleştiri.

“Müslümanım yetmiyor mu?!.”

(Sorunun sonundaki ünlem işaretine dikkatinizi çekerim; çünkü sadece bir soru değil bu, sitemi de bağrında taşıyor.)

Çok net cevap vereceğim:

Yetmiyor…

Neden biliyor musunuz?

Çünkü AKP’li dostlarım da “Müslümanız” diyorlar-ki hiç kuşkusuz öyleler-, Suudi Arabistan Kralı da “Müslümanım” diyor, CHP’li dostlarım da “Müslümanız” diyorlar -ki hiç kuşkusuz onlar da Müslüman-; bunu böyle uzatmak mümkün…

Hepimiz Müslümanız; ama söz konusu olan şey Kuran’ın ekonomi politiği olduğunda hepimiz farklı şeyler anlıyoruz. (Ben kimseden daha iyi Müslüman olduğumu falan iddia etmiyorum, böyle saçma bir şey nasıl iddia edilebilir ki; benim iddiam, Kuran’ın ekonomi politiğinin sosyalizmi öngördüğü. Neden “sosyalizm” peki; çünkü lisan yoluyla anlaşabilmek için eşyaya bir isim koymak zorundasınız da ondan.)

(Kuran’da tüm bilimlerden pasajlar mevcut; tıp, sosyoloji, psikoloji, astronomi, felsefe, kimya, hukuk… “Ben hukukçuyum” veya “Ben tıp doktoruyum” diyen adama, “Müslümanım yetmiyor mu?” diye soruyor musunuz?)

xxx xxx xxx

Sosyalistlerin veya komünistlerin içinde ateistler yok mu?

Var!

Peki, kapitalistlerin içinde şirk koşanlar yok mu?

Tonlarca…

Kuran’ı doğru anlıyorsam, ateizm ile şirk karşılaştırıldığında ortaya çıkan şey, şirkin çok daha büyük bir günah olduğu.

Şu bildirime bakar mısınız:

“Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, onun dışında kalanı dilediği kişi için affeder.” (Nisa, 48)

Allah’ın bu sözlerinden, Yaratıcı öyle uygun görürse ateizmin affedilebileceğini anlıyoruz; ama aynı şeyi şirk için söylemek mümkün değil, çünkü bildirim üzerinde tartışılmaya gerek kalmayacak kadar açık:

“Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez.”

İlle de bir şey yapmak geliyorsa içinden, insan ateist olduğunu düşündüğü sosyalist dostlarına Kuran’ı anlatır; gerisi bu tebliğe muhatap olanla Allah arasındadır.

(“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!” Yunus, 99)

xxx xxx xxx

Şu anda bu çalışmanın can alıcı noktasındayız:

Müslüman kardeşlerimin bana göre ortak hatası sosyalizmi Marx’ın babasının malı sanmaları!..

Marx yaşamış en büyük dehalardan biri; buna kuşku yok.

İyi de, Ebuzer marksist miydi?

İlk defa duyacağınız bir üslupla soracağım; Kuran marksist mi?!.

Daha ileri gideceğim:

Hiç ilgisi yok, ama varsayalım ki sosyalizm Marx’ın babasının malı; ne olmuş?!.

Edison Müslüman değildi, Graham Bell de; bu böyle diye ampulü ve telefonu kullanmayacak mıyız yani!

Ama temel meseleyi bir kez daha hatırlamak gerek:

Marx daha anasının rahmine düşmeden yüzlerce yıl önce İslam tefekküründe -bugünkü dille- sosyalizm denebilecek hareket çoktan derinleşmişti bile.

xxx xxx xxx

Konu öyle derin ki, bu kısa çalışmada küçük küçük hatırlatmalarla idare etmekten başka çare yok.

“O halde, Allah Kuran’da neden açık açık “sosyalizmi kurun” diye emretmedi?”

Emretti ciğerim, emretti…

Bakın ilk bakışta çok ilgisiz gibi gelebilecek iki ayet:

“Küfre sapanlar sakın öne geçtiklerini düşünmesinler. Onlar bizi aciz bırakamazlar. Onlara karşı, gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın. Ordugâhlarda atlar besleyin. …” (Enfal, 59-60)

Bu ayetin hükmü geçti mi peki?

Hayır tabii!

Bu ayetin hükmü tüm geçerliliği ile sürüyor, ama bugünkü dille okuduğunuzda amerikan emperyalizmi ile mücadelede ordugâhlarda uçaklar, tanklar, füzeler bulundurmak anlamına geliyor

Aynen bunun gibi, henüz bildiğimiz anlamda devletlerin bile bulunmadığı, kapitalizmin esamesinin okunmadığı, bilinen anlamıyla serbest pazar ekonomisinin bulunmadığı günlerde inen Kuran ayetleri bugünkü dille okunduğunda ortaya çıkan şey, ekonomik olarak emredilen şeyin sosyalizm olduğudur.

Küçük bir fikir vermesi açısından naklettiğim bu çok kaba örneğe rağmen, ilk sözlerimde tüm kararlılığımla ısrar edeceğim:

Kuran, sosyalizmi emretmektedir!

xxx xxx xxx

Tam yeri…

Sosyalizm nedir?

Diyalektik materyalizmi, proleterya diktatörlüğünü, işçi mi yapar köylü mü meselesini, tek tek ülkelerde mi yoksa tüm dünyada birden mi tartışmasını, Lenin mi Mao mu konjonktürel ayrıntısını, üretim araçları tamamen devletin tekelinde mi olacak yoksa istihdam yaratması şartıyla birtakım girişimcilere de imkân tanınacak mı gibi “teferruat”ı bir kenara bırakalım; bunlar uzun meseleler.

Bunlar “teferruat”…

Yer dar, zaman kısa…

“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar”…

Sosyalizm/komünizm bu işte.

Gerisi “teferruat”…

Servet belirli ellerde mi toplanacak, tabana mı yayılacak; soru bu işte!

Müslüman kardeşlerim hemen hüküm vermesinler, çünkü tam şu anda Allah devreye girecek; bakın ne diyor:

“… Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. …” (Haşr, 7)

Soru neydi; servet, kapitalizmin öngördüğü biçimde belirli ellerde mi toplanacak, yoksa sosyalizmin öngördüğü biçimde tabana mı yayılacak?

Yukarıdaki Allah sözlerini (Haşr, 7) bir kez daha okuyun şimdi:

“… Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. …”



xxx xxx xxx

“Bağımsız dostum” sosyalizmi kastederek, “Buna Kuran’da hangi ayeti delil gösterebilmek mümkündür?” diye soruyor.

“Akıl” için en az yüz tane ayet; “İhtiyaçtan artan/sahip olunanlar” için Bakara 219, Haşr 7, Hud 87, Adiyat 8… Hangisi sayacağını şaşırıyor insan. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Benim naçiz tespitlerime göre, malın kötülenmesi, servet tutkusunun aşağılanması, infak, zekât, sadaka vb. en az 244 ayette geçiyor. (Arapça bilmiyorum; bu tespiti meallerden yapıyorum.)

Çok kısa geçiyorum.

Sosyalizmin en belirgin talebi olan “eşitlik” meselesi Kuran’da o denli açık ki, üzerinde tartışma dahi yapılamaz!

Sosyalistleri nasıl eleştiriyor bazı kardeşlerim; “eşitlik de neymiş, Allah isteseydi hepimizi eşit yaratamaz mıydı?”

“Eşitlik”in sosyalizmin en belirgin talebi olduğundan kimsenin kuşkusu olmamalı; aksi taktirde bu tartışma bir yere varamaz zaten.

Eşitlik!..

“Eşitlik” isteyenleri komünist olmakla suçlayanlar -bu ne biçim suçlamaysa- Nahl 71. ayeti duyduklarında zangır zangır titriyorlar.

Bakın Allah ne diyor:

“Bakın, Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden üstün kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?”

Allah, sözlerini nasıl bitiriyor; Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?

Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!

Kim bunlar?

“Eşit oluruz, eşit hale geliriz” endişesiyle rızıklarını/mallarını/servetlerini bölüşmeye yanaşmayan zenginler!

Allah’ın daha açık nasıl söylemesini istiyoruz ki!

Bir soru da benden:

Allah isteseydi bizi günde beş kere namaz kılacak biçimde programlayamaz mıydı; bunu neden bizim özgür irademize bıraktı?

Aynı şey!

Deneme ciğerim, deneme!..

xxx xxx xxx

Şimdi birtakım sahtekârların maskelerini indirmenin zamanı!

Bugüne kadar hep sosyalizmi tartıştık durduk; peki be sevgili kardeşlerim kapitalizm denen zulüm düzenini neden hiç tartışmıyoruz?!.

Bakın Üstad ne diyor:

“Bu hususta İslamla liberalizm arasında ortaya çıkabilecek belki en ciddi gerilim faizin meşruluğu sorunuyla ilgilidir. Piyasa ekonomisinin, üretim faktörlerinden birinin karşılığı olan faizi esas itibariyle meşru bir kazanç olarak gördüğü malumdur.” (Mustafa Erdoğan/Liberal Toplum-Liberal Siyaset/Siyasal Kitabevi, 1998)

Alıntı yaptığımız Üstad bir tespiti seriyor ortaya; ne diyor?

Kapitalizm fazi “meşru bir kazanç” olarak görür…

Bundan açık bir tespit olabilir mi?

Kapitalizme göre “faiz” piyasanın üretim faktörlerinden biridir ve “meşru bir kazanç”tır!

Şimdi sıkıdurun:

278- Ey iman edenler! Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Eğer gerçekten iman etmişlerdenseniz faizi terk edin.

279- Eğer terk etmezseniz, bilin ki, Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açmış olursunuz. …

İşte size Bakara Suresi’nden iki ayet art arda…

Faizi bırakmazsanız, bilin ki, Allah’a ve Elçisi’ne savaş açmış olursunuz!

Hoca ne diyordu?

Kapitalizme göre faiz meşru bir kazançtır.

Allah ne diyor peki?

Kapitalizmin meşru olarak gördüğü faizi terk etmezseniz Bana ve Elçi’me savaş açmış olursunuz!

(Bu ayette “harb” yani “savaş” sözcüğü özellikle kullanılıyor; bildiğiniz “harp” yani!)

Karar sizindir…

Allah’a ve Elçisi’ne harp açmak ister misiniz?

xxx xxx xxx

Hadi madde madde ve çok kısaca üzerinden geçelim:

1) Kapitalizm, “insan”a rağmendir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

2) Kapitalizm “akıl”a rağmendir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

3) Kapitalizm, “ihtiyaçtan artanı” dağıtmamakta, hatta dağıtılmasını engellemektedir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

4) Kapitalizm “eşitlik”e karşıdır; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

5) Kapitalizm “zalime karşı mücadele” etmemektedir, çünkü bizzat kendisi zalimdir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

6) Kapitalizm, “gönül gözü/kalp gözü” ile görememekte, hatta görebilecek olanları da engellemektedir; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

7) Kapitalizm “Tek İlah Allah”ı riyakâr biçimde reddetmekte, Allah’a ortak koşmakta, adeta yeni bir din icat ederek Kuran ile savaşmaktadır; bu nedenle Kuran’a aykırıdır.

xxx xxx xxx

Çalışma uzadı; -bu konuya sonra dönem dönem devam etmek üzere- artık bitirelim mi?

xxx xxx xxx

Arkadaş!

Kapitalizmi, sosyalizmi, komünizmi, faşizmi, her ne isim veriliyorsa tüm sistemleri bir kenara bırakın gözünüzü seveyim!

Açlıktan ölen bebeklerin bulunduğu bir ülkede, on yedi tane lüks arabası olanlar, milyar dolarları olanlar, haksız kazanç şımarıkları, sonradan görmeler, servetleriyle böbürlenenler, fakire fukaraya merhamet gösteriyormuş gibi yapanlar kanıma dokunuyor.

Yeni dostum “Bağımsız”; dün öğlene doğru benim yaşlarımda bir adam, mahcup bir beden diliyle caddedeki çöp tenekelerini karıştırıyordu; bir dostumun cenazesine gidiyordum ve aynı saatlerde “başka bir dostum” rızık bulmak umuduyla çöp tenekelerini karıştırıyordu! (Derse bakın: Bir tarafta ölüm gibi bir gerçek, diğer tarafta rızık bulmak umuduyla çöp tenekelerini karıştıran benim yaşlarımda bir adam!)

Türkiye gibi cennet bir ülkede 30 milyon kişi açlık sınırında yaşıyor, 10 milyon kişi zaten aç!

Allah’ın bu kadar cömert davrandığı bir ülkede 8 milyon işsiz olur mu kardeşim!

Kanıma dokunuyor!

Kanıma dokunuyor!

Ne diyor Enam 104:

“Bakın, Rabbinizden size birçok deliller geldi. Artık kim vicdanının sesine kulak verirse kendi lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir.”

Bu vicdansızlık kanıma dokunuyor!

Kapitalizmin “vicdan” gibi bir kaygısı yok!

Mesele bundan ibarettir!..