30 Kasım 2010 Salı

Tüm Zamanların En Büyük Devrimcisi

İkiyüzlülükten, cahillikten, kalleşlikten ve ihanetten gına geldi arkadaş!

Bugüne kadar sürekli olarak “Kuran’dan solculuk çıkar mı/Kuran’dan sosyalizm çıkar mı” türünden yazılar okudunuz. Hatta kimi hain kalemler, bu kutsal çabayı “Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları” türünden bel altı vuruşlarla alaya almaya çalıştılar.

Kısa keseceğim ve net soracağım arkadaş!

Bana, tüm zamanların en büyük Devrimcisini söyle!

Kıvırtma, yalana dolana sapma, inanmadığın şeyleri eveleyip geveleme!

Bana, tüm zamanların en büyük Devrimcisini söyle!

Kim?

Marx mı, Lenin mi, Mao Zedung mu, Che Guevara mı?

Kim?

İnsanların tüm mal ve nimetlerden, rızıklardan eşit biçimde yararlanmaları gerektiğini, sosyal statü olarak mümkün olduğu kadar eşit biçimde bulunmaları gerektiğini anlattığım sağcı Müslüman(!) bir genç, “İyi de, komünistler hep silah kullanarak bir şeyler yapmaya, iktidarları devirmeye çalışıyor!” diye aklınca tavır koydu.

Tamam!

Kabul!..

Sorumu bu minvalde geliştirerek tekrarlayacağım o zaman.

Bana silah kullanarak devrim yapan, silah kullanarak iktidar deviren, silah kullanarak/savaşarak statüyü alt üst eden tüm zamanların en büyük Devrimcisini söyle!

Kıvırtma, yalana dolana sapma, inanmadığın şeyler konusunda eveleyip geveleme!

Kim bu tüm zamanların en büyük silahlı Devrimcisi?

Marx mı, Lenin mi, Mao Zedung mu, Che Guevara mı?

Kim?

Neden bu denli sinirli, bu denli hırçın, bu denli isyankâr olduğumu sorgulayıp duruyorsunuz!

Bıktım ikiyüzlülüğünüzden birader!

Yetti!..

Gına geldi!..

Bana öyle bir Devrimci söyleyin ki, bu devrimcinin yaptığı tüm zamanların en büyük devrimi hâlâ taş gibi sağlam olarak hüküm sürüyor olsun! (Pratiğini yozlaştıran sahtekârların eylemlerini bu muazzam devrimle karıştırmayın sakın; onlar hırsız, onlar hain, onlar sahtekâr!)

Hadi size bazı ipuçları vereyim:

Bir gün içinden gelen bir sese kulak vererek bir “dağa” çıkıp bir mağaraya kapanmasıyla başladı her şey.

Sonra silah kullanmaya, bizzat savaşmaya başladı.

Kima karşı savaşıyordu peki?

Oligarşiye!.. (Komünist ağzı oldu değil mi; sizi gidi kırtosbağaları sizi!)

Sizin gibi oturduğu koltuklarda klavye başında ona buna çamur atarak savaşmadı O; elde kılıç, elde mızrak, elde ok ve yay kendinden katbekat güçlü orduların içine daldı.

Sizin atalarınız çok kızıyorlardı O’na; çünkü “kurulu düzen”i değiştirmeye çalışıyordu; nitekim, o denli büyük bir devrimciydi ki, o kahrolası düzeni değiştirip paramparça etti.

Hâlâ anlamak istemediğinizi biliyorum; bu nedenle, kitlelere söylediği bazı garip(!) şeyler konusunda ipuçları vereceğim biraz da.

Bu arada, sonradan kıvırtmamanız için “solculuk” nedir, ona kısaca değineyim; siz bunun tam tersini “sağcılık” olarak kabul edin. Aşağıdaki paragrafı “Vikipedi”den aldım; laf aramızda, bu satırları, sırf bu çalışmam nedeniyle ısmarlama yazdırsaydım, hatta ben yazsaydım, bu kadar isabet sağlayamazdım. (Bu arada, bu fakirin “solcu” olmadığını da biliyor olmalısınız.)

Bakın, solculuk neymiş:

“İyileştirme arayan veya var olan sosyal hiyerarşiyi (insanlar arasındaki sosyal yapıdan kaynaklanan üstünlük) kaldırmak isteyen ve zenginliğin ve imtiyazların eşit dağılımını destekleyen politik harekete karşılık gelen terim.”

Sizi gidi ahlâksız kırtosbağaları sizi!

Bakın o tüm zamanların en büyük Devrimcisi neler söylemiş(Çok kısaltarak veriyorum):

“Ahlâk yoksunları bir gün hesaba çekildiklerinde malları onları kurtarmayacaktır. (Leyl, 4-11)

“Arınıp temizlenmek için malını harcayan, kesinlikle mutlu olacaktır. (Leyl, 18-21)

“Hayır! Bilakis asıl siz öksüze izzeti ikramda bulunmuyorsunuz. Birbirinizi yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz. Her şeye açgözlülükle saldırıyorsunuz. Mala mülke gözünüz doymuyor; yığdıkça da seviyorsunuz…” (Fecr, 17-20) (Ben de bir ekleme yapayım: Gizli banka hesaplarıyla ünlü İsviçre’yi marazi bir tutkuyla seviyorsunuz! Neden acaba!)

“Mal ve servet arzusu nedeniyle gözünüz öylesine dönmüş ki, ele geçirme hırsı gözünüzü bürümüş! (Adiyat, 8)

Ve muhteşemlerin muhteşemi, okuduğunda insanı hüngür hüngür ağlatan o muazzam sözler; iyi okuyun, ezberleyin; bir kağıda yazıp, her an görebileceğiniz bir yere asın!

“Dini yalanlayanı, yetimi itip kakanı, yoksulun doyurulmasını özendirmeyeni, yardıma ve iyiliğe engel olanı gördün mü! Bunlar namaz kılarlar, ama namazları riya içindir! Vay haline bu namaz kılanların! Vay haline bu kuru kuruya yatıp kalkanların! Vay haline bu riyakârların!” (Maun, 1-7)

“Vay haline bunların ki, boyuna mal istif edip sayarlar da sayarlar; bunlar mallarının kendilerini sonsuza kadar yaşatacağını zannederler!” (Hümeze, 2-3)

“Ölçeği tam ölçün, hak yiyenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların malına mülküne göz dikmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak sağa sola saldırmayın.” (Şuara, 181-183)

Sizi “konjonktür gereği” amerikanın dostu kesilen riyakârlar sizi; tüm zamanların en büyük Devrimcisinin bu son sözlerini tekrar edeceğim; bakın “artık” ağzınıza almaya çekindiğiniz “emperyalizm”i nasıl mahkûm ediyor:

“Yeryüzünde bozgunculuk yaparak sağa sola saldırmayın!”

Sizi riyakârlar sizi; her Cuma çıkışında tekrarlanan o kutsal amerikan karşıtlığı neden birden bıçak gibi kesildi?!. “Kadim dostunuz” amerikan haydudunun Müslüman Irak’ta 2.000.000 insan öldürmesine neden sessiz kalıyorsunuz?!.

Sizi kırtosbağaları sizi; Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları ha!

Devam edelim; bakalım bu eşi benzeri görülmemiş “Devrimci” başka neler söylemiş:

“O ülkede Firavun büyüklük taslamış ve halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir grubu ezmek istiyordu. Oğullarına kurbanlık muamelesi yapıyor, kadınlarını hayasızlığa zorluyordu. Sürekli terör estirip duruyordu. Biz ise o ülkede ezilenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve Firavun’un yerine geçirmek istiyorduk” (Kasas, 4-5)

Vay canına be!

Sırf bu paragraf için üç ciltlik kitap yazamazsam namerdim!

Yerimiz dar; bu nedenle, “sınıflar”, “bir grubu ezmek”, “sürekli terör estirmek” gibi sözler için bir şey söyleyemeyeceğim; ama “kadınlarını hayasızlığa zorluyordu” için şunu söylemeden geçemeyeceğim:

Devlet İstatistik Enstitüsü, “sağcı” Özal zamanında, Türkiye’de “vesikalı orospu” sayısının % 500 arttığını söylemişti, % 500… (Şu anda, bir mucizeye tanıklık ediyorsunuz; Firavunların ortadan kalkmadığını en yetkin ağızdan, Kuran’dan okuyor; Allah’ın mucizesine tanıklık ediyorsunuz!) Devlet, uyguladığı ekonomi politikalarıyla kadınları orospuluğa itiyordu; bu kadınlar durup dururken ahlâksızlaşmamıştı! Dikkat edin; bunu söyleyen Devletin resmi kuruluşuydu, komünistler veya solcular değil!

“Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?!.” (Kasas, 60)

“Allah pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır!” (Yunus, 100)

“İçinizden erdemli kişiler pek az çıkıyor. Bu nedenle siz de zalimlere uyuyor, refah ve lüks hayat uğruna günaha gömülüp gidiyorsunuz!” (Hud, 116)

“Andolsun, size hakkı okuyorum, ama çoğunuz haktan tiksiniyorsunuz!” (Zühruf, 78)

Buraya kadar okuduklarınız için, hiddetten köpürüp durduğunuzu bilmiyor değilim; ama “hatırlatıp öğüt vermenin inananlara yarar sağlayacağını” umut ediyorum. (Zâriyat, 55)

Şimdi dikkat kesilin sahtekârlar!

“Rızık bakımından kiminiz kiminizden zengin kılınmışsınız. Ama siz zenginler (ve zenginliği savunan siz sağcılar.Y.Y.) arada fark kalmaz, eşit hale geliriz diye bu rızıkları yanınızdakilerle paylaşmıyorsunuz! Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorsunuz!”(Nahl, 71) (Dikkat edin; cümleyi ünlemle bitirdim)

N’oldu; hani eşitlik komünistlikti?!.

Hiç kıvırtmadan söyleyin bakayım; siz Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorsunuz? (Bu kez soru işaretiyle bitirdim; size hâlâ bir şans verdiğimi gözardı etmeyin.)

Hey yüce Yarabbim!

“Eşitlik” bu tüm zamanların en büyük Devrimcisinin ağzından çıkan sözlerle nasıl da güzel anlatılmış, nasıl da güzel!

Ne diyor Devrimci?

Eşitliği reddedenler Allah’ın nimetini, dolayısıyla Allah’ı inkâr ediyorlar!

“Yuh size ve Allah’ı bırakıp da taptıklarınıza!” (Enbiya, 67)

Bakın uyarmadı demeyin; “Siz, rahat ve lüks içinde yaşayanlar azaba çekildiğinizde çok kötü feryat edeceksiniz!” (Mü’minun, 64)

Arkadaş, siz gayba inanıyor, hatta namaz bile kılıyorsunuz değil mi; o halde tüm zamanların en büyük Devrimcisinin sözünü dinleyip neden “size rızık olarak sunulanlardan başkalarına pay çıkarmıyorsunuz?” (Bakara, 3) Siz, “gerçeği örtenler için rezil edici bir azap olduğuna” da mı inanmıyorsunuz yoksa?!. (Bakara, 90)

“Paylaşımcılar” diye sözüm ona aşağıladığınız insanların iki eli ahrette yakanızda olacak unutmayın; çünkü bakın tüm zamanların en büyük Devrimcisi ne diyor:

“Sana neyi paylaşacaklarını soruyorlar. Onlara söyle: İhtiyaç fazlası olan her şeyi.” (Bakara, 219)

Ne diyor Devrimci?

İhtiyaç fazlası her şeyi paylaşacaksınız!

Bu kadar!

“Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları” ha!

Hangi sağ görüş bugüne dek ihtiyaç fazlası her şeyin paylaşılması gerektiğini söyledi?!.

Anlama güçlüğü çektiğinizi (aslında “çeker gibi görünmenin” daha kârlı olduğunu bildiğinizi) bildiğim için tekrar edeceğim:

Tüm zamanların en büyük Devrimcisi; eline silahı alarak hakim sınıflarla göğüs göğüse savaşmış olan, oligarşiye karşı silahlı isyan başlatmış olan o Aziz Devrimci ne diyor?

“İhtiyaç fazlası her şeyi paylaşacaksınız!”

Daha ne konuşuyorsun birader!

“Faiz”den konuşalım mı biraz da?

Hangi “sağcı” doktrin “faizin serbest piyasanın meşru araçlarından biri” olduğunu inkâr edebilir; böyle bir şey mümkün mü? Şu anda (2010) iktidarda bulunan sağcı parti, faiz gelirlerini beyan bile ettirmiyor! Açın Gelir Vergisi Kanunu’nu bakın; stopaja tabi tutulmuş faiz gelirleri isterse katrilyon lira olsun, beyan bile edilmiyor! Borsadan trilyonlar kazananlar gelir vergisi beyannamesi bile vermiyor!

Bakın, oligarşiye karşı silahlı isyan başlatan, tüm zamanların en büyük Devrimcisi ne diyor:

“Faiz yiyenler, şeytan çarpmış saralı gibi kalkarlar. Çünkü, ‘Faizin alışverişten farkı yok’ derler. Oysa Allah alışverişi helâl faizi haram kılmıştır. Kim bu öğütlere kulak verir de faizi hemen terk ederse, geçmişine sünger çekilir. Artık gerisi Allah’a kalmıştır. Kim de tekrar başlarsa cehennemi boylar; bir daha da oradan çıkamaz.” (Bakara, 275)

Yerimiz dar, uzun uzun yazma şansımız yok; bu nedenle bu tüyler ürpertici sözler üzerinde daha fazla duramıyorum; ama “bir daha da oradan çıkamaz” kısmına dikkatinizi çekmekten de kendimi alamıyorum.

Kötü yoldasınız arkadaş; gelin vakit varken “Kuran’da sağcılık aramak”tan bir an önce vazgeçin; sonra gerçekten çok pişman olacaksınız!

Of yarabbim of!

Savaştan söz ediyorduk değil mi?

Bakın, sizin şu “piyasanın meşru aracı” için Devrimci ne diyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Eğer gerçekten iman etmişlerdenseniz faizi terk edin. Eğer terk etmezseniz, bilin ki, Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açmış olursunuz.” (Bakara, 278-279)

Savaş açmak, harp etmek!..

Kime karşı?

Allah’a ve Elçisi’ne karşı!..

Ne dersiniz; yukarıda sözünü ettiğim Müslüman gencin söylediği gibi hakim sınıflara karşı mı savaş açmak istersiniz, yoksa Allah’a ve Peygamberi’ne mi?!.

Savaştan söz ediyoruz burada sahtekârlar sizi, savaştan!

Allah sizi affeder inşallah…

Bugünlerde “ballı ihalelerden” Kuran okumaya fırsat bulamıyorsunuz; ben size yardımcı olayım:

“Yolsuzluk yapanlar, kıyamet günü bu yolsuzluklardan kazandıklarıyla gelirler. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz!” (Ali İmran, 161)

Özelleştirmeler, satılık kalemşörler, özelleştirmeler… Konuşturmayın beni; çünkü yerim dar! Bundan on yıl önce yazdığım kitapta “Allahaşkınıza Telekom’u özelleştirmeyin, bu kurum Türkiye’nin en çok kurumlar vergisi ödeyen kuruluşu, sizin aklınızdan zorunuz mu var!” demiştim; ve o tarihlerde beni çok sevmiştiniz, televizyonlarınızda konuk etmiş, ana haber bültenlerine çıkarmıştınız! O zaman “komünist” değil miydim de şimdi oldum?!. Bu denli değişmenizi nasıl açıklıyorsunuz? O zamanlar muhalefette idiniz de, şimdi iktidar mı oldunuz yoksa!?.

Allah’tan hiç mi korkmuyorsunuz arkadaş!

Aaahhhhh, Allah inşallah sizi affeder, inşallah…

Tüm zamanların en büyük Devrimcisi ne diyor:

“O servetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın!” (Haşr, 7)

Ne demek bu?

Bu devrimci zengin düşmanı mı, servet düşmanı mı?!.

Hangi sağcı görüş sahibi böyle bir sözü söyleyebilir; bugüne kadar hangi sağcı görüş sahibi böyle bir şey söylemeye cesaret edebilmiş veya gerek görmüş?!.

Bakın, bulunduğu ayetin ismi bile insanı mest eden o güzelim sözlere:

“Siz, Kuran’ın anlamını inceden inceye de düşünmüyor musunuz? Yoksa kalplerinizin üzerinde kilitler mi var?!.” (Muhammed, 24)

Hadi, altına ve gümüşe geçelim:

Bana, altın ve gümüş biriktirmeyi tasvip etmeyen bir sağ doktrin gösterebilir misiniz? Hangi sağcı siyasetçi hayatı boyunca bir kez olsun böyle bir şey söyleyebilmiş veya söylemiş?!.

Bakın, Devrimci ne diyor:

“Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver.” (Tövbe, 34)

(Kolayını bulduğunu sanıyor ve Dolar veya Yuro biriktiriyorsunuz, değil mi? Allah yardımcınız olsun!)

Son bir şey…

Size göre insanlar malları hususunda diledikleri gibi davranabilirler değil mi? Hatta bunun gavurcasına bile nasıl da aşık olmuşsunuz: Usus-fructus-abusus; kabaca, kullanma, faydalanma, tasarruf…

Öyle mi?

Mallarım hususunda dilediğim gibi davranabilir miyim sahi?!.

Size ve savunduğunuz görüşe göre böyle tabii.

“Paran kadar konuş!”; öyle mi?!.

Bakın, Devrimci ne diyor:

“Ey Şuayb! Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımız hususunda dilediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor?” (Hud, 87)

Hz.Şuayb’e “namazı” ne “emrediyor”muş?

Namazı!..

Namazı!..

Emretmek!..

Bundan daha açık bir söz söylenebilir mi?!.

Namaz kılan biri, malları hususunda dilediği gibi davranamaz!

Kuran yalan mı söylüyor?!.

Boşuna yazıyorum, biliyorum bunu; çünkü tüm zamanların en büyük Devrimcisi uyarıyor bu konuda beni:

“İşte Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır. Çünkü onlar duygusuz, kör ve sağır olmayı tercih ettiler.” (Nahl, 108)

Dikkat edin; “tercih ettiler” diyor Devrimci…

Tercih ettiler…

Aynen sizin gibi…

Tüm zamanların en büyük Devrimcisini, eline silah alarak oligarşiye karşı göğüs göğüse karşı savaşmayı şiar edinen bu mümtaz Devrimciyi hâlâ çıkaramadığınızı, “çıkaramamayı tercih ettiğinizi” biliyorum.

Hadi, “Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları” diye alaycı ısmarlama yazılarınıza devam edin!

Allah sizi affetsin.

Sana selam olsun ey Muhammed Mustafa…


Önemli Notlar:

1) Bu çalışma “sağcıları” tahkir için kaleme alınmamıştır; çünkü dostlarımdan birçoğu sağcıdır. Bu çalışma, “Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları” ve benzer isimler altında “ısmarlama” yazılar yazan kalemşörleri uyarmak, mümkünse doğru yola çekmek için yapılmıştır.

2) Üslup hırçıncadır, evet; ama böyle olması için yeterli nedenlerimin olduğu teslim edilmelidir.

3) Çalışmada, R.İhsan Eliaçık’ın üç ciltlik mealinden yararlanılmıştır. (yaşayan KUR’AN/Türkçe Meal-Tefsir/İnşa Yayınları, 2007)

4) Ayetler çoğu kere birebir verilmemiş; çalışmanın içeriği doğrultusunda kısmen kısaltılmış, kısmen birleştirilmiştir. Mealin tam metni için sözü edilen esere başvurulmalıdır.

25 Kasım 2010 Perşembe

Bütün Ülkelerin Ezilen Yoksulları, Şirk Koşun!

Bu fakirin “nihai hedef”inin, “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” olduğunu bildiğinizi sanıyorum.

Ne insani bir düstur değil mi; herkes yeteneği ölçüsünde verecek, herkes ihtiyacı ölçüsünde alacak.

İslamla tanışana kadar, bu asil paylaşımın yalnızca komünistler tarafından talep edildiğini düşünürdüm; sanırım orta yaşı geçtikten sonra, bir gün, Kuran’la ve Kuran’da bir ayetle karşılaştım.

Tuhaf bir ayetti!

Bir hayli tuhaf!

Şu mealde bir şeydi:

“Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır.” (Tövbe Suresi, 111. ayet)

Allah müminlerin canlarını alsın, tamam da; mallarını neden alıyordu ki?!. Ne yapacaktı bu mallarla?

O an içgüdüsel olarak önemsediğim bu ayetin aslında ne muhteşem bir şey olduğunu çok sonraları anlayacaktım:

Dağıttıracaktı!

İhtiyacı olanlara eşit biçimde dağıttıracaktı!

Kuran’ın genelinden gördüğüme göre, mesele bununla da sınırlı değildi; bakın daha neler olacaktı:

İnsanlar birbirlerini ezmeyecek, horlamayacak, sömürmeyecekti. Rızıklarda herkes eşit olacaktı; rızıkta ayrıcalıklı bulunanlar bu rızıkları ihtiyacı olanlara eşit biçimde dağıtacak; herkesin bu imkân ve rızıklardan eşit biçimde faydalanmasına çalışacaktı. (Nahl, 71) Mal ve nimetler yalnız zenginler arasında dönüp duran bir kudret aracına dönüşmeyecekti. (Haşr, 7) Tartıda ve ölçüde hile yapılmayacaktı. (Mutaffifin, 1) Sıkıntı içindeki fakir doyurulacaktı. (Hac, 28) Yemek yoksula, yetime ve esire seve seve yedirilecekti. (İnsan, 8) Kazanılanların ve yerden bizim için bitirilenlerin temiz ve güzel olanları infak edilecekti. (Bakara, 267) Mallar, gece ve gündüz, gizli ve açık infak edilecekti. (Bakara 274) Ribadan ve insanların mallarını üç kâğıt yaparak/zorbalık yaparak/özellikle de siyaset yaparak/ballı ihaleler alarak yemekten kaçınılacak; aksi taktirde korkunç bir azapla karşı karşıya kalınacağı bilinecekti. (Nisa, 161) İmkânı geniş olan bu imkândan harcayacak, rızkı kendisine ölçü ile verilmiş olan da bu kısıtlı imkânından, başka ihtiyaç sahiplerini de yararlandırmaya çalışacaktı. (Talak, 7) Allah yolunda (insanların mutluluğu için) harcama yapmamıza hiçbir şeyin engel olmaması gerektiği, göklerin ve yerin nimetinin zaten Allah’a ait olduğu bilinecekti. (Hadid, 10) Kısacası, ihtiyaç fazlası her şey, ihtiyaç sahiplerine dağıtılacaktı. (Bakara, 219)

Bu şekilde; insanlar eşit olacak, kimse kimseyi itip kakmayacak, kimse kimseye zulmetmeyecek, kimse aç kalmayacak, kimse perişan olmayacak, kimse kimseyi horlamayacak ve insanoğlu yeryüzünde kardeşliği ve barışı sağlayarak Yaratıcı’ya layık olmaya çalışacaktı.

Ne yalan söyleyeyim; o günlerde her ne kadar kabulde hâlâ bir hayli zorlanıyor olsam da, Kuran, Komünist Manifesto’dan daha etkileyici idi!

Vay canınaydı be!

Asaletine şu anda bile tüm kalbimle hayranlık duyduğum Komünist Manifesto’yu o günlerde bir kenara bırakmış, elime Kuran’ı almıştım.

Öyle hükümler vardı ki!..

Mesela, “bazıları” için, “Ben Müslümanım.” diyebilmek bile bir hayli zor bir şeydi; çünkü bunu dediğiniz an (can zaten O’nunda da) mallarınız da elinizden gidiyordu!

Allah söylerse, işte böyle söylerdi!..

Yanlış hatırlamıyorsam, Kuran üzerine yazdığım ilk kitap, Benzerleriyle Değiştirilenlerin Hikâyesi’ydi… Nasıl da keyif almış, nasıl da heyecanlanmış, nasıl da gururlanmıştım…

Artık Müslümandım ve mümin kardeşlerime sonuna kadar güveniyordum. O kadar ki, kitabın “Sunuş” kısmına, “Bu kitabı Müslümanlar, sosyalistler ve her iki disiplini de kabulden şimdilik kaçınan ‘insanlar’ için yazdım” cümlesiyle başlamıştım.

Müslümanlarla sosyalistlerin işbirliği yaparak iktidara gelmeleri gerektiğini savunuyordum; çünkü temelde birbirlerinden farklı değillerdi.

(O tarihlerde iktidarda liberal partiler vardı ve Türk halkının canına okumakta son derece kararlı görünüyorlardı. Aslında aynen bugünküler gibi, liberal miberal değillerdi; “miş” gibi yapıyorlardı sadece; çünkü önemli olan, ne olduğun değil, fakir fukaranın alınterini nasıl gaspedeceğindi; aynen bugünkü “mış” gibi yapanlar gibi…)

Cahillik kötü şey ciğerim!

Sen kazık kadar adam kalk kitap yaz, Müslümanlarla sosyalistleri işbirliğine çağır!

Ne var ki, bu iflah olmaz fakirin cahilliği sonraları da devam etti:

Müslümanların Kuran okumadıkları için bu denli acımasız, bu denli cahil ve bu denli ikiyüzlü olduklarını düşünmeye devam ettim uzun süre! Hiç ilgisi olmayan konularda kitap yazsam bile, araya hep bir-iki ayet sıkıştırarak Müslüman vicdanı Kuran’a yöneltmeye gayret gösteriyordum.

Sanıyordum ki, maldan mülkten, seksten, karıdan kızdan, cinden periden, büyüden faldan, kandil gecelerinden, kabir azabından, tırnak kesmekten, abdest bozan olaylardan, kurban kesmekten, ihale almaktan (özellikle ballı ihale almaktan) başka bir şeyle ilgilenmeyen Müslümanlar Kuran okurlarsa gerçeği apaçık görebilecekler!

Peh!

Cahillik kötü şey ciğerim!

Eğer biraz zorlama bir iyimserlikle yazar olarak kabul edilecek olursam, sanırım tüm zamanların en başarısız ve en cahil yazarı olmalıyım!

Aslında Müslümanlar Kuran okuyorlarmış!

Da…

Bakın nasıl okuyorlarmış:

“Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere (köle ve hizmetçilere) vermiyorlar ki rızıkta hepsi eşit olsunlar. (Onlar ellerinin altındakilerle kendilerini eşit tutmazlarken, Allah’ı putlarla nasıl eşit sayıyorlar? Yoksa) Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?”

İşte böyle!

Peki, ayetin aslında, “köle möle” var mı?

Bu da ne ki; ayetin aslında, “Allah’ı putlarla eşit saymak” gibi ifadeler falan var mı?

Ne ilgisi var ciğerim!

Hani şu geçen çalışmamda sözünü ettiğim Necran Hristiyanları meselesi! “Bize inmedi, onlara indi” meselesi hani! E, putataparları anlattığına göre, müşriklerden söz ediyor olsa gerek.

Bu ayet de size önceki çalışmamda sözünü ettiğim Kral Hazretleri’nin mealinden! (Kur’an-ı Kerîm Ve Açıklamalı Meâli/Suudi Arabistan Krallığı/Medine-i Münevvere, 1987)

Bu mealin hazırlanmasında doçentinden tut da profesörüne kadar birçok Türk bilginin(!) emeği(!) var.

(Ayetin gerçek mealini son çalışmamda size sunmuştum; okumayanlar için tekrar ediyorum: “Bakın Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geleriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?” R.İhsan Eliaçık/yaşayan KUR’AN/Türkçe Meal-Tefsir/İnşa Yayınları, 2007/Cilt 2, Sayfa 71)

O halde?

O haldesi şu arkadaş:

Kuran’a göre (aslında bu kralcı meale göre tabii) Allah’ı putlarla eşit sayanlar kimler?

Müşrikler!

Peki, köleleriyle rızıkta eşit olması gerekenler, rızıklarını köle ve hizmetçileriyle paylaşması gerekenler kimler?

Müşrikler!

O halde yapmamız gereken şey, hep beraber müşrikleşmek; ki, efendilerimizle rızıkta eşit hale gelelim, o rızıkları paylaşalım.

(Aslında, şu son yıllarda tam da Kralcı mealin tarif ettiği bir toplum olduk çıktık; e, rızıkları neden paylaşmıyoruz ki hâlâ!)

Hedef ufukta belirdi!

Yaşasın putlar ve yaşasın Allah; yaşasın hepsi birden!

Şirk gibisi var mı be!

Sonra gelsin rızıklar…

Da…

Bundan böyle ben insanlara neyi önereceğim; Kuran okumalarını mı, okumamalarını mı?!.

Çelişkiye bakın: Kuran (meal) okumayan, okuyandan daha masum olabiliyor; yoksa, tersi mi?..

Çelişkiye bakın: Eğer kafaları bir parça çalışıyorsa, yoksullar şirk koşmalıyken, zenginler tevhide sarılmalı!

Kafanız karıştı değil mi?

Bu arada, neden cennette 4.513 bakire, 12.356 dul değil de; 4.000 bakire, 8.000 dul?!.

Hocam, tırnağım kırıldı; çöpe mi atayım, toprağa mı gömeyim? Hocam, Ay yarıldığında sahabenin bahçesine düşen taş gri miydi, beyaz mı? Hocam, Hz.İsa mı önce gelecek, yoksa Mehdi mi? Hocam, Kuran’da altını ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlar eleştiriliyor, ben bunun yerine Yuro biriktirsem bu yükümlülükten kurtulmuş olmaz mıyım? Hocam belediyeden ihale almak için rüşvet vermek günah mıdır? Hocam, Kuran’da neshedilen ayetler hangileridir? Hocam, Allah sizden razı olsun, bizi ne de güzel aydınlatıyorsunuz…

Derin derin iç çekme sesi nasıl yazılır gerçekten?

Neyse, haydin şirke!

Bütün ülkelerin ezilen yoksulları, şirk koşun!

22 Kasım 2010 Pazartesi

R. İhsan Eliaçık Müslümanları Yanıltıyor

Son zamanlarda birtakım Müslümanlar üzerinde önemli bir etki bırakmayı başaran, İslam’ı konu alan birçok kitap yazmış olan ve üç ciltlik bir meal/tefsiri de bulunan ilahiyatçı R.İhsan Eliaçık kitleleri yanıltmaktadır.

Bu kısa çalışmamızda, anılan ilahliyatçının meal/tefsirinden üç örnekle yetinilecek ve bu kişinin bu eseriyle Müslümanları nasıl yanılttığı gözler önüne serilecektir. (R.İhsan Eliaçık/yaşayan KUR’AN/Türkçe Meal-Tefsir/İnşa Yayınları, Nisan 2007)

Örnek 1) Nahl Suresi’nin 71. ayeti (Cilt 2, sayfa 64):

“Bakın, Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler mallarını ‘arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?”

Evet, ayet aynen böyle! Bu çeviriye bir itirazım yok.

Da…

Bu ayet bize inmedi ki!

Eliaçık bunu neden gizliyor kitlelerden!?.

Ne diyor İbni Abbas radiyallâhü anhümâ: “Bu ayet, ‘İsâ bin Meryem Allâhın oğludur’ diyen Necran Hristiyanları hakkında nâzil olmuşdur ki ma’nâsı şudur: Siz kendi kullarınızı, kölelerinizi bile rızkda müsâvi tutmazken nasıl oluyor da benim bir kulumu bana evlâd ve ülûhiyette ortak tanıyorsunuz? Râzi, ‘Müşrikler Allâhın yaratdığı cansız şeyleri ‘putları’ Ona ortak koşdukları halde kendi kölelerinin rızıkta berâberliğini tanımıyorlar. Halbuki o rızkı verenler de onlar değil, benim ve her şeyim benim mülk-ü saltanatım altındadır.’” (Beyzâvi, Haazin, Medârik, Râzi)(Kur’an-ı Hakîm Ve Meâl-i Kerîm/Hasan Basri Çantay, Naşiri Mürşid Çantay/Birinci Cild, 1992)

İşte böyle!

Bu ayet Necran Hristiyanlarına inmiştir ve Necranlı zenginler köleleriyle eşit duruma gelmelidirler. E, artık kölecilik de ortadan kalktığına göre, zaten Artık Kuran’da hiç bulunmaması gereken, Kuran’a belirli bir süre için girmiş olan bu ayetin hükmü ortadan kalkmıştır. Yani ayet kendi kendini neshetmiştir. Ayet kendi kendini neshetmiştir, ama komünistler Kuran’da nesh meselesini inkâr etmektedirler tabii!

Hem n’oluyor öyle zengiler menginler?!.

AKP kurulduktan sonra zenginleşenler ve ötedenberi zengin olanlar Eliaçık yüzünden Kuran okuyamayacaklar mı!?. N’oluyor öyle eşitlik meşitlik! Birkaç milyar dolar serveti bulunan kimileriyle ayağına giyecek donu olmayan fakir fukara serseri taifesi müsavi (eşit) mi olacak yani!

Siz bana güvenin: Bu ayet Kuran’a bir süre için girdi, çünkü bize değil Necran Hristiyanlarına hitap ediyordu. Ayrıca hem kölecilik ortadan kalktı, hem de bu ayet kendi kendini neshetti. Yani, AKP kurulduktan sonra zenginliğe ulaşanlar ve ötedenberi zengin olanlar Kuran okumaya devam edebilirler… Ne zor şartlar altında biriktirebildikleri milyar dolarlarını “cebinde beş kuruşu olmayan serseri takımıyla” bölüşüp müsavi (eşit) olmak zorunda değiller!

Son bir şey daha: Ayetin “Yoksa Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar!” biçimindeki son cümlesini böyle açık açık meallendirmek zorunda mısınız kardeşim?!. Yani zenginler servetlerini fakirlerle bölüşmedikleri için Allah’ın nimetini mi inkâr etmiş oluyorlar; olur mu böyle şey!?.

Hadi bu meal/tefsiri ben kaleme alsam, Ebuzer’i örnek göstererek insanların fakirlik belası altında inim inim inletilmelerine karşı koyduğum yazıma karşı yazılan “Ebuzer’in de serveti vardı, Ebuzer de zengindi” biçimindeki makalelere “İşte Yılmaz Yunak denen terbiyesize verilecek en güzel cevap” biçiminde yorum yapan memur kardeşlerim, benim için “Bu alçak herif komünisttir; tabii ki bunları yazacak!” der geçerlerdi, de, size ne oluyor birader!?.

Örnek 2) Bakara Suresi’nin 219. ayeti (Cilt 1, sayfa 110):

“Sana içki ve kumar hakkında soruyorlar. Onlara söyle: Her ikisinde de hem büyük bir zarar, hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Ancak her ikisinin de zararı, faydasından daha çoktur. Yine sana neyi paylaşacaklarını soruyorlar. Onlara söyle: İhtiyaç fazlası olan her şeyi.”

Bir ilahiyatçı, kendisini okuyan Müslümanları ancak bu kadar yanıltabilir!

Pes doğrusu!

“İhtiyaç fazlası olan her şeyi” imiş; meallendirmeye bakın!

Yukarıda sözünü ettiğim gibi kimi Müslümanların görece kısa sayılabilecek bir sürede biriktirdikleri 2-3 milyar dolarları olduğu söyleniyor ve bu bana az da olsa “ihtiyaç fazlası” gibi görünüyor; ne yani, şimdi bu kardeşlerimiz, bu ihtiyaç fazlalarını “fakir fukara serseri takımı” ile paylaşmalılar mı yani?!.

Böyle meallendirme mi olur arkadaş!..

Zengin Müslümanlar sizin yüzünüzden Kuran okuyamayacaklar mı bu memlekette!?.

N‘oluyor öyle paylaşmak maylaşmak; hem de “ihtiyaç fazlası olan her şeyi”!..

E, pes Vallahi!..

Oysa, bu ayetin doğru meallendirmesi bakın nasıl:

Bakara 219: “Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım zâhiri faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından büyüktür. Yine sana iyilikte ne harcayacaklarını sorarlar: ‘Affetmek’ olduğunu söyle.”

(Sevgili dostlarım, bazılarınız yukarıdaki paragrafta şaka yaptığımı sanabilirler; hem vallahi, hem billahi çeviri aynen böyle. Bu meal Suudi Arabistan Krallığı tarafından Türkçe olarak yaptırılmış ve Türk hacılara dağıtılmış. Kur’ân-ı Kerim Ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi/Suudi Arabistan Krallığı/Medine-i Münevvere, 1987)

İhtiyaç fazlası olan her şey paylaşılmalıymış?

Peh!

Siz yukarıdaki Krallık satırlarında böyle bir şey görebiliyor musunuz?

R.İhsan Eliaçık Kuran’ı Kral hazretlerinden daha mı iyi biliyor!

(Ulan şeytan diyor ki, sevgili Üstadın mealinden bir tane paketleyip kargoya ver, doğru Kralın eline geçsin, iyi mi! O günden sonra Suudi Arabistan Kralı uyuyabilirse uyusun artık! Düşünsenize, Allah Krala “İhtiyaç fazlası her şeyi insanlarla paylaşacaksın!” diyor; Kralın yüzünün alacağı şekli düşünebiliyor musunuz!)

Uzatmayalım; siz R.İhsan Eliaçık’ı bırakın, beni dinleyin.

Diyelim ki zenginsiniz, ihtiyaç fazlası bir sürü malınız mülkünüz var. Yolda yürürken bir “iyilik yapmak” geldi içinizden (ayette sözü edildiği biçimiyle, “iyilikte bir şeyler harcamak” istediniz); fakir görünümlü birini çevireceksiniz ve “Hemşerim, sen fakir birine benziyorsun, ben seni affettim!” diyeceksiniz, olup bitecek.

Bu kadar basit, bu kadar net, bu kadar zahmetsiz!..

Allah Kraldan razı olsun…

“İhiyaç fazlası olan her şeyi” imiş; meallendirnmeye bakın, deli midir nedir! (Böylesini çölde boğmak gerekir arkadaş! Aynen Ebuzer gibi, boğacaksın çölde, hemen oracığa da gömeceksin!)

Son bir örnekle konuyu kapatalım…

Örnek 3) Hud Suresie’nin 87. ayeti (Cilt 1, sayfa 453):

“Onlar, ‘Ey Şuayb! Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımız hususunda dilediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor? Aslında sen halim selim, aklı başında birisin.’ dediler.”

İnsanların malları hususunda dilediğini yapabilmeleri liberalizmin olmazsa olmaz kurallarından biridir. AKP son sekiz yıldır liberal politikalar uygulamaktadır ve bu partiyi iktidara Müslümanlar getirmişlerdir.

Ne yapacaklar şimdi Müslümanlar; AKP’ye oy vermeyecekler mi yani!?.

Mellandirmeye bakın; mallarınız hususunda dilediğinizi yapmamanızı size namazınız emretmektedir!

Namazınız!..

Namazınız!..

Eliaçık meal-tefsirinde açık açık böyle söylemiyor, ama meallendirmesi bunu açık bir biçimde ortaya koyuyor birader! Mal benim değil mi arkadaş, sana ne, ne yaparsam yaparım!

“Hayır!” diye mellandiriyor Eliaçık; “namaz kılıyorsan, mallarında dilediğin biçimde davranamazsın!..”

Peki, nasıl davranmalıyım?

Kısaca kamu yararı gözeterek; hatta yukarıda sunulan ayetler ışığında söylemek gerekirse, fakir fukara serseri takımıyla bölüşerek!

Zulme bakın!

Oysa bu ayet bizi hiçbir biçimde ilgilendirmiyor; hiçbir biçimde!

R.İhsan Eliaçık bunu gizliyor mealinde, ama bu ayet bizi şu iki nedenle ilgilendirmiyor:

Birincisi, Şuayb Peygamber Hz.Musa’nın kayınpederiydi; ikincisi, bu sözleri Medyen halkına söylüyordu, bize değil!

Yani, bu ayet bizi değil, -Medyen halkı da tarihten silindiğine göre- sadece Hz.Musa bağlılarını ilgilendirmektedir. Kuran’da yer almasının nedeni, bu ayet ile, mallarında diledikleri gibi tasarrufta bulunan Musevileri zorlayalım diyedir!

Sözün kısası, liberalizmi uygulayamayacak olanlar Musevilerdir, Müslümanlar değil; çünkü yukarıda da belirttiğim gibi, Hz.Şuayb bizim Peygamberimizin değil, Musevilerin Peygamberinin kayınpederidir!

Son bir şey:

Siz, R.İhsan Eliaçık dışında herhangi bir ilahiyatçıdan buna benzer şeyler duydunuz mu?!. Allah’ın adını ağızlarından hiç düşürmeyen ve şu anda “her şeyi” yapabilecekleri makamlarda bulunan AKP’lilerin buna benzer sözler sarf ettiklerine şahit oldunuz mu?

Sana ne maldan mülkten birader, insanları neden yanıltıyorsun ki; sen, cinin dişisi adet gördüğünde onunla yatabilir miyim, komşulara karşı mahcup olmamak için borç parayla kurban kesebilir miyim, zekat nisabına eşimin boynundaki zümrüt kolyeyi koymak zorunda mıyım, kandil gecelerinde nafile namazlarımın adedi ne olmalı, gece tırnak kesilir mi, her ihale alışımda kurban kesmek zorunda mıyım, tüy dökücü krem kullanmanın hükmü nedir, cinler ne yer ne içer, cinleri toplayıp dağıtabilen nefesi güçlü hocalar var mıdır yok mudur, denizde kaybolan birinin kabir azabı meselesi nasıl çözülecektir… Bunlara cevap ver!

Sonuç:

1) Zengin Müslümanlar mallarını fakirlerle paylaşmak zorunda değillerdir; çünkü Nahl 71. ayet bize değil Necran Hristiyalarına inmiştir. Mallarını bölüşmesi gerekenler Hristiyanlardır.

2) Müslümanlar iyilikte bir şey harcamak istediklerinde ihtiyaç fazlası her şeylerini kimseyle paylaşmak zorunda değillerdir. Yapılması gereken şey, fakir biri görüldüğünde onu affetmektir.

3) Müslümanlar liberalizmi uygulayabilirler, çünkü mallarında dilediği şekilde davranmaları yasaklananlar Müslümanlar değil, Musevilerdir.

R.İhsan Eliaçık’ın meal-tefsiri nedeniyle ızdırap çeken Müslümanlar, özellikle AKP’liler, kendilerini üzen konuları bana yazarlarsa, onları rahatlatacak gerçek fetvalar kendilerine seve seve sunulacaktır.

Ne bu be!

Zengin Müslümanız diye, liberalizmin kralını uygulayan partiye oy veriyoruz diye, ihtiyaç fazlası malımız mülkümüz var diye, fakir fukara için hiçbir şey yapmıyoruz diye durmadan ızdırap mı çekeceğiz birader!

Hodri meydan; R.İhsan Eliaçık oradaysa, “garantili fetvacı” Fakir de burada!..

Sevgili “varlıklı” Müslüman kardeşlerime ve liberalizmin kralını uygulayan AKP’ye oy veren sevgili din kardeşlerime önemle duyurulur…


Not: Ebuzer’i konu alan çalışmam nedeniyle hakkımda terbiyesizce yazıp çizen “Yunus 100’cü” kardeşlerim, bu bir “ironik çalışma” idi; ben yine de sizi uyarmış olayım. Çalışmayı yirmi-yirmi beş kere okumanızı öneririm; bana inanın, yirmi beşinci okumadan sonra ne demek istediğimi yavaş yavaş anlamaya başlar gibi olacaksınız…
Son bir not: Kendi gazetelerinizde “Bu herif komünist ulan!” tarzında küfürler(!) etmeye kalkışmayın “Nisa 105’ci” kardeşlerim; ben o sözleri küfür olarak değil iltifat olarak kabul ediyorum.
Hadi size hayırlı Krallık mealleri… Bakire cin dişileri ve ballı ihaleler sizi bekliyor, elinizi çabuk tutun.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Kuran’a İhtiyacı Kalmayan Müslüman(!)

Sen, arkadaş!

İhanet içindesin; hem kendine, hem bir zamanlar mensup olduğu dine, hem Yaratıcı’na…

Sana sahte hadisler, melun din adamlarının melun palavraları ve üyesi veya sempatizanı olduğun partinin kapitalist masalları yetiyor artık!

Sen Kuran okumuyorsun artık; ihtiyaç duymuyorsun çünkü!

Sen kapitalist Müslümansın(!); senin Kuran’a ihtiyacın kalmadı artık!

Mal ve servet sahibi oldun, güç ve iktidar sana hizmet ediyor, ballı ihalelerde tek adres sensin artık, bir eli yağda bir eli balda mutlu ve müreffeh günler sana gebe bundan böyle; Kuran da neymiş!

Zaten nasıl okuyacaksın ki artık!

Mala ve servete tapma, malını ve servetini yoksullarla bölüş, faiz alma, yoksulları horlama diyen bir Kitabı nasıl olur da okursun zaten

Hele kamu malı konusunda söylediklerinden sonra nasıl okuyabilirsin ki bu Kitabı; beyt-ül-mâle gözün gibi bak, onu koru, çalınıp çırpılmasına müsaade etme diyor sana; oysa tüm bunları yapan sensin artık!

Bir gün o aşırdığın kamu malını yüklenip Allah’ın huzuruna çıkacağını bile bile yapıyorsun üstelik bunu; çünkü bir zamanlar okuduğun Kitap aynen bunları yazıyor, gözüne çarpmamış olması mümkün değil. (Âli İmran, 161)

Ruh halini anlıyorum; “Neden?” diye soruyorsun yalnız kaldığında kendi kendine, “Neden? Artık neden Kuran okumuyorum-okuyamıyorum?”

Cevabını ben vereyim sana; iki nedenle okumuyorsun eski Kitabını.

Birinci neden, artık bu Kitaba ayıracak vakit bulamaman; ikinci neden, Kitap’ın sözlerini kahrolası kapitalizm/liberalizm aşkınla bağdaştıramaman!

Hiç üzülme arkadaş.

Son derece haklısın!

Bunu kendine hiç dert edinme!

Yalnız bir konuda uyarayım seni:

İçinden gizli gizli geçirip durduğun şu “budama” işini, “Kuran’dan bazı ayetleri söküp atma” işini yapabilecek kimse çıkmayacak; çünkü artık okumayı terk ettiğin o Kitap bizzat onu indiren tarafından korunuyor! (Hicr, 9)

Ne sen becerebilirsin infak ayetlerini söküp atarak ayet sayısını dört-beş binle sınırlandırmayı, ne mensubu veya sempatizanı olduğun AKP, ne de cahil cühela din soytarıların!

Bu Kitap altı bin küsur ayet olarak indi, sonsuza kadar da böyle kalacak!

Faiz meselesini çıkartamayacaksın Kuran’dan, mal ve servetlerin yoksullarla paylaşılması gerektiğini, tüm rızıklarda/tüm mal ve nimetlerde eşitliği, infakı, “Tek Efendi” gerçeğini ve benzerlerini…

Haklısın arkadaş, kendini hiç zorlayıp durma bu konuda.

Okumuyorsun-okuyamıyorsun, bundan sonra da okumazsın/okuyamazsın olur biter!

Banka ve finans kurumlarından elde edilen faiz ve repo gelirleri, tutarı ne olursa olsun beyana bile tabi değil; bunu yapan sensin; bu durumda nasıl olur da Kuran okumaya devam edebilirsin?!. (Senin iktidarında, düpedüz faiz olan Borsa kazançları, tutarı trilyonları da bulsa beyana bile tabi değil; ne ilginç değil mi? Sonra da televizyonlara çıkıp salya sümük “faiz” ticareti yapmaktan geri kalmıyorsun!)

Ne diyor Bakara 278 ve 279: “Ey iman edenler! Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Eğer gerçekten iman etmişlerdenseniz faizi terk edin. Eğer terk etmezseniz, bilin ki, Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açmış olursunuz. …”

Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açmış biri olarak tabii ki Kuran okumayacaksın/okuyamayacaksın.

Kendini boş yere üzüp durma arkadaş!

Bir an önce kabullen bunu; Kuran, senin gibi Müslümanlar(!) için uygun bir Kitap değil işte!

Kabullen ve rahatla.

Hadi hayırlı ticaretler…

18 Kasım 2010 Perşembe

Gökler Hiddetinden Çatırdıyor

(Devletçilik Artık Bitti)


“Sümerbank’ın ismini tarihten siliyoruz elhamdülillah!”

Beyt-ül-mâl’e (kamu hazinesine) duyulan tüyler ürpertici kine, nefrete ve tüm zamanların en muhteşem sözü “elhamdülillah”ın bu kin ve nefrete nasıl zalimce alet edildiğine bakar mısınız!

Beyt-ül-mâlden böylesine iliklerine kadar nefret eden ve bu hazineyi kamudan koparıp zenginlere aktarmak isteyen kişi bir Maliye Bakanı!

Üstelik, aman yarabbim, üstelik Müslüman aidiyetini önplana çıkarmaktan haz duyan, bunu sık sık insanların gözüne sokan bir Maliye Bakanı!.. Elhamdülillah’ı kullandığı yere bakın!

Semavî Kitapların tümünü okudum. Kuran okumadan tek bir günüm dahi geçmiyor Allah’a şükür. Onun üzerinde değersiz kitap, belki binlerce değersiz makale yazdım. Okuduğum kitap sayısını tahmin etmem bile güç.

Ama Allah beni affetsin, kendi yazdıklarım dahil hiçbir cümle, beni bu “Sümerbank’ın ismini tarihten siliyoruz elhamdülillah!” kadar derinden etkilemedi…

İhanet, “elhamdülillah” ile bitmeseydi, üzerinde bile durmaz, acıyan mimiklerle gülümser geçerdim.

Ama kahır dolu bu cümle “elhamdülillah” ile bitiyor!

Bu etkilenmeden uzun yıllar kurtulamadım, hâlâ kurtulamıyorum, Allah izin verirse son nefesimi verene kadar da kurtulamayacağım inşallah!..

Bu cümlenin beni bu denli derinden etkilemesini Allah’ın bana verdiği en büyük nimetlerden biri olarak görüyorum ve Allah kısmet ederse son nefesime kadar da öyle göreceğim inşallah!..

Sana şükürler olsun Allahım, sana şükürler olsun yarabbim…

Bildiğiniz gibi, “hamd” Kuran’ın ilk suresinin Besmeleden sonraki ilk ayetinin ilk kelimesidir; Kuran bir anlamda bu kelime ile başlamaktadır yani. (2- Bütün övgüler, varlığın yegâne Rabbi Allah içindir.) R.İhsan Eliaçık’ın üç ciltlik muhteşem mealinde, “hamd” sözcüğü için şunlar yazıyor:

“… Mastarı ‘övmek, yüceltmek’ demektir. Kısmen övgü ve kısmen şükür ile birleşen övgü manasındadır (Elmalılı). Türkçede ‘övmek, yüceltmek, ululamak, teşekkür etmek, şükranlarını sunmak, göklere çıkarmak, ayakta alkışlamak’ kelimelerindeki manaları çağrıştırır. Kur’an’ın ilk kelimesinin hamd olması, işe ne ile başlanacağının da göstergesidir. Demek ki her şeyden önce hak bilirlik, vefa, hakkı teslim etme, kadir kıymet bilmek… Yani önce teşekkür etmesini bilmek; var oluşumuza, varlık âlemine çıkışımıza, hiçbir şey değilken bir şey oluşumuza teşekkür… Yediğimiz ekmeğe, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya teşekkür. Sağlığa, sıhhate, afiyete, bunca nimete teşekkür… Her işin başı besmele (sevgi, saygı, şefkat, merhamet) ise, besmelenin de başı teşekkür ve şükürdür. …” (yaşayan KUR’AN/Türkçe Meal-Tefsir/İnşa Yayınları/Nisan 2007/Cilt 1, sayfa 26)

Allahınızı severseniz bir-iki dakika tefekkür edip yukarıdaki paragrafı tekrar tekrar okur musunuz! Beyt-ül-mâl kendisine emanet edilen Müslüman, bu hazineyi/emaneti zenginlere satarken/aktarırken, manası yukarıda verilen “hamd” sözcüğünü cümlesinin sonuna eklemekte bir beis görmüyor!

Bunları bana, nereden gözüme çarptıysa, 15 Kasım 2010 tarihli Posta Gazetesi’nin 14. sayfasındaki bir manşet düşündürttü:

“Devletçilik Artık Bitti.”

Bunu Bangladeş’te Başbakan Erdoğan söylemiş.

Yukarıda sözünü ettiğim eski Maliye Bakanı’nın Başbakanı, devletçiliğin artık bittiğini anlatmış Bangladeşli yöneticilere…

Aynı gün, bir başka gazete sürmanşetten şöyle bir haber veriyordu:

“Böyle Kazık Görülmedi. TOKİ, Tunceli’deki konut ihalesini 16.2 milyona yandaş müteahhide verdi. Genç itiraz etti. İhale 8.5 milyona düştü. Kamer Genç olmasaydı, cebimizden fazladan 8 milyon çıkacaktı.” (Sözcü Gazetesi)

Sümerbank bünyesinde 1935’de kurulan Kayseri Bez Fabrikası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kamu yatırımıydı. Türkiye’de bir dönem “kloze önlük” olarak tabir edilen ilkokul önlüklerinin kumaşları, Sümerbank memurları ile muhtarlıklara dağıtılarak, her öğrenciye “ücretsiz” ulaştırılmıştır. Ordumuzun çadır bezi, kamuflaj elbise kumaşı, postal, ayakkabı, iç ve dış giysi (erlere dağıtılan yün ve pamuklu fanila, uzun yün don dahil), polis teşkilatımızın iç ve dış giysisi, ayakkabısı, postalı, Kredi Ve Yurtlar Kurumu’nun çarşaf, nevresim ihtiyacı… Tüm bunlar Sümerbank kuruluşlarınca üretilirdi. Ve inanılacak gibi değil, ama bu Kurumlar tüm bu hibelerine rağmen zarar etmiyordu! (Milliyet Blog/Narçiçeği/17.4.2008)

İşte şeriatçı(!) Maliye Bakanının, kahrolası özelleştirmeler kapsamında, “ismini tarihten siliyoruz” nefretini Allah’a hamd ile açıkladığı kuruluş buydu!

Devletçiliği bitirmeyi ta o zamanlar kafaya koymuşlardı çünkü!

Ve beyt-ül-mâle duyduğu tarif edilemez kin ve nefretiyle hatırladığımız o Maliye Bakanının (Unakıtan) Başbakanı, bu “hamd” meselesinin sonucunu Bangladeş’te böyle açıklıyordu işte!

Allah’ın akıl sır ermez tasarruflarından/mucizelerinden birçoğunu hiç anlayamadım; ama kayıtsız şartsız imanım nedeniyle bunların tümünün bir hikmeti olduğunu kabullenerek, yine kayıtsız şartsız içselleştirdim tümünü.

Ama ihanetin bu denli acımasız oluşuna izin verilmesini hiç anlayamadığım gibi, günaha girmeyi de göze alıp bunu içselleştirmeyi reddederek Levhi Mahfuz’a muhalefet şerhi koydum hep.

Yaşamımı şekillendiren en belirgin üç kıstasın aynı cümle içinde kullanılması tüylerimi hâlâ diken diken etmeye devam ediyor:

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kamu yatırımı, tüyler ürperten bir özelleştirme ihaneti ve Kutsal Kitabımın ilk sözleri…

Kabullenemiyorum…

Allah’a binlerce kere hamd olsun; kabullenemiyorum!..

Devletçiliğe mevcudiyetlerinin tüm zerrecikleriyle düşman özelleştirmeci liberal(!) Müslümanların(!), kendilerine özgü nedenlerle içlerine sindirdikleri tek kamu yatırımı TOKİ vasıtasıyla yandaş müteahhitlere aktardıkları trilyonlar; ve tüm bu olup biteni anlayamamakla birlikte, Yaratıcı’mın kavranılamaz bağışlayıcılığına güvenerek bir kez daha koymaktan kendimi alamadığım muhalefet şerhi…

Yarabbi! İhanetlerine senin Kitabı’nın ilk ayetleriyle başlayan bu liberal(!) Müslümanlara(!) daha ne kadar müsaade edeceksin!?.

Yetmedi mi Yüce Yaratıcı, yetmedi mi?!.

Bakın bundan on yıl kadar önce, Mustafa Erdoğan’ın, Siyasal Kitabevi’nden 1988 yılında çıkan, Liberal Toplum/Liberal Siyaset adlı kitabından alıntılar yaparak şunları yazmışım:

“Liberalizmin temel değeri özerk ve özgür birey kavramıdır. İnsan, ancak eylemleri kendi özgür seçişinin sonucu ise, bir başka ifadeyle kendi kaderini kendisi belirleyebiliyorsa ve Kant’ın işaret ettiği gibi, kendi ahlâk yasasını özgürce koyup ona göre eylemde bulunabiliyorsa özerk bir varlıktır. İnsanın bu değeri, onun hiçbir biçimde başka bir şeyin aracı olarak görülmemesini ve her zaman amaç olarak görülmesini gerektirir.(Sayfa 45) (“Kendi ahlâk yasası”na dikkat edin. Y.Y.)

Başka bir deyişle, herkesin iyi hayatın (veya değerli sayılan her neyse, onun) ne olduğuna ilişkin cevabı kendi başına, kendi sorumluluğu altında vermeye ve bu hsusta herhangi bir dış zorlamaya uğratılmamaya hakkı vardır. (Sayfa 54) (“Dış zorlama”ya dikkat edin. Y.Y.)

Liberaller olarak, insanlara otorite yoluyla ‘iyi’nin ‘doğru’nun, ‘yararlı’ olanın dayatılmasını ahlâk dışı bir tutum olarak görüyor ve her yetişkin ve sağlıklı kişinin kendisi için neyin iyi olduğuna yine kendisinin karar verme hakkına sahip olduğunu kabul ediyoruz. (Sayfa 139) (Otorite yoluyla”ya dikkat edin. Y.Y.)

Ama burada bir noktayı da hatırlamak gerekiyor. İnsanın içinde duyduğu bu boşluk hissinin doğmasında bizzat dinin de rolü vardır. Bunun için, dinin güvensizliği telafi etme işlevi, hiç değilse bazı insanlar bakımından, sun’i bir ihtiyacın karşılığı olarak da görülebilir. (Sayfa 239) (“Suni bir ihtiyaç”a dikkat edin.Y.Y.)

İmdi, insanın bilincini hangi tür bilgi geliştirir?.. Her şeyden önce, süjesiyle arasındaki psişik ilişkinin ‘iman’ olarak nitelenebileceği her çeşit bilgi özgürlük bilincine ters işler, onu erozyona uğratır. Bu kategoriye özellikle din ve çeşitli ideolojiler dahil edilebilir. Dinler, en azından kozmik düzeyde özgürlük bilincinin reddi ve ‘kulluk bilincinin’ inşası temeli üzerine kurulmuş olduğu için, onların özgürlük bilincinin geliştirilmesine hizmet etmesi beklenemez. Dinlerin başka bireysel ve toplumsal işlevi vardır. Dinin özgürlük bilincini aşındırma oranı, onun kozmik düzeyden dünyevi pratikler alanına inmesi ölçüsünde artar. (Sayfa 246)”

İşte böyle!..

Bu paragraflar, bir zamanlar Müslümanları gerçekten etkilemeyi başaran Benzerleriyle Değiştirilenlerin Hikâyesi adlı kitabımdan (sayfa 294 ve 295).

Müslümanlar bu kitabımdan etkilenmişlerdi, çünkü o tarihlerde henüz iktidarda değillerdi ve dinleri henüz kozmik düzeyden dünyevi pratikler alanına inmemiş, bu nedenle özgürlükleri henüz aşınmamıştı…

“Devletçilik artık bitti”…

“Bu hususta İslamla liberalizm arasında ortaya çıkabilecek belki en ciddi gerilim faizin meşruluğu sorunuyla ilgilidir (artık.Y.Y.). Piyasa ekonomisinin, üretim faktörlerinden birinin karşılığı olan faizi esas itibariyle meşru bir kazanç olarak gördüğü malumdur (gerçeği onları etkilemiyor artık. Y.Y.). (Aynı kitabım, sayfa 257, aynı liberal yazardan alıntı.)

R.İhsan Eliaçık, yukarıda andığım mealinde Bakara 278 ve 279’u nasıl meallendiriyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Eğer gerçekten iman etmişlerdenseniz faizi terk edin. Eğer terk etmezseniz, bilin ki, Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açmış olursunuz. …”

Zavallı yitik bilincim zavallı!..

İktidara geldikten sonra Allah’a ve Peygamberine savaş açmaktan ürpermeyen zihniyet TOKİ ihalesinde yandaşa trilyonlar aktarmış çok mu!?.

Senin iznin olmadan bir yaprağın dahi yere düşmeyeceğini bilmiyor değilim Allahım! Ve her işinde bir hikmet gizli olduğunu da…

Yine de muhalefet şerhi koymaktan kendimi alamıyorum!

Bunlar Müslüman olduklarını iddia ediyorlar yarab!

Ben bunlardan değilim!

Kayıtlara geçsin.

Ben bunlardan değilim!..

Dinin özgürlük bilincini aşırdığına inananlar sevinçlerinden zil çalıp oynuyorlar yarab; daha ne kadar müsaade edeceksin, bunlara daha ne kadar izin vereceksin?

Muhalefet şerhim ve talebim kayıtlara geçsin ey Yaratıcı!

Ben bunlardan değilim!..

Sana ve Elçi’ne savaş açmak gibi bir çılgınlık içinde olmayacağım!

Ben bunlardan değilim!

Ben devletçiliğimi geri istiyorum…

Evet, doğru anladınız liberal(!) Müslümanlar(!)…

Ebuzer’de olduğu gibi “iştirâkiyyûn mezhebi” meselesi hani!

Beni de çöle sürüp boğmak ister miydiniz?!.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Seni Reddediyorum

Din adamı diye tanıtıyorsun kendini, ilahiyatçı diye.

Bana Kuran’dan ayetler okuyor, Allah’ın Elçisi’nden hatıralar naklediyorsun. Dini ritüelleri anlatıyorsun bana durmaksızın. Namazı şöyle kıl, orucu şöyle tut, hacca şöyle git diye. Beni Cehennem ateşiyle korkutuyor, Cennet hurileriyle teşvik etmeye çalışıyorsun.

Mimiklerin dostane…

Arapça bildiğin belli.

Kariyerin muhteşem; adının önünde birçok unvan mevcut.

“Hocam” diye hitap ediyorlar sana; sayıyorlar, seviyorlar seni; besbelli…

Ama ben seni reddediyorum!

Seni bütün kalbimle reddediyorum!

Beni “eşit” görmüyorsun çünkü!

Muktedirlere yaranmak için olsa gerek, fakir biri olduğumu, yoksul olduğumu, satır aralarında da olsa, üstü kapalı da olsa, belli belirsiz de olsa, “eşit olmadığımı” hissettiriyorsun bana; “onlarla” eşit olmadığımı…

Amacın çok açık.

İtaate zorluyorsun beni, itaat etmeye, muktedire kayıtsız şartsız teslim olmaya…

Zenginlerin dünya işlerini görmek için dünyaya geldiğime ikna etmeye çalışıyorsun beni.

Beni, zekat veren zenginin cemiyetin en değerli uzvu olduğuna ikna etmeye çalışıyor, ona kul-köle olmamı fısıldıyorsun bilincime.

Bugüne kadar hiçbir muktedire karşı geldiğini görmedim; tüm hükümetlerle, tüm zenginlerle, tüm muktedirlerle aran hep iyi. Bu nedenle olsa gerek baş köşelerdesin hep!

Seni reddediyorum!

Kuran’ı yorumlayış tarzın midemi bulandırıyor hoca!

Sen midemi bulandırıyorsun!

Bakara 219’u, Nahl 71’i, Nisa 75’i, Haşr 7’yi, Hud 87’yi ve daha yüzlercesini gizliyorsun benden.

“Ey Şuayb! Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımız hususunda dilediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor?!.” malindeki ayeti gizliyorsun benden hoca; çünkü biliyorsun ki, bu ayeti bildiğimde, zenginlerin malları hususunda diledikleri gibi davranamayacaklarını Allah’ın ve onun temel ibadeti olan namazının engellediğini bilerek ona göre tavır koyacağım! (Hud, 87)

Sen…

Sen benim midemi bulandırıyorsun hoca!

Sen benim midemi bulandırıyorsun!..

İnsanların, Allah’ın tüm mal ve nimetlerinden eşit biçimde yararlanma hakları olduğunu benden gizleyerek muktedirlerin gözüne girmeye, makam-mevki kapmaya, dünyalık yapmaya çalışıyorsun!

Sen benden Kuran’ı gizliyorsun hoca!

Sen benden o tüm ayetlerini ezbere bildiğin Kuran’ı saklıyorsun!

Seni reddediyorum hoca!

Seni reddediyorum!..

Tüm bunları neden yaptığını da biliyor ve seni Allah’a şikayet ediyorum hoca; tüm bunları “Ele geçirme hırsı gözünü bürüdüğü için” yaptığını biliyorum. (Adiyat 8)

“Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın!” mealindeki muhteşem ayeti tüm yaşamın boyunca kitlelere bir kez olsun anlatmadığın için seni reddediyorum. (Haşr, 7)

Sen benim midemi bulandırıyorsun hoca!

Sen benden Kuran’ı saklıyorsun!

Seni reddediyorum!..

Yuh sana hoca; yuh sana ve Allah’ı bırakıp da taptıklarına! (Enbiya, 67)

Yuh sana!..

13 Kasım 2010 Cumartesi

Borç Alarak Kurban Kesmek

Adam televizyondaki hocaya(!), “Şu anda durumum müsait değil; bu nedenle, borç para bularak kurban kesmek istiyorum. Allah bunu kabul eder mi?” diye soruyor; televizyondaki hoca(!) da cevap veriyor: “Borç aldığınız paraya faiz vermiyorsanız, yani araya faiz girmiyorsa mükellefiyetinizden kurtulmuş olursunuz; bu paraya faiz ödüyorsanız, hem mükellefiyetinizden kurtulamamış olursunuz, hem de faiz nedeniyle günaha girersiniz.”

Bu işte bir tuhaflık var arkadaş!

Bu iş baştan sona tuhaf!..

Bu soruyu soran adam samimi bir Müslüman, bundan zerre kadar kuşkum yok. Programa telefonla katıldığı için yüzünü göremiyoruz, ama ses tonu, seçtiği kelimeler, vurgulamaları; hepsi gösteriyor ki adam gerçekten iyi bir mümin ve o anda ızdırap çekiyor.

Fakir çünkü!

Kurban kesecek parası yok!

Kendisine “hoca” dedirten izansız/insafsız hayatının en büyük fırsatını yakalamış, ama bunu heba etmekte son derece kararlı!

Ne mükellefiyeti be!

Adam AKP’nin uyguladığı Allahsız kapitalist uygulamalar nedeniyle çoluk çocuğuna yemek yediremiyor, ama kurban kesmek zorunda olduğunu sandığı için borç para bulma peşinde… Borç para bulsa bile yine gönlü rahat olmayacak, çünkü bir hata yapar, dinen günah sayılacak bir uygulama içine girer miyim diye kıvranıp duruyor.

Hoca(!) denen melun ise, bırakın bu samimi mümini rahatlatacak bir şeyler söylemeyi, adama adeta işkence ediyor…

Bu iş baştan sona tuhaf arkadaş!

Fakir fukara neden kurban kessin ki!

Üşenmedim tüm Kitabı taradım ve aşağıdaki verilere ulaştım: (İnternetteki kimi sitelerin Kuran fihristlerinden ve Yaşar Nuri Öztürk’ün meali ile R.İhsan Eliaçık’ın mealinden de yararlandım. Bu iki mealde, aradığınız konuyu bulabilmeniz için çok ayrıntılı indeksler var.)

Bakara 196…: Kurban, Hacla ilintilendiriliyor.
Ali İmran 183: Eski çağlarda yakılarak sunulan kurbandan söz ediliyor.
Maide 2…….: Kurban, Hacla ilintilendiriliyor.
Maide 27…...: Adem’in oğullarının sunularından söz ediliyor.
Maide 95…...: Kurban Hacla ilintilendiriliyor.
Maide 97…...: Kurban Hacla ilintilendiriliyor.
Saffat 103…..: Hz.İbrahim’in oğlundan söz ediliyor.
Saffat 107…..: Hz.İbrahim’e kurban veriliyor.
Kevser 2……: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” deniliyor.

Sonuç olarak hac dışında kurban kesilmesi gerektiği sadece Kevser Suresi’nin 2. ayetinde, bir kez bildiriliyor. Ancak burada da ilginç bir ayrıntı var: R.İhsan Eliaçık’ın muhteşem mealinin 423. ve 424. safyalarında, bu ayetin aslında “Mekkelilerin putlar için yaptığı o namaz ve kurbanı sen Allah için yap.” anlamına geldiğini görüyoruz.

Derdimi anlamış olmalısınız!

“Benzerleriyle Değiştirilenlerin Hikayesi” nde, 99. sayfada şöyle bir şey yazmışım:

“Kimseyi gücendirmek gibi bir maksadım yok; böyle bir şeyi tesbit edebiliyorsanız, ya Türkçeye yeterince hakim olamayışımdandır, ya da bilmeden de olsa amacımı aşan sözler sarfetme cüretini göstermiş olmamdandır; ama şunu söylemeden de geçemeyeceğim: Yine benim acizane tesbitlerime göre, oruç 11 ayette; örtünme ise 3 ayette geçmektedir; oysa ‘paylaşım’ (Malın kötülenmesi, servet tutkusunun aşağılanması, infak, zekât, sadaka vs.) 244 ayette (hepsi de birbirinden ilginç nitilemelerle) geçiyor.”

(Bu kitabı yazdığımda, R.İhsan Eliaçık’ın yukarıda sözünü ettiğim muhteşem meali henüz yazılmamıştı; demek ki o kitabı bugün yazsaydım, yukarıda paylaşımla ilgili olarak sözünü ettiğim sayı en az ikiye katlanacaktı.)

Kanaatime göre Hacla ilintili olan ve sadece Hacca gidenler için farz kılınmış olan kurban meselesi yukarıdaki ayetlerle sınırlandırılırken, “paylaşım” meselesi yüzlerce ayette altı çizilerek farz kılınıyor; ve televizyondaki gaddar hoca, yukarıda sözünü ettiğim samimi mümine bunu anlatacağına, adama işkence üstüne işkence ediyor!

Bu iş baştan sona tuhaf derken bakın neyi kastediyorum:

Çok kaba hesaplamalarla ülkemizde 20 milyon aile, 40 milyon ise büyükbaş ve küçükbaş hayvan var (kümes hayvanları hariç).

Her aile kurban kesmeye kalksa, 2 yıl içinde ülkemizde hiç kurbanlık hayvan kalmıyor!

Allah böyle “tuhaf” bir şey ister mi arkadaş!

Bu konu çok karmaşık ve tahmin edebileceğiniz gibi beni aşıyor; ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim: Allah bize şah damarımızdan daha yakın. Ekonomik durumu müsait olmadığı halde komşular ne der diye kurban kesmeye kalkan olursa, riya yaptığı için şirk koşmuş olacağını aklından çıkarmasın arkadaş!

Yardıma muhtaç, borç harç içinde milyonlarca insan var memleketimizde; kurban kesmek yerine bu insanların yardımına koşmak daha İslami bir tavır gibi geliyor bana…

Ekonomik nedenlerle kurban kesemeyen dostlarım bence üzülmemeliler; yapılabilecek o kadar çok hayır işi var ki… Kuran’ı doğru anlıyorsam, (kurban kesmek farz olsa dahi) ülkemizdeki 22.000 (yirmi iki bin) aile hariç, kimse kurban kesmek zorunda değil! Çünkü bir araştırmada gördüğüm kadarıyla, ülkemizde sadece 22.000 ailenin tuzu kuru…

Bir gün 20 milyon ailenin de tuzunun kuru olduğu günleri görmek umudu ve duasıyla…

Allah’a emanet olun dostlarım…