27 Ocak 2010 Çarşamba

"Darbe! Darbe!" diye Yırtınan Darbeciler

Uzun uzun alıntılar yapıp, herkesin o ahlâksız koroya katılmak için didinip durduğu şu günlerde vaktinizi ziyan etmeyeceğim. Kafalar yeteri kadar karışık zaten, bir de ben karıştırmak istemiyorum.

Çok kısa keseceğim.

Ortak özelliklerini sıralayacağım size.

Bakın, ne “rastlantılar” çıkacak ortaya!

Ortak özelliklerini sıralayacağım size…

Rastlantısal ortak özelliklerini…

Amerikancı…

AB’ci…

Mustafa Kemal düşmanı…

“Türk” dendiğinde tüyleri diken diken…

Fakir fukara düşmanı… (Millet açlıktan kırılıyor, borç batağındaki insanlar birer birer intihar ediyor, esnaftan tutun da çiftçiye kadar herkes perişan, işsizlik insanları cinnete sürükleyecek boyutlarda, Türkiye İstatistik Kurumu vesikalı orospu sayısı %500 arttı diye belgeler yayınlıyor, bu kışta kıyamette millet evindeki doğalgaz vanasını iptal etmiş; iki satır da bunlar için yazın be!)

Demokrat… (Sadece kendilerine… Ulus Devleti eleştirmek demokratlık, savunmak ise darbecilik, Ergenekonculuk!)

Ordu düşmanı… (Irak’a “demokrasi götüren” orduya ise hayran tabii.)

Özelleştirmeci… (Bu mazlum milletin 70 yılda üretebildiği tüm kamu hazinelerini ona buna peşkeş çekmeyi “özelleştirme” diye yutturanından tutun da, “Sümerbank’ın ismini tarihten siliyoruz evelallah!” diye kin kusanına; Türkiye’nin en çok kurumlar vergisi ödeyen kuruluşu olan Telekom’u beş yıllık kârı karşılığında “gâvurlara” satanından tutun da, en stratejik limanlarımızı “gâvurlara” peşkeş çekenine kadar, ne ararsanız.)

Yabancı sermaye hayranı… (Komisyon komisyondur!)

Borsacı… (%72’si “gâvurların” elindeymiş ne gam!)

İslam’a saygılı… (Tabii, yerseniz!)

Muktedir aşığı… (Bir kere de muktedirleri eleştirin be!)

Yalancı… (Yazdıkları ve söyledikleri hep yalan çıktı.)

Yalaka…

Yandaş…

İftiracı… (Attığı her çamur yüzüne gözüne bulaştı.)

Dönek… (Çoğu ne yazık ki, eski yoldaş.)

Korkak… (Bugün Ordu’ya vurmanın ne tehlikesi var; Tekel işçilerini yazmaya cesaret bile edemiyor; artık kimden tırsıyorsa!)

Ahlâksız… (Annesiyle cinsel ilişki kurmayı kabul edilebilir bulandan tutun da, karısının başına içi bok dolu kavanoz fırlatanına kadar; Kuran’ın muhkem ayetlerinin dahi neshedilmiş olduğunu yazıp çizenden tutun da, Mevlana’nın karısını bir gecede 70 kez becerdiğini gururla anlatanına kadar; vergilendirme soygunculuktur diye yırtınanından tutun da, utancından marksist liberal diye melez ve pespaye kavramlar üretenine kadar, ne ararsanız.)

Ulus Devlet karşıtı… (çünkü ulus “Türk” ulusu.)

Gaddar… (72 saatlik sorguda, aç, susuz, ilaçsız kaldığı için fenalaşan yaşlı insanlarla alay etmekten çekinmeyecek derecede gaddar.)

Muhalefet düşmanı… (Muhalefetsiz demokrasi olabilirmiş gibi.)

Hain… (Kuran öyle söylüyor.)

İkiyüzlü… (Dün Kenan Evren’i yalısında ağırlıyordu; yarın da bir başkasını ağırlayacak.)

Gerisini siz doldurun; söz verdim, bu kez kısa tutacağım.

Yeni Gladyo eski Gladyoyu hınçla becerirken, elinde kâğıt mendil ve kolonyayla kapıda bekleyen, darbe darbe diye avaz avaz bağırırken genelde tüm insanoğluna, özelde Türk Milleti’ne darbe tezgahlamakla meşgul yitik ruhlar…

Peh ulan, peh be!..

Ulan ne kalleş günler be!..

Ortalık zifiri karanlık; sabah mı yaklaştı ne!

24 Ocak 2010 Pazar

Kuran'dan Kapitalizm Çıkar mı ?

Çıkar!

Çıktı zaten…

Öyle bir çıktı ki, bir daha geri dönmesi de mümkün değil elhamdülillah!..

Aynı konuyu içeren kitaplar yazmaktan hiç hoşlanmam; bu nedenle “Benzerleriyle değiştirilenlerin Hikâyesi”nden sonra benzer konuları içeren başka bir kitap da yazmadım zaten; ama birkaç gün önce bir televizyon programında izlediklerim, bu konuda hata mı yapıyorum acaba, dedirtti bana. (Ego’ya bak; sanki herkes oturmuş, bu fakir yeni bir kitap yazacak mı diye dört gözle bekliyor!)

Katılımcılar dört kişi…

Son derece erdemli, yiğit, adam gibi adam, ama kafası bir o kadar da karışık bir marksist dostumuz; İhsan Eliaçık adında yiğit mi yiğit bir Allah Adamı; ve bunların karşısında insanı alabildiğine hüzünlendiren iki genç… Biri kadın, biri erkek. Kadın, islami hassasiyetini vurgulamak için -çok doğal hakkı olarak- türban takmış. Biraz ezik, biraz mahcup… Mimikleri, jestleri ve vücut dili haykırıyor bunu. Her zamanki o kendinden emin havada değil; çünkü karşısında oturan sakallı Adam hem derin bir ilim sahibi, hem samimi, hem de alabildiğine kararlı; türbanlı genç kadın bu nedenle biraz huzursuz. Gençten adam ise alabildiğine hoyrat, alabildiğine saldırgan ve alabildiğine malumatfuruş!.. Üç-beş kitap okuyarak dünyadaki tüm bilgileri özümsediğini sanan tiplerden. Üç-beş cümlede bir, “O sizin sübjektif düşünceniz!” diye uyarıyor muhatabını; sanırsınız ki kendisi Tanrı, her söylediği yüzde yüz doğru ve yüzde yüz objektif…

“Kuran sosyalizme yakın mı” meselesini tartışıyorlar; ve Allah Adamı hemen tavır koyuyor: “Bunu yüz yıldır tartışıyoruz; gelin artık Kuran kapitalizme yakın mı meselesini tartışalım!”

Bunlar, içinde bulunduğumuz şu günlere münhasır olarak özde boş tartışmalar sevgili dostlarım. Bu tartışmalar Allah Adamı’nın söylediği gibi yüz yıldır yapılıyor.

Marx mı haklıydı, Adam Smith mi; Sosyalizmi işçi sınıfı mı kurar, köylülük mü; bu, dünya çapında mı yapılmalı, yoksa tek tek ülkelerde de mümkün mü; Kuran’dan sosyalizm çıkarma çabaları eski mi, yeni mi; komünistler karılarını da paylaşırlar mı (Allah bin türlü belanızı versin!), paylaşmazlar mı vesaire.

Bunlar tâli meseleler.

Meselenin özü, insanlar eşit mi değil mi; insanlar arasındaki eşitliğe inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz…

Allah herkesin Allah’ı mı, yoksa sadece üç-beş kodomanın mı…

Bu soruları bir ateiste, hatta bir deiste, hatta hatta pek dindar da olmayan birine de soramazsınız; size ne kardeşim!

Ama “Ben müslümanım be heyt!” diye efelenen birine sorabilirsiniz, sormalısınız, hatta sormak zorundasınız. (Nisa, 75)

Müslüman tabii ki böyle efelenmeyi aklının ucundan bile geçirmez; sözüm, şartlar gereği şu sıralar Müslüman olmayı uygun görenlere… (Borsayı falan boşverin; mübarek 1’e 100 veriyor; siz ne diyorsunuz!)

İnsanlar eşit midir, değil midir?

Temel mesele bu!

Oturmuşlar, Kuran’dan sosyalizm çıkar mı diye homurdanıp duruyorlar!

Tartışmanın konusu bu değil ki!

Tartışmanın konusu, o toplantıdaki Allah Adamı’nın söylemiyle “Abdestli Kapitalizm”!..

Ama televizyonda izlediğim kadarıyla, bu bile şu anda önemli değil.

Önemli olan şey, insanın içini burkan, içini acıtan, vicdanına kızgın yağlarda kızartan o hazin tespit:

Yaşlı olanlar eşitliği, kardeşliği, adaleti, erdemi, dostluğu, bölüşmeyi, paylaşmayı, diğergamlığı, kısaca insanı insan yapan tüm değerleri savunuyor; genç olanlar ise başta eşitlik olmak üzere, tüm değerlere karşı çıkıyor! (Allah Adamı “Tekel işçilerini destekleyen neden bir tane Müslüman yok orada?” diye hüzünle soruyor; Müslüman aidiyetini ön plana çıkaran kızımız sus pus; diğeri, yani genç adam ise zaten Tekel işçilerini “fire” olarak görme eğiliminde; Tekel işçileriymiş, peh, onlar insan bile sayılmazlar; onlar “üretim faktörlerinin bir aracı” sadece; çalışmayan makineyi hurdaya ayırırısın olur biter, kendini amorti etmiş, “faydalı ömrü”nü tüketmiş zaten! Hurda bir “üretim faktörü” için üzülmeye değer mi!)

Hüzne bakın!

Genç delidoludur, eşitliği, yurtseverliği, adaleti, paylaşmayı, mazlumu savunur, zulme karşı çıkar, doğayı korumak için savaşır, vatanseverdir, yerleşik düzene ve vatanını tehdit edenlere saldırır; bunu yaparken bir sürü de hata yapar, ama özde, genç adamın savaşı insanı ve doğayı tahrip eden muktedirlere karşı olur.

Genç adam, yiğit adam, delikanlı adam, kabadayı olur be heyt!..

Delikanlı adam, muktedire bel büker, gerdan kıvırır mı?!.

Burada tam tersi…

Yaşlılar muktedirlere karşı isyan bayrağını açmış, gençler ise muktedirlerden yana tavır koyuyor ve bunu çirkin bir biçimde yapıyorlar üstelik; işleri güçleri, rakiplerinin canlı yayının zaman darlığı içinde yaptıkları küçük hataları, dil sürçmelerini yakalayıp gol atmak! O sakallı Allah Adamı, uzunca sayılabilecek bir cümle içinde, böyle anlaşılmayacağını samimi biçimde varsayarak, “bunlar mescit yapıyorlar” mealinde bir şeyler söylüyor; müslüman aidiyetini ön plana çıkaran hanım kızımız hemen golü patlatıyor: “Yapsınlar. Mescit açmak güzel bir şeydir; bunda karşı çıkacak ne var!”

Karşısındaki Allah Adamının kazaya bıraktığı namazı yok, ama o önemli değil; önemli olan muktedirleri savunmak adına “fırsatı” değerlendirmek.

Genç adam ise bırakın eşitlikten yana tavır koymayı, devletin vergi almasına bile karşı; “… devlet vergi olarak servetleri gasp etmese…” türünden şeyler söylemek için didinip duruyor.

Ne hazin Tanrım, ne hazin!..

Okuyucu dikkat etmiştir; liberal dostlarımı üzmemek için bu konuya hiç girmemeye çalışıyorum bugünlerde, çünkü öncelikli mesele bu değil; ama bu genç(!) adam(!), devletin vergi alıp sosyal birtakım hizmetler üretmesine bile karşı; nerede kaldı fakir fukara, hak hukuk, bölüşmek paylaşmak!
Sahte peygamber Rothbard, “objektif olarak” ne diyordu: “Vergilendirme soygunculuktur!” Peki; Allah’ın Eliçisi de vergilendirmeden yanaydı ve Devlet Başkanlığı yaptığı dönemde sadece “kazancı” değil, “serveti bile” vergilendirmişti; bu durumda Elçi ve ona bunu yazdıran Allah soyguncu mu oluyor?!. (Dikkat edin lütfen; Allah’ın Elçisi sadece kazancı değil, serveti bile vergilendirmişti!)

Kendi -sanırım- kurtulmuş ya; uçurumun dibindekilere yardım etmek dururken yukarıdan kafalarına kayalar fırlatmakla geçiriyor üç günlük ömrünü… Oysa “kurtulurken” o zillete uğratılmışların sırtına-omuzuna basa basa çıktı o uçurumdan; ama ne gam!

Rothbardcı ama İslamı da ihmal etmiyor; çünkü o -biraz da gençliğin verdiği- bir hayli sırıtan malumatfuruşluğun yanısıra, esas görevi muktedirleri korumak, muktedirlere yaltaklanmak…

Genç, cıvıl cıvıl, sağlıklı, enerjisi yerinde, eğitim de almış…

Heyhat!..

Muktedirler karşısında boynu bükük!

Bırakın boynu büküklüğü, muktedirler için canını dişine katmış savaşıyor da savaşıyor.

Konjönktür gereği -bu tip lafları pek severler-, bir değer veriyormuş gibi görünmek zorunda olduğu o Kitap, “paylaşın/bölüşün” diye bas bas bağırırken.

Ne hazin, değil mi?

Allah Adamı’nın okuduğu Kuran ayetleri için, “Bunlar birtakım ahlâki öğütler!” diye fetva veriyor hemen; o yanılması mümkün dahi olmayan “objektif” bilgeliğiyle; sanırsınız ki o toplatıya katılmadan önce vahiy almış!

Uzatmayalım; bu kısa çalışmada aynı anda birkaç şeyi birden yapalım:

Hem, “Kuran’dan kapitalizm çıkar mı” ya; hem, “alt tarafı ahlâki öğütler”e; hem de, hem Kuran goygoyculuğu yaparken aynı zamanda neden Rothbardcı olunamayacağına “sübjektif” bir yanıt verelim.

Bakın kapitalizm bir daha girmemek üzere Kuran’dan nasıl çıkmış; bakın “alt tarafı ahlâki öğüt olan” bu öğüt, hangi üslupla verilmiş; ve bakın Kuran yalakalığı ile Rothbardcılık neden bir arada yapılamazmış:

Muktedirlerin bugün uyguladıkları sistemin en meşru aracı nedir?

“Bu hususta İslamla liberalizm arasında ortaya çıkabilecek belki en ciddi gerilim faizin meşruluğu sorunuyla ilgilidir. Piyasa ekonomisinin, üretim faktörlerinden birinin karşılığı olan faizi esas itibariyle meşru bir kazanç olarak gördüğü malumdur.” (Mustafa Erdoğan/Liberal toplum-Liberal Siyaset/Siyasal Kitabevi, 1998)

Hoca, öyle üç-beş kitap okuyarak sallayanlardan değil; bu işin bilimini yapmış.

Ne diyor?

Faiz meşrudur…

Peki, Allah neyi emrediyor; pardon, Allah neyi “ahlâki bir öğüt” olarak yazdırmış Elçisi’ne?

Ve bu “öğüdü” hangi üslupla yazdırmış?

Şu mucize cümlelere bakın Allahaşkınıza; hem Müslüman oolup hem de vahşi kapitalizmi tüm vahşilikleriyle uygulamakta olan muktedirlere Allah bakın nasıl sesleniyor:

“Ey iman sahipleri, Allah’tan korkun. Ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanı bırakın. EĞER BUNU YAPMAZSANIZ, ALLAH VE RESULÜNDEN BİR HARP İLANI DUYMUŞ OLUN. …” (Bakara, 278-279)

Harp ilanı!..

Kimden?

Allah’tan ve Resulünden!..

(Bu çalışmaya özgü olarak, Yaşar Nuri Öztürk tarafından, aslında “servetlerdeki makul olmayan ve haksız artış” diye dahice meallendirilen “riba”yı, klasik mealciler gibi sadece “faiz” olarak kullanmakla size nasıl merhamet ettiğimi de unutmayın sakın!)

Hey Müslüman, kafanı çevirip ağaçtaki kuşları seyrediyormuş gibi yapma; sana diyorum sana!

Allah’tan ve Resulünden harp ilanı!

(Ayetin Arapçasına özellikle baktım; tek kelime Arapça bilmememe rağmen “harb” sözcüğünü hemen tanıdım; gerçekten bugünkü Türkçeyle “harp” diye, “savaş” diye yazdırmış Allah.)

Allah’tan ve Resulünden harp ilanı!..

Ama bu ayet sizi korkutmasın, bu “harp ilanı” gibi müthiş meydan okuma sizi ürkütmesin; bu sözler emir-farz falan değil, sadece ahlâki birtakım öğütler…

Bu öğütleri dinleseniz de olur, dinlemeseniz de…

Zaten Allah’ın Elçisi O’nun rahmetine kavuştu; ne harbi?!.

Allah da tek başına “aşağı inip” eline kılıç alarak size saldıracak değil ya!

Hey, Müslümanlar! (Bu sözler, Kuran’a inananlara.)

Size soruyorum…

Siz de benim gibi içinizi çekiyor musunuz şu an?

Ne hazin, değil mi?..

Size son bir “öğüt”… (Bu sözler, “konjonktür müslümanları”na)

Üstelik bu öğüt direkt olarak size de verilmiyor; öğüdün direkt muhatabı, Emreden’in (afedersiniz, Öğütçü’nün) o Muhteşem Elçisi… (E, zaten Elçi de öldüğü için, “öğüt” artık resmen geçersiz oluyor tabii; yani sizin tabirinizle “neshedilmiş”, yani “hükmü Kuran’dan silinmiş” oluyor; bu nedenle endişe edecek bir şey yok!)

Sizi hiç ilgilendirmeyen bu “sıradan öğüt” aynen şöyle:

“Sakın hainlere yardakçı olma!” (Nisa, 105)

“Sakın hainlere yardakçı olma!”

Vay canına, vay canına, vay canına!

Hadi, bir kez daha okuyalım:

Sakın hainlere yardakçı olma!



Önemli Bir Not: Sevgili ateist, hristiyan, musevi, deist, anarşit, komünist, liberal ve diğer inanç sahibi dostlarım! Kış fena bastırdı, fakir fukaranın yanısıra tüm hayvanlar, özellikle kedi, köpek ve kuşlar da perişan durumda. Lütfen yardım edin, lütfen… Müslümanları(!) boşverin; onlar böyle önemsiz meselelerle uğraşamayacak kadar yoğunlar; onlar, muktedirlerin arzuları doğrultusunda, Ordu’yu paramparça etmekle meşguller şu sıralar…

20 Ocak 2010 Çarşamba

Artık marketin önünden geçemiyoruz

Bütün entelektüel züppeliklerinizin ve dinsel kıvırtmalarınızın canı cehenneme!

Bugün züppelik yapılacak, edebiyatçılık taslanacak gün değil!

Bugün hesap günü!

Bugün muhasebe günü!

Bugün elestübi Rabbiküm günü!

Adam genç.

Otuzlu yaşlarda.

İriyarı.

Sağlıklı bir görünümü var.

Ağlamak istemediği, bunu kendine yakıştıramadığı mimiklerinden belli oluyor.

Ama aynı mimiklerden bir başka şey daha belli oluyor: Kahır dolu gözyaşları kirpiklerinin arasından süzüldü süzülecek…

İşsiz.

Yoksul.

Beş temel duygudan dördü (öfke, utanç, üzüntü ve korku) yorgun mimiklerinde derin izler bırakmış; beşinci duygudan (sevgi) eser bile yok!

Zalimlerin zulmü adamı pimi çekilmiş el bombasına çevirmiş; evine/çocuklarına ekmek götürememenin çaresizliği ve bundan kaynaklanan mahvolmuşluk hissiyle patladı patlayacak!

Çatık kaşlarının altından umutsuzluk saçan gözlerle bakarken “Artık marketin önünden geçemiyoruz.” diye mırıldanıyor.

Abartmıyor.

Ses tonunu mimikleri ve jestleriyle desteklemek, böylece daha da belirginleştirmek gibi bir kaygısı yok. Çirkinleştirmiyor, süslemiyor; şamata yapmak/edepsizlik yapmak gibi bir niyeti yok.

Sadece konuşuyor.

“Artık marketin önünden geçemiyoruz.” diye kayıt düşüyor Levhi Mahfuz’a.

İçini döküyor.

Belki kendi kendine konuşuyor; her söz, hareket ve davranışın, hatta niyetlerin bile kayıt altına alındığının bilinci içinde. Muktedirlerin ve yardakçılarının yoksulları nasıl mahvettiğini anlatıyor Gökler’e.

Kayıtçılarla, onlar aracılığıyla Tanrı’yla konuşuyor.

Adam kendi vatanında, olumsuz doğa şartlarından etkilenmiş vahşi hayvanlar gibi aç dolaşıyor; ama bu umurunda bile değil; onu esas mahveden şey, akşam eve giderken ailesine ekmek götürememek.

Adam aç!

Adamın ailesi aç!

Size söylüyorum, size; adamın çocukları aç!

Entelektüel züppelikleriniz ve dinsel kıvırtmalarınız sizin olsun kardeşim!

Bunun hesabını bir gün vereceğinizi bilin yeter!

Serbest piyasa ekonomisi destanlarınız, “kurban kesmekle kalmıyor kırkta bir de veriyoruz, daha ne vereceğiz” kıvırtmalarınız, hepimiz kardeşiz palavralarınız, demokratik açılımlarınız, büyüme oranlarınız, kredibilite notlarınız, size pek de yakışan o tanrısal kibriniz…

Hepsi sizin olsun kardeşim!

Hepsi sizin olsun!

Adam kendi memleketinde aç, kendi memleketinde adamın çocukları aç, adam yıkılmış, adam perişan, adam mahvolmuş.

Tek yapması gereken bunun farkına varmak!

Ve bir gün bunun farkına varacak haberiniz olsun!

Dindar Cumhurbaşkanlarımız, dindar Başbakanlarımız, dindar Müsiad Başkanlarımız, dindar belediye başkanlarımız; serbest piyasacı profesörlerimiz, ağzı iyi laf yapan libofaşistlerimiz; Bakara 219’u, Nahl 71’i, Nisa 75’i görmezden gelen din adamlarımız; şu anda(saat 14.24) ezan okumakta olan imamlarımız/müezzinlerimiz; dolgun maaşlar için kendi kardeşlerini hakim sınıflara satmakta hiç duraksamayan medya emekçilerimiz(!); Türkiye’yi elli yıldır sağ politikalarla cehenneme çeviren tüm politikacılarımız…

Ebuzer’e karşı Muaviyeler…

Kör ve yoksula karşı Velid Bin Muğireler…(Siz boşverin; “onlar” anladılar.)

Hepinize selam ediyorum.

Tanrı için bile zor olacağından hiç kuşkum yok, ama Allah sizi affeder inşallah!..

Ben mi?

Beni boşverin; cevabını bildiğiniz soruları sormayın!

Ama kendi ülkesinde vahşi hayvanlar gibi aç susuz dolaşan o adam sizi affetmeyecek; bunu sakın unutmayın.

Vadeniz dolduğunda diğer tarafa “kul hakkı” ile gideceksiniz.

Tabii “kul hakkı” sizin için bir şey ifade ediyorsa…

Tabii “yoksulun, zenginin malındaki hakkı” sizin için bir şey ifade ediyorsa! (Bana sakın zekâttan bahsetmeyin; bunu, bu palavralarınızı, bu martavalları yutabilecek zavallılara anlatın; ben yemem! “Zekât” dediğiniz an “infak”ı bir tokat gibi çarparım suratınıza!)

Memleketin neresine bakarsanız bakın aynı mahvolmuş adam karşınıza çıkıyor. Milyonlarca kişi aç, milyonlarca çocuk geceleri aç yatıyor…

Size söylüyorum, size; sizin çocuklarınız var mı? Bu adamın çocukları geceleri aç yatıyor!

Çocuklar geceleri aç yatıyor!

Tek yapmaları gereken şey ne kadar çok olduklarının farkına varmak.

Her şey, bunu fark ettikleri zaman düzelecek.

Her şey an meselesi…

Şimdi sıra Göklerde:

“Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden başkaları için harcayın” denildiği zaman, o kâfirler, iman edenler için şöyle dediler: “Allah isterse onları doyurur, biz mi doyuracağız onları! Siz düpedüz sapıtmışsınız, başka bir şey değil!”(Yasin, 47)

Allah isterse onları doyurur, bize mi kalmış yani!

Siz devam edin kibrinden yanına yaklaşılmayan, ortalıkta tanrı gibi dolaşan sıratı müstakim yolcuları(!), siz devam edin!

Bugünün yarını da var!..

“Derin iç çekişler”in olacağı gün hiç de geç değil!..

Hey Tanrım!

2010’a gireceğimiz şu günlerde senin mülkün muktedirlerce gasp edilmiş ve yoksulun çocukları geceleri aç yatıyor!

Çocuklar geceleri aç yatıyor!..

Koca göbeklerini patlatırcasına zıkkımlandıktan sonra kibir içinde geğirirken elhamdülillah çekenlerin ülkesinde çocuklar geceleri aç yatıyorlar!..

Senin Elçin bunlara bunu mu tebliğ etti?!.

Senin Elçin, “çocuklarına ekmek götürmekten başka derdi olmayan Tekel işçilerini polis copuyla analarından doğduklarına pişman edin” mi dedi bunlara?!.

Senin Elçin, “öyle bir düzen kurun ki, kimileri patlarcasına yerken, kimileri de çocuklarıyla birlikte geceleri aç yatsınlar” mı dedi bunlara?!.

Mülk kimin?!.

Kimin malını kimden esirgiyorsunuz?!.

“Derin iç çekiş!”

Bu Kuransal sözü bir yere yazın!

Bir gün hatırlayacaksınız!..

Emin olun, bu sözü bir gün hatırlayacaksınız…

17 Ocak 2010 Pazar


Yılmaz Yunak resimde gördüğünüz adreste...

Daha çok okura hitap edeceği için sevinenler...

Daha profesyonel bir sayfada olacağı için sevinenler...

Hoşlanmayanlar..

Diğerleri.

Lütfen bu yenilikle ilgili yorumlarınızı yazın.
Düşünceleriniz bu sayfayı hazırlayanlar için ÇOK önemli.
Sevgiler
Z.B.