23 Aralık 2009 Çarşamba

Başka Nasıl Mücadele Edeceksin Ciğerim! (*)

“Siz ne biçim Müslüman komünistsiniz dostum; tüm bu olan biten karşısında nasıl bu denli sessiz kalabiliyor ve sürekli olarak merhamet konusunu işlemekle yetiniyorsunuz, ne oldu size böyle?!.” diye, belirgin bir sitem kokan vurguyla sordu dostlarımdan biri geçen gün. İstiyordu ki, gençlik yıllarımda olduğu gibi vurayım kırayım, ortalığı karıştırayım, onun bunun gırtlağını sıkayım…

Ne hazin değil mi?

Bizim gençliğimizde de kamplaşmalar vardı tabii; bir tarafta komünistler vardı, bir tarafta milliyetçiler, ama bugün olduğu gibi sahte değildi hiçbir şey; komünistler komünistti, milliyetçiler milliyetçi!

Yaptığımız şey doğruydu veya yanlıştı, doğrunun ne olduğunu kim bilebiliyor ki! Ama her iki taraf da mertçe davranıyordu. Yanlış yapabiliyordu, aşırıya kaçabiliyordu, insafsızca davranabiliyordu; ama dedim ya, tüm bunlar samimi duygularla yapılıyordu. Söz konusu olan vatan-memleket savunması veya garip gureba hakkıydı; milliyetçiler ülkemizin Sovyetler tarafından işgal edileceğinden korkarken, biz Vatanımızın emperyalizmin boyunduruğuna girmesinden, dolayısıyla fakir fukaranın daha da yoksullaşacağından endişe ediyorduk. Düşman belirgin biçimde ortadaydı; bize göre ABD idi, milliyetçilere göre ise Sovyetler Birliği…

O günlerde ideolojik görüşümüze göre, kimle, nasıl mücadele etmek gerektiğini biliyor, ona göre davranabiliyorduk.

Ne zaman ki Müslüman taklitçileri ve libofaşistler ortaya çıktı, her şey birbirine karıştı, sapla saman ayırt edilemez oldu!

Bu ne ikiyüzlülüktür, bu ne samimiyetsizliktir, bu ne ahlâksızlıktır ciğerim!..

Kapatılan DTP’nin Başkanı “Bizim barış ve demokrasi mücadelemiz sürecektir!” diye, bizim kuşağa gerçekten inanılmaz ölçüde garip gelen demogojik bir söylem kullanırken; Müslüman taklidi yapanlarlar ve libofaşistler -birinciler zımnen, ikinciler de açık bir biçimde-, son olarak şehit edilen yedi askerimizi kastederek “Bu olayın arkasında Ergenekon var!” biçiminde, yine bizim kuşağı hayret ve inanmazlık duyguları içinde dehşete sürükleyen yalanlar söyleyebiliyorlar. Psikolojik savaş o denli ustaca yürütülüyor ki, insan hayret etmekten, hatta paradoksal bir biçimde, bu ustalık karşısında gizli gizli hayranlık duymaktan kendini alamıyor!

Bu ne ahlâksızlıktır ciğerim, bu ne utanmazlıktır böyle!

Hele faşistler, hele onlar!..

Bunlardan biri dün akşam televizyonda, Avrupa’da parti kapatan tek ülke biziz, diye utanılacak ölçüde sahtekârca bir tavırla, hain hain sırıtıyordu ekrandan gözlerimizin içine pis pis bakarken!

Bu ne utanmazlıktır ciğerim, bu ne ahlâksızlıktır böyle!

Tuz dahi kokmuş artık; neyi nasıl eleştireceksin ki!..

Müslüman taklidi yapan siyasetçi, garip gurebayı mahveden ekonomik uygulamaların altına marazi bir hınçla imza atıp, gözlerimizin içine riyakâr bir tavır içinde bakar ve Kuran’a, İslam’a ters ne kadar uygulama varsa hepsini bir bir ve yine bizim kuşağa akıllara durgunluk verecek ölçüde garip gelen bir ikiyüzlülükle sergilerken; libofaşisti, liberalizmin ne kadar değeri varsa tümünün birden ırzına geçip, hem de bunu ahlaksızlığın zirvelerinde dolaşırken mide bulandırıcı bir ikiyüzlülükle ortaya koyarken; Kürtlerin temsilcisi olduklarını söyleyen toprak ağaları ve aşiret beyleri Kürt kardeşlerimiz yoksulluk sınırlarının katbekat altında inim inim inlerken ve işsizlik belasının kıskacında yanıp kavrulurken, onların bu sefaletine çare bulmaya bakacaklarına, ABD denen soysuz haydutun Kuzey Irak’taki çıkarlarının bekçiliğine soyunurken; komünist taklidi yapan kimi soysuzlar, Türkiye’yi İMF’nin, AB’nin, ABD’nin kulu kölesi yapanlara kol kanat gerip, libofaşistlerle kucak kucağa dans ederken…

Neyin mücadelesini, nasıl yapacaksın ciğerim!

Bir zamanlar açlıktan nefesleri kokan Müslüman taklitçileri şu anda yüzlerce milyon dolarlık yatırımlar yaparken, “Olsun, burası darülharp, ne yapılsa yeridir, bunlar İslam’ın bekası adına yapılıyor” çarpık mantığıyla onları destekleyen cahil Müslümanların çoğunlukta olduğu; ahlâktan zerre kadar nasiplenmemiş -üstelik ne acıdır, Tanrım ne hüzünlendiricidir ki, çoğu da eski komünist olan- libofaşistlerin neredeyse tüm medyayı ele geçirdiği; sosyal demokratların -sosyal demokrasinin kendi mantığı içinde tutarlı olan- acınası çaresizlikleriyle ona buna sitem etmekten başka hiçbir şey yapamadığı; gariban halkın geçim derdinin ve işsizliğin verdiği moral bozukluğu içinde Ergenekon tehditleriyle iyice sindirilip bir kenara itildiği bir ortamda…

Neyin mücadelesini, nasıl yapacaksın ciğerim!..

Eli kalem tutan sapkın kadın, bir biçimde ele geçirdiği gazete köşesinde Allahın her günü seksten, cinsellikten, haftada kaç kere seks yapmanın uygun olacağını, kimlerin kimlerle seks yapmasının daha heyecan verici olacağını anlatmaktan başka bir şey yapmazken; sahtekâr sözde ekonomist yine “bir biçimde göreve getirildiği” televizyon kanalında halkı eften püften borsa haberleriyle afallatıp, zihnini, düşünme yeteneğini dumura uğratırken ve programına davet ettiği libofaşistler vasıtasıyla garip gurebayı tüketime sevk edip elindeki avucundaki üç-beş kuruşu da hakim sınıflara kazandırmanın hesapları içinde ahlâksızlığın zirvelerinde gezinip dururken (seni sahtekâr seni; Keynes sana bunları mı söylemişti?!.); yedi askerimizin şehit edildiği o meşum günün ertesinde, mızraklarının ucuna Kuran sayfaları takan insafsızlar gibi “Bu işten pis kokular geliyor!” diye manşetler attıran gazete genel yayın yönetmenlerinin el üstünde tutulduğu bu kahrolası zillet ortamında tüm namuslu insanlar çaresizce feryat edip dururken…

Neyin mücadelesini, nasıl yapacaksın ciğerim!..

Ben kendime göre bir yol tutturmuşum: Bakın dostlarım diyorum, bunlar Müslüman taklidi yapıyorlar, esasında Müslüman değiller; bunlar liberal taklidi yapıyorlar, esasında liberal değiller; bunlar demokrat taklidi yapıyorlar, esasında demokrat değiller; bunlar komünist taklidi yapıyorlar, esasında komünist değiller; bunlar aydın taklidi yapıyorlar, esasında aydın değiller; bunların tümü uğursuz, tümü ahlâksız, tümü sahteci…

Bunlar mert değiller, bunlar hakiki değiller, bunlar sizden değiller!..

Bunun için de bir yol bulmuşum, “merhamet” üzerinde çalışıyorum; inananları, liberalleri, demokratları, aydınları, komünistleri merhamete davet ediyorum.

Kainatın, Arz’ın yaşından bahsedip, sadece yetmiş-seksen yıllık kısacık bir ömre sahip olan insanoğlunun bu gezegende ne kadar az bir süre kalacağını anlatıp onları yaptıkları bu hatalardan vazgeçirmeye çalışıyorum; eski kavimlerin -Adem’den önceki insan ırklarının- yaptıkları hatalardan söz edip, gelin biz de aynısını yapıp şu güzelim Arz’ı mahvolmaya sürüklemeyelim, şu kısacık ömürde birbirimize zulmetmeyelim diyorum; Arz üzerinde yaşayan her canlının merhamete mazhar olduğunu anlatıp, insanlara insan olduklarını hatırlatmaya çalışıyorum.

Başat hedef kitlem Müslümanlar, çünkü bu ülkenin halkı Müslüman, oy verenlerin tamamına yakını Müslüman; mücadele yollarından biri olan “demokrasi içinde kalarak mücadele” sürdürülecekse, iktidarları oylarıyle getirip götürenlerin hedef alınması gerekiyor…

Bakın tek bir örnek, ne kadar dehşet verici biçimde bir etki yapabilir: Ortalıkta tanrı gibi dolaşan ve kibrinden yanına yaklaşılmayan o Müslüman(!) var ya, işte o, Kuran’da sözü edilen en büyük günahlardan birini işliyor! Aynı kibri İblis göstermiş ve Allah’ın katından bu nedenle kovulmuştu! Gözünü sevdiğim Müslümanların buna benzer örneklerle kendilerine geleceklerini umuyor, bunun için çalışıyorum; “bu adam, kibir gibi en büyük günahlardan birini işlemekle kalmıyor, aynı zamanda Kuran’ın en muhteşem üç ayetini -Nahl 71, Bakara 219, Nisa 75- göz göre göre inkâr ediyor, bu nedenle bu adam Müslüman olamaz!” diye uyarmaya çalışıyor, didinip duruyor, acı içinde feryat ediyorum!

Müslüman bölüşümcüdür, elindeki servet ve imkânlardan herkesi yararlandırır; Müslüman yalan söylemez, Müslüman kibir göstermez; Müslüman zulüm işlemez, Müslüman merhametsiz davranmaz diye örnekler veriyor ve bu adamların Müslüman olmadıklarını halkıma anlatmaya çalışıyorum. Bunu, bu adamları Müslüman zanneden vatandaşlarım oylarıyla destekledikleri için yapıyorum; bunlara bu gücü veren, halkımın aptallık derecesine varan bu iyiniyeti!

Bununla kalmıyor, çok açık bir biçimde ve kabalaşmayı da alabildiğine göze alarak “libofaşistleri boşverin edin, bunlardan hiçbir şey olmaz!” diye bas bas bağırıyorum; ve bunu yaparken yine merhametten yola çıkıyorum; çünkü bunlar merhametsiz, bunlar hain, bunlar acımasız, bunlar riyakâr diye halkımın dikkatini çekmeye çalışıyorum. (Merhametli olmak kuzu gibi uysal olmayı zorunlu kılmıyor; üstteki paragrafta yer alan kaba sözler, bu pislik tiplere karşı gerektiğinde kabalık gösterilebilir, hatta bununla da kalınmayabilir şeklinde anlaşılmalıdır. İstiklâl Savaşı sadece merhametle kazanılmadı! Karşınızdaki silah kullanırken sizin ona terlik fırlatmanız tabii ki yeterli bir mücadele biçimi olamaz!)

Maun Suresi’ne neden bu kadar önem verdiğimi sanıyordunuz ciğerim!

Riyakârlığı neden bu kadar çok işliyorum sanıyordunuz!

Bu sahtekâr libofaşistler dışında, hangi görüşte olursanız olun, sizi tefekküre sevk edecek yegâne değer merhamettir; riya çamuruna batmanızı engelleyecek yegâne yol merhamettir; bunu anlatmaya çalışıyorum.

Ve bizi kurtaracak, bizi merhamet çizgisine çekecek yegâne şeyin de tefekkür olduğunu biliyorum. (Tefekkür ve merhamet birbirinden ayrılmaz iki önemli haslettir; doğru kullanıldığında bu iki haslet tüm sorunları bir bıçak gibi kesip atabilir!)

İçi irin dolu pis bir çukura doğru koşaradım gittiğimizi anlatmaya çalışıyorum ve bunu önleyebilmek için komünistleri, Müslümanları, liberalleri, sosyal demeokratları, milliyetçileri; kısaca namuslu insanları tefekküre davet ediyorum.

Çözülüyoruz…

Ama bizi çözen başkaları değil, bunu kendi kendimize yapıyoruz!

İnsanın baş düşmanı kendisidir, hatta belki de tek düşmanı kendisidir; işte tüm düşünenleri merhamete çağırırken bu gerçeğin altını çizmeye çalışıyorum.

İnsan kardeşlerime on altı milyar yıl-yetmiş yıl örneğini bu nedenle veriyor; tüm bu pisliklerin bize yakışmadığını anlatmaya çalışıyorum.

Türk-Kürt, zengin-yoksul, Müslim-gayrimüslim yok; sadece iyi-kötü var!

Bunu anlatmaya çalışıyorum…

Kitaplarımla, yazılarımla, feryatlarımla işte bunu anlatmaya çalışıyorum.

Bu gezegende sadece bir an için varız; yapmamız gereken tek şey, tüm insanoğlunun zulüm içinde inlemesine neden olan yapay sorunları çözecek olan tek şey merhamet göstermek… Bush’un yerine Allah’a samimi biçimde iman etmiş bir Müslüman olsaydı, Irak’ta bunca kan akar mıydı?!. (Tabii, bu Müslüman ABD’ye Başkan olamazdı; bu başka bir şey.)

Adam çirkin, Allah’ın dinini kendi çıkarı için kullanıyor; adam çirkin, üç kuruşluk çıkar veya makam mevki ve itibar için ülkesini emperyalizme peşkeş çekmekte bir beis görmüyor; kadın çirkin, bunca çürüme ve yozlaşma ortamında -belki de illiyet bağı nedeniyle- yılın üç yüz altmış beş gününde seksi yazarak ziyan ediyor o altın değerindeki köşesini; adam çirkin, sabah akşam yalan haber uydurmaktan, ona buna karaçalmaktan, sahte belge düzenlemekten başka bir şey yapmıyor!

Bu tipleri eleştirmek, onlarla polemiğe girmek zaman kaybından başka nedir; çocukluğumuzdaki o muazzam tekerleme ile, “kuş kuşluğunu” yapmaya devam etmeyecek mi?!.

O halde yapılması gereken şey, namuslu insanları hedef kitle olarak seçmek ve onların vicdanlarını harekete geçirecek konuları işleyerek bu çirkinlere topyekun savaş açmak.

Riyakârlar ve faşistler dışında, her insanın içinde mukaddes bir cevher olduğuna inanıyorum; yapmaya çalıştığım şey, herhangi bir nedenle üzeri örtülmüş bu mukaddes cevhere ulaşabilmek.

Dinini gerçekten bilen biri veya dinini tam olarak bilmemekle birlikte içinde taşıdığı o cevher harekete geçirilebildiğinde merhameti derhal ortaya çıkabilecek biri hiç bu saydığımız şeylere neden olabilecek bir davranış içine girebilir mi! (Çirkinleri değil; onları bilmeden destekleyen bizim gibi sıradan insanları kastediyorum.)

İçinde zerre kadar bile olsa merhamet barındıran bir kadın, “Kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır, bu nedenle eğridir; onu düzeltmeye kalkmayın, ondan bu eğri hali ile yararlanın” mealindeki sahte hadisi duyduğunda, “Ne biçim konuşuyosun be adam; Allah’ın o muazzez elçisi hiç böyle bir şey söylemiş olabilir mi?!.” diye feveran etmez mi?!.

İçinde zerre kadar bile olsa merhamet barındıran bir adam, sırf Müslüman diye oy verdiği riyakâr, bir zamanlar en az benim kadar fakir olduğu günlerden birkaç yıl sonra 300.000.000 dolarlık bir yatırıma kalkıştığında bir daha o adama oy verip onu başımıza vekil olarak getirir mi! (İçinde merhamet barındıran bu adama “riba”nın “aslında faiz değil, servetlerdeki haksız ve makul olmayan artış” olduğunu ve bu tespitin Kuran tarafından yapıldığını anlattığınızda, bu konuda bu adamı ikna ettiğinizde, halkın geride kalan garip gurebasına merhamet besleyen bu seçmen, bu riyakâra bir daha oy verir mi!)

İşte ulaşmaya çalıştığım cevher bu!

Bu nedenle sürekli olarak merhameti işliyorum; ne yani, bu zillet dolu günlerde, kafası zaten karmakarışık olan dostlarıma Marx’ın diyalektik materyalizmini veya Keynes’in ekonomik durgunluk günlerinde kamu harcamalarının neden artırılması gerektiği yolundaki görüşlerini mi anlatmalıydım! (Bunları anlatacağımız günler de gelecek inşallah; ama bu gün, o gün mü!)

Bugün halkımıza Marx’ı mı anlatmalıyız, yoksa Ebu Zer’i mi? (Ebu Zer, Allah’ın Elçisi’nin en yakın arkadaşlarından biridir ve İslam tarihinin ilk komünistidir.)

İçinde zerre kadar vatan sevgisi barındırmayan bir çirkine sabah akşam küfretmişsiniz neye yarar!

Ben, halkımın vicdanında barındığına emin olduğum merhametin peşindeyim!

Merhamet…

Hepsi bu!..



*(Kuşkusuz başka bir mücadele şekli var tabii; onu kırk yıldır anlatıyorum zaten!)

4 Aralık 2009 Cuma

Riya

Komünist?
Başımın üstünde yeri var; onun o paylaşımcı tefekkürüne aşığım.
Müslüman?
Elhamdülillah; onun o merhamet dolu yüreğine aşığım.
Milliyetçi?
Eyvallah; onun o vatan sevgisiyle çarpan kalbine aşığım.
Ateist?
Hoşgeldi, safa geldi; onun o mertliğini severim.
Gayrimüslim?
Amenna; hepimiz aynı Allah’a tapmıyor muyuz!
Diğer milletler?
Ne önemi var; aynı Adem’in torunları değil miyiz!
Liberal?
Olabilir; Adam Smith’in o “görünmez eli”ne rıza göstermeyi her ne kadar beceremesem de, liberalin o entelektüalizmini kim inkâr edebilir!
Hayvanlar?
Canlarım benim; böceğinden kedisine kadar hepsine sırılsıklam aşığım.
Tabiat?
Anavatan; dönüp dolaşıp kendimizi onun bağrına teslim etmeyecek miyiz!
Peki, İblis?
Müdahale alanım dışında; Tanrı onu mühletlendirmiş, elimden bir şey gelmez, kibrinin sonuçlarına katlansın bakalım. Ama o tevhit gösterisini, o sarsılmaz mertliğini, o yıkılmaz kararlılığını takdir etmemek de imkânsız tabii! Karmaşık bir konu (bir başka çalışmada irdeleriz).

* * *

Bu durumda soru kendini dayatıyor:
Genelde Arz’ın, özelde Türkiye’nin içinde bulunduğu bu yürekler acısı durumun sorumlusu olarak kimi göreceğiz de mücadele edeceğiz?
Suçlu kim?
Elimizden gelen ancak bu kadar; yazı yazarak mücadele…
De…
Kime karşı mücadele?
Lanetlenmesi gereken kim?
Kim bu pisliklerin sorumlusu?
Ateistinden komünistine kadar, milliyetçisinden müslümanına kadar, gayrimüsliminden liberaline kadar, en küçük canlısından tabiatına kadar her şeye eyvallah, da, sadece insan olmanın tüm benliğimize yüklediği o “yanlış olanla mücadele görevi”miz esnasında kime karşı taraf olacağız…
Bunca çaba, bunca emek, bunca risk, bunca stres…
Kime karşı?
Kim bu tüm melanetin sorumlusu?
“Esas mücadele”de taraf kim?
Esas mücadelede kim bu düşman?

* * *

Hırsız, uğursuz, soyguncu?
Tabii ki hayır; münferit olaylar ve apaçık, belirgin biçimde ortada; özel bir mücadeleyi gerektirmiyor. Yakalar hapse atarsın, orada ıslah olursa olur, olmazsa kendi bilir!
Özel bir çabayı gerektirmiyor!
Yalancı, sahtekâr, düzenbaz?
Tabii ki hayır; nefret edilesi bir karekter yozlaşması, ama çok açık, çok belirgin, safdışı etmek çok kolay!
Özel bir çabayı gerektirmiyor…
Sapık, ruh hastası, psikopat?
Tabii ki hayır; her üçü de ruhsal bozukluk sergileyen tipler aslında. Çok belirgin, çok açık, tamamen ortada. Götürürsün ruh hekimine o düzeltebildiği kadar düzeltir, düzeltemezse katlanmak zorundasın; adam hasta!
Özel bir çabayı gerektirmiyor…

* * *

Peki; özel çabayı gerektiren “pislik” kim?
“Esas mücadele” hangi pisliğe karşı verilmeli?
Belirgin olmayan, gizlenmeyi becerebilen, açığa çıkartılması ve mahkûm edilmesi zor olan bu “pislik” kim?
Kime karşı mücadele etmek gerek?
Yalancıdan, hırsızdan, uğursuzdan, psikopattan, soyguncudan, sahtekârdan, düzenbazdan, hatta İblis’den daha tehlikeli olan kim?
Kimden nefret etmeliyiz?
Kimden nefret etmeliyiz ki onunla mücadele ederek insanlık görevimizi ifa etmiş olabilelim?
Kim bu alçak?
“Esas mücadele” hangi alçağa karşı verilmeli ki deysin?
Kim bu alçak?!.

* * *

1) Gördün mü o dini yalan sayanı?
2) İşte odur yetimi itip kakan
3) Yoksulu doyurmayı özendirmez o.
4) Vay haline o namaz kılanların ki,
5) Namazlarından gaflet içindedir onlar.
6) Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar.
7) Ve onlar, yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar.

(Maun Suresi’nin tamamı. Surelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali/Türkçe Çeviri/Yaşar Nuri Öztürk/Yeni Boyut, 1997)

* * *

İşte böyle!..
Riyaya sapandır onlar!
Gösteriş yaparlar!
Yaratıcı, bu tip için başlıbaşına, müstakil bir Sure indirmiş ve bu riyakâr tipi sonsuza dek mahkûm etmiş!..
Kuran’ı incelediğinizde açıkça görüyorsunuz ki, Yaratıcı’nın affetmeyeceğini bariz biçimde belirttiği tek günah şirk koşmak, yani Yaratıcı’ya ortak koşmak.
Zamanımızda putlar falan kalmadı artık, kimse taşa, beze, oduna, Ay’a veya yıldızlara tapmıyor; peki, o halde şirk ortadan kalktı mı yani?
Hayır!
Allah’ın Elçisi’nin, “Beni en çok endişelendiren şey, ümmetimin riya batağına saplanmasıdır; çünkü riya gizli şirktir!” mealinde uyarısı, uyarıları var.
Riya gizli şirktir ve uzun ve karmaşık bir konu olduğu için bağımsız bir çalışmanın konusu olmalıdır. Bizim burada üzerinde durmamız gereken şey, riyanın hem Yaratıcı, hem de O’nun Elçisi tarafından lanetlenmiş olmasıdır.
Riya lanetlenecek bir alçaklıktır!
Ve riya yapan alçağın tekidir tabii…
Böylece, yukarıdaki soru da cevabını bulmuş olur: Esas mücadele kime karşı verilmelidir, tüm bu melanetin sorumlusu kimdir, Arz’ı ve ülkemizi yaşanılamaz ölçüde sefilleştiren alçak kimdir ve benzeri sorular böylece cevabını bulmuş olur!
Riyakâr; olduğu gibi görünmeyen ve göründüğü gibi olmayan, nefret edilesi bir tiptir ve Yaratıcı’nın da uyardığı gibi, bu tip, iyiliğe engel olur.
Apaçık ortada olmaz hiç!
Herkes tarafından fark edilmesi neredeyse imkânsızdır.
Kendisini iyi saklar.
Alçağın biri olduğunun anlaşılması zordur.
Yeteneklidir; bu nedenle kolay kandırır, kolay ikna eder.
Hırsız, uğursuz, sahtekâr, sapık, düzenbaz ve benzerleri bunun yanında sütten çıkmış ak kaşık gibi kalır; çünkü onlar alabildiğine ortada oldukları halde, bu, alabildiğine gizlenmektedir.
Demokrasiden, özgürlükten, refahtan-bolluktan, insan haklarından, kardeşlikten söz edip durur; ama “tipi dahi” bu hasletlerle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını ortaya koymaktan kendini alamaz. (Çirkindir, gerçekten çirkin. İçinin çürümüşlüğü/yozlaşmışlığı yüzüne vuruştur.)
Ama bu “tipi” herkes kolay kolay “okuyamaz”…
İşte bu nedenle çok tehlikelidir, işte bu nedenle “esas mücadele” buna karşı verilmelidir, işte bu nedenle nefret edilmesi gereken karekter -belki de- sadece budur aslında!..
Dikkatle bakarsanız, bu tipi siyasette, üniversitelerde, meslek odalarında, kitapçılarda, sivil toplum örgütlerinde ve benzeri yerlerde görebilirsiniz.
Ama en çok medyada rastlarsınız buna…
Köşesinde ve ekranında hain hain sırıtırken yakalayabilirsiniz onu.
Bu, riyakârdır.
Haklının değil, güçlünün yanındadır her zaman.
Çok yeteneklidir aslında; iyi giyinir, iyi konuşur, iyi yazar.
Ne var ki, olduğu gibi görünmemekte, göründüğü gibi olmamaktadır.
Riya yapmaktadır.
İyiliğe engel olmaktadır…
Nefret edilesi bir tiptir bu.
Nefret edilesi bir tip…
Bir sürü adı vardır bunun; dünyanın birçok yerinde birçok isimle anılır.
Bizim halk “liboş” der buna.
O, liboştur…