26 Nisan 2009 Pazar

9 Nisan 2009 Perşembe

Çıkarını Azamileştirmek

Canlıların temel içgüdülerinin paradigması çıkarlarını azamileştirmek üzere tasarımlanmıştır, “canlı” diye nitelendirilebilecek tüm organizmalar bu bakış açısı içinde sürekli olarak didinip dururlar. Gelincik bu nedenle kırmızıdır, böcekleri çekecek ve onları kullanarak neslinin devamını sağlayacaktır; ağaç daha yükseğe çıkarak daha fazla güneş ışığı alacak ve yapraklarını büyüterek veya çoğaltarak daha fazla korbondioksit emebilecektir; doğal düşmanı çok olan fare işte tam da bu nedenle kısa sürede ve çok sayıda doğum yapacaktır; ergenliğe erişen parsın bölgenin hakimi yaşlı parsla çılgınca dövüşmesinin altında yatan da aynı şeydir; tüm bu organizmalar, çıkarlarını azamileştirmek için çırpınıp durmaktadırlar.

Ne var ki, bu ve benzeri organizmaların istisnasız tümü, genetik kodlarına işlenen bu paradigma doğrultusunda devinip dururken bayağılaşmayı, çirkefleşmeyi, şerefsizleşmeyi, alçaklaşmayı hayâl bile edemezler! Yalakalık yapan bir gelinciğe, ona buna yaltaklanan bir ağaca, çıkarı için namusunu satılığa çıkaran bir fareye veya köşe yazısı yazarak onun bunun kucağına göz diken parsa Arz yaşamı boyunca hiç rastlanmamıştır!

Üzerinde yaşadığımız gezegende bu alçaklığa, bu namertliğe, bu şerefsizliğe tevessül eden tek tür ne yazık ki bizim türümüzdür; insan, insanoğlu, ne kadar zavallılaştığının aslında bal gibi de farkında olan düşüklerin düşüğü ademoğlu!..

Bu satırların yazarı fakir, bir yerlere mesaj vermek, birtakım çıkarlar için kaygılanmak veya bu iğrençlik karşısında nefretini dile getirirek ne yazık ki sayısı giderek azalan namuslu insanoğlunun gönlünü az da olsa ferahlatmak kaygısıyla hareket etmemektedir; fakirin yapmaya çalıştığı şey, Levhi Mahfuz’a kişisel bir şerh düşmek çabasından ibarettir!

Tanrı’nın böyle bir şerhe ihtiyacı olup olmaması da bu fakiri kaygılandırmamaktadır; fakir, ihtiyaç duyulup duyulmamasına zerre kadar da olsa aldırmadan, hatta bunun küçük (gerekirse büyük) bir isyan olarak algılanması riskini de göze alarak, “bunlara benzemediği/bunlardan olmadığı” yönündeki düşüncesini Göklerde kayıt altına aldırma peşinde koşmaktadır.

“Sağımızda ve solumuzda oturmuş olan görevliler” kayıt yaparlar yapmazlar, bu onların meselesidir; bu fakirin meselesi, bunlara zerre kadar da olsa benzemediğini Gökler’de tescillemek yönündeki irade beyanından ibarettir.

“Şah damarımızdan daha yakın olan Güç” bunu bilir bilmez; bu fakirin bu biçimde bir kaygısı da olmadığı gibi; yukarıda da belirtildiği şekilde, “isyan olarak algılanması riski”ni de göze alarak bu namertlerle en ufak bir benzerlik taşımadığının bilinmesi bu fakirin temel önceliğidir!

Gökler bilmelidir ki, bu fakir, “bunlardan” biri değildir, asla olmayacaktır, hiçbir koşul altında bu derece iğrençleşmeyi içine sindiremeyecek, gerekirse bu konuda bu tip “isyan kokan” düşüncelerini de Kozmik Sicil’e kayıt ettirmek cüretini göstermekten hiçbir zaman kaçınmayacaktır!

“Tez-antitez-sentez” bu şekilde oluşacaksa, bu namert üçlemenin de Allah bin türlü belasını versin, demek, bu fakirin gururla göze alacağı “isyanın doruklarında gezinme keyfiyetinin yükleyeceği sorumluluklar” açısından hiç de kaçınılması gereken bir risk teşkil etmemektedir, bu fakir için!

Kızılderililere ve köle olarak kullanmak üzere Afrika’dan söküp aldıkları kara derili insanlara karşı işledikleri zulümlerle yetinmeyip tüm dünyayı altmış yıldır bir insan mezbahasına çeviren namertlerin yeni bir imaj yaratmak için seçmiş gibi yaptıkları sözde Başkanlarının ülkemizi ziyareti nedeniyle kaleme alınan yazılar, kırılan beller, kıvrılan gerdanlar, alkışlayan eller; özellikle bir buçuk milyon Iraklının henüz kanı kurumadan “Bizim İslam dünyasıyla bir meselemiz yok, onlarla savaş içinde olmadık, olmayacağız!” mealindeki sözlerin, emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını başarıyla veren bir Ulus’un Millet Meclisi’nde alkışlanması bu fakirin asla kabullenmeyeceği bir zillet gösterisidir!

Bu fakir, yukarıda da altı çizildiği gibi, sonsuz isyanı nedeniyle her türlü günahı göze almak pahasına, bu iğrenç zillete ortak olmayı asla içine sindirmeyecektir!

Obama denen hayduta gösterilen bu teveccüh, Arz üzerindeki hiçbir organizmanın göze almadığı, esasen fıtratı gereği göze alamayacağı ölçüde kahrolası bir “çıkarını azamileştirme” çabası; ama bunu sergilerken diğer organizmalardan hüzünlendirici biçimde farklı bir şekilde “aşağılık olmayı içine sindirerek” sergilenen bir çıkarını azamileştirme çabasının en rezil, en utanılası, en kalleş, en namert ve en şerefsiz örneklerinden biridir!

Bu fakirin söyleyebileceği son şey, “Tüh, Allah bin kere belanızı versin!” şeklindeki muhalefet şerhinden ibarettir.

İçinde kendi Nefesini taşıyan bu kahpe yaratığın belasını verip vermemek Allah’ın bileceği bir iştir; bu fakir, bu zillete ortak olmama yolundaki kararlılığını dirençli bir biçimde savunmaktan asla vazgeçmeyeektir.

Bu fakirin Gökler’den dileği, gerekiyorsa kurunun yanında yaşın yanması da göze alınarak bu kabil alçaklaşmalar karşısında Göksel yaptırımların derhal devreye sokulmasıdır.

Ve son söz, bu fakirin tüm yaşamı boyunca altına gururla imza atacağı sözdür:

Tüh, Allah bin kere belânızı versin!